Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Mart 28, 2024

Eleştirel Duruş ve Analiz

Burada insandan kastımız, düşünce atmosferinde yola koyulan varlık olarak öncelikle bizler ve peşi sıra tabii ki insanlığın başlangıcından bu yana akan insanlık nehrinin filozofları ve peygamberleridir. Filozofları ve peygamberleri ayrıca ifade etmek lazım zira biz, kendimizi ve çevremizi anlamak adına arayışa koyulduğumuzda yani düşünüp aklettiğimizde karşımızda bize seslenen filozof ve peygamberler görürüz. Elbette bunlardan iki taifeyi de dinleyip anlamak gerektir. Bunu yaparken onların bize vesilet’un-necat bağlamında önerdikleri -birbirinden farklı ve kimi zaman tezat oluşturan- teklif ve çözümlerin hepsini benimseyemeyeceğimize göre mutlaka eleştirel bir duruş ve analiz yapan bir zihne sahip olmak durumundayız. Dolayısıyla burada bir yol ayırımında olduğumuzu görmeliyiz.

Ben kendi hesabıma, varlık ve içinde olup biteni eleştirel bakış ile yorumlamayı esas alarak peygamberlerin teklifini benimsemiş biriyim. Bu, filozofları ve felsefeyi ötelemek gerektiği anlamına gelmez şüphesiz. Zira felsefe dediğimiz şey, bünyesinde doğrusuyla yanlışıyla enva-i türlü izah ve ilkeler barındıran ciddi bir insanlık mirasıdır. Bu miras, bizim muhakememizi zenginleştirmekte ve ufkumuzu açmaktadır. Bu itibarla felsefeye sırt çevirmek doğru olmasa gerektir. Fakat bence, nihaî karar ve belirleyen, elbette peygamberlerin mesajı olmalıdır. Ben Müslümanları böylesi bir tercihi yapmış bireyler olarak kabul ediyorum.

İşte bu mahalde durup düşünmek lazımdır. Genelde peygamberlerin özelde ise Hz. Muhammed’in bize ulaştırdığı mesaj nedir? Şüphesiz bu mesaj, Allah’ın her açıdan birlenmesi (tevhid) ve onun (c) herhangi bir hak ve özelliğinin başka bir varlığa verilmesini (şirk) reddetmektir. Onlar, tevhidin kabulü ve şirkin reddini yaşam için bir zemin kabul etmişlerdir ki zaten İslam’ın ilkeleri bu zemin üzerinde yükselmektedir. Bu ilkeleri; güven, adalet, istişare, irade, tercih ve sevgi vs. şeklinde sıralamak pekâlâ mümkündür.

Nitekim özelde Muhammed aleyhisselam, genelde ise bütün peygamberler el-Emin vasıflarıyla inanmayanlar dâhil birlikte yaşadıkları ve dahası arkadaş/kardeş oldukları insanlara güven vermiş, onlara birer ahlak abidesi olduklarını göstermişlerdir. Bu bağlamda insan yaşamının din, cinsiyet, ırk ve coğrafya farkı gözetilmeden adalete dayandığını ve sadece zalimlere (hukuksuzluğa) karşı güce başvurulmasının mümkün olduğunu belirtmişlerdir.

Cahiliye döneminde bu çağrıya iradelerini kullanarak teslim olan insanlar, büyük bir samimiyetle insanî şahsiyetini bildikleri Hz. Muhammed’in etrafında kenetlenip Kur’an Nesli’ni oluşturdular. Kur’an Nesli’ni oluşturan bu zevat, vicdan ve insaf duygularından hareketle inanıp yaşamak adına kendilerine sunulan paradigmayı akledip irade sergileyerek kabul etmişti. Bu neslin mayasında sevgi, muhabbet, samimiyet ve edep yani kısacası erdemlilik vardı.

Hal böyle olmakla beraber onlar (Allah Teâla hepsinden razı olsun) da insandı ve insana özgü zaaflarla malul idiler. Nitekim bildiğimiz gibi Resulullah’ın (s) vefat edeceğini anlayan sahabeden geniş bir kitle (Ensar), diğerlerinden (Muhacir) habersiz, özel ve gizli bir toplantı düzenlemiş; halife adaylarını belirlemiş biçimde vefat haberini beklemeye koyulmuştu. Bunu haber alan Muhacir liderlerinden Hz. Ömer, Resulullah’ın dar-ı bekaya irtihalinden sonra vefat haberinin yayılmasını önleyerek -bugünün ekspresyonuyla ajanslara düşmesini önleyerek- bir an evvel Ensar’ın bulunduğu yere Hz. Ebubekir’le beraber ulaşmış ve halife seçimine müdahale etmişti.

Burada dönemin siyasî atmosferinde ümmetin selameti adına halifenin Kureyş’ten olması gerektiğine karar verilerek “siyasî iktidar” krizi çözüme kavuşturulmuştu. Ne var ki siyasî iktidar mücadelesi bir kez başlamıştı ve artık önünü almak o kadar da kolay olmayacaktı. Nitekim bu sebepten Cemel ve Sıffın Savaşları patlak vermişti. Hatta Harici isyanlarını ve Kerbela katliamını da bu bağlamda görmek mümkündü.

Bunlardan özellikle Cemel Harbi’nde çatışan taraflardan birinin başında Hz. Peygamber’in eşi Aişe ve diğerinde ise damadı Ali bulunuyordu. Gerçekten hüzün verici bu trajik durum, onların da insan olduklarını ve tıpkı bizler gibi hislerine, kanaat ve yorumlarına göre davrandıklarının ve kimi vakit ve işlerinde kendilerine yakışmayanı yapmış olduklarının ifadesi olsa gerektir. Değilse onlar kendilerini asla, “kader” denilenin önündeki yaprak olarak ne gördüler ne de görmek mümkündü. Tabii ki bizim, bugünden o güne bakarken olanları kader olarak değerlendirmemiz apayrı bir mevzudur.

Dr. MUSTAFA AKMAN

 

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir