Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 19, 2024

Küresel Bir Darbe: 28 Şubat!

28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantı tarihini esas aldığımızda 22 yıl geçmesine rağmen, bu darbeyi yeterince anlayamadığımızı ve gereken dersleri çıkaramadığımızı düşünüyorum. 28 Şubat darbesini, “Türkiye eksenli” bir okumayla anlayamayız. Bu darbenin küresel boyutunu, darbesinin arasındaki iradeyi görmemiz gerekiyor. Bunu yapabilirsek, muhtemel darbelere karşı daha hazırlıklı olabiliriz.

28 Şubat 1997’de gerçekleştirilen, 9 saat süren ve hukuk dışı kararların alındığı Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının tarihi, 28 Şubat darbesinin adı ve simgesi olmuştur. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde bu darbenin yıldönümlerinde etkinlikler düzenleniyor, bu darbe birçok boyutuyla masaya yatırılıyor, anlamaya ve dersler çıkarılmaya çalışılıyor. Bundan önceki darbelerle aşırı benzerliklerinin yanı sıra farklı yanları da var.

Klasik askeri darbeler, muayyen bir günde (27 Mayıs 1960, 12 Eylül 1980), “silahlı kuvvetlerin yönetime el koyduğunu” açıklamasıyla başlayıp, genel seçimleri takiben (15 Ekim 1961 ve 6 Kasım 1983) sona ermiş, yönetim sivil iradeye geçmiştir. 28 Şubat darbesinde, böyle bir başlangıç ve sona erme tarihi yoktur. 28 Şubat darbesinde devletin bütün erkleri kontrol altına alınarak kesintisiz darbe süreci başlatılmış, dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun dediği gibi “bin yıl sürmesi” planlanmıştır. Bunun için 28 Şubat darbesi, “post-modern darbe olarak nitelendirilmiştir.

28 Şubat darbesinde ordu yönetime fiilen el koymadığından, klasik askeri darbelerden ayrılmaktadır. Başlama ve sona erme tarihleri kesin olmasa da 28 Şubat darbesiyle 1990 yılının başından (Refah-Yol hükümeti döneminde sınırlı olmak üzere) 2002 genel seçimlerine kadar 12 yıllık süreyi anlamak gerekir. Etkileri AK Parti hükümetleri zamanında da devam etti. Türkiye’de en uzun süre hüküm süren ve
24 milyondan fazla mağdur üreten bir darbeden söz ediyoruz.

28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantı tarihini esas aldığımızda 22 yıl geçmesine rağmen, bu darbeyi yeterince anlayamadığımızı ve gereken dersleri çıkaramadığımızı düşünüyorum. 28 Şubat darbesini, “Türkiye eksenli” bir okumayla anlayamayız. Bu darbenin küresel boyutunu, darbesinin arasındaki iradeyi görmemiz gerekiyor. Bunu yapabilirsek, muhtemel darbelere karşı daha hazırlıklı olabiliriz.

Darbeler Kimin Eseri?

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra devletler arasındaki ihtilafların hukukun hakemliğinde, barışçıl yöntemlerle çözülmesi amacıyla Milletler Cemiyeti kuruldu. Ancak bu organizasyon İkinci Dünya Savaşı’nı önleyemedi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 26 Haziran 1945’te Birleşmiş Milletler Sözleşmesi imzalandı. Milletler Cemiyeti’nin yerini Birleşmiş Milletler aldı. Bu sözleşmenin önemli maddelerinden biri “kuvvet kullanma yasağı”dır. (2/4. madde)

Büyük devletler bu yasağı, taşeron terör örgütleriyle delmeye çalıştılar, çoğu kere başarılı oldular. Bu yeni süreçle birlikte, hafif silahlara ve el yapımı patlayıcılara sahip olan yerel terör örgütlerinin yerini konvansiyonel silahlara sahip “küresel terör örgütleri” almaya başladı. Küresel sistemin çıkarlarına uygun hareket etmeyen hükümetleri, o ülkedeki yerli işbirlikçileri eliyle devirmeye çalıştılar. İtalya’da (1948’de), İran’da (1953’te), Guatemala’da (1954’te), Haiti’de (1959’da), Ekvador’da (1961’de), Dominik Cumhuriyeti’nde (1963’te), Brezilya ve Endonezya’da (1964-65), Yunanistan’da (1967‘de), Şili’de (1973’te) gerçekleştirilen darbeler, ABD ve CIA patentli darbe ve müdahalelerden birkaçıdır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra NATO’ya bağlı ülkelerde, komünizm tehdidine karşı kurulduğu söylenen “illegal yapılar” darbelerde son derece etkili bir rol oynadı. (Daniel Ganser, NATO’nun Gizli Orduları, Grifin Yay) ABD’nin, yakın geçmişte, Mısır’da hükümeti askeri darbe ile devirmesi, Türkiye’de 15 Temmuz darbe teşebbüsünde bulunması, bugünlerde Venezuela’da seçilmiş devlet başkanı Maduro’yu devirmeye çalışması, darbenin hâlâ tehdit ve darbe planlarının güncel olduğunu gösteriyor. 27-28 Şubat 2016 tarihinde İstanbul’da düzenlenen “Dünyada ve Türkiye’de Darbe Yargılamaları Sempozyumu” bu sempozyuma katılanların sundukları tebliğler, darbelerin ABD yapımı olduğunu ortaya
koymaktadır.

Türkiye’deki Darbeler Kimin Eseri?

Dünyanın pek çok ülkesinde darbe planlayan ve bunda başarılı olan ülkelerin Türkiye’deki darbelerde parmağının olmadığı söylenemez. Türkiye’deki bütün darbelerin ve darbe teşebbüslerinin arkasında ABD vardır. 1960, 1980, 28 Şubat darbeleri ve 15 Temmuz darbe teşebbüsü, ABD’nin eseridir. 1960 darbesinin ABD yapımı olduğu konusunda geniş bir mutabakat vardır. Gazeteci Serdar Turgut, “1960 darbesinin, Türkiye’nin sosyal ve siyasi yaşamında dinin etkisinin artamaya başlayacağı korkusu nedeniyle yapıldığını” söylemektedir. (Habertürk, 28.05.2012)

Önemli sebeplerinden biri, ABD’den umduğunu bulamayan Adnan Menderes’in Rusya’yla ilişki kurmak istemesidir. Ali Özek-Ramazan Yıldırım, “Adnan Menderes’in Ağustos ayında Rusya’ya yapacağı ziyareti nedeniyle Ekim ayında yapılması planlanan darbenin erkene alındığını” belirtmektedir. (Hüseyin Yağmur, 27 Mayıs Darbesini Kim Neden Yaptı? Yenisöz, 29.05.2017)

Adnan Menderes’i devirmeye karar veren ABD, Demokrat Parti’nin 1957 seçim zaferinden itibaren darbenin alt yapısını hazırlamaya başladı. ABD, Türk Silahlı Kuvvetleri üzerindeki mutlak hâkimiyetiyle yetinmedi, medya eliyle Demokrat Parti aleyhinde algı operasyonu yürüttü. Demokrat Parti ideolojisine karşı olanları ortak bir cephede toplayarak, onları yönlendirdi, yönetti ve 1960 darbesini
gerçekleştirdi.

1980 darbesinden önce şiddet eylemleri ülke geneline yayılmak suretiyle darbe şartları olgunlaştırılmaya çalışılmıştır. Darbenin önde gelen generallerinden Bedrettin Demirel’in, “darbeyi bir yıl önce yapacaktık ama şartların olgunlaşmasını bekledik” sözleri, bu durumu ortaya koymaktadır. Orgeneral Tahsin Şahinkaya, 1980 darbesinden bir gün önce Türkiye’ye döndü, 12 Eylül darbesi yapıldı. 1980 darbesini ABD Başkanı Carter’a, “bizim çocuklar başardı” diye haber veren kişi, 1974’ten 1977 yılına kadar Türkiye’de görev yapan, daha sonra Washington’da ulusal güvenlik danışmanlığına getirilen Paul Henze’dir. (Mehmet Ali Birand, 12 Eylül Saat: 00:04, Milliyet Yayınları)

12 Eylül iddianamesi, 1980 darbe sürecini gayet güzel bir şekilde özetlemektedir. 28 Şubat darbesi ABD-İsrail ortak yapımı, 15 Temmuz da ABD’nin taşeronu FETÖ eliyle uygulamaya koyduğu başarısızlıkla sonuçlanan bir darbe teşebbüsüdür.

28 Şubat Darbesi Küresel
Bir Darbedir!

1989 yılında komünizmin çökmesi, dünyada “yeni bir dönemin” başlangıcı oldu. Soğuk Savaş döneminde, “komünizmi” birinci tehdit olarak niteleyen Amerika, tehdit skalasının birinci sırasına İslam’ı yerleştirdi. İlk askeri tatbikatta, düşmanı (komünizmi) temsil eden kırmızının yerine yeşili koymak suretiyle, “İslam = Terör” politikasını benimsedi. Bu politika değişikliği, müttefiki olan ülkeler de uygulamaya, dünyanın her yerinde, dini grup ve cemaatlere zulümler artmaya başladı. Türkiye’deki 28 Şubat darbesi, ABD’nin bu (yeni) politikasının Türkiye’ye uyarlanması operasyonundan ibarettir.

28 Şubat darbesi, birçok kişinin zannettiği gibi sadece Türkiye’deki değil, (Amerika’da, Avrupa’da, Çin’de, Rusya’da, Afrika’da, Orta Doğu’da, Asya’da) “dünyadaki bütün Müslümanları” kapsayan, “küresel” bir darbedir! Amerika’nın etkinliğinin fazla olduğu ülkelerdeki 1990 öncesi ve sonrası uygulamalar incelendiğinde bu darbenin etkileri görülecektir.

Tunus’ta başörtüsü yasağı, Nahda Partisi’nin yasadışı ilan edilmesi, Mısır’da Müslüman Kardeşler Partisi’ne ve parti mensuplarına yönelik uygulamalar, Türkiye’deki 28 Şubat uygulamalarıyla birebir örtüşmektedir. Avrupa ülkelerinde İslamofobia, toplumun bütün katmanlarına yayılmaya başladı. Amerika’daki 11 Eylül saldırısıyla birlikte Müslümanlara yönelik hak ihlalleri, daha da sistematik hale geldi. Ünlü Fransız hukukçusu Jean-Claude Paye, 2004 yılında yayımladığı “Hukuk Devletinin Sonu” isimli kitabında, “İkiz Kulelere yönelik terör eyleminin 3 yıl içinde bütün Avrupa hukukunu nasıl etkilediğini” somut örnekleriyle ortaya koyuyor.

28 Şubat Darbe Süreci
Nasıl Başladı?

Komünizmin çökmesinden sonra Amerika’nın yeni politikasına ilk uyum sağlayan ülkelerden birinin Türkiye olduğunu görüyoruz. MİT Müsteşarı Teoman Koman, 1989 yılının Aralık ayında Başbakanlık’a gönderdiği bir yazıda, laik kimliğiyle tanınan, Muammer Aksoy (Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı), Çetin Emeç (Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni), Turan Dursun (2000’e Doğru dergisi yazarlarından) ve Bahriye Üçok’a (Ankara İlahiyat Fakültesi öğretim görevlisi) suikast düzenleneceği ihbarı aldıklarını bildirmiştir.

Yazıda isimleri belirtilen bu dört kişi (ne bir eksik ne bir fazla) 1990 yılı içinde öldürüldü. 1990 yılından itibaren kamu kurumlarında geniş kapsamlı bir tasfiye ve kadrolaşma süreci başlatıldı. Bundan önceki darbelerde olduğu gibi, şiddet eylemleri ve PKK’nın eylemleri artmaya başladı. 1993 yılı bu konuda dikkat çekmektedir. PKK’nın devlet içindeki bağlantılarını inceleyen Uğur Mumcu, 24 Ocak’ta aracına konulan bombayla, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın beyin takımından Adnan Kahveci de 5 Şubat’ta şüpheli bir trafik kazasında hayatını
kaybetti.

Devlet içindeki bir grubun PKK ile ilişkisini öğrenen Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis (17 Şubat’ta), Diyarbakır Jandarma Komutanı Bahtiyar Aydın (22 Ekim’de) öldürüldü. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, (görev süresinin bitimine 3 yıl kala) 17 Nisan’da akla zarar ihmaller zinciri sonucu hayatını kaybetti. 2 Temmuz’da, Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılan 33 kişi Sivas’ta, sadece 3 gün sonra 33 köylü (Erzincan) Başbağlar köyünde yaşamını yitirdi. Laik-anti laik, Alevi-Sünni çatışması çıkarmaya yönelik bu operasyonlar amacına ulaşamadı.

1990’lı yılların faili meçhul bilançosu yaklaşık 17 bindir. Resmi kayıtlara göre, 1990’da 11, 1991’de 31 olan bu sayı, 1992’de 362’ye, 1993’te 467’ye, 1994’te 423’e çıkıyor, sonra düşmeye başlıyor. Birdenbire ortadan kaybolan binlerce kişi, evinden veya sokaktan kaçırılarak infaz edilenler, intihar süsü verilerek öldürülenler bu listenin
dışındadır.

1995 milletvekili seçimlerinde Refah Partisi’nin birinci olmasıyla darbe süreci yeniden hız kazandı; ikinci ve üçüncü sıradaki iki parti, zoraki bir koalisyon hükûmeti kurdu. Üç buçuk ay sonra dağılan ANA-YOL koalisyon hükûmeti döneminde, Refah Partisi’nin içinde yer alacağı (müstakbel) “hükûmeti düşürmenin” altyapısı hazırlandı. ANA-YOL hükümeti güvenoyu alamayınca, Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi hükümet
kurdu.

Refah-Yol hükûmeti kurulduktan sonra “irtica” söylemleri artmaya başladı. Müslüm Gündüz ile Fadime Şahin’in aynı evde basılmasıyla (28 Aralık 1996) başlayan ve 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantı tarihine kadar medya organlarının sürekli gündemde tuttuğu “bir oyun” sahneye konuldu. Fadime Şahin kanal kanal dolaştırıldı. 30 Ocak’ta Sincan’da düzenlenen “Kudüs’ü anma gecesi” irtica tehlikesinin unsuru olarak gösterildi. 4 Şubat’ta Sincan’da tanklar yürütüldü. Sincan belediye başkanı ve 9 kişi DGM tarafından
tutuklandı.

28 Şubat’ta, son yılların en uzun süren MGK toplantısı yapıldı. Genelkurmay Başkanlığı 29 Nisan’da medyaya, 10 Haziran’da yüksek yargı mensuplarına brifing verdi. Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş 21 Mayıs’ta, Refah Partisi’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Hükümete yönelik tehditlerin dozu artmaya başladı. Hürriyet gazetesi 12 Haziran’da, “Genelkurmay Başkanlığı: Gerekirse silah kullanırız” manşetiyle çıktı.

Başbakan Necmettin Erbakan, hükümet ortağı Tansu Çiller’in başbakan olması halinde tansiyonun düşeceği beklentisiyle 18 Haziran’da başbakanlıktan istifa etti.  İstifa dilekçesini ve ekindeki Tansu Çiller başbakanlığında kurulacak hükümetine güvenoyu vereceğini taahhüt eden milletvekili listesini Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e sundu. Ancak Demirel, hükümet kurma görevini Mesut Yılmaz’a verdi. Bu arada “milletvekili transfer pazarı” kuruldu. DYP milletvekillerinin bir kısmı gönüllü olarak, bir kısmı tehditle, bir kısmı vaatle, bir kısmı para karşılığında partilerinden istifa ederek başka partilere geçti. 30 Haziran’da Mesut Yılmaz’ın başbakanlığında ANAP, DSP, DTP koalisyon hükümeti kuruldu.

28 Şubat darbesini planlayanlar, Refah-Yol hükümetini düşürdükten sonra önemli bir engeli bertaraf etmiş oldular. Bu hükümetin ardından, Hasan Celal Güzel’in deyimiyle “cunta hükümeti” kuruldu. Başbakan Mesut Yılmaz “siyasi hayatıma mal olsa bile çıkaracağız” dediği, kesintisiz eğitim yasasını 16 Ağustos’ta Meclis’ten geçirerek, imam hatip liselerinin orta kısımlarını kapattı. 

31 Ekim’de (1992 tarihli) Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde öncelikli tehdit olan PKK “irtica” olarak değiştirildi. İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu 23 Şubat 1998 tarihinde başörtü yasağını uygulamaya koydu. Mart ayında dekanlara, “Türban yasağını uygulamak için gerekirse bilime ara verin” sözleri sürecin özeti niteliğinde. Bu yasak bütün üniversitelere ve diğer kamu kurumlarına yayılmaya başlıyor. Kimliğinde başörtülü fotoğrafı nedeniyle Medine Bircan hastaneye alınmıyor, vefat ediyor. 1999 yılında meslek lisesi mezunlarına katsayı uygulaması getirilerek, imam hatip lisesi mezunlarının üniversiteye girişi yasaklandı.

28 Şubat darbesini organize edenler başörtüsü yasaklamak, imam hatip liselerinin orta kısımlarını kapatmak ve Kur’an eğitimini yasaklamak suretiyle dini grup ve cemaatlerin şiddetli tepki vermesini ve terör zeminine çekmeyi planladılar. Halkın sağduyusu sayesinde bu plan Türkiye’de işlemedi. Uygulamaya konulan hukuksuz yasaklara karşı Türkiye’nin her yerinde protestolar düzenlendi. Resmi kayıtlara göre 2 milyon 800 bin kişi, başörtü yasağını protesto amacıyla el ele tutuşarak, büyük bir eylem gerçekleştirdi.

Elele eylemine destek verenler ve Malatya Üniversitesi önünde başörtüsü yasağını protesto edenler idamla yargılandı. Muhafazakâr kesimin cebir ve şiddet eylemlerine başvurmaması, darbecilerin emir ve talimatlarına göre hareket eden yargının, legal/yasal STK’lardan terör örgütleri üretmesine engel olmadı.

Emniyet Genel Müdürlüğü, 1999 yılının Aralık ayında “Türkiye’de 18 irticai terör örgütü olduğunu” açıkladı. Bu listeyle Türkiye’deki dini grup ve cemaatler, dergi ve gazeteler, yasal dernekler ve vakıflar, terör örgütü olarak nitelendirildi. 17 Ocak 2000 tarihinde (İstanbul) Beykoz’da Hizbullah örgütüne operasyon düzenlendi. Villada bulunanlar örgüt verilerini imha ettikten sonra ölü olarak ele geçirildi. Örgüt militanları verileri imha etmesine rağmen, bu tarihten sonra dini grup ve cemaatlere yönelik operasyonlarda, bu verilere (!) atıfta bulunulmaya başlandı.

Hiçbir terör eylemi olmayan, terör yöntemini benimsemeyen Selam Tevhid gazetesine, Malatya Dayanışma Vakfı’na, Vahdet Vakfı’na, Mazlum-Der’e, İBDA-C’ye, Aczimendilere, Cemalettin Kaplan grubuna, Müslüman Gençlik’e operasyonlar yapıldı, çok sayıda kişi tutuklandı, davalar açıldı. Ağır işkence altında zorla imzalatılan ifade ve teşhis tutanakları delil olarak kabul edildi, sanıklar ağır hapis cezalarına mahkûm
edildi.

Bu süreçte yargılananların önemli bir kısmı anayasal düzeni ortadan kaldırma (TCK.146. madde) iddiasıyla mahkûm edildiğinden hâlâ cezaevinde yatmaya devam ediyor. (Yörünge dergisi, Haziran-2018 sayısı, 28 Şubat Darbesinin Mağdurları Cezaevinde Unutuldu! başlıklı yazımız.) 1989 yılının Aralık ayında başlayan ABD’nin yeni politikasının uyum süreci, AK Parti iktidara gelene kadar artarak devam
etti.

28 Şubat Darbesinin Failleri Yargılandı mı?

28 Şubat darbesiyle ilgili Anayasal ve yasal hiçbir soruşturma engeli olmadığı halde soruşturma başlatılmadı. Genelkurmay Başkanlığı’nın düzenlediği brifingde nefret söylemini dakikalarca ayakta alkışlayan yargı mensuplarının bu suçla ilgili soruşturma başlatmaması anlaşılabilir bir durumdur. 28 Şubat darbesiyle ilgili yargılama, 12 Eylül 2010 tarihindeki Anayasa değişikliğinden sonra gündeme geldi. Referandumda 1980 darbesini gerçekleştirenlerin yargılanmasına engel teşkil eden Anayasa’nın Ek 15. maddesinin kalkması, 1980 darbecilerinin yargılamasının önünü
açtı.

Otuz yıl önceki bir darbe hakkında soruşturma yapılırken daha yakın bir tarihte gerçekleşen 28 Şubat darbesiyle ilgili hiçbir işlem yapılmaması kamuoyunun tepkisine neden oldu. 28 Şubat soruşturması kamuoyunun baskısıyla başlatıldı. Soruşturmayı yürüten savcı, sadece Batı Çalışma Grubuna mensup 103 sanık hakkında iddianame düzenledi. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davada, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, generaller Çevik Bir, Çetin Doğan, Erol Özkasnak ile dönemin YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz’ün de aralarında bulunduğu  21 sanığa müebbet hapis cezası
verildi.

Tarafların başvurusu üzerine dava dosyası İstinaf Mahkemesi’nde. 28 Şubat darbesinin diğer bileşenleriyle ilgili soruşturma hâlâ devam ediyor. Diğer darbelerde olduğu gibi 28 Şubat darbesinin de medya, siyaset, işadamı, üniversite, STK birçok bileşenin iştirakiyle gerçekleştirildiğini biliyoruz. Soruşturma bir an önce davaya dönüşmeli, bu suça iştirak eden diğer bileşenlerden de hesap sorulmalıdır.

15 Temmuz Darbe Teşebbüsü:

28 Şubat darbesinin, İslam’ın inanç ve uygulamalarını yaşam alanından silmeye yönelik küresel bir darbenin Türkiye coğrafyasındaki uygulaması olduğunu belirtmiştik. Bu darbenin aktörlerinin söylediği gibi binyıl sürecek şekilde planlandı. Bu darbeyi planlayanlar, devletin bütün erklerini kontrol altına alarak hasımlarını etkisiz hale getirdiler. Amaçlarının gerçekleştirilmesinde engel olarak gördükleri hükümeti düşürdüler, siyasi partiyi kapattılar. Toplumda kendilerine itiraz edecek yapı kalmadı. Ancak 3 Kasım 2002 seçimlerinde hiç ummadıkları bir sürprizle karşılaştılar. Fazilet Partisi’nin içinden çıkan bir grup tek başına iktidara geldi. Deyim yerindeyse halk darbeye destek veren partileri sandığa
gömdü.

İslam’a yönelik baskı ve yasak politikaları, başka ülkelerde de halk nezdinde kabul görmedi. Tunus’ta Nahda Partisi, Mısırda İhvan-ı Müslimin Partisi seçimlerde sürpriz yaptı. Mısır’da hükümet askeri darbe ile devrildi. Türkiye’de de AK Parti’yi dönüştürmek veya iktidardan uzaklaştırmak için sayısız planlar yapıldı. AK Parti, kendisini iktidara getiren seçmenleri unutmadı. 28 Şubat’ın yasaklarını kaldırmak için çaba gösterdi. Sistem içi mekanizmaların baskılarına boyun eğmedi. AK Parti’nin kendi adayını Cumhurbaşkanı seçtirmesini önleyemediler, AK Parti’yi
kapatamadılar.

2013 yılının sonlarına kadar kendisini gizleyen FETÖ, 17/25 Aralık operasyonuyla birlikte maskesini çıkardı. Bu operasyon amacına ulaşamayınca MİT TIR’ları operasyonunu devreye soktu. Bu da başarılı olamayınca, büyük şehirlerde bombalar patlamaya başladı. Hükümet OHAL ve sıkıyönetim ilan etmeyince bu defa PKK devreye sokuldu, hendekler kazılmaya başladı. Bölge halkı PKK’ya destek vermeyince bu operasyon da başarılı olamadı. 15 Temmuz’da, terör skalasının son aşaması olan askeri darbe devreye
sokuldu.

15 Temmuz darbe teşebbüsü, 28 Şubat darbesinin devamıdır. Türkiye’yi 28 Şubat raylarına çekme girişimidir. 28 Şubat darbesiyle 15 Temmuz darbe teşebbüsünün patronları aynı, taşeronları farklıdır. Darbeyle mücadelede, FETÖ’ye endeksli bir mücadele eksiktir. FETÖ deşifre olduğu için kullanım süresi dolmuştur. Küresel güçler, bundan sonraki darbe teşebbüsleri için başka taşeronlar bulacaktır.

Küresel Darbe
Devam Ediyor!

15 Temmuz darbe teşebbüsünden önceki operasyonlar, 15 Temmuz darbe teşebbüsü, darbe teşebbüsünden önceki ve sonraki siyasi ittifaklar, ekonomik saldırılar, AK Parti’yi iktidardan düşüremedi. Küresel güçler, Türkiye’yi 28 Şubat’ın ayarlarına döndürmek için yeni planlar yapmaya devam edeceklerdir. Muhalefet cephesi AK Parti’yi iktidardan düşürmeye yetmediği için AK Parti içindeki küskünlerinden yararlanmayı deneyecekler, surdan bir gedik açmaya çalışacaklardır.

Ancak 15 Temmuz darbe teşebbüsü, ABD’nin Türkiye’deki bürokrasi içindeki uzantılarına büyük darbe vurdu. Zira ordudan, emniyetten, yargıdan, üniversitelerden vs. FETÖ’cüler tasfiye ediliyormuş gibi görünüyor ama gerçekte tasfiye edilenler ABD ajanlarıdır. Bürokrasi içindeki kadrolar tasfiye edildikçe ABD’nin operasyon gücü giderek zayıflıyor.

AK Parti, 28 Şubat darbecilerinin koyduğu yasakları kaldırdı. Yakın bir gelecekte, bu yasakların tekrar uygulamaya konulması zor görünüyor. Esasen Türkiye, küresel 28 Şubat’ın etki alanından çıkmış durumda, tehdit altında olan, dünyadaki diğer ülkeler/bölgeler: Mısır, Suriye, Irak, Afganistan, Pakistan, Filistin, Çin, Doğu Türkistan (Uygur bölgesi), Rusya, Çeçenistan, hatta Avrupa, Amerika!

Her yıl milyonlarcası topraklarından sürülüyor, on binlercesi öldürülüyor, ağır hapis cezalarına çarptırılıyor. Avrupa ülkeleri de başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere, en temel hak ve özgürlükleri ihlal ediyor, yasaklar koyuyor. Dünyanın birçok yerinde, camiler kapatılıyor, minareler yasaklanıyor, başörtüsü yasaklanıyor, sakal yasaklanıyor, namaz yasaklanıyor, oruç yasaklanıyor, Kur’an öğrenmek/öğretmek yasaklanıyor. 28 Şubat darbe sürecinde 24 milyondan fazla vatandaşımızın maruz kaldığı zulümleri unutmayalım, unutturmayalım ama bu zulümlerin daha fazlası dünyanın başka yerlerinde devam
ediyor.

1989 yılından itibaren Müslümanlar, küresel bir haçlı seferiyle, postmodern bir Haçlı Seferiyle karşı karşıya. Her yıl 28 Şubat’ta, küresel darbenin patronlarının darbe sürecinde Türkiye’deki zalimane uygulamalarını gündeme getirirken, dünyanın diğer yerlerinde Müslümanların maruz kaldığı zulümleri de gündeme getirelim. Bu zihniyetin dünyaya barış ve mutluluk getiremeyeceğini anlatalım.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir