Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Mart 19, 2024

Toplum İttifakları Benimsedi mi?

Türkiye’de siyasi partiler arasındaki “ittifak”, Başkanlık sisteminin amaçlarına hizmet etmiyor. Yeni sistemin rayına oturması için seçim yasası başta olmak üzere, birçok yasada değişiklik yapılması gerekiyor. Seçimlerden sonra Cumhurbaşkanlığını ve Meclis’te çoğunluğu kazanan Cumhur İttifakı ile bu seçimlerde oylarını artıran, yerel seçimlerde de büyük başarı elde eden Millet İttifakı’nın geleceğini herkes merak ediyor. Yeni sistemde siyasi partilerin “ittifaklarının” birleşmeye değil, partilerin daha da artmasına sebebiyet verecek gibi görünüyor.

31 Mart 2019 tarihinde, “tarihi” seçimlerden birini daha geride bıraktık. Daha doğrusu, Başkanlık sistemi referandumundan sonra biri genel diğeri yerel iki seçim tecrübesi yaşadık. Başkanlık sistemini, bu tecrübelerden sonra yeniden değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır. Başkanlık sistemine ilişkin Anayasa paketi gündeme geldiğinde, muhalefet partileri bu öneriye şiddetle karşı çıkmışlar, bu değişikliğin gerçekleşmemesi için kampanya yürütmüşlerdi. Bu değişikliğin demokrasinin sonu olacağını, devletin bütün erklerinin tek kişiye bağlanacağını, tek adam rejiminin hâkim olacağını öne sürmüşlerdi.

Bu tartışmalar sırasında; “Mevcut sistemin parlamenter sistem olmadığını, esasen Türkiye’de hiçbir zaman parlamenter sistem uygulanmadığını, 2010 yılına kadar parlamenter sistem görünümlü askeri vesayet sisteminin uygulandığını, 2010 yılından itibaren bu vesayetin FETÖ’nün eline geçtiğini, 2014 yılına kadar devam ettiğini, bu sistemin, dış müdahalelere açık bir sistem olduğunu, siyasi tarihimizde bunun çok sayıda örneği olduğunu, AK Parti’nin önerisinin ‘Başkanlık sistemi’ olduğunu, bu sistemin de parlamenter sistem gibi demokratik sistemlerden biri olduğunu, bu sistemlerin her birinin artılarının ve zaaflarının olduğunu, Başkanlık sisteminde, başkanın seçilmesi için %50+1 oy gerektiğinden, seçimden önce ittifakın, parlamenter sistemde ise seçimden sonra koalisyonun söz konusu olduğunu, Başkanlık sisteminin, toplumu iki kutupta topladığını, seçmenleri ittifaka zorladığını, zaman içinde iki partili bir sisteme evrildiğini, Türkiye’de bu sistemin en fazla CHP’nin işine yarayacağını” belirtmiştim. Bilindiği üzere 16 Nisan 2017 tarihinde, cumhurbaşkanlığı sistemi referanduma sunuldu, %51,41 ‘Evet’ oyuyla yeni bir sisteme geçmiş olduk.

Başkanlık Sistemi Niçin Gündeme Geldi?

Seçim ittifaklarını değerlendirmeye geçmezden önce bu sistemin niçin gündeme geldiğine göz atmak gerekir. Esasen, siyasi tarihimizde güçlü liderler, Başkanlık sistemi özlemi içinde olmuşlardır. Süleyman Demirel, Necmeddin Erbakan, Alpaslan Türkeş, Muhsin Yazıcıoğlu, Turgut Özal, başkanlık sistemini savunmuştur.

AK Parti de 2007 yılında “sistem içi operasyonlara” tepki olarakBaşkanlık sistemini” gündeme getirmiş, ancak kendi adayının cumhurbaşkanının seçilmesiyle bu konu gündemden düşmüştür. Askeri vesayet sisteminde köklü değişiklikler yapan 2010 referandumundan sonra bu konuyu tekrar gündeme getirmiş, 6 Kasım 2012 tarihinde bu teklifini TBMM Uzlaşma Komisyonu’na sunmuştur. Önerinin Anayasa değişikliği gerektirmesi ve muhalefet partilerinin destek vermemesi nedeniyle bu girişimi sonuçsuz kalmıştır.

AK Parti, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra bu sistemi yeniden gündeme getirmiştir. Başkanlık sisteminde başkan 5 yıl süreyle halk tarafından seçildiğinden, koalisyonlara gerek kalmayacağını, bunun da istikrara ve ekonomik kalkınmaya destek olacağını dile getiriyordu. Bu gerekçe, 1980 öncesi veya 2002 yılından önceki koalisyonlara tepki olarak dile getirilseydi makul karşılanabilirdi, ancak koalisyonların olmadığı bir dönemde gündeme getirilmesi, bu önerinin arkasında başka sebeplerin olduğunu gösteriyor.

AK Parti’nin, 2016 yılında Başkanlık sistemini yeniden gündeme getirmesini, 2014 Cumhurbaşkanlığı ve 7 Haziran seçimlerinde aramak gerekiyor. “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçim bildirgelerinde Başkanlık sistemi önerisi ilk kez Sayın Erdoğan’ın 14 Ağustos 2014’te -Cumhurbaşkanı seçimini kazanmasından sonra- 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde yer almıştır.” (Ertuğrul Günay, Başkanlık önerisi AK Parti belgelerinde ne zaman yer aldı? 20.01.2016, Radikal)

Muhalefet Partilerinin İttifak Denemeleri

2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri, on dört siyasi partinin1, tek aday (Ekmeleddin İhsanoğlu) etrafında ittifakına sahne oldu. Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, “Cumhurbaşkanı adaylarının hiçbirinin Milli Görüş’ün ilke ve prensiplerine uymadıkları gerekçesi ile hiçbir adaya oy vermeyeceklerini, seçimlerin ikinci tura kalması durumunda yeniden değerlendirme yapacaklarını ve alacakları kararı kamuoyuyla paylaşacaklarını” söyledi.

Üç adayın yarıştığı birinci turda AK Parti adayı Recep Tayyip Erdoğan %51,79, muhalefetin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu %38,4, HDP adayı Selahattin Demirtaş ise %9,8 oy aldı. Erdoğan birinci turda Cumhurbaşkanı seçildi. 16 Nisan’da yapılan referandumda, çatı adayı etrafında ittifak yapan muhalefet blokuna HDP de eklendi.

Başkanlık sistemine geçildikten sonra yapılan 7 Haziran genel seçimlerinde, HDP’nin barajı aşması için destek kampanyaları başladı. HDP, bu seçimlere (bağımsız adaylarla değil) parti olarak katılmaya karar verdi. HDP, kurulduğundan bu yana en yüksek oyunu (%13,2) aldı. AK Parti, %41 oyla 258 milletvekili çıkarabildi. Meclis’te çoğunluk, (2002 yılından itibaren) ilk kez muhalefetin (CHP 132, MHP 80, HDP 80 milletvekili ile) eline geçti.

Koalisyon görüşmeleri sırasında MHP’nin, HDP’nin içeriden veya dışarıdan destek vereceği hiçbir hükümet formülüne yanaşmayacağını açıklaması üzerine, “seçimlerin yenilenmesine” karar verildi. AK Parti, 3 Kasım 2015 seçimlerinde yeniden tek başına iktidara geldi. AK Parti’nin Başkanlık sistemi önerisini, muhalefet partilerinin 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 7 Haziran seçimlerinde yaptıkları “ittifak” ile ilişkilendirmek daha mantıklı görünüyor.

7 Haziran seçimlerinden sonra PKK’nın terör eylemleri artmaya başladı. Hükümetin PKK’nın saldırılara operasyonlarla karşılık vermesi ve MHP’nin desteğiyle “yeni bir süreç” başladı. Devlet Bahçeli’nin HDP’nin içeriden veya dışarıdan destek vereceği her türlü koalisyon formülüne kapılarını kapattığını açıklamasıyla seçimlerin yenilenmesine karar verildi.

Bu arada, MHP içinde muhalefet Devlet Bahçeli’yi tasfiye etmek için harekete geçti. 15 Temmuz darbe teşebbüsü, MHP ile AK Parti arasındaki işbirliğini “stratejik ortaklık” düzeyine taşıdı. Başkanlık sistemi süreci de Devlet Bahçeli’nin davetiyle başladı.

Devlet Bahçeli, 11 Ekim 2016 tarihli grup toplantısında; “Ya Erdoğan Anayasa’nın öngördüğü Cumhurbaşkanlığı yetkilerine çekilsin ya da getirin Başkanlık sistemini Meclis’te oylayalım, PKK, FETÖ’nün başaramadığı çözülmeyi sağlamak için çırpınmaktadır. Hükümete sesleniyorum; arkanızda milletin duası, MHP’nin desteği vardır? O zaman niye duruyorsunuz? Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan elinizi çabuk tutunuz.” (Habertürk, 11 Ekim 2016)

MHP’nin açık desteği olmasa AK Parti bu teklifi Meclis’e sunamaz, referandumdan geçiremez, 24 Haziran seçimlerinde Cumhurbaşkanlığını (iktidarı), 31 Mart seçimlerinde de elindeki belediyelerin yarısından fazlasını kaybederdi. Dolayısıyla Başkanlık sistemi AK Parti’nin durup dururken gündeme getirdiği bir konu olmayıp, muhalefetin referandumda ve son iki seçimdeki “ittifakına” cevap niteliğindedir. 17-25 Aralık’tan sonra “trenden inen” bazı isimlerin Erdoğan’a cephe alması, “yeni parti” söylentileri de başkanlık sistemi önerisinde etkili olmuş olabilir.

İki Turlu Seçimlerde İttifak Sandıkta Oluyor?

Başkanın veya cumhurbaşkanının, halk tarafından seçildiği iki turlu seçimler, birinci turda her partinin kendi adayını çıkarması ve kendi adayına oy vermesi, seçimler ikinci tura kalırsa, birinci turda elenen partilerin ikinci turda kendilerine en yakın gördükleri adaya oy vermesi esasına dayanıyor. Parlamenter sistemde siyasi partilerden biri tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edemediği takdirde, seçimden sonra diğer partilerle koalisyon için uzlaşması gerekiyor. Başkanlık sisteminde ise hükümet kurma yetkisi başkanda olduğundan, uzlaşmanın seçimden önce (sandıkta) gerçekleşmesi gerekiyor.  Yarı başkanlık sisteminin uygulandığı Fransa’da son başkanlık seçimlerini örnek verelim. 23 Nisan 2017 tarihinde yapılan birinci turda, hiçbir aday %50+1 barajını aşamadı. Fransa’nın sağ kanadını temsil eden Cumhuriyetçiler Partisi adayı François Fillon (%19,90) da sol kanadını temsil eden Jean-Luc Melenchon (%19,69) da ilk ikiye giremedi. İkinci tura, Yürüyüş Hareketi lideri Emmanuel Macron (%23,80) ile aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi lideri Maire Le Pen (%21,50) kaldı. 7 Mayıs 2017 tarihinde yapılan ikinci tur oylamada, Macron %65,1 oy alırken, aşırı sağcı Maire Le Pen %34,9’a ulaşabildi. Birinci turda elenen partilerin seçmenlerinden Macron’a %41,21 ilave oy gelirken, Marie Le Pen’e destek %13,49’da kaldı.

Ukrayna’da, 21 Nisan 2019 tarihinde yapılan birinci turda ünlü komedyen Vladimir Zelenskiy %30,24, mevcut devlet başkanı Proşenko %15,95, eski devlet başkanı Timeşenko %14,2, Rusya yanlısı muhalefet blokunun adayı Yuriy Boyko %9,8 oy aldı. 21 Nisan’da iki adayın yarıştığı ikinci turda, Zelenskiy oyların %73,2’sini alırken, Proşenko %25,3 oy alabildi. Zelenskiy, birinci turdaki oyunu, %30’dan %73,2’ye yükseltirken, Proşenko %15,95’ten %25,3’e yükseltebildi.

Her iki örnekte de birinci turda elenen partilerin seçmenlerinin, ikinci turda kendilerine en yakın gördükleri adaya oy verdiğini görüyoruz. Gerek Fransa’da ve gerekse Ukrayna’da, siyasi partilerin birinci turda “kendi adaylarıyla” seçime katıldı, birinci turda elenen partilerin ikinci turda parti mensuplarını serbest bıraktı, siyasi partiler arasında “ittifak” gündeme dahi gelmedi. Bizde ise Başkanlık sistemine geçmeden önce ve sonraki iki seçime, siyasi partilerin ittifakları damga vurdu.

Sistemin Kurgusunda Hata mı Var?

16 Nisan 2017 tarihli referandumda, istikrarlı ve güçlü bir Türkiye için oy verenler, referandumdan sonra gerçekleşen iki seçimin sonuçlarına anlam veremiyor. Başkanlık sistemini öneren AK Parti, 24 Haziran genel seçimlerinde Meclis’te çoğunluğunu, 31 Mart yerel seçimlerinde de elindeki önemli belediyeleri kaybetti. Başkanlık siteminin merkez partilerin işine yarayacağı söylendiği halde, %0,25 oy alan partiler bu sistemde hayat bulmaya, %1,34 oy alan Saadet Partisi Meclis’te temsil edilmeye başladı.

Cumhurbaşkanı veya Başkanın halk tarafından seçildiği ülkelerde, birinci turda adaylardan biri salt çoğunluğu elde edemediği takdirde, en fazla oyu alan iki parti dışındaki partiler eleyip, sistemin dışına attığı halde bizde, toplumsal desteği az olan (küçük) partiler bir araya gelerek (ittifak yaparak), merkezde bulunan en büyük partiyi sistemin dışına atabiliyor. Bu sonuçlar, sistemin kurgusunda hata olduğunu gösteriyor. 16 Nisan’dan önceki sistem de parlamenter sistemin ruhuna uygun değildi. 1950-57 arasında liste usulü çoğunluk, 1980 sonrası getirilen %10 barajı, küçük partileri sistemin dışına atıyordu.

Başkanlık sistemi, yönetimde istikrarı ve yürütmeyi tahkim eden bir sistem olduğu halde, Türkiye’deki seçim sistemi buna izin vermedi. Başkanlık sisteminde, beş yıl boyunca başkanı değiştirme imkânı olmadığından, başkanın Meclis’te de güçlü olması gerekiyor. Bunu gerçekleştirmenin en etkili formüllerinden biri “dar bölge seçim sistemi” ve “siyasi partilerin ittifaklarına” yol verilmemesidir.

Türkiye 200 bölgeye ayrılıp, her bölgeden 3’er milletvekili seçilse, başkanın partisi Meclis’te de çoğunluğu elde eder ve Meclis ile hükümet uyumlu olarak çalışabilir. Dar bölge seçim sisteminde, herhangi bir partinin milletvekilliği kazanabilmesi %20’nin üzerinde oy almasını gerektireceğinden, seçim barajına da gerek kalmayacaktır.

Bir seçim bölgesinden sadece 3 adayın seçilecek olması, büyük partilerin kendi adaylarını göstermesini ve küçük partilerle ittifak yapmasını anlamsız hale getirecektir. Parlamenter sistemde, yasama organı ile yürütme arasında kriz çıkması durumunda, hükümet istifa edebilir, parlamento içinden yeni bir başbakan ve yeni bir hükümet çıkabilir. Ancak Başkanlık sisteminde başkanın alternatifi olmadığından, yasama ile yürütme farklı partilerde olursa, patlak verecek bir krizin sonuçları çok daha ağır olur.

Parlamentoda çoğunluğa sahip olmayan başkan, vaatlerini gerçekleştiremez. 16 Nisan’dan sonra bu sisteme uygun değişiklikler yapılabilseydi, iki seçimin ve bundan sonra yapılacak seçimlerin sonuçları daha farklı olabilirdi. Güçlü bir yürütme, istikrarlı bir Türkiye için mevcut sistemin, Başkanlık sistemine uyumlu hale getirilmesi gerekiyor. Parlamenter sistemde, %35 oy ile seçilen başbakanın sahip olduğu yetkiler, %50’den fazla oyla seçilen başkandan esirgenmemelidir.

Başkanlık Sistemini ve İttifaklar Benimsendi mi?

Cumhurbaşkanlığı sistemine giden yolda, referandum ve iki seçim, yeni sistemin benimsenip benimsenmediği konusunda bize ipucu verebilir. Bu üç tecrübe, referandumdan önce söylenilenler için de test niteliğindedir. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, AK Parti’nin Başkanlık sistemi önerisine, “Başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede gerçekleştiremezsiniz” diye cevap vermişti. Son yerel seçimden sonra CHP’nin parlamenter sistemi hiç gündeme getirmemesi, yeni sistemin benimsendiğini gösteriyor.

Başkanlık sistemi de yarı başkanlık sistemi ve parlamenter sistem gibi demokratik sistemlerdir. Bu sistemlerin başarısı, toplumdaki demokrasi kültürünün düzeyine ve tercih edilen sistemin toplumun yapısına uygun olmasına bağlıdır. Her iki sistemin artıları olduğu gibi, zaafları da vardır.

AK Parti, mevcut sistemi (vesayet sistemini) ıslah ederek, yeni bir anayasayla, gerçek bir parlamenter sistemi inşa edebilir ya da başkanlık veya yarı başkanlık sistemini tercih edebilirdi. Mevcut sistemin ıslahı yerine başkanlık sistemini önerdi ve halk da buna “onay” verdi. Bu aşamadan sonra “sistem tartışmasının” enerji kaybı olduğunu düşünüyorum. Mevcut sistemin aksayan yanlarını tespit edip, bu sisteme uyumlu hale getirilmesi için destek vermemiz gerekiyor.

İttifakların Olumlu Yanları

Son iki seçimde, siyasi partilerin kurdukları “ittifaklar” Başkanlık sisteminin ruhuna uygun olmasa da demokrasi kültürüne katkılarını da görmemiz gerekiyor. Demokrasi, hukuk devletinin egemen olduğu, iktidarın toplumun bütün kesimlerine açık olduğu, paylaşıldığı, (kolayca) el değiştirebildiği, uzak olmayan periyodlarla2 halkın yönetime katıldığı, yönetenleri denetlediği sistemin adıdır. Başkanlık sistemine bu açıdan baktığımızda, olumlu sonuçlarını görebiliriz.

Başkanlık sistemi en fazla HDP üzerinde etkili olmuştur. 24 Haziran seçimlerinde HDP (seçim barajını aşması için) “alıcı” pozisyonundaydı. 31 Mart seçimlerinde ise bir önceki seçimde aldığı desteğin karşılığını “vermesi” gerekiyordu. Türkiye’nin batısında, kuzeyinde, güneyinde, muhalefet partilerine destek verip vermeyeceği merak konusuydu. Seçim sonuçları, HDP’nin batıda Millet İttifakı adaylarına önemli oranda destek verdiğini gösteriyor. Etnik kimlik üzerinden siyaset yapan HDP’nin diğer partilere destek vermesi son derece önemlidir.

HDP seçmenlerinin başka partilere oy vermesi, HDP’yi sisteme entegre etmektedir. Bundan önceki seçimlerde HDP’ye oy verenlerin önemli bir kısmının, Doğu’da ve Güneydoğu’da HDP’ye oy vermemesi, Türkiye’nin üniter yapısına sahip çıkması son derece anlamlıdır. Siyasal iktidar ırkçı bir dil kullansaydı, Kürt seçmenler HDP’nin kucağına itilseydi bugün Doğu’da “özerkliği” tartışıyor olacaktık.

Başkanlık sistemi, salt çoğunluğun oyunu gerektirdiğinden, aşırılıkları törpülemekte, partileri merkeze çekmektedir. CHP, Ankara Büyükşehir Belediyesi için MHP kökenli Mansur Yavaş’ı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi için camiye giden, Yasin-i Şerif okuyan, (Şişli’de başarılı sonuçlar alan Mustafa Sarıgül’ün versiyonu) Ekrem İmamoğlu’nu aday göstermiştir. AK Parti İzmir Büyükşehir Belediyesi adayının CHP tabanına mesajlar vermesi, partilerin ideolojik kalıplarını esnetmesi olarak görebiliriz. AK Parti’nin adayının mesajlarının, İzmir’de karşı taraftan oy getirmediğinin de altını çizmek gerekir. Bu sistemin, uzun dönemde uç söylemleri merkeze çekeceğini daha fazla göreceğiz.

Bundan önceki sistemde CHP, 1950’den bu yana “tek başına” iktidara gelemedi. Azınlık hükümeti veya koalisyon dönemlerindeki iktidarları da uzun sürmedi. Muhalefet partilerinin olağan yollarla (seçimle) iktidara gelemeyecek olması, bu partileri sandık dışı seçeneklere itiyor, küresel güçler de bunu fırsata çeviriyordu. Başkanlık sistemine geçildikten sonra siyasi partilere ittifak yolunun açılması, muhalefet partilerine “kazanma” umudu aşıladı.

24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a oy verenlerin %2,60’i muhalefet cephesine geçse, başkanlık seçimi ikinci tura kalacak, belki de muhalefetin adayı kazanacaktı. Son yerel seçimlerde de seçimi kazanan birinci parti ile ikinci parti arasındaki makas, ittifaklar nedeniyle iyice kapandı. AK Parti, birçok yerde oylarını artırmasına rağmen, muhalefet partilerinin ittifakı nedeniyle elindeki belediyeleri kaybetti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1994’te parlamenter sistemde %25,19 oyla kazandığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni, (seçimler yenilenmezse) 25 yıl sonra %48,55 oyla kendi getirdiği Başkanlık sisteminde kaybetmiş olacak.

Seçimin ortada olması partiler arasındaki rekabeti artırır, sandığın hakemliğini tahkim eder. Seçimi kazanan adayların bir sonraki seçimde “kaybetme” endişesi, hizmet kalitesini artırır. Seçimi kaybeden bir partinin bir sonraki seçimde kazanma umudu, partileri motive eder, sandık dışı seçenekleri etkisiz hale getirir. İktidar partisi ve muhalefet partisi arasındaki rekabetin, Türkiye’nin bağımsızlığı ve çıkarları konusunda iki cepheyi birbirine yaklaştırması toplumdaki kutuplaşmayı da azaltabilir. Hukuk devletinden ödün vermeyen, istikrarlı ve güçlü bir Türkiye hepimizin özlemi!

İttifaklar Devam Eder mi?

Türkiye’de siyasi partiler arasındaki “ittifak”, Başkanlık sisteminin amaçlarına hizmet etmiyor. Yeni sistemin rayına oturması için seçim yasası başta olmak üzere, birçok yasada değişiklik yapılması gerekiyor. Seçimlerden sonra Cumhurbaşkanlığını ve Meclis’te çoğunluğu kazanan Cumhur İttifakı ile bu seçimlerde oylarını artıran, yerel seçimlerde de büyük başarı elde eden Millet İttifakı’nın geleceğini herkes merak ediyor.

Önümüzdeki dönemde, 16 Nisan’da “Evet” oyu kullananların Cumhur İttifakı blokunda, “Hayır” oyu kullananların da Millet İttifakı blokunda toplanıp toplanmayacağını, iki cephede toplanan siyasi partilerin tek parti çatısı altında birleşip birleşmeyeceğini göreceğiz. Ancak yeni sistemde siyasi partilerin “ittifaklarının” birleşmeye değil, partilerin daha da artmasına sebebiyet verecek gibi görünüyor.

Son iki seçimde, ittifakların içinde yer alan partilerin tabanı (çoğunluğu), parti yönetimlerinin desteklediği adayları desteklerken, bir kısmı ittifakın adaylarına destek vermedi. Milliyetçi seçmenlerin bir kısmı (Millet İttifakı’nda yer alan) İP’ye, bir kısmı (Cumhur İttifakı’nda yer alan) MHP’ye oy verdi. Önümüzdeki dönemde, Millet İttifakı adaylarına destek vermeyen İP’lilerden MHP’ye, Cumhur İttifakı’na destek vermeyen MHP’lilerden İP’ye geçenler olacaktır. Bundan önceki seçimlerde HDP’ye oy veren muhafazakâr seçmenler AK Parti’ye, sol eğilimli olanlar da CHP’ye oy verdi. İttifakların siyasi kimliği oturuncaya kadar, her iki bloktan diğerine geçişler olacağını gösteriyor.

CHP, sağ seçmenin desteğini alabileceği adaylara yönelirken, partinin “kurucu unsurlarını” da küstürmemeye çalışıyor. CHP’nin başkan adaylarını beğenmeyenler DSP’ye yöneldi. Bu politika, DSP’ye oy akışını devam ettirebilir, (MHP’de olduğu gibi) kopmalar ve yeni parti kurulmasıyla sonuçlanabilir. CHP’li belediye başkanlarının son seçimde kendilerine verilen desteğini korumak için sağ seçmenleri de parti tabanını da memnun etmesi gerekiyor. İcraatlarında tercih yapmak zorunda olan belediyelerin, her iki kesimi memnun etmesi zor görünüyor.

HDP yönetimi “bağımsız” bir görüntü sergilese de 24 Haziran’da Millet İttifakı tarafından desteklendiği, 31 Mart’ta da Millet İttifakı adaylarını desteklediği biliniyor. 31 Mart seçimlerinde Millet İttifakı’na destek veren partiler (HDP dahil), bu ittifakın kazandığı belediyelerde söz sahibi olmak isteyecektir. Türkiye siyasetinde iki zıt kutbu temsil eden İP ve HDP’nin aynı çatı altında kalması zor görünüyor. Söylemler eyleme dönüştükçe, ittifakın bir kanadını mutlu ederken, diğer kanadının tepkisine neden olacaktır. Destek verdiği belediyelerde dışlanırsa HDP’liler, aksi durumda İP’liler, ittifaktan kopacaktır.

AK Parti’ye alternatif olması beklenen İP, 24 Haziran seçimlerinde beklenen başarıyı elde edemediği gibi, yerel seçimlerde de başarılı olamadı. Aynı değerleri benimseyen MHP birçok il ve ilçe belediyesi kazanırken aynı oy oranıyla İP’nin başarısız olması, ittifakın sorgulanmasına yol açtı. Millet İttifakı’na destek veren HDP’nin bu belediyelerdeki etkinlikleri, milliyetçi unsurların İP’den kopmasına ve partinin dağılmasına sebebiyet verebilir. Siyasi tarihimiz, aynı tabandan beslenen birden fazla partinin yaşamasının zor olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki dönemde, MHP ve İP aynı çatı altında bir araya gelmezse, ikisinden biri tasfiye olacak.

Refah Partisi’nin değerlerini sahip çıktığını söyleyen Saadet Partisi’nin, Millet İttifakı içinde yer alması ilginç bir durumdur. Partililer, bu ittifaka itiraz etmediklerine göre, partilerinin aday göstermediği yerlerde Millet İttifakı’na oy verdiklerini kabul etmemiz gerekiyor. SP yöneticilerinin, “AK Parti’nin dip dalgayla sarsılacağı, partiden kopanların SP’ye yöneleceği” beklentisi gerçekleşmedi, AK Parti oylarını korudu, SP sıçrama yapamadı. Seçimlerden sonra partiye tepkiler artmaya başladı. Parti yönetimi, bu baskılara daha fazla dayanamaz. SP’nin, yakın bir tarihte Millet İttifakı ndan çıkması, Cumhur ittifakıyla iş birliği yapmasa bile “tarafsız” kalması muhtemel görünüyor.

Önümüzdeki dönemde, herkesin gözü “Cumhur İttifakı’nın” üzerinde olacak. Her iki partide, çok sayıda kişinin bu ittifaka karşı olduğunu biliyoruz. AK Parti’nin bundan önceki seçimlerde tek başına kazandığı belediyeleri, son yerel seçimde “ittifaka rağmen” kaybetmesi, bu ittifaka karşı olanların elini güçlendirdi. Bu ittifakın mevcut haliyle bundan sonraki seçimleri kazanması zor görünüyor. Bundan sonraki süreçte iki parti arasındaki ihtilaflar çoğalır, ekonomik kriz ve işsizlik devam ederse, Erdoğan bu ittifaka son verebilir.

İttifakın sona ermesi için AK Parti’nin toplumu kucaklayan “yeni politikalar” üretmesi ve bu boşluğu doldurması gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son günlerde gündeme getirdiği “Türkiye İttifakı” sözlerinin bahse konu politika değişikliğinin işareti olup olmadığını zamanla göreceğiz. Ancak AK Parti “özgürlükleri” esas alan “reformcu” kimliğine dönerse, başka partilerle ittifak yapmasına ihtiyacı kalmayacaktır.

1 2014 yılında Ekmeleddin İhsanoğlu’nu, 14 siyasi parti (CHP, MHP, DSP, LDP, DP, BTP, BBP, DHP, TSİP, DYP, Kadın Partisi (KP), Halk ve Adalet Partisi (HAP), Toplumsal Uzlaşma Reform ve Kalkınma Partisi (Turk Parti), Büyük Anadolu Kalkınma Hareketi (BAK Parti) desteklemişti.

2 Demokratik ülkelerde seçimler (genellikle) 4 yılda bir yapılmaktadır. Yerel seçimler ile genel seçimler farklı tarihlerde yapıldığından, halk 2 yılda bir yöneticilerini denetleme imkânına kavuşmaktadır. Yerel seçimlerin (1995 yılında) 5 yıla çıkarılmasıyla, iki seçim birbirine yaklaşmaya başladı. 16 Nisan’da genel seçimlerin de 5 yıla çıkarılması bu sorunu ortadan kaldıramadı. Bir sonraki seçimin 4,5 yıl sonra yapılacak olması, önemli bir eksikliktir. Halkın makul sürelerde yönetime katılması (denetlemesi) için Anayasa’daki genel seçim ve yerel seçim sürelerinin yeniden düzenlenmesi gerekiyor.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir