Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Çarşamba, Nisan 24, 2024

Ülkemizle İlgilenen Duyarlı Kardeşlerime

Hz. Muhammed(s.a.v.), peygamber olmadan önce toplumun inanç sorularını çok düşünmüş fakat bir çözüm ortaya koyamamıştır. Çünkü ne kendisi ne de diğer peygamberler din koyucusu değildirler.[1] Zaten Allah’ın varlığı akılla bulunup bilinse bile şeriatını ve rububiyetin ayrıntılarını akılla bilmek mümkün değildir. Toplumun inanç ve ahlaki sorunlarını tefekküre yoğunlaşıp bir çözüm de bulamayan Peygamber Efendimiz, kırk yaşına geldiği zaman vahye muhatap olmuştur. Risalet gibi bir görevi beklemediğini Kur’an defalarca vurgulamak suretiyle peygamberliğin vehbi olduğuna dikkat çekmiştir. Bu görev vehbi olarak, kâinatta ruhu en saf ve bu görevi taşımaya en layık kimseye verilmiştir. Tarihte “eyamullah”ın en çok tecelli ettiği bir Ramazan ayında Hz. Muhammed(s.a.v.)’e, Yüce Allah hususi elçisi Cebrail’i göndererek onu peygamberlikle taltif etmiştir.

Yüce Allah, gelen vahiylerin ağırlığını ve buna bağlı peygamberlik görevinin sorumluluğunu şöyle açıklamıştır: “إِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَقِيلًا” “Biz sana (sorumluluğu) ağır bir mesaj tevdi edeceğiz.”[2] Sorumluluğu ağır mesajın anlam alanına Kur’an’ı anlamak, hayata katmak, farzlar, emirler, yasaklar, hadler, va’d ve vaid, helaller ve haramlar girmektedir.[3] Ayetten anlaşılan, Kur’an sadece kıraat edilen bir kitap olmayıp aynı zamanda hayata aksetmesi ve yeryüzüne nizam vermesi gereken bir kanunlar manzumesidir. Bu yönüyle vahyin gereklerini yerine getirebilmek elbette ağır bir görevdir. Hz. Peygamber(s.a.v.), bu görevin hakkını verebilmek için anını bile değerlendirmiş vaktini boşa harcamamıştır. Elbette çalışmanın hakkını vermek ve tüm Müslümanlara cihadda örnek olabilmek için Hz. Muhammed(s.a.v.)’in bu uğurdaki uygulamalarını öğrenmek zorundayız. Allah Teâlâ, Peygamberine önce sorunları bildirmiş ve bu sorunların çözümlerini sunmuştur. İslâm toplumunun inşasında ilk atılan adım sorunların doğru teşhisidir. Ne yapmalıyım ve nerden başlamalıyım? Sorusuna doğru cevap bulabilmektir. Bu sorunun cevabı doğru verilip başlangıç noktası iyi tespit edilmedikçe doğru neticeye varmak mümkün değildir. Bu sorunlar imanla ilgili sorunlardır ki Kur’an bunları cevaplandırmıştır. Neticede Hz. Peygamber(s.a.v.) şirkten uzak; itikaden temiz bir toplum vücuda getirmiştir. İtikadi temizliğin üzerine ahlaki temizliği bina etmiş sonra da bu iki temelin üzerine siyasi yapılanmasını oturtmuştur. İslâm’a göre inanç ve ahlak bakımından temiz olmayan toplumlar siyasal emaneti taşımaya layık olmadıkları için şayet iktidar olsalar bile devam ettiremezler. Biz çalışmamızda Kur’an’ın ıslah ettiği inanç alanıyla ilgili sorunları şu başlıklar altında tespit edip sıraladık:

Gerek nüzul döneminde gerekse daha sonraki dönemlerde insanlığın en önemli meselesi marifetullah konusudur. İnsanlar Allah Teâlâ’yı hakkıyla bilmemektedirler.[4] Bu cehalet onları müşrik, putperest, ateist, deist, dehri, materyalist, kapitalist, sosyalist, Yahudi, Hristiyan, Budist, Hindu veya münafık yapmıştır. Bu sapkınlıklara tabi olarak insanlar fıtratlarını bozdukları için Yüce Allah gönderdiği en son vahiyler manzumesinde en çok kendisini tanıtmıştır. Bu bağlamda hemen hatırlatalım ki Kur’an-ı Kerim’in ana konularının başında; Allah Teâlâ’nın isimler, sıfatlar, fiiller, yaratma ve emretmedeki(ulûhiyet ve rububiyet) tek ve eşsizliği ile öğretilmesi vardır. Hz. Peygamber(s.a.v.), Mekke hayatının nerdeyse tamamında insanlara Allah’ı(c.c.) öğretmekle meşgul olmuştur. Mekkî ayetlere baktığımızda marifetullah ve ahlak içerikli ayetlerin çoğunlukta olduğunu görürüz. Bu durum bize aslında çalışmaya nereden başlamamızın yerini göstermektedir. İslâm’ı dert edinen bütün teşkilatlar, dernekler ve siyasal oluşumlar itikadi olanı öncelemedikçe, ahlaki olanı içselleştirmedikçe ve ilahi emaneti taşımaya liyakat kazanmadıkça siyasal ikbalimiz tehlikededir. Her zaman söylediğimizi tekrar ediyoruz. İşe Allah’ımızın başladığı yerden başlamak zorundayız. Allah Teâlâ’nın başladığı yerden başlamayanların akıbetleri hayır olmaz.

[1] Bak. Yunus 10/15

[2] Müzzemmil 73/5

[3] Bagavî, Mealim’ü-t Tenzil(Muhtasar), s. 985

[4] Bak: Enam 6/91

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir