Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cumartesi, Nisan 20, 2024

Niteliğin Niceliğe Galibiyeti

İman alanıyla beraber eş zamanlı nazil olan ahlaki içerikli ayetler, İslâm’da ahlaki davranışların öneminin kanıtıdır. Zira toplumların devamı ve geleceklerinin güveni ahlakla mukayyettir. Ahlaken tefessüh etmiş bir toplumun bireyleri bela ve musibetlere açık oldukları gibi lider ümmet olmaya da layık değildirler. Ahlaki yönden çok mükemmel bir toplum yetiştirmeyi hedefleyen Kur’an, böyle bir toplumu oluşturmada insanlara sorumluluk duygusu kazandırmayı hedeflerken; kişinin sürekli denetlendiğini, eylemlerinin yazıldığını, Allah’ın(c.c.) insana çok yakın olduğunu ve nerede olursa olsun Allah’ın kuluyla beraberliğini hatırlatarak,[1] olumsuz bir davranış sergilemesine engel olmayı amaçlamıştır.

Kur’an-ı Kerim’deki ahlaki içerikli ayetleri tek tek ortaya koyarsak şöyle bir sonuç çıkar; İslâm, mü’minlere yolda yürümek[2] gibi en basit davranışlarından tutun da siyasal hareketler gibi en karışık eylemlerine kadar mesajlar vermiş ve hükümler koymuştur. Yerinde ve gerekli kuralları beyan etmiştir. Hatta bu tür ayetleri ‘Kur’an’a göre mü’minlerin sıfatları’ başlığı altında da toplayabiliriz. Kur’an-ı Kerim’de itikadi ve ahlaki ayetlerin insan hayatında ağırlık noktasını oluşturduğunu söylemekle, onun; hayatın diğer cephelerini ihmal ettiğini söylemek istemiyoruz. Fakat Kur’an’a yaklaşırken, onda olmayanı da ona yükletmek suretiyle çağ içinde yükselen değerlere, sosyolojik mekteplere, iktisadi ve pozitivist ekollere karşı aşağılık duygusuna kapılarak onu bir Sosyoloji, Psikoloji, Fizik, Kimya, Biyoloji, Tıp veya Astronomi kitabı gibi algılamaya karşı çıktığımızı da belirtmek isteriz. Merhum Faruki’nin (ö. 1986) deyimiyle Kur’an; “Ahlaki, dinî bir vahiydir. Biz, Kur’an-ı Kerim’in, ahlaki-dinî değerlerin tek tek listesini vermek yerine, onların tanımlarına ait ilkeleri, aralarındaki hiyerarşik sıralamayı ve genel olarak onların gerçek varlıklar alanındaki sonuçlarını içerdiğini biliyoruz. Bu, en yüksekte bulunmanın kapsayıcılığıdır. O, yalnız başına önemli, ilahî bir kitap olmaya layık, insanın en yüce ve nihai ihtiyaçlarını tatmin edecek yapıdadır. Kur’an-ı Kerim, ne zaman daha alttaki ahlaki ve dinî değerlerden veya başka alanlara ait değerlerden ya da gerçek varlıklardan söz etse, bunu onlar için değil fakat onun birincil amacı olan daha yüce ahlaki, dinî değerler için yapmaktadır. Çünkü Kur’an-ı Kerim sadece kendine has görüşler bütünü değil, bir dinin, İslâm gibi bir dinin kavramlaşmış bir biçimidir. 0, vahiylerin bir toplamı değil vahyin kendisidir.”[3]

İman ve ahlak alanını Mekke döneminde daha çok vurgulayan ayetler, ibadetleri de emrederek ahlaki tezkiyeyi gerçekleştirmiş; ukubat hukuku ile de gayri ahlaki davranış sergileyenlere uygun yaptırımlar uygulayarak toplumsal ahlaki çöküşü önlemeyi hedeflemiştir. Elbette bunda başarılı olmuştur. Bireysel anlamda seçkin bir ümmet yetiştiren Peygamber Efendimiz, onları tüm insanlığa model olacak “vasat ümmet” hâline getirdikten sonra devletleşme sürecini başlatmıştır. Bu “vasat ümmet” ile Medine’de İslâm devletini kurmuştur. Sayısal anlamda toplam nüfusun onda birini oluşturmalarına rağmen[4] ahlaki yücelik bakımından toplumsal önderliğe layık görülmüşlerdir. Bu durum niteliğin niceliğe galibiyetidir. Salihlere siyasal önderlik bahşetmek evrensel ilahi bir yasa ise, bu yasa tarihin her döneminde tekerrür edebilir. Önemli olan “takva” dediğimiz ruh hâlini meleke ve karakter konumuna getirip hayatın her anını vahiyle anlamlandırmak ve Allah’a rağmen bir işe başlamamaktır. Bu durumun gerçekleşmesi için; “Esmay-ı hüsna”nın anlam alanına göre hayatı anlamlandırmak ve Allah’ın emirlerine ihsan makamında ittiba etmek gerekir.

[1] Murakabe ile ilgili bkz. Kaf 50/16; Lokman 31/16; İnfitar 82/11-12.
[2] Furkan25/63
[3] Fâruki, İsmail Raci, Kur’an’ın Yorumunda Yeni Bir Metodoloji Sorunu, (T. Mehmet Paçacı), İslâm’ı Araştırmalar, c. VII, Sayı: 3-4, 1994; Paçacı Mehmet, Allah’ın Krallığı Sendromu ve Günümüz Müslümanları, İslâmi Araştırmalar, c. VII, Sayı: 2, 1991.
[4] Medine’de hicretin ikinci yılında yapılan ilk nüfus sayımında şehrin nüfusu 15000 iken Müslümanlar 1500 olarak kayıtlara geçmiştir.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir