Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Mart 28, 2024

Örnek Almamız Bağlamında Resûlullah’ın Kur’an Tilavetinden Bir Kesit

Düşünme, anlama ve yaşama faaliyetleri tilavetin hakkıyla gerçekleşmesinden sonraki durumlar olduğuna göre, “tilavet nasıl olmalıdır?” sorusuna cevap aramak önemlidir. Bu sorunun en doğru cevabını Kur’an-ı Kerim’de ve Resulullah’ın uygulamalarında bulmak mümkündür. Kur’an-ı Kerim’in “okumayla” ilgili iki kavram üzerinde durduğunu biliyoruz. Bu kavramlar ‘kıraat’ ve ‘tilavet’tir. Hz. Peygamber’in Kur’an-ı Kerim’le ilgili vazifelerinin birincisinin de ‘tilavet’ olduğunun belirtilmesi bu kavramın önemiyle ilgilidir. Peşine düşmek, tabi olmak,[1] bazen cisim olarak bazen de hükümde birine uymaktır. Ayetteki “Ayın güneşi takip etmesi”[2] tilavetin kök fiili olan telâ/تلى ile ifade edilmiştir. Ayın nurunu güneşten alıp ona fonksiyonel halef olmasıdır.[3] Bu anlatımdan ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Mü’min, Kur’an-ı Kerim okumaya (tilavet) başladığında Yüce Allah’ın nurundan nasibini alır ve o nurla insanlığı aydınlatır. Kur’an’a ait özel bir kavram olan tilavetin, Kur’an’ın içerisindeki emir ve yasakların gereğini yaparak vahye tabi olmayı ifade eden kırattan daha özel bir anlamı vardır. Her tilavet kıraattir ama her kıraat tilavet değildir.[4] Kur’an tilavetinin üç şekli vardır: Tahkik, hadr, tedvir. Tahkik; âlimlerin belirttiği biçimde, tertil ve teenni ile beraber her harfe hakkını vermektir. Hadr; kıraatin sahih şartlarını gözetmekle beraber hızlı okumadır. Tedvir; tahkik ve hadr kıraati arasında orta bir okuyuştur.[5] Yüce Allah bizzat Kur’an’da Hz. Muhammed’e (s.a.v.) nasıl tilavet etmesi gerektiğini şu ayette bildirmiştir: “وَقُرْاٰنًا فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَاَهُ۫ عَلَى النَّاسِ عَلٰى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْز۪يلًا” “Ve (bu kitabı sûre sûre, ayet ayet) bölümlere ayırdığımız bir Kur’an halinde gönderdik ki onu insanlara yavaş yavaş (ve sindire sindire) okuyarak (insanları) uyarasın ve (bu amaçla) onu, (bir defada toplu olarak değil, yirmi üç yıl boyunca, azar azar ve) aşama aşama indirdik.”[6] Yavaşça, gönüllerin istekli olduğu anda, acele etmeden, izah ederek tilavet etmek ideal kıraattir.[7] Kur’an-ı Kerim “tertil üzere nazil olduğuna”[8] göre tilavetin en önemli biçimi olan, “tertil üzerine kıraatten” uzaklaşılmamalıdır. Çünkü tertil’de, kelimeleri kolaylıkla ve doğru telaffuz[9] etmekle beraber, tilavet anında sesi gereksiz yükseltmemek, sese hüzünlü bir şekil vermek, harflerin mahreçlerine riayet etmek ve vakıf işaretlerinde durmak da vardır.[10] Kelimelerdeki kapalı manaları beyan ve tefsir etmek bile tertille ilgilidir.[11]

Bütün bunlardan yola çıkarak Kur’an tilaveti veya kıraatı ile ilgili söylenecek en önemli husus; onu Allah Teâlâ’nın istediği gibi ve Hz. Peygamber’in okuduğu gibi okumaktır. Hz. Peygamber, tilavet dersini Yüce Allah’ın emri üzerine ilk önce Cebrail’den almış[12] ve ümmetini de kendisi yetiştirmiştir. Dolayısıyla Resulullah’ın kıraat ve tilavet üstadı Hz. Cebrail’dir.

“Cünüplük halinin dışında her an sahabilerine Kur’an okuyan ve öğreten”[13] Resulullah, tilavetin manevi feyzinin tecellisi için maddi ve manevi temizliğe ayrı bir önem vermiştir. Ruhen hazır hale gelmiş ve bizlere de “böyle yapın” diye örnek olmuştur: “لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُون” “Kur’an-ı Kerim’e tertemiz olanlardan başkası dokunamaz.”[14] ayetindeki yasağın “nehiy” için mi, “nefiy” için mi olduğu hakkındaki tartışmalara girmeyeceğiz. İsteyenler ayetin tefsiriyle ilgili yorumlarını bildiren ulemanın görüşlerine bakabilirler.[15] Elbette bizim de bir tercihimiz vardır. Fakat şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki abdest bir nurdur. Manevi bir temizliktir. Kıraatten önce abdest almak; Kur’an-ı Kerim’i doğru okumaya ve Allah Teâlâ ile konuşmaya arzunun ve tertemiz çıkmanın ön hazırlığıdır. Abdestle okunan Kur’an-ı Kerim ayetleri daha bereketli olur. Hz. Peygamber de genel uygulamalarında bunu tercih etmiştir. Bu tercihin tezahürü olarak Vali Amr b. Hazm’a yazdığı mektupta “Kur’an-ı Kerim’e taharetsiz kimsenin dokunmamasını”[16] emretmiştir. Hz. Peygamberin “Misvakla kılınan namazın misvaksız kılınan namazdan 70 kat daha fazla olduğunu”[17] buyurmasındaki hikmeti de namazda Kur’an-ı Kerim okunurken Allah’ın kelamını temiz bir ağızla okumaya teşvikte aramalıdır. Şu ifadeler bu iddiamızı doğrular niteliktedir: “Mü’min kalkar ve misvaklanır. Sonra namaz kılmaya başlar. Arkasında bir melek onun kıraatine kulak verir; ona yaklaşır ve ağzını onun ağzına kor. Ağzından ne çıkarsa muhafaza eder. Bu nedenle, Kur’an-ı Kerim okurken ağzınızı iyice temizleyiniz.”[18] Kur’an tilavetine meleklerin bile iştirak etmesi Müslümana ayrı bir heyacan ve manevi haz verdiği gibi tilavet ve kıraatini güzel yapmaya teşvik de eder.

Abdest ve diş temizliği dâhil tüm bu güzel ameller Kur’an-ı Kerim’e saygıdandır. Okuyucuda bir istek uyandırmak ve insanı ayetlere yoğunlaştırmak içindir. Tilavet istek ve sevgisi olmadıkça kişi okuduklarından yararlanamaz. Bunu en iyi bilen Resulullah (s.a.v.): “Gönüllerinizde Kur’an-ı Kerim okuma arzusu olduğu; zihninizin derli toplu hâle geldiği zaman Kur’an okuyunuz. Bir dağınıklık ve isteksizlik hali olursa kalkınız.”[19] buyurmuştur. “İnsan geceden kalkar, Kur’an-ı Kerim’i okumakta zorlanır ve ne dediğini, ne okuduğunu bilmezse tekrar yatıp uyusun.”[20] diyen Hz. Peygamber(s.a.v.), bu hadisinde de okumaya olan istekle beraber ve okuduklarını bilip anlamanın önemine dikkat çekmiştir. Bir adam gelip “Ya Resulallah! Kur’an-ı Kerim okuyorum ama kalbimde onu anlayacak bir hâl bulamıyorum.” dediğinde Hz. Peygamber (s.a.v.) o kişiye şu cevabı vermiştir: “Senin kalbin imanın kabıdır. Kişiye Kur’an’dan önce iman verilmiştir.”[21] buyurmak suretiyle kıraate başlamadan evvel O’nun mutlak hidayet olduğuna inanmanın önemine değinmiştir. Bu önem iyi kavranırsa tilavete karşı istek o kadar ziyadeleşir.

Okuma istek ve sevgisi çok yoğun olmasına rağmen doğal hastalıkları nedeniyle Kur’an okuyamayan eşlerine Hz. Muhammed (s.a.v.), tüm Müslümanlara örnek olacak kâmil bir uygulama yapmıştır. “Hz. Ayşe ve Hz. Meymune annelerimizden gelen rivayete göre Resulullah (s.a.v.), eşlerinin hastalık günlerinde onların başlarını kendi göğsüne yaslamış ve onlara Kur’an-ı Kerim okumuştur.[22]” Bu uygulamayla hem eşlerinin Kur’an okuma isteklerine cevap vermiş hem de insanın vahiyle sürekli iletişim halinde olmasının önemine işaret etmiştir. Vahiyden uzak kalmanın Allah Teâlâ’dan uzak kalmak anlamına geldiğine dikkat çekmiştir. Eşlerin Kur’an eğitimi konusunda maalesef Resulullah’ın bu harika uygulamasını Müslümanlar yaşayan bir sünnet hâline getirememişlerdir.

Kur’an-ı Kerim tilavetinde elbette okuyuşa özen göstermek gerekir. Bunun içinde tecvid kurallarına, mahreçlere ve ayetin anlamı ile ses tonu arasındaki uygunluğa, en önemlisi de manayı kavramaya gayret etmek vardır. Bunlara ek olarak sesi güzelleştirmek ve terbiye etmek de Kur’an tilavetinin adabındandır. Hz. Peygamber (s.a.v.) de konuyla ilgili şu tespiti yapmıştır: “Her şeyin bir süsü vardır. Kur’an’ın süsü de güzel sestir.”[23] Kur’an okuyanlardan, kelimeleri peş peşe dizmek yerine elden geldiğince sesi güzelleştirmeleri istenmiştir. Resulullah(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kur’an-ı Kerim’i seslerinizle güzelleştiriniz.”[24] Kur’an zaten güzeldir, siz onun güzelliğine güzellik katınız. Sese özen göstermek belki manaya sirayet eder ve insan Kur’an-ı Kerim’den istenen yararı sağlayabilir. Konuyla ilgili şu olay önemli uyarılar yapmaktadır. Hz. Abdullah b. Mesud’a altınla yazdırılmış bir Mushaf getirilmiş. İbni Mesud bu durumu görünce, yaldızlara iltifat etmemiş ve şu mukabelede bulunmuştur: “Kur’an-ı Kerim’in gerçek tilaveti onu hakkıyla okumaktır.”[25] Gerçek tilavetin içerisine, ayetleri düşünmek, sorunlara çözüm üretmek, yaşamak ve anlaşılan şeyleri insanlarla paylaşmak da girmektedir.

[1] Er-Razi, Muhammed b. Ebi Bekir, Muhtaru’s-Sıhah, Kahire, trsz, s. 57.

[2] Şems 92/2.

[3] İsfehani, Müfredat, s.167.

[4] İsfehani, a.g.e., s.167.

[5] El-Kattan, Manna Halil, Ulumu’l-Kur’an (ç: Arif Arıkan) Timaş yay, İstanbul, 1997, s.257; Okiç, Tayyib, Tefsir ve Hadis Usulünün Bazı Meseleleri, İstanbul, 1995, s.78

[6] İsra 17/106.

[7] Taberi, Camiu’l-Beyan, c.VIII, s.162; Zemahşeri, Keşşaf, c.II, s.671; İbni Kesir, Tefsir, c.III, s.67.

[8] Furkan 25/32.

[9] İsfehani, Müfredat, s.341.

[10] Cürcani, Şerif Ali Muhammed, et-Tarifat, Beyrut, 1995, s. 55.

[11] Taberi, Camiu’l-Beyan, c.IX, s.387.

[12] Kıyame 75/17-18.

[13] Ahmed, Müsned (tah: Muhammed Şakir), h.no: 627, c.II, s.51; Nesai, Taharet, 1, h.no: 171, c.I, s.144; İbni Mace, Taharet, 105, h.no: 594, c.I, s.195.

[14] Vakıa, 56/79.

[15] Bak: Taberi, Camiu’l-Beyan, c.XI, s.659-661; İbni Kesir, Tefsir, c.IV, s.299; Şevkani, Fethu’l-Kadir, s. 1815

[16] Malik b. Enes, Muvatta, Çağrı yay, İstanbul, 1981, Kitabu’l-Kur’an, h.no: 15, c.I, s.199.

[17] Heysemi, Zevaid, c.II, s.98

[18] Heysemi, Zevaid, c.II, s.99; bak: Abdurrezzak, Musannef, h.no: 4184, c.II, s.487-8.

[19] Ahmed, Müsned, c.VI, s.312; Buhari, 96, İtisam, 26, c.VIII, s.161; Müslim, 47, İlim, 1, h.no: 2667, c.III, s.2054.

[20] Ahmed, Müsned (tah: Muhammed Şakir), h.no: 8214, c.XVI, s.99.

[21] Heysemi, Zevaid, c.I, s.63; İbni Mace, Mukaddime, 9, h.no: 61, c.I, s.23.

[22] Ahmed, Müsned, c.VI, s.334; Buhari, 4, Hayız, c.I, s.77; Nesai, Taharet, 1, h.no: 175, c.I, s.147.

[23] Abdurrezzak, Musannef, Salat, h.no: 4173, c.II, s.474.

[24] Abdurrezzak, a.g.e., Salat, h.no: 4176, c.II, s.485; Nesai, İftitah, 11, h.no: 83, c.II, s.178; Suyuti, Camiu’s-Sagir, c.I, s.227; Hakim, Müstedrek, c.I, s. 768.

[25] Abdurrezzak, a.g.e., h.no: 7947, c.IV, s.323.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir