Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Nisan 18, 2024

Brexit ve Ticaret Savaşlarının Etkileri

2019 yılı dünya ekonomileri için çok da kolay olmayacak. Beklentiler aşağı yönlü revize ediliyor. Dünyanın en büyük ekonomileri 2018 son çeyrek büyüme rakamları da bunu teyit eder nitelikte. Bu nedenle FED’in 2019 yılında faizleri artırma ihtimali çok zayıf.  Ülkemiz açısından 2019 yılı büyüme performansının da çok  yüksek olacağı beklenmiyor.

Avrupa Birliği aslında bir ekonomik birliktelik amacıyla Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (European Coal and Steel Community, ECSC) adıyla Paris Antlaşması ile 1951 yılında kuruldu. Antlaşma Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında imzalandı. Antlaşmaya göre topluluk, bir kömür ve çelik ortak pazarı oluşturmayı, işsizlik oranını düşürmeyi, katılımcı ülkelerin ekonomilerini iyileştirmeyi ve pazarı geliştirmeyi amaçlıyordu. Daha sonra bu ekonomik topluluk Avrupa ülkeleri ve dünyadaki gelişmelerin etkisi ile sürekli olarak genişledi. Son olarak 2013 yılında Birliğe, Hırvatistan’ın da katılmasıyla AB’deki üye ülke sayısı da 28’e ulaştı. Tüm bu süreçler içerisinde Türkiye 1963’ten beri diğer ülkelere uygulanan prosedürden farklı olarak dura kalka da olsa üyelik müzakerelerine istekli bir şekilde devam etti.

2016 yılına gelindiğinde beklenilmeyen bir gelişme oldu ve İngiltere, Avrupa Birliği içerisinde kalma durumunu tartışmaya başladı. İş o noktaya geldi ki 23 Haziran 2016 tarihinde İngiltere’de referandum yapılmasına karar verildi. Tabii oylamada böyle bir karar çıkacağı çok da beklenen bir sonuç değildi. Yapılan halk oylaması ile İngiltere %52 ile Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı verdi. Ayrılmaya ilişkin süreç 2017 yılında başladı ve halen devam ediyor. Eğer bir erteleme olmazsa 29 Mart 2019 tarihinde İngiltere, Avrupa Birliği’nden ayrılmış olacak. İngiltere anlaşmalı bir ayrılık için çabalarken AB ise İngiltere’ye birlikten ayrılmanın faturasını ödetmek istiyor gibi görünüyor. Diğer taraftan AB’nin başını çeken Almanya ve Fransa, İngiltere’nin ayrılması sonrasında diğer ülkelerin de böyle bir noktaya gelmesinden endişe ettiği için işi daha zaman alıcı, zor ve maliyetli bir noktaya doğru sürüklemek istiyor.

SOFR, Artık Daha Kolay Zemin Bulmaya Başlayabilir

Bu gelişmelerin, Avrupa ülkelerinin ekonomilerini etkilemekle birlikte dünya ekonomisi açısından da olumsuz bir durum ortaya çıkardığı aşikâr. Neticede Brexit kararının gerçekleşmesi durumunda ayrılıktan en fazla zararı İngiltere ekonomisi alacak gibi görünüyor. Çünkü sigortacılıktan turizme, hava taşımacılığından ulaşım ve ticaret sektörlerine kadar birçok sektör bu ayrılıktan etkilenecek. Anlaşmalı bir ayrılık kısmen de olsa zararın etkisinin azaltılmasını sağlayabilir. Bu nedenle İngiltere, anlaşmalı bir ayrılık yapmak istiyor.

Bu noktada daha ayrılmadan İngiltere’ye ekonomik açıdan faturalar çıkmaya başladı bile. En son LIBOR diye adlandırılan ve dünyadaki faiz oranlarının alt limitinin belirlendiği sistemin, 2012’de yaşanan skandal nedeniyle itibarı zaten zedelenmişti. O dönem LIBOR oranlarının belirlenmesinde etkili olan 16 bankanın çoğunun, daha fazla kâr elde etmek için LIBOR’u belirlerken spekülasyon yaptığı ve bu skandal durumun ortaya çıkmasına neden olduğu belirlenmişti. Yaşanan skandalın ardından, o dönemde LIBOR sistemine alternatif olarak Avrupa Birliği’ne üye ülkelerdeki 47 banka tarafından Euribor sistemi kuruldu. ABD’de ise LIBOR’a alternatif olarak SOFR (Chicago’daki Secured Overnight Funding Rate) kuruldu. Tüm bu gelişmelerin ardından İngiltere’nin AB’den ayrılmaya karar vermesi, LIBOR açısından da önemli bir dönüm noktası olacak. LIBOR kademeli olarak yerini daha gelişmiş sistemlere bırakacak. SOFR, yaşanan bu gelişmelerle birlikte artık daha kolay zemin bulmaya başlayabilir.

Bunların yanı sıra AB’den ayrılma kararı veren İngiltere, ayrılık kararının geleceğe dair oluşturduğu olumsuz beklentiler nedeniyle önemli miktarda yabancı yatırımın beklemesine ya da mevcut yatırımların ülkeden çıkmasına neden olmaya başladı bile. En son Honda, İngiltere’deki yatırımlarını yavaşça azaltacağını açıkladı. Bunun yanında Ford’un bir milyar dolar değerindeki yatırımı İngiltere yerine başka bir Avrupa ülkesinde yapacağını açıklaması bunlardan sadece bir kaçı. AB’den çıkmak demek aynı zamanda Avrupa Birliği’nin diğer ülke ve birliklerle yapmış olduğu anlaşmalardan da ayrılmak ve yararlanamamak anlamına geliyor. Yani üyelikten çıkınca İngiltere aynı kıtada olsa bile artık farklı bir ülke olarak kendi yapacağı anlaşmalar ve işbirlikleri ile ticari faaliyetlerine devam etmek durumunda.

Trump’tan, Suudilerin Başını Çektiği OPEC’e Mesaj

Amerika Kıtası’nda ise Trump, seçimlerden önce söz verdiği şeyleri tek tek hayata geçirmeye başladı. Meksika sınırına duvar örmek uğruna hükümetin kapanmasına karşı gelmedi. Üstelik Trump bunu yaparken hükümetin kapanmasından dolayı Amerikan ekonomisinin duvara ödeyecek olduğu miktarın 10 katı bir maliyete katlanmasına razı oldu. Başkan Trump’un yine adaylık sürecinde, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kurulan ve ABD’nin de liderliğini yaptığı bu ticaret düzeninin, artık ABD’nin çıkarlarına hizmet etmediği düşüncesi ile korumacılık politikaları uygulayacağını söyledi ve buna yönelik adımları atmakta da tereddüt etmedi. Trump’ın bu yönde ilk hamlesi de Çin ile aralarında bir ticaret savaşına dönüşme ihtimali bulunan ve 8 Mart tarihinde fitilini ateşlediği uygulamalar oldu. Ardından, Çin tarafının karşılık vermesi ile karşılıklı olarak korumacılık politikaları dünyanın gündemine oturdu. Çin’den sonra Avrupa Birliği de Trump’ın politikalarından nasibini aldı. Özellikle AB’deki otomobil üreticileri Trump’ın bu politikalarından oldukça rahatsız ve bundan sonraki dönemde daha da rahatsız olacak gibi görünüyor.

Trump’ın bu korumacılık politikalarından sadece Çin, AB ülkeleri değil Türkiye de nasibini aldı. Yani Türkiye’nin bu ticaret savaşlarından etkilenmemesi mümkün değil. Dolaylı olarak etkileneceği gibi doğrudan da etkileniyor. ABD’nin çelik ve alüminyum ithalatında 1,3 milyar dolarlık payı ile önemli yeri olan Türkiye, gümrük vergisi getirilen ürünlerde ise Amerika’nın en büyük onuncu ticaret ortağı durumunda. Ek vergi getirilen kalemlerdeki Türkiye’nin toplam ithalatı yaklaşık 1,5 milyar doları buluyor. ABD’nin yayınladığı listede bulunan Kanada, Meksika, Avrupa Birliği ülkeleri, Avustralya, Arjantin, Brezilya ve Güney Kore’nin bu işin dışında tutulduğu düşünüldüğünde Çin, Japonya ve Rusya’dan sonra Türkiye, dördüncü sırada yer alıyor. Yani dünyadaki bu korumacılık politikalarından doğrudan ve dolaylı olarak her ülkenin etkilenmesi gibi Türkiye’nin de etkilenmesi kaçınılmaz bir gerçek. Çin’in 2018 yılının 3 ve 4. çeyreğinde 2008 küresel finans krizinin ardından en düşük büyüme oranlarına gerilemesi aslında ticaret savaşlarının Çin’e olası etkilerini gösteren bir işaret niteliğinde.

Şekil 1’de görüleceği üzere Çin, ABD, AB ve dünya ticareti 2008 küresel finans krizinin ardından tekrar eski yüksek oranlı büyüme dönemlerini yakalayamadı. Üstüne Trump’ın dünyaya bulaştırdığı korumacılık politikaları gelince Çin ekonomisi için artık eski büyüme oranlarını yakalamak oldukça zor olmaya başladı. Bundan sonra daha da zor olacak gibi görünüyor. Bu sadece Çin için geçerli değil. ABD, AB ve diğer ülkeler açısından da aynı durum söz konusu. Fakat son günlerde Trump’ın “Çin ile anlaşmaya çok yakınız” açıklaması piyasaların az da olsa rahatlamasına ortam hazırladı.

Bir taraftan korumacılık politikaları ve ticaret savaşları diğer taraftan Brexit muamması ve resesyon beklentisi. Diğer yandan özellikle ABD ve Çin’deki ekonomik veriler bir ekonomik yavaşlamaya işaret ediyor. Tüm bu gelişmeler geleceğe dair belirsizlikleri arttırdığı için dünyadaki yatırım ve ticaret faaliyetlerinde bir yavaşlama söz konusu. Dünya ticaretinde ortaya çıkan azalma, beraberinde bir talep daralmasına yol açıyor. Bu durum kendini rakamlarda da gösteriyor. Azalan talep nedeniyle bazı temel hammaddelerin fiyatında da gerileme ortaya çıkıyor.

Bu noktada dünyayı en çok ilgilendiren petrol fiyatı olsa gerek. 2008 krizinden önce 140 $ seviyelerine kadar yükselen petrolün varil fiyatı krizin ardından 40 $ seviyelerine kadar hızlı bir düşüş yaşaması, 2011 ile 2015 yıllarında tekrar 100 $ seviyelerinin üzerine çıksa da 2016 yılında tekrar 40 $ seviyelerinin altını görmesi bunu gösteriyor. Petrol fiyatı bugünlerde ise 65 $ seviyelerinde seyrediyor. Diğer taraftan Trump, OPEC’e “petrol fiyatların artması için talebi kısmakta çok acele etmeyin” diyeli henüz birkaç hafta oldu. Çünkü petrol, ABD’nin Çin’den sonra hizaya sokacağı bazı ülkeler için en önemli gelir kaynağı. Dolaysıyla petrol fiyatı arttıkça bu ülkelerin gelirleri de o oranda artıyor. Bu nedenle Trump, Suudilerin başını çektiği OPEC’e mesaj veriyor.

2019 Dünya Ekonomileri İçin Kolay Bir Yıl Olmayacak

Trump, arzın kısılarak petrolün fiyatının yükselmesini istememesinin yanı sıra dünya ticaretindeki yavaşlamadan kaynaklı olarak petrol fiyatında önemli yükselişler olması beklenmiyor. Bu durum enerji giderleri yüksek olan Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler açısından bir avantaj olarak görülebilir. 2018 yılında dövizde yükselmenin olduğu dönemde petrol fiyatlarının düşmesi bizim açımızdan önemli bir avantaj oldu. Çünkü ülkemiz enerji açığı olan ve bunu ithal etmek durumunda olan bir ülke konumunda. Bu noktada enerji maliyetleri Türkiye’de cari açığın önemli bir kısmının oluşmasında etkili olan bir faktör. Önümüzdeki döneme ilişkin belirsizlikler, petrol fiyatlarının tekrar yükselme trendine girmemesi ya da petrol fiyatlarındaki olası düşüşler, içerisinden geçtiğimiz dönem açısından bir avantaj olabilir.

Tüm bu gelişmeler düşünülünce 2019 yılı dünya ekonomileri için çok da kolay olmayacak. Beklentiler aşağı yönlü revize ediliyor. Dünyanın en büyük ekonomileri 2018 son çeyrek büyüme rakamları da bunu teyit eder nitelikte. Bu nedenle FED’in 2019 yılında faizleri artırma ihtimali çok zayıf. Ülkemiz açısından 2019 yılı büyüme performansının da çok yüksek olacağı beklenmiyor. Her ne kadar seçimlerin ardından belirsizlik durumu ortadan kalkacak olsa da içerideki yavaşlamaya ek olarak dünyada da bir yavaşlama beklentisi 2019 büyüme performansımızı aşağıya doğru çekebilir. Fakat her ne olursa olsun katma değeri yüksek ürünler üretmeye, ithal ürünler yerine bunları kullanmaya ve ürünleri ihraç etmeye odaklanmaktan başka çaremiz yok.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir