Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Mart 29, 2024

Batı’nın Türkleri Mültecileştirme Politikası

Batılı devletlerin Türkiye’yi sömürgeleştirme hatta Türkleri kendi ülkelerinde “mülteci” konumunda görme isteklerini gerçekleştirme çabaları, aslında yerel seçimler üzerinden Türk seçmeninin özgür düşünce ve iradesini “naylon” tutanaklarla kolonize etme fiyaskosuna dönüşmektedir.

20. ve 21. yüzyılın önde gelen sosyologlarından Immanuel Wallerstein, 11 Eylül 2001 sonrasında George W. Bush’un uluslararası kutuplaşmayı körükleyen, kamplara bölen “barışçı” (ABD) ve “terörist” (Orta Doğu) coğrafi söylem ayrışmasına dayanan konuşmasına atfen şöyle bir saptamada bulunur: “Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri için en büyük tehdit, Amerika Birleşik Devletleri’nin ta kendisidir”1 (Wallerstein, Alternatives 1).

ABD’nin hegemon konumunun çökmekte olduğu savını farklı eserlerde dile getiren Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu (2000) kitabında ise şöyle bir saptamada bulunur: “Eğer bizim dışımızdaki herkesin (daha doğrusu herhangi birinin) dünyayı değiştirmesine yardım etme gibi bir umudumuzun olmasını istiyorsak kendimizi değiştirmeliyiz”2 (Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu 172).

Son günlerde, İsrail’de Netenyahu seçilsin diye Donald Trump’ın demokrasilerde görülmeyen bir şekilde İsrail seçimlerine müdahale etmesi de oldukça düşündürücüdür. Öncelikle Trump gibi düşünen Amerikalı politik liderlerin, ilerici Amerikan aydınlarının halen kamusal alanda devam ettirdikleri “Black Lives Matter” (“Siyahların Hayatları Önemlidir”) gibi aktivist protesto gösterilerinde yaptıkları toplumsal eleştirilere kulak vermeleri gerekmektedir. Ancak bu şekilde kendi halkının taleplerine değer veren bir Amerikan yönetimi, Orta Doğu coğrafyasında sürdürdüğü diktatör yanlısı militarize stratejilerle bölgemize demokratik özgürlükler getirme savına ve ülkemizin egemenliğine yaptıkları müdahalelere bir son verme insiyatifini dış siyaset anlayışı haline getirebilirler. Diğer bir deyişle Wallerstein’in görüşüne benzer bir öz-eleştiri yaparak, bölgemizi ve Türkiye’yi değiştirmek yerine önce kendilerini değiştirmeleri ve Amerikan demokrasisini insanî değerler nezdinde geliştirmeleri gerekmektedir.

Özellikle 11 Eylül’den bu yana, bizi tehdit olarak gören Batılı devletlerin dünyaya sahip oldukları medya aracılığıyla hükmettikleri ve en azından TV ekranlarıyla evlerimizde kendini gösteren Batı hegemonyasıyla iç içe bir gündelik hayatı sürdürüyoruz. Belleklerimize buyurgan bir biçimde hükmetme hakkını kendinde görmeleri bir yana emperyalist Batı siyasetinin bizim için öngördüğü sömürgeleştirme çabalarına karşı durabilen, kendi gelenek ve göreneklerini muhafaza etmek suretiyle Batılı olmayı değil, Batıcı olmayı reddeden bu denli dirençli bir ulus karşısında bilişsel ve kültürel bir yenilgiye uğradıkları da apaçık ortadadır.

“Mülteci Krizi” Söyleminin Ardında Gizlenen

Türkiye bugün, Batı dünyasının her zamankinden daha fazla fitillediği bir ateş çemberi içerisinde yaşamak zorunda bırakılmaktadır. 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimine bakılırsa Batı’nın tarih boyunca Anadolu’yu sömürgeleştirme faaliyetleri artık daha da farklı bir siyasete dönüşmüştür: Türkleri kendi anavatanlarında mültecileştirme politikası! 21. yüzyılda Batı’nın beyaz üstünlüğüne dayandırdığı kimliğini, kurgulanmış bir mağduriyet ifade eden mülteciler üzerinden bir korunma kalkanı olarak kullanmaması gerektiği kanısındayım.

Son günlerde sıkça duyduğumuz “mülteci krizi” söyleminin ardında ustalıkla gizlenen ırkçılık ve çok-uluslu müdahalelerle yaratılan ve Batılı olmayanların yaşama hakkı bulunmayan tek tip bir dünyayı yaratmayı rasyonalize eden Batılı devletler, bir bilinç parçalanması sürecini yaşamaktadırlar. Bir yandan Türkiye’yi sömürgeleştirme hatta Türkleri kendi ülkelerinde “mülteci” konumunda görme isteklerini gerçekleştirme çabaları, aslında yerel seçimler üzerinden Türk seçmeninin özgür düşünce ve iradesini “naylon” tutanaklarla kolonize etme fiyaskosuna dönüşmektedir

Diğer yandan da gerektiğinde Venezuela ve Sudan gibi ülkelerde demokratik seçimle iş başına gelenleri faşist manipülasyonlarla dize getirmeye çalışan bu oyun kurucular, bütün dünyayı Maduro ve Ömer El Beşir gibi devlet başkanlarının baskıcı birer diktatör olduklarına inandırma girişimlerinden de bir an olsun vazgeçmeye yanaşmamaktadırlar.

Batılı devletlerin Batılı olmayan devletlere karşı üstünlüğü zemininde oluşturduğu bu söylem hiyerarşisine hizmet veren kurum ve kuruluşları ile güçsüz sandıkları Türkiye gibi devletlerin “içeriden emperyalizme kapıyı açmaya çalışanlar”3 (Şerbetçi, Osmanlı’nın İngiliz’le İmtihanı 120) ile birlikte sözde diktatörlüklere son verme projeleri, döviz kurları ve yeryüzünde hangi milletlerin yaşayıp hangi milletlerin ölme hakkına sahip olduğuna karar veren biyopolitikayı merkezine alan vesayet savaşları üzerinden ayakta tutabileceklerine inanmaktadırlar.

Batı’nın, özellikle de ABD’nin, Vatikan’ın emirlerine uyarak yönettiği ve bir Dünya İmparatorluğu’nu yeniden inşa etme operasyonlarını yapanların, Türkiye gibi 3. Dünya ülkelerinden gelen ve Batı Avrupa vatandaşı olan “kendi” seçmenlerinin etnik kimliklerini bile hedef tahtası haline getirmelerini gözlemlemekteyiz. Ancak uluslararası müesses nizamı kuran ve sürdüren çok uluslu finans güçlerinin bizim gibi bir ülkeye kendini adamış bütün Türk milletinin şanına yaraşan asker, polis ve sivil nice kahramanların gölgesinde dimdik ayağa kalktığını görmezden gelmektedirler.

Dolayısıyla dış komplo ve tehditler karşısında yılmayan bu kahramanların, Batılı devletlerin söylem hiyerarşisi temeli üzerinde inşa ettikleri diktatörlük zihniyetiyle başa çıkarken, bin yıllık devlet geleneğinden aldıkları güç, kendine özgü milliyetçi bir stratejik akıl ve söyleme dayalı siyaset anlayışı ile sosyokültürel sınırlarımızı da muhafaza ettiklerini idrak etme yeteneğinden yoksun olduklarını her daim gösterme aczine düşmektedirler. Görünen o ki devletimiz, memleketimiz, milletimiz söz konusu olunca biz Türkler, dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım, hizmetten asla yorulmayız ve yılmayız.

Zihinlerin Sömürgeleştirilmesi

Koray Şerbetçi, İngiliz-Osmanlı mücadelesi hakkında anlatılanların günümüzde de bir yol haritası gibi bizi aydınlatmaya devam eden bir özelliğe sahip olduğunu belirtiyor ve inandığı değerlere milli birlik içerisinde sahip çıkmanın 15 Temmuz darbe girişiminin önlenmesinde güçlü bir direnme sağladığı hususunda şu saptamayı yapıyor:

Karşımızdaki rakip ne kadar güçlü olursa olsun, “bütün bir zincirin halkaları gibi tehdit ve tehlike karşısında sorumluluğu şu ya da bu makama havale etmeden, herkes kendi çapı ve elinin eriştiği sahada paylaşmak, omuz omuza durmak ve yine kendi içinde zayıf iradeleri etrafa bulaştırmaya çalışanları ya etkisiz kılmak ya da en hafifinden onlara kulak tıkamakla psikolojik üstünlüğü elde etmektir” (Şerbetçi, Osmanlı’nın İngiliz’le İmtihanı 185).

Şerbetçi’nin dillendirdiği bu gerçeği daha farklı bir bağlam içerisinde ele alırsak, şöyle bir çıkarsama da yapabiliriz kanısındayım: Türkiye’de en büyük tehlike, Batılı devletlerin kültürel hegemonyasının özellikle ülkemiz gençlerinin zihinlerine sızmasıdır. Hepimizin sorgulamak zorunda olduğu en temel gerçeklik, bazı insanlarımızda kendisine ve toplumuna yabancılaşmış bir zihniyetin pekiştirilmesine etki eden bu hegemonyacı düşünme biçimidir.

Zihinlerimizin sömürgeleştirilmesine tamamen karşı olmalıyız, çünkü Yusuf Kaplan’ın da bir televizyon programında belirttiği üzere “gerçek özgürlük, Batıcı zihniyeti aşmaktır.” Bu özgürlük anlayışına sahip, inandığı değerleri eylemekten korkmayanlar sayesindedir ki Batılı devletlerin ve onların ülkemiz sınırları içerisindeki Batıcı işbirlikçilerinin (Fetöcülerin!), Amerika’nın çarpık militarize demokrasi anlayışını körü körüne sorgulamaksızın benimsetmeye çalıştığı yerel seçimlerde ülkemizin geleceğine yönelik ne denli büyük bir tehlike oluşturduğunu gözler önüne sermektedir. Bir kez daha vurgulamakta fayda var: Türkleri, kendi anavatanlarında mültecileştirme politikası!

1 Wallerstein, Immanuel. Alternatives: The United States Confronts the World. Boulder, Colorado: Paradigm Publishers, 2004.

2 Wallerstein, Immanuel. Bildiğimiz Dünyanın Sonu: Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal Bilim. Çeviren Tuncay Birkan. İstanbul: Metis Yayınları, 2012. (İlk Basım 2000).

3 Şerbetçi, Koray. Osmanlı’nın İngiliz’le İmtihanı. İstanbul: Nesil Yayınları, 2017

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir