Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Çarşamba, Mayıs 8, 2024

Bir Dizi Analizi: Masumlar Apartmanı

Psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu’nun Madalyonun İçi romanından uyarlanan Masumlar Apartmanı adlı dizi şu ana kadar TRT’de yayınlanan iki bölümüyle yüksek oranda izlenme başarısı gösterdi. Diziyi çevremden gelen sorular üzerine izledim. Dizide özellikle Safiye karakterini seyredenler “yahu bu takıntılar bende de var! acaba ben de mi hastayım?” deyip kendilerinin de psikolojik rahatsızlığa yakalandıklarından şüphe ediyorlardı. Muhatap olduğum soruların geneli buna benzer şüphelerden kaynaklıydı.

 Dizinin “gerçek bir hayat hikâyesine” dayandığını da ifade etmesi insanlarda bir tedirginliğe neden oldu. Safiye’nin halk arasındaki tabirle “temizlik hastası” olması pandemi sürecinde insanların her zamankinden fazla özen gösterdikleri temizlik davranışlarına yönelik kuşkuyu arttırıyor. Bir ruh sağlığı çalışanı olarak gerek çevremde gerekse de kamuoyunda oluşan bu tedirginliği fark ettiğim için dizi hakkında ve psikolojik rahatsızlıklar hakkında bir şeyler yazmam gerektiğini hissettim.

 Sonda söyleyeceğimi başta söyleyerek başlayayım. Ben şahsen özellikle psikolojik rahatsızlıkların bu denli açık ve net bir şekilde dizi ya da film haline getirilip insanlara sunulmasını doğru bulmuyorum. Sunulsa bile diziden/filmden hemen önce ya da sonra gerek yazılı gerekse de görsel olarak aşağıda belirteceğim hususları içeren bilgilendirme çalışmaları yapılması taraftarıyım. Bir zamanlar Perşembe akşamları “Kurtlar Vadisi” dizisinin etkisiyle sokaklarda mafya kıyafetleriyle gezen ve mafyacılığa özenen bir neslin olduğunu unutmamalıyız. Dizi karakterlerinden Süleyman Çakır’ın ölümüyle yasa boğulan bir Türkiye olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu noktalara özellikle dizi/film yapımcılarının ve yetkili organların dikkat etmeleri gerekiyor. İnsanlar sevdiği veya ilgilerini çeken yapımlarla hemen hemhal olup kendilerini kaptırabiliyorlar.

 Psikolojik rahatsızlıkların insanlar üzerinde ciddi bir çekiciliği olduğu aşikâr. Yani kendini en ufak bir belirtide “psikolojik rahatsız” olarak damgalayan bir milletiz. Gerçi diğer ülkelerde de durum bundan farklı değil. Yani insanların geneli psikolojik rahatsızlıklara sahip olmayı daha doğrusu ilgili hastalığın ismiyle anılmayı “karizma” vesilesi sayıyor gibi. Mesela en ağır psikolojik rahatsızlıklardan olan “psikopati” halk arasındaki tabiriyle psikopatlık, çekici bir sıfatmış gibi algılanıyor. Ya da “şizofreni”, delilik olarak genelde övünülen bir özellikmiş gibi kullanılıyor. Sosyal medya hesaplarına baktığınızda kimse takma isim olarak bel fıtığı hastalığını kullanmazken şizofren, psikopat adları yığınla var. Bu durum belki de psikolojik rahatsızlıkların gizeminden geliyor. Çünkü birçok psikolojik hastalığın kesin tedavisi henüz bulunmamakta. Ve beynin nasıl işlediği tam olarak bilinmediğinden bu durum psikolojik rahatsızlıkların sebeplerini, belirtilerini ve seyirlerini kesinleştirmekte ciddi güçlüklere neden oluyor. Psikolojik rahatsızlıkları işleyen dizi ve filmlerin ciddi seyirci oranlarına ulaşmasının altında yatan sebep belki de bu gizemdir.

 Masumlar Apartmanı, temelde nevrotik rahatsızlıklardan muzdarip bir aileyi anlatıyor. Nevrotik rahatsızlıklar, psikolojik rahatsızlıkların önemli bir kısmını barındıran bir çatı hastalık grubudur. Dizide ileri derecede Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB) rahatsızlığı olan Safiye’yi canlandıran Ezgi Mola, güçlü oyunculuğuyla nevrotik rahatsızlıklardan OKB’yi çok iyi bir şekilde canlandırıyor. Dizide aynı zamanda Safiye karakterinin ve diğer aile üyelerinin psikolojik rahatsızlıklarının kökenlerine de değiniliyor.

 Günümüzde psikiyatri bilimine göre psikolojik rahatsızlıkların en önde gelen iki sebebi vardır. Bunlar çocukluk çağı yaşantıları ve genetik aktarımdır. Dizide geçmişe gidildiğinde sorunlu bir karı-koca ilişkisi, psikolojik sorunları olan anne, annesi tarafından sürekli reddedilen ve aşağılanan çocuklar var. Psikolojik rahatsızlıkların kökenine dair dizideki geçmişe dönüşler önemli ve bir bakıma öğretici. Dizideki psikolojik rahatsızlık teması dışındaki kurgu ve hikâyenin başarılı olduğunu düşünmüyorum. Klasik bir aşk dizisi senaryosuna sahip. Yani senaryo temel olarak ailenin nevrotik hastalıkları üzerine kurulmuş ve benim de eleştirim tam da burada başlıyor.

 İnsanlara psikolojik hastalıkların kökenini ve hastaların neler yaşadığını göstererek psikolojilerinin bozulmasına engel olmak amacıyla bir yapım ortaya koyuyorsunuz. Ama bu yapımın tam merkezinde bu rahatsızlıktan muzdarip insanlar var. Hasta aile, dizide olmasa ortada dizi namına basit bir aşk ilişkisi kalacak. Oysa ilgili hastalığı bu kadar göz önüne sererek konunun işlenmesi belki reytingleri yükseltir ama yükselen tek şey reyting olmayacaktır. Aynı zamanda insanların ve toplumun kendilerinde ve çevrelerindeki insanlarda gördüğü tedirginlik de artacaktır. “Ben de Safiye gibi ellerimi dört kez yıkıyorum” “ben de Han gibi yerden çöp alıyorum” “kızım da Gülben gibi yatağını ıslatıyor” gibi birçok düşünceyle herkes kendine ve çevresine psikolojik hastalık tanısı koymaya başlayabilir. Üstüne psikolojik rahatsızlıkların gizeminden kaynaklı çekicilik de eklenince herkes Safiye, Han, Gülben veya Neriman olduğunu düşünebilir.

 Dizinin öğretici ve bilinçlendirici yönünün eksik kaldığı aşikâr. Vakayı net bir şekilde ortaya koymakta başarılılar. Ancak vakanın iyileşmesine yönelik herhangi bir çaba henüz yok. Kimileri “sonuçta bu bir dizi elbette yavaş yavaş çözüm de gelecektir. Topu topu iki bölüm yayınlandı” diyerek itiraz edebilir. Fakat burada söz konusu olan insanların ve toplumun ruh sağlığıdır. Her ne amaçla olursa olsun iki bölüm boyunca her bir aile ferdinin psikolojik rahatsızlıkları açıkça ve devamlı bir şekilde ortaya konulmamalı. Beni bu yazıyı yazmaya sevk eden toplumdaki tedirginlik, her ilgili ruh sağlığı uzmanının fark ettiği bir konu. “Dizi ve filmlerde hastalıklar asla gösterilmemeli” demiyorum. Bilinçlendirme amacıyla elbette gösterilebilir ve insanlar aydınlatılabilir. Ancak ilgili yapımın merkezinde hastalık değil tedavi/iyileşme olmalıdır. Çözüm, sürecin sonunda değil sürecin en başından itibaren sunulmaya başlanmalıdır.

 Üniversitede psikopatoloji dersimize giren hocamızın ders yılı başında bize yaptığı uyarı hala kulaklarımdadır. “Arkadaşlar sizlere anlatacağım psikolojik rahatsızlıkların bazı belirtilerini kendinizde de görebilirsiniz. Bu sizin hasta olduğunuz anlamına gelmiyor.”  demişti. Türkiye’nin en yetkin hocalarından birinden aldığım bu uyarıyı kulağıma küpe ederek derslere devam ettim. Zaman geçtikçe hocamızın ne kast ettiğini daha iyi anlamıştım. Belirtilerin hastalık tanısı alması için en önemli kriterlerden birisi, belirtilerin bireyin sosyal hayatını yaşamasına ve sorumluluklarını yerine getirmesine engel olmaya başlamasıydı. Aksi takdirde ortada bir hastalıktan söz etmek yanlış olurdu. Nitekim her öksüren grip değildir. Aynı şekilde elini birkaç kez yıkayan herkes OKB değildir.  Hasta tanısı almak psikiyatrik bir meseledir. Eğer herhangi bir davranış ya da düşünce sizi hayattan geri bırakıyor; sorumluluklarınızı yerine getirmeyi engelliyor ve bu durum sürekli/durmaksızın oluyorsa ancak o zaman bir belirtiden bahsedebiliriz. Tabi bu yine hasta olduğunuz anlamına gelmez. Muhakkak detaylı hekim muayenesi gerekir. Yani genel olarak sorumluluklarınızı yerine getirebiliyorsanız, çevrenizle iletişiminizde problem yoksa hayata tutunma mücadeleniz varsa korkacak bir şey yoktur. Elbette hayatta bazen sıkıldığınız, bıktığınız ve yorulduğunuz zamanlar olabilir. Bazen çevrenizdeki insanlarla ters düşebilir ve tartışabilirsiniz. Hatta bazen evin kapısını kilitleyip kilitlemediğinizden emin olmak için eve geri dönebilirsiniz. Ancak bir müddet sonra bir şekilde motive olup yolunuza devam ediyorsanız ve insanlarla aranız düzeliyorsa, bazı şeylerden mutlu oluyorsanız hasta olmaktan epey uzaksınızdır. Unutmayın, önemli olan genel tablo ve genel gidişattır; “bazen” olan şeyler değildir.

Daha Fazla

2 Comments

  • Serhat Altuntaş
    Serhat Altuntaş

    Ağzına sağlık hocam. Çok güzel değinmişsiniz.

    Cevapla
  • m. müezzinoğlu
    m. müezzinoğlu

    Bu dizinin bir de ilahiyatçı ve sosyolog gözüyle analiz edilmesi gerekiyor.
    Gördüğüm kadarıyla muhafazakar tutum ve değerler baya hırpalanıyor.

    Cevapla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir