Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cumartesi, Nisan 20, 2024

Mursi Üzerinden Erdoğan’a Verilen Mesaj

Muhammed Mursi’yi idam etmeyi göze alamadılar. Onu hapishanede, tek kişilik hücresinde, gözlerden uzak bir biçimde öldürüp oradan ölümünü duyurmayı da göze alamadılar. 6 yıldır ancak hiçbir kural tanımayan bir terör örgütüne yakışacak şekilde esir tuttukları Mursi her iki şekilde öldürmenin muhtemel sonuçlarından çekindiler. Sisi’ye AB ve ABD’nin bu ikiyüzlü desteği var olduğu sürece onlardan yana bir çekincesi yoktu tabi. En uzun mızraklarını istediği çuvala sokuşturabiliyordu. Sığsa da sığmasa da çok önemli değildi. Dostlar mızrağın ucunu çuvalda görsünler yeterdi.

Ancak Mursi’nin bu şekilde öldürülmesinin onu darbe düzenlerinin karşısında iyice kahramanlaştırma ve isyanın güçlü bir sembolü haline getirme ihtimalinden korktular. İdam etmeye bir yol bulamadıkları Mursi’yi kendi ölümüyle ölmüş gibi herkesin gözü önünde önceden hazırladıkları bir sonucu alarak öldürdüler.

Ancak bu şekilde, göstere göstere öldürmüş olmaları korktuklarını başlarına fazlasıyla getirmiş oldu. Tıpkı Kaşıkçı cinayeti gibi. Mısır’da kendi cemaati veya partisine mensup insanların kahramanı olmaktan da öte bütün dünyada istibdada karşı her tür direnişin sembolü haline geldi Mursi.

Kahire’de kendi köylülerinin bile cenazesine katılmasını engellediler. Oysa onun için kılınan gıyabi cenaze namazları, başta Mescid-i Aksa ve Türkiye’de olmak üzere dünyanın her yanında onmilyonlarca insanı bir araya getirdi. Mısır’daki akıl almaz darbe rejiminin bütün insanlık dışı boyutlarını, ona destek olanlarla, ona göz yumanlarla birlikte gözler önüne serdi. Mursi’nin temsil ettiğinden korktukları ne var idiyse şimdi onları daha fazlasıyla temsil etmeye devam ediyor.

Aslında Mursi’nin temsil ettiği şeylerin aynısını Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da fazlasıyla temsil ediyor. Erdoğan, bir türlü deviremedikleri bir Mursi’dir. Mursi ise Mısır’da 2013 yılında devirdikleri bir Erdoğan. O yüzden Erdoğan’a sürekli Mursi’yi bir tehdit olarak hatırlatanlar nereden konuştuklarını ve kimin adına konuştuklarını çok iyi biliyorlar. Bu mevzu asla Erdoğan’ın zoraki olarak kurduğu bir ilişkiden ibaret değil.

İşin başına gidersek, Mursi’yi deviren Temerrüt hareketi 2013 yılının bütün bir Haziran ayı içinde söylemleriyle, hazırlıklarıyla, kamuoyu oluşturma çabalarıyla devam ediyordu. Aynı Haziran ayında ise Türkiye’de malum Gezi olayları bütün şiddetiyle devam ediyordu. Şahsen o günlerde ben hem Temerrüt hareketini hem de Gezi olaylarını yakından izleme fırsatı bulmuştum. Kahire’de bulunduğum esnada bu hareketin hedefinin darbe olduğunu söylediğimde Mısır’da temerrüt hareketine destek vermekte olan tanıdığım liberal tandanslı Mısırlı entelektüeller şiddetle itiraz etmişlerdi. “Mısır’da asla darbe olmaz, çünkü Mısır ordusu asla kendi halkına karşı olmaz” demişlerdi. Üstelik bu darbe söylemlerini de Mursiciler tarafından eleştirileri savuşturmak için sarıldıkları basit argümanlar olmakla suçlamışlardı.

O günlerde Kahire’de katıldığım televizyon programları ve gazete mülakatlarında Mursi’ye oy verenlerin alelade insanlar olduğu, eğitimli olmadığı, eğitimli birilerinin oylarıyla eğitimsiz insanların oylarının bir olmasının demokrasinin bir açmazı olduğu yönündeki argümanları hayretler içinde dinlemiştim. Tabi bunlara cevabım da olmuştu. “Bence de çobanın oyuyla kendini halkın üstünde gören profesörün oyunun bir olmaması lazım. Böyle bir profesörün oyunu mümkünse iptal edebilmek lazım” diye kendimce dalgamı geçmiştim, ama bu söylemlerin tam da darbecilerin söylemi olduğunu da söylemiştim.

Aradan sadece bir ay geçti. O söylemlerin Mısır’da hızla darbenin üzerinden geçeceği yolun taşları olarak döşenmiş olduğuna şahit olduk. Aynı söylemlerle ve aynı propaganda araçlarıyla Türkiye’deki Gezi hadisesinin de yola benzer taşlar döşemekte olduğunu karşılaştırmalı olarak en canlı biçimde görüyordum. Hatta bir yazımda “Taksim’den Harbiye’ye Yol Çıkar mı?” diye sormuştum da, aldığım cevaplar ve tepkiler sanki Kahire’nin temerrütçüler tarafından çalınmış Tahrir meydanından ithal edilmiş gibi olmuştu. Belki biraz Türkçe tercümeden geçirilerek: “Ne darbesi canım, bu zamanda Türkiye’de darbe mi olurmuş?”

Bu zamanda, Türkiye’de darbe sözünü duyar duymaz kahkaha atası gelenler bile vardı. Oysa hedef aynıydı. Sadece Mısır’da başardıklarını Türkiye’de başaramadılar. Bu devirde bal gibi darbe olduğunu da Mısır’da gördükten sonra Türkiye’de de defalarca gördük. Dünyanın birilerinin gözünü büyüleyene demokrasi müktesebatı ve gelişmişliğinin İslam dünyasının herhangi bir yerinde darbeleri önlemek gibi bir işlevi de arzusu da meyli de yoktur. Türkiye’nin dünyaya entegre olmuş pazarıymış, NATO üyeliğiymiş, bilmem neymiş, Bunların hiç birinin Türkiye’yi darbelere karşı koruyan mekanizmalar olmadığını Gezi’de de, 17-25 Aralık’ta da, 15 Temmuz’da da gördük.

Bizi darbelere karşı koruyan tek mekanizma Türk halkının dış müdahalelere, darbelere, işgale karşı emsalsiz milli duruşundan başkası olmadı. Aksine NATO üyeliği ve Batı dünyasıyla olan ilişkimiz bizim köyümüze kurdu, ülkemize darbeleri getiriyormuş.

2013 Gezi hadiselerinde hedef hem ikinci bir Erdoğan olma işaretleri vermekte olan Mursi’yi devirmek, hem de bir daha böyle birinin çıkma ihtimali olmasın diye onun asıl ilham kaynağı olarak Erdoğan’ı da devirmekti. Erdoğan kendilerine yeterince müşkül çıkarıyordu, ikinci bir Erdoğan’a tahammül edemeyeceklerdi.

Mursi’yi devirdiler, Erdoğan’ı deviremediler. Ancak o gün bugün Erdoğan’ı devirme, ona zarar verme, onun iktidarın zayıflatma yönündeki hiçbir çabadan da geri durmadılar. Bugün Mursi’nin öldürülmesi dolayısıyla bu konunun bütün bileşenleriyle birlikte gündeme gelmesi çok normal. Ancak gündeme her getirme biçimleriyle aslında aynı zamanda kendi hain kalleşliklerini, ikiyüzlülüklerini ve korkaklıklarını da tekrar açığa vurmuş oluyorlar.

Mursi’yi öldürdüklerini zannediyorlar, ancak cenazesinden korkulan bir kişi öldürülmüş olmaz. Onu öldürdüklerini zannettiler ama onun ölümü kendi Firavuni düzenlerini yıkacak olan Musa’lara daha güçlü ilhamlar vermeye devam ediyor.

Erdoğan’ı da ilk günden yıkamadılar, şimdi bari 25 yıldır yönettiği İstanbul’dan sökerek işe başlama hevesindeler. Bu heves hepsinin hevesi.

Hülasa, belediye, belediyeden ibaret değil, oyumuz da bugünle sınırlı değil. Ona küserek buna darılarak bugün uzak durduğumuz meydandan darılıp küstüklerimizle birlikte sürüldüğümüz bir vatan çıkar. Orada artık darılacak ve küsecek bir mevzu da kalmamış olur zaten. Olmaz deme, Mısır’a bak, gör.

İstanbul Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra İslam’ın 4. Mukaddes şehri. Diğerleri düşmüşse bile onların bile kurtuluşu İstanbul’dan başlar. Ama İstanbul düşmüşse, maalesef başka yerden bir ses beklemek beyhude olur.

Yasin Aktay/yenisafak.com

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir