Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 19, 2024

Uygurların Gölgesinde Türk-Çin İlişkileri

Uygurlar, Sultan Abdülaziz’den beri Türkiye’nin gündemindedir. Bu nedenle Türk-Çin ilişkilerinde yaşanan inişler ve çıkışlarda; hatta krizlerde her zaman öne çıkan etkileyici unsur Uygur halkı olmuştur. Türkiye de her zaman Uygur halkının yanında durmuştur. Türkiye gerek komünist dönem öncesi gerekse devrimden sonra Çin’i terk den Uygur göçmenlerine kapsını açmış, onlara iş, aş ve gelecek sunmuş; ama hiçbir zaman Çin’in toprak bütünlüğüne veya egemenliğine karşı bir politika takip etmemiştir.

Son bir yıldan beri dünya gündemini Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaklaşık bir milyon Uygur’u ve bunun yanında Kırgız, Kazak ve Müslüman Hui’yi toplama kamplarında tuttuğu ve burada zorla ideolojik eğitim verdiği iddiaları işgal etmekte, bununla ilgili yüzlerce haber ve bilgi, sosyal medyada dolaşmaktadır. Özellikle bir şekilde bu toplama kamplarında tutulup ardından serbest kalan kimi kişiler veya bu kamplarda yakınları tutulan Uygurlar da bu iddialar hakkındaki tanıklıklarını ve bilgilerini uluslararası medya kuruluşlarıyla paylaşıyorlar.

Gelen bilgiler ışığı altında 2017’de İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) da yayınladığı raporla Çin hükümetini, Sincan’daki yasadışı ‘siyasi eğitim’ merkezlerini kapatması ve burada tutulan insanları derhal serbest bırakması çağrısında bulunarak konuyu dünya gündemine taşıdı.

Şubat 2018’de ise Kazakistan Dışişleri Bakanlığı, Çin’e bir nota vererek gözaltında tutulan Kazakistan vatandaşının derhal serbest bırakılmasını istedi. Çin yönetimi aynı gün Kazakistan vatandaşını serbest bıraktı. Nisan ayında ise Amerikalı Senatör Marco Rubio ve Temsilci Chris Smith, Uygur Özerk Bölgesi’nde siyasi eğitim kamplarında Uygurların kitlesel olarak gözaltına alınmalarına ilişkin soruşturma başlatmak için Çin Büyükelçisi Terry Branstad’a bir mektup gönderdi.

Haziran 2018’de ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, Pekin’in, ‘’yeniden eğitim kampları’’ olarak adlandırılan kamplarda, gün boyu süren siyasi telkinlere tahammül etmek zorunda kalan ve dini inançlarını ve kültürel kimliklerini kınamaları için baskı yapılan yüzlerce ve muhtemelen milyonlarca Uygur Müslümanını tutuyor dedi.

Ağustos 2018’de Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi, yayınladığı açıklamayla birçok güvenilir rapora göre Çin’in Sincan’da bir milyon ya da daha fazla etnik Uygur’u alıkoyduğunu söyleyerek, Çin’in Sincan’ı, gizlilik içinde gizlenmiş, büyük bir toplama kampına benzeyen bir şeye çevirdiğini iddia etti.

28 Ağustos 2018’de senatör Marco Rubio ve 16 Kongre üyesi, ABD’den, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde insan hakları ihlallerinden sorumlu Çinli yetkililere karşı Global Magnitsky Yasası kapsamında yaptırımlar yapılmasını istedi. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Hazine Sekreteri Steven Mnuchin’e yazdıkları bir mektupta, şu anki Sincan Uygur Özerk Bölgesi Komünist Partisi Sekreteri Chen Quanguo’ya ve diğer altı Çinli yetkiliye yaptırım uygulanmasını istediler. 

İzleyen günlerde Birleşmiş Milletler insan hakları sorumlusu Michelle Bachelet, Çin’i, kendisine ve ekibine yönelik kısıtlamaları hafifletmeye çağırarak Birleşmiş Milletler gözlemcilerinin Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne girmesine izin vermesini talep etti. Avrupa Birliği de Çin’i bu kamplar nedeniyle sert bir şekilde eleştirdi.

Çin ise ilk etapta tüm bu iddiaları reddederek, Çin’in içişlerine karışılmaması gerektiği konusunda uyarıda bulundu; ancak daha sonraki süreçte Pekin yönetimi kampların varlığını doğrulayarak, bu kampları meslek edindirme eğitiminin verildiği yerler olarak tanımladı. Sincan Uygur Özerk Bölgesi başkanı ise kampları, küçük suçlardan şüphelenilen kişilere “hayatın çok renkli olabileceğini” anlamalarına yardımcı olmak için kültürel programlar sunan klimalı yatılı okullar olarak nitelendirdi.

Batı dünyasının bu kampların ve içindeki uygulamaların Çin’in yasal mevzuatında yer almadığına yönelik eleştirileri önlemek adına 9 Ekim’de yapılan yasal düzenleme ile “Sincan Uygur Özerk Bölgesi Aşırıcılıkla Mücadele Yönetmeliğine” eklenen yeni fıkra ile bu sözde eğitim kampları yasal hale getirildi. İlgili fıkrada ilçe düzeyindeki ve üstündeki yönetimler aşırılıktan etkilenen insanları eğitmek ve dönüştürmek için eğitim ve dönüşüm kuruluşları kurabilir ve mesleki eğitim merkezleri gibi bölümleri idare edebilir denmektedir. Böylece Pekin yönetimine göre bu yeni değişiklik, Çin’de ilk kez “aşırılıktan” etkilenen kişilerin “ideolojik eğitim, psikolojik danışma, davranışsal düzeltme, Çince dil eğitimi” ve diğer programlar aracılığıyla eğitim kurumlarında dönüşümü için açık bir temel sundu.

Öte yandan, Çin’de yayınlanan ve Çin Komünist Partisi’ne yakınlığı ile bilinen Global Times gazetesi ise Uygurlara yönelik yeniden eğitim politikasını, kampları ve güvenlikçi baskıcı politikalarını savunarak, yönetimin bu adımlarının Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin Çin’in Suriye’si ve Libya’sı olmasının önüne geçtiğini yazdı.

Kampların Tarihçesi

Aslında Çin’de bu kampların varlığı 2014 yılına uzanıyor. Özellikle 2009’da yaşanan ve 197 kişinin hayatını kaybettiği Urumçi olaylarından sonra Çin yönetimi, Uygurlara yönelik yeni bir güvenlik politikası başlatmış ve bölgede denetimleri sıklaştırmıştır. Urumçi olaylarından birkaç yıl sonra yaşanan birkaç münferit olay da bu dönüşümü hızlandırmıştır. Çin, 1950’lerden beri Uygurlarla büyük sorun yaşamaktadır. 1990 Baren ayaklanması,1997 Gulja ayaklanması ve 2009 Urumçi olayları Çin-Uygur ilişkilerinde önemli kırılma noktalarıdır.

2012’de yönetime gelen Xi Jinping 2013 yılında “Çin Rüyası” adını verdiği ve her alanda Çin ulusunun yeniden dirilişini öngören yeni bir politik süreç başlattı. Bu sürecin somut zemini ise Yeni İpek Yolu olarak adlandırılan Kuşak ve Yol İnisiyatifi oldu. Yüzyılın projesi olarak adlandırılan bu projenin ana kalbi, merkezi Avrasya coğrafyanın önemli bir parçası olan Uygur Özerk Bölgesi olarak seçildi. Bu bölge, tarihinde hiç olmadığı kadar Pekin için önemli bir yer haline geldi.

Kuşak ve Yol Projesi, Deng Xiaoping’den bugüne bütün Çin liderlerinin gündeminde olmuş bir projedir. Her lider kendi döneminde üstüne düşen vazifeyi yerine getirerek, katkıda bulunmuş ve bu projenin bugünlere kadar gelmesini sağlamıştır. Dolaysıyla Kuşak ve Yol İnisiyatifi bir anda ortaya çıkan bir proje değildir. Uzun yıllar boyunca sabırlı bir şekilde üzerinde çalışılarak ortaya çıkarılmış ve son tuğlayı da Xi Jinping koymuştur. Çin’in gelecek yüz yılını belirleyecek ve Çin’i dünya lideri yapacak bu proje Çin için oldukça önemlidir ve ne pahasına olursa olsun onu koruyacaktır.

2011’den itibaren Suriye’de başlayan ve halen devam eden savaşta Uygurlar, DAEŞ saflarında Esad’a ve öteki unsurlara karşı savaşmaya başladı. Çin, burada savaş deneyimi alan Uygurların tekrar Çin’e dönerek savaşı kendi topraklarına taşımasından endişe etti. Bu nedenle Xi Jinping, Çin’in ayrılıkçılıkla mücadele eylem planını değiştirerek 2014 yılında terörizme karşı halk savaşını ilan etti. Aslında ilan edilen halk savaşı Uygurlara karşı ilan edilmişti. 2017’de alınan bir kararla Uygur Özerk Bölgesi’nde 12-65 yaş arası halktan DNA ve parmak izi örnekleri toplanarak, iris taraması yapıldı. Adeta Çin yönetimi, Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan herkesi fişledi.

Çin, bir adım daha öteye giderek 2017’de tüm inançların Çinlileştirilmesi kararını aldı. Bu bağlamda, İslam dininin de Çin’e özgü sosyalizme uygun hale getirilmesi gündeme geldi. Çin’deki Müslüman halk tepki gösterdi. Daha önceleri daha çok Uygurların dini özgürlükleri engellenirken artık Çin’deki başta Çinli Müslümanlar olmak üzere diğer azınlık haklarından oluşan Müslümanların da kimi hakları kısıtlanmaya başladı.

Örneğin, Ningxia’da kubbeli mimarisiyle öne çıkan yeni bir cami, Çinli yetkililer tarafından Çin kültürüne ve mimarisine aykırı bulunarak yıkım kararı alındı. Çin, ibadethanelerin Çin kültürüne ve mimarisine uygun olmasını istiyor. Arap mimarisi olarak adlandırdığı bu tip camilere karşı çıkıyor. Çin yönetimi sadece camileri yıkmakla kalmıyor, yüzlerce kiliseyi de yerle bir ediyor. Oysa 1982’de din özgürlüğü Çin anayasasına yazılmış ve anayasal güvence altına alınmıştı.

Çin, bir adım daha attı ve 5 Ocak 2019’da Pekin’de bir seminer toplantısı düzenledi. Bu toplantıya Çin’in sekiz farklı bölgesinden Müslüman temsilciler katıldı. Toplantıda önümüzdeki beş yıl içinde İslam’ın Çinlileştirilmesi için yol haritası kabul edildi. Çinli yetkililer, İslam›ın Çinlileştirilmesinin, İslam›ın inançlarını, alışkanlıklarını veya ideolojisini değiştirmek anlamına gelmediğini, İslam’ın sosyalist toplumla uyumlu hale getirmekle ilgili olduğunu söylüyorlar.

Türkiye’nin Tepkisi

Türkiye, uluslararası kamuoyunun gündemini işgal eden iddialara uzun bir süre sessiz kaldı. Aslında Türkiye’nin sessizliği fırtına öncesi sessizliği andırması bakımından önemliydi ve nihayet Ankara,  9 Şubat günü Dışişleri Bakanlığı olağan basın toplantısında Uygur halk ozanı Abdurrehim Heyit’in hapishanede hayatını kaybettiğine dair haberlere ilişkin gelen bir soru üzerine verilen cevapla sessizliğini bozdu.

Dışişleri Bakanlığı’nın açıklaması görünürde bir halk ozanının vefat haberi üzerine bir tepki gibi olmasına rağmen satır aralarında Çin’e oldukça sert mesajlar içeren adeta bir ültimatom gibi görülebilecek ifadeler yer alıyordu. Dışişleri Bakanlığı’nın bu açıklaması dünya kamuoyunun gündemin bir bomba gibi düştü:  Dışişleri Bakanlığı açıklamasında özetle şöyle deniyordu:

Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Uygur Türklerinin ve diğer Müslüman toplulukların temel insan haklarını ihlal eden uygulamalar, özellikle son iki yıl içerisinde ağırlaşmış ve uluslararası toplumun gündemine taşınmıştır.

Özellikle Ekim 2017’de “Tüm Dinlerin ve İnançların Çinlileştirilmesi” siyasetinin resmen ilan edilmesi, Uygur Türklerinin ve bölgedeki diğer Müslüman toplulukların etnik, dini ve kültürel kimliklerinin tasfiye edilmesi hedefi doğrultusunda atılmış yeni bir adım olmuştur.

Keyfi tutuklamalara maruz kalan bir milyondan fazla Uygur Türkü’nün toplama kamplarında ve hapishanelerde işkence ve siyasi beyin yıkamaya maruz bırakıldıkları artık bir sır değildir. Kamplarda alıkonmayan Uygurlar da büyük baskı altında bulunmaktadır.

21. yüzyılda toplama kamplarının yeniden ortaya çıkması ve Çin makamlarının Uygur Türklerine yönelik sistematik asimilasyon politikası insanlık adına büyük bir utanç kaynağıdır.

Sincan bölgesinde yaşanan trajediyle ilgili görüşlerimizi Çin makamlarına her düzeyde dile getirdik.

Böyle bir ortamda, bir bestesi yüzünden 8 yıl hapse mahkûm edilen değerli halk ozanı Abdurrehim Heyit’in hapishanedeki ikinci yılında vefat ettiği haberini derin teessürle öğrendik. Bu elim hadise, Türk kamuoyunun Sincan bölgesindeki ağır insan hakları ihlalleri konusundaki tepkisini daha da kuvvetlendirmiştir. Bu haklı tepkinin Çin makamlarınca dikkate alınmasını bekliyoruz.

Abdurrehim Heyit’i ve Türk ve Müslüman kimliğine sahip çıkmak uğruna hayatını kaybeden tüm soydaşlarımızı rahmetle anıyoruz.

Bu vesileyle Çin makamlarını, Uygur Türklerinin temel insan haklarına saygı göstermeye ve toplama kamplarını kapatmaya davet ediyoruz.

Uluslararası toplumu ve BM Genel Sekreterini de Sincan bölgesindeki insanlık trajedisinin sona erdirilmesi için etkin adımlar atmaya çağırıyoruz.

Görüldüğü üzere açıklamada Türkiye, Çin’i çok sert bir şekilde uyarıyor ve aynı zamanda Birleşmiş Milletleri göreve çağırıyor. Daha önce 2009 Urumçi olaylarında da dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Birleşmiş Milletleri işaret etmişti. Son dönemde Türkiye’nin Uygur meselesinde sürekli Birleşmiş Milletler’i göreve çağırması, Çin’i oldukça öfkelendirdi. Yine açıklamada Türk kamuoyunun tepkisi dile getirilerek aslında bu açıklamanın da Türk kamuoyunda oluşan tepkinin neden olduğuna işaret ederek, adeta bu açıklama Türk kamuoyunun bir talebidir mesajını içeriyor.

Çin’den bu açıklamaya yanıt gecikmedi. Açıklamadan bir gün sonra Çin medyası Abdurrehim Heyit’in hayatta olduğunu gösteren bir video yayınladı. Ardından da Çin Dışişleri Başkanlığı Sözcüsü Hua Chunying bir açıklama yaparak, yalanlara dayanarak mesnetsiz ithamlarla Çin’in suçlanması çok yanlış ve çok çirkin diyerek, Çin’in Türkiye nezdinde resmi girişimde bulunduğunu söyledi. Daha sonra Çin’in Ankara Büyükelçiliği kapsamlı bir açıklama yayınlayarak Türkiye’nin iddialarını kınadı. Çin Büyükelçiliği’nin açıklamasında özetle şöyle denmiştir:

Çin hükümeti, uluslararası toplumun terörle mücadele konusundaki tecrübelerine dayanarak, kendi ülkesinin durum ve koşullarına uygun biçimde, terör ve aşırıcılıkla mücadele çalışmalarını derinlemesine sürdürmektedir. Mesleki eğitim merkezleri kesinlikle Türk tarafının ifade ettiği gibi “toplama kampları” değillerdir. Mesleki eğitim merkezlerinin en önemli hedefi, terör ve aşırıcılıkla mücadeledir; ana programları “üç öğrenme ve bir giderme” olarak özetlenen bu merkezlerin amacı ulusal dili, hukuki bilgileri ve mesleki becerileri öğrenme ve aşırıcılığı gidermedir. Herhangi bir ülkenin vatandaşlarının kendi ülkesinin ulusal dilini öğrenmesi gerektiği gibi Çin vatandaşları da Mandarin Çincesi bilmelidirler. Hiçbir ülkede hukuk göz ardı edilmemeli ve yok sayılmamalıdır. Mesleki beceriler olmazsa istihdam edilmek zorlaşır ve işsizlik yoksulluğa yol açar, böyle bir durum aşırıcı düşüncelerin yayılması için zemin oluşturur. Bu herkesin malumudur… Ayrıca Çin hükümeti destek vererek kaybolma riski taşıyan Kutadgu Bilig ve Divanü Lügati-Türk gibi tarihi eserleri kurtarmıştır. Uygurların Mumkam sanatı ve Kırgızların Manas Destanı gibi eserleri UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesine alınmıştır.

Çin’in açıklamaları ve Abdurrehim Heyit’in yaşadığına dair yayınladığı videoya rağmen Türkiye’den geri bir adım gelmedi ve bu yazının yazıldığı güne kadar da Dışişleri Bakanlığı’ndan herhangi açıklama veya düzeltme yapılmadı; bir hafta sonra AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik yaptığı açıklamayla Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasının arkasında durdu.

Uygurların Gölgesinde Türk-Çin İlişkileri

Uygurlar, Sultan Abdülaziz’den beri Türkiye’nin gündemindedir. Bu nedenle Türk-Çin ilişkilerinde yaşanan inişler ve çıkışlarda; hatta krizlerde her zaman öne çıkan etkileyici unsur Uygur halkı olmuştur. Türkiye de her zaman Uygur halkının yanında durmuştur. Türkiye gerek komünist dönem öncesi gerekse devrimden sonra Çin’i terk den Uygur göçmenlerine kapsını açmış, onlara iş, aş ve gelecek sunmuş; ama hiçbir zaman Çin’in toprak bütünlüğüne veya egemenliğine karşı bir politika takip etmemiştir. Türkiye’nin temel tezi Uygurların temel haklarının ihlal edilmeden Çin’in kanunlarına saygılı iyi birer vatandaş olmasıdır. Bu bağlamda, güçlü bir Çin’de güçlü ve müreffeh bir Uygur toplumunun olmasının hem Çin’in hem de Türkiye’nin ortak faydasına olduğuna inanmıştır.

Dışişleri Bakanlığı’nın bu son açıklamasının Türk-Çin İlişkilerinin ana gövdesine pek fazla zarar vereceği görülmüyor. Zira Türkiye, Çin için politik bir tercih değil aksine jeopolitik bir zorunluluktur. Dolaysıyla kolay kolay stratejik ortaklığa bir halel getirilmeyecektir. Ancak iki ülke arasında birtakım anlaşmazlıkların da olduğu açıktır. Her şeyden önce Türkiye, Kuşak ve Yol İnisiyatifinden beklediğini alamadı. Bakü-Tiflis-Kars demiryolunun da bağlı olduğu ve Kuşak ve Yol’un Türkiye ayağı olan Orta Koridor atıl bir vaziyette bekliyor.

Son dönemde Kuşak ve Yol projesini tamamıyla bir borç tuzağı olduğu iddiaları ve somut örnekleri Türkiye’yi endişelendiriyor. Bunun yanında Çin, son dönemde Avrasya coğrafyasının Rusya-Türkiye-Kazakistan üçlüsünün kontrolüne geçmesinden endişe etmektedir. Özellikle Türkiye’nin son dönemde Özbekistan ile ilişkileri geliştirmesi, Türkmenistan ve Kırgızistan ile yakın ilişkileri Pekin’in gözünden kaçmamaktadır. Rusya’nın Kuşak ve Yol İnisiyatifini desteklemesine rağmen Avrasya Birliği projesini geliştirmeye devam etmesi de Çin’in endişelerini artırmaktadır. 

Son dönem Çin yönetiminin rejimi daha da güçlendirme adına ideolojiye bağlılığı ve sadakati daha da fazla öne çıkarması ve özellikle Çin Komünist Partisi’nin 19. Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda topluma tek bir düzen hakim olmasını istemektedir. İşte bu noktada Uygurların kırmızı çizgisi aşılıyor. Uygurlar, toplumsal hayatlarını inançlarına göre tanzim etmek ve yaşamak istemektedirler. İbadetlerini özgürce yapabilmek ve kültürlerini sınırsız yaşamayı arzulamaktadırlar. Çin ise bunun toplumda ayrılık yaratacağı gerekçesiyle herkesin ideolojiye bağlı olmasını istemekte ve diğer inanç sistemlerini yasaklamaktadır.

Aslında çözüm Çin’in elinde. Çinli lider Deng Xiaoping ortaya attığı “bir devlet iki sistem” formülü Uygur sorununu çözecektir. Hâlihazırda bu sistem Hong Kong’da uygulanmaktadır. Hong Kong, Çin’in parçası olmasına rağmen komünist sistemin dışında ve kendi sistemini sürdürmektedir. Uygur sorununa kalıcı bir çözüm bulunmadıkça en azından Türk-Çin ilişkilerinde sıklıkla karşılaşılabilecek bir kriz olarak çıkacaktır.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir