Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Çarşamba, Nisan 24, 2024

Polonya – Çalınan Devrim

Lesch Walesa kendisinin de çalıştığı Gdansk tersanenin önündeki arkadaşlarına; adeta mikrofonlara kükreyerek “Biz aynı ekmeği bölüşüyoruz” derken herkes 35 yıldır ülkeyi yöneten Moskova’nın tankları ne zaman göndereceğini merak ediyordu.
Walesa, “Dayanışma” partisinin Ofisini, bir elinde Haç, diğer elinde bir buket çiçekle açtığında Polonya’nın da Katolik dünyasının da gönlünü fethetmişti. Bir yıl içerisinde üye sayısı 10 milyonu buldu. “Sosyalleştirilen (kamusallaştırılan) işletmeler ekonomide temel unsur olmalıdır. Denetim işçi konseylerinin elinde olmalıdır. Kimse işsiz ve kimsesiz kalmamalıdır” sloganı Dayanışma Partisinin temel sloganları idi.
Moskova’nın sabrı Aralık 1981’de bitti. Sıkıyönetim ilan edildi. Tanklar karların içinde fabrikaları, madenleri ve şehirleri işgal etti. Time Dergisi, “Asker ve polis direnen işçilere zor kullandı. Katowicw’de madenciler balta ve levyelerle karşı koymaya çalıştılar. En az 7 ölü yüzlerce yaralı.” diye manşet attı.
1988’de yeniden toparlanan işçiler tüm ülkede greve gittiler. Ama bu sefer Rusya’da Gorbaçov ve dağılmış bir ekonomi vardı. Moskova seçimlere gidilmesini kabul etti.
Walesa seçimleri, 261 sandalyeden 260’ını alarak kazandı.
Ancak Walesa’nın devraldığı Polonya 40 milyar dolar borçlu, enflasyonun % 600 olduğu bir ülkeydi. Maaşları ödeyebilmesi için tek çaresi vardı ve Batı’dan yardım istedi. IMF yardım yapmayı, ekonominin başına kendi atayacağı birini getirmeleri karşılığında kabul etti. O gün Walesa kâhince bir açıklamada bulundu: “Bizim talihsizliğimiz kazanmış olmamızdır!”
Chicago Okulunun elinde olan IMF ve Dünya Bankası, Polonya’ya Şok Doktrininin prizmasından bakıyordu. Polonya’nın ekonomisinin başına Bolivya’yı Felaket Kapitalizme geçiren Jeffry Sachs görevlendirildi. Sachs’ın ardında kendisi de aslen bir Polonya Yahudi’si olan George Soros vardı.
Dayanışma liderleri, halkın nezdindeki itibarlarını, kendi tabanlarına büyük acılar yaşatacak politikalarla harcamayı düşünmüyorlardı. Ancak diğer taraftan yeraltı faaliyetlerinde, hapishanelerde ve sürgünde geçen yıllarda tabanlarına yabancılaşmışlardı.
Polonya Başbakanı Tadeusz Mazowiecki 12 Eylül 1989’da parlamentonun önüne çıktı. Topluma ekonomik kararları açıklamaya çalışacağı konuşmanın ortalarında fenalaştı, rengi sarardı, nefesi daraldı, “Kendimi iyi hissetmiyorum” dediği duyuldu. Olduğu yere yığıldı. Mazowiecki o gün “devletin elindeki tüm ağır sanayinin özelleştirileceğini (Batılılara satılacağını-AHÇ) borsa ve serbest piyasanın yaratılacağını ve topluma sunulan yardımlarda bütçe kesintilerine gidileceğini” duyuracaktı. Başbakanın hali, adeta bir rüyanın, toplumun beraberce kurduğu bir hayalin bitişinin ilanıydı.
2 yıl sonra sanayi üretimi %30 düşmüştü. Ucuz Avrupa mallarının piyasaya girişi ile işsizlik katlanmış 1989 yılına gelindiğinde yoksulluk sınırın altında yaşayan Polonyalı sayısı %59’u bulmuştu.
Walesa, “Daha 1980’lerde Kapitalizmi kurmak için yola çıkmıştık” teranesine sarılmıştı. Onunla birlikte mücadele eden ve 8,5 yıl komünist rejimin hapishanelerinde yatan Karol Modzelewski ona, öfke ile cevap verdi: “Kapitalizm için bırakın 8,5 yıl yatmayı, ne bir ay ne de bir hafta yatardım”.
Polonya’da herkesin sorduğu soru şuydu : “Nasıl oldu da kendi hareketleri komünist yönetimden bile daha kötü bir hayat standardı getirmişti?”
Walesa 1993 yılında seçimlere girerken ülke çapında 6.000’den fazla grev vardı. Parlementoda %5’den daha az sandalye kazandı.

Komünistlerin Felaket Kapitalistleri ile kol kola dansı: Çin
1989 yılında Pekin’de Tiananmen Meydanı’nda kitlesel protestolar korkunç bir katliamla ezilmeye başladığında bütün dünya, Komünist İktidarın “özgürlük, demokrasi ve liberalizm isteyen” idealist gençleri biçtiğine ikna edilmişti.
Hâlbuki hikâye çok farklıydı:
80’lerin başında Çin Başkanı Deng Xiaoping “Şok Doktrinin” ve Şili Diktatörü’nün akıl hocası Milton Friedman’ı Çin’e davet etti. 1983’te Çin ülke kapılarını yabancı sermayeye açıp işçileri koruyan yapıyı dağıtırken 400.000 kişilik Silahlı Halk Polisi oluşturmanın emrini de vermişti. Silahlı Halk Polisi’nin cephaneliği Amerikan helikopterleri ve elektrikli çoban sopaları ile dolduruldu. Oluşturulan bir kaç birim, “Halk Ayaklanmalarını Bastırma” konusunda eğitim almak için Polonya’ya gönderildi.
Fiyat denetimleri kaldırıldı ve fiyatlar işsizlikle birlikte yukarı doğru fırladı. Ülke en küçük bir insani talebi bile dile getirmeye korkutulmuş düşük ücrete razı insanlar ordusu haline getirildi.
Komünist Parti gençlik kolları, işçiler, öğrenciler, küçük esnaf, öğretmenlerden oluşan çok geniş yelpazeli grup Friedman ve ekibinin Vahşi Kapitalist düzene geçiş için uygulanan “ŞOK Terapi”sini protesto etmek için Tiananmen Meydanına toplandılar.
Tanklar üzerlerinden geçti.
Parti, yüzlerce dese de tankların üzerlerinden geçtiği insan sayısı 2 ile 7 bin arasındaydı. 40 bin kişi tutuklandı. Yüzlerce kişi hapishanelerde infaz edildi.
Katliamdan sonra Henry Kissinger 5 Haziran 1989’da Wall Street Journal’a yazdığı makalede “Hiç bir yönetim on binlerce göstericinin bir meydanı haftalarca işgal etmesine izin veremez” diyerek Çin yönetimine desteğini açıkladı.
Tiananmen bir gerçeği ortaya çıkarmıştı: Otoriteryan komünizm ile Chicago Okulunun kapitalizmi arasında çarpıcı bir benzerlik vardı. İkisi de aynı taktiği kullanıyordu: Bütün direnenlerin beynini sıfırlamak ve korkutarak muhalefeti ortadan kaldırmak.
Devam Edecek…

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir