Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Nisan 25, 2024

Evde Seçim Heyecanı

Baharın müjdesi yağmurlar, yavaş yavaş yeşeren tabiat, çiçek açan ağaçlar… Mart, iki mevsimin iç içe geçtiği bir ay… O yüzden eskiler “Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır” demişler. Bahar geldi sevinci, aniden inen karın getirdiği soğukla bir anda tersine döner, kazma kürek yakma noktasına getirir insanı. Yine de bizim coğrafyamızda günler bu ayda bir hayli uzamış olduğundan, güneşin çıkmasıyla bahar havası hemen hissettirir kendini. Bu yüzden bu ayda, kışın bitişinin rahatlığı ile bahara girişin telaşı aynı anda yaşanır, …

Evet, işte tam da bu ayda bizim evde başka bir telaş ve heyecan var. Bir anda evi kapladı bu heyecan. Bu da nedir, diye sağıma soluma bakınırken bir de ne göreyim evin haylazları pür telaş koşuşturup duruyorlar… Eve yeniden reis belirleme vakti gelmiş, bu haylazlar eski reisten pek memnun değillermiş, ille de değişiklik isterlermiş…

Görmüş geçirmiş aksakal tabir edilen büyükler ise bu heyecana ihtiyatla yaklaşmakta.

-Efendim, bu gençlerin kafası bir başka çalışıyor… Aaah… bizim gençliğimiz diyecek oldum, sonra gençliğimi hatırladım. Kendi kendime, dön de geçmişin aynasına bir bak hele, dedim. Devamı da geldi: Sen sanki büyüklerinin her beğendiğini beğeniyor, onların tercihlerini yeğliyordun. Eee… gençlik bu; biraz hareket, biraz değişiklik isteyecek doğal olarak. Yeter ki istenen şey, doğrusundan, doğasından ve doğalından olsun…

-Düşündüm, kafamı iki elimin arasına almadan düşündüm. Öyle de düşünülebiliyormuş meğer. Bizi hep belli kalıplarda düşünmeye zorladılar. Gençlere bu gibi hallerde hak vermiyor da değilim. Bazen kalıpları kırmak gerekiyor. Onlar da bunu yapmaya çalışıyorlar belki. Bizim kalıplar onlara dar geliyor kim bilir? Kabul etmek lazım, herkes kendi zamanını yaşar. Çocuklar bile kendilerini ispat ve de ilahî bir mevhibe olan akıllarını göstermek için bazen isyanları oynarlar. Anne baba ne derse, tersini yapar kerata yumurcaklar… Gençlerde ise, bu biraz daha belirgin ve baskındır. Hatta bu gibi durumlarda, haram ve yasak olan şeylere yönelme eğilimi bile görülür onlarda. İşte bu noktada aile bağlarının çok güçlü olması gerek. Aksi takdirde hızla giden arabanın tekerinin fırlaması gibi kopup giderler aileden. Yüz üstü, perişan bir vaziyette bırakırlar bütün bir aileyi.

-Öyleyse nedir efendim? Onlara, anlayacakları dilden konuşmak gerekir. Özellikle tarih ve kültür bilinci vermek gerekir bu körpe beyinlere. Yüce Allah Kitab’ında boşa mı bahseder geçmiş milletlerden ve peygamberlerden… Hz. Adem, Hz. İbrahim, Hz. Musa’nın yanında İblis, Nemrut ve Firavundan… Hayırdan da şerden de ihtiyaç miktarınca haberdar olsunlar… Çünkü dünya hayır ve şerrin iç içe geçtiği ve insanoğlunun böyle imtihan edildiği bir arena… “Ben, sizi hayırla da şerle de sınarım…” buyurur Yüce Mevlâ. Hayrı bilmek kadar şerri bilmek de önemli… Hayra koşmak, şerden kaçmak için… Eskiden beri bilinen bir gerçektir: Şerri öğrenmek şerden korunmak içindir. Devamı da var: şerri bilmeyen şerrin tuzağına çok kolay düşer…

-Demek ki, bugünün yanında dünden de bahsetmeli gençlere… Bahsetmeli ki, bazı olayları hatırlasınlar da yanlış karar verip hem kendilerini hem de ev halkını geri dönülmez bir yola, içinden çıkılmaz bir kuyuya sürüklemesinler… Nasıl sürükleyecek üç beş genç demeyin sakın! Gençleri hafife almayın… Eskiler “arabanın küçük tekeri nereye giderse büyük de oraya gider” derlerdi. Efendim eskiden at arabasının küçük tekeri önde gederdi, traktör gibi. Gençler önde giden atlılardır… Yarış bittikten sonra bile koşabilir onlar… Onlar için yarışın bitmesi diye bir şey de yoktur aslında. Her an yarıştadırlar… Onları tatmin edecek, ikna edecek ve durduracak sağlam gerekçelerimiz olmalı. Yoksa önüne geleni yıkıp geçen bir sele dönüşür gençlik.

-Öncelikle akıllarını kullanmayı, iradelerini frenlemeyi öğretmeli onlara. Kadrince kararınca. Ne bastırmalı duygularını ne de köreltmeli kaygılarını… Akıllarına yatacak şekilde tane tane anlatmalı. Kısaca iyi bir eğitim ve terbiye ile güzel bir kişilik kazandırmalı. Bu noktada bizim kararlı ve sağlam duruşumuz önemli… Gençlikten değil, asıl kendimizden korkalım. İyi bir eğitim ve terbiye almış gençlik nerede hareket edip nerede duracağını bilir. Bunun örnekleri de tarihimizde çokça vardır…

-Evet, ne demiştik? Geçmişi hatırlamak ve hatırlatmak gerek. Eski evi veya evin eski hallerini, bazı evlerin yanlış tercih sonucu ne gibi sıkıntılara maruz kaldıklarını… Hiç birini bilmiyorsan hani bir zamanlar bir kanalizasyon sorumlusunun nasıl sorumsuzluk örneği verdiğini, gece kondularla evin iç düzeninin ve dış silüetinin nasıl bozulduğunu, çöp yığınlarının koridorlarda adeta barikat oluşturduğunu, yığılan çöp atıklarının nasıl bomba gibi patladığını… Bitti mi? Hayır. Dahası var: Anasını-atasını bilmez; aile ve hukuk tanımaz, ha bire geçmişine söver bir takım sorumsuzların nasıl köşe başlarını tuttuğunu… kadınların-kızların başörtülerine nasıl ellerinin uzandığını… Küçücük kız çocuklarının dinini öğrenmek için gittiği mektepler önünde nasıl kovalandığını… Bunları anlatacaksın… Gençlere geçmişlerini hatırlatacaksın…

-Hakikaten ben de unutmuşum be birader. Sahiden bütün bunlar oldu be eski evde! Gençlere ne diyelim? Şimdi sen deyince ancak hatırladım. O sorumsuz kanalizasyon sorumlusu yüzünden evler kurumuş çöle dönmüştü. Ayda bir suyumuz akarsa sevinirdik, yıkanmak için yapılan küveti bile su deposu olarak kullanır olmuştuk… Meğer adam ev halkından topladığı paralarla kendine bir sevgili yapmış, onunla yemiş yutmuş… Kıskançlıktan mütevellit bir ihbarla ortaya çıktı bütün pislikleri… Meğer yıllardır bizi kanalizasyon sorumlusuyum diye kandıran bu adam, gerçekte kanalizasyonun içinde yaşıyormuş da biz farkında değilmişiz… Vay be… Bu nasıl bir şeytana külahını ters giydirme operasyonu…

-Hele o bomba gibi patlayan çöp yığınları… Burnumuzu tutarak yakınlarından geçtiğimiz su kenarları… Bir zamanlar bu sorumsuzları oraya getirenler ve vatandaşa atık muamelesi yapanlar, şimdilerde dürüstlükten, temizlikten ve hizmetten bahsediyorlar… Hey gidinin kandırıkçıları… Bir de “sonuna kadar” demezler mi? Yoksa bunlar “sonuna kadar” derken halk tabiriyle “donuna kadar” mı demek istiyorlar? İnsanın aklında neler de geliyor? Aman Allah’ım! Bizi ve üzerimizdekileri koru… Soyguncusundan da, goygoycusundan da…

-Gençler bunları görmedi efendim! Görmedikleri için zihinlerinde canlandırmaları da zor bir hayli. Ama bizim görevimiz anlatmak. Çünkü geçmiş, şimdinin aynası, geleceğin projeksiyonudur. Kişinin geçmişi, şimdiki haline ve geleceğine ışık tutar. Bugünlerde, evin içinde dolaşan, köşe kapmaktan başka hiçbir meziyeti olmayan heriflere dikkat etmek lazım. Bunlar giyinirler kuşanırlar, oda oda dolaşırlar, kandıracağı, tokatlayacağı saflar ararlar… O kadar da saf olmamak lazım. Ne demiş Ulu Nebi: “Aklına ve iradesine mukayyet olan bir delikten iki kere ısırılmaz…” Öyleyse akıl başta, baş yolda olmalı. Aklı baştan çıkaran, başı da yoldan çıkarır…

-Bakmayın bunların konuşmalarının retoriğine, giyimlerinin klaslığına, duruşlarının sahte asilliğine; sakın kanmayın. Bunlar, evin bahçe duvarına yaslanmış odun kütükleri gibidir. Ne kadar yontulmuş olsa da, içleri kütük, işleri kötülüktür…

Onları, hain gözlerinden tanırsın. Çünkü gözleri sürekli odaların başköşesindedir. Başköşeyi tutamazlarsa, tutanın yanında yer tutarlar… Bunlar diş geçirdiklerine hırlar, geçiremediklerine kuyruk sallarlar… Yağdanlık gibidirler… Yaktıkları yağlar simsiyah içlerine akar…

-Nerden biliyorsun birader? Bir kişinin içini, Allah’tan gayrı kimse bilemez?

-Doğrudur efendim! Ben de zaten içlerini bilirim, demiyorum. Ne ki, onların içlerinin karası, sığmaz içlerine, taşar da; yüzlerine, gözlerine ve sözlerine yansır. Aklı ve iradesi elinde olan feraset sahipleri bunu anında fark eder. Bizim gibiler ise, biraz fasılayla ancak fark eder…

-Bunların derdi köşedir. Orayı tutsunlar da, sonuç ne olursa olsun… Köşenin hakkını verebilirmiş, veremezmiş umurlarında değil… Köşeyi tutmak için bunlar evin azılı düşmanı veya kaçkın hainleriyle bile iş tutmaktan geri durmazlar… Evin altını üstene getirmeyi amaçlayan melanet bir girişime, senaryo derler de, yüzleri kızarmaz… Kendilerinde olanı, başkasına yansıtırlar. Zira bunların hayatları senaryo… Birileri yazsın bunlar oynasın… Aklı başında iradesi elinde değil ki zavallıların… Ama âgâh olmak gerek! Dışarının mafyatik desteğiyle veya evin ferasetsizleri yüzünden başköşeyi bir tuttular mı, millete mum tutturur bunlar…

-Siz de haklısınız be gençler! Onların bu karanlık tarihini görmediniz. Aydınlık bir zamanda tanıdınız dünyayı. Ne yağ kuyrukları gördünüz, ne de tüp… Musluğu çevirdiğinizde akan su, düğmeye bastığınızda yanan elektrik vardı… Biraz pahalılık, evin mutfağına ve erzak deposuna yapılan saldırılardan kaynaklı azıcık yokluk ve yoksunluk, sizlerin zoruna gidiyor şimdilerde. Ama emin olun ki bunların çok ağırlarını bu millet yaşadı. Bunu bilmek için çok uzaklara değil, otuz kırk yıllık geçmişe bakmanız yeter! Siz, siz olun, aman aklınıza mukayyet olun! Aklınıza musallat olanlara fırsat vermeyin!

-Dert bir değil ki! Bir de içimizdeki kifayetsiz muhterisler… İki kelimeyi bir araya getirmeyen, evin yolunu bulamayan, evin içinde bocalayan çapsızlar… Sağa sola koştururlar, her köşeye talip olurlar… Kıl kadar meziyetleri olsa dükkân onların! Tecrübeler gösteriyor ki, meziyeti olmayanın sadece eziyeti olur… Meziyetlerin en büyüğü de çapını ve çarpanını bilmektir…  Gençler bu çapsızları da görüyor, bunlardan bir cacık olmayacağını… Haklı olarak içten içe isyan ediyorlar… Ağızlarını açacak oluyor, kelimeler boğazlarında düğümleniyor, ya sabır çekiyor, duruyorlar… İşte bu, gençliğin erdemidir. Ama her şeyin bir sınırı vardır. Sabrın sınırı bıçağın kemiğe dayandığı yerdir…

-Başka bir derdimiz de, bir köşeyle yetinmeyip köşe kapmaca oynamak isteyenler… Keşke herkes kendi köşesinde işini yapsa… Zira her işin bir erbabı vardır. İşin erbabı, işini yapandır. Adam vardır güzel meddahlık yapar… Bırakın yapsın efendim meddahlığını, renkli penceresinde… Bu da bir sanat neticede… Ama tutturmuş ille de bir köşe yetmez başka köşeler isterim! Durduramamışlar adamı, verin şuna bir köşe daha, onunla oyalansın demişler, adam çöküvermiş… Allah Allah…  Kıyamet mi kopacak ne?!

-Söyleyen ne güzel tercüman olmuş derdimize:

“Derdim çoktur hangi birin anayım

Sıla derdi, ana derdi, yar derdi…”

-Elimizdeki imkanları har vurup harman savurmamak lazım, dostlar! Yoksa evin mutfağında, boş tencerenin başında elimizi ovuştururken buluruz kendimizi bir anda. O zaman bir muhteris de çıkar ben daha iyisini yaparım der… Der mi der. Ağız bu, torba değil ki, büzesin!

-Olacak olur… Âmennâ! Amma lakin, Yüce Mevlâ akıl vermiş, fikir vermiş… İmtihan dünyasına göndermiş bizleri… Öyleyse biz, üzerimize düşeni yapalım! Sonucu ilahî takdir belirler… Biz sonuçtan değil, verilen imkânlardan, onları akıllıca kullanmaktan sorumluyuz… Kısaca aklımızdan ve irademizden… Sonuçta olacak olur. Ne demiş eskiler: Olan ile ölene çare bulunmazmış… Biz diyelim kader, sen de alın yazısı, öteki de şans desin… Hepsi aynı kapıya çıkar… Ama elimizde bir mazeret olsun en azından… Beri yanda da Öte yanda da…

03.03.2019

Cağfer Karadaş

 

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir