Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Mart 28, 2024

Suriye Savaşı ve Coğrafyamızın Geleceği

İslam öncesinde dünya sistemine egemen olan iki büyük güç olarak “Bizans” ve “Pers”in,  barış ve kavgaları genel olarak bugün Suriye olarak belirlenen coğrafyanın ekseninde cereyan etmekteydi. İslam’dan sonra Hz. Ali ile Muaviye kavgasında Suriye merkezi bir rol oynamaktaydı. Yine Eyyubilerin Sultanı Selahattin Eyyubi’nin gerek Haçlı işgaline karşı verdiği mücadelede gerekse içeriden Fatımilerle giriştiği mücadelede Şam/Suriye anahtar role sahipti. Asırlar sonra Osmanlı ile Safevilerin egemenlik yarışlarında yine Suriye öne çıkıyordu.

“Tenazu/Çekişme, İştiğâl/Çelme atma, Talik/Oyun dışı bırakma ve İnşa/Yeniden yapılandırma”

Yıllardır Suriye’de devam eden savaş, kavga, sürtüşme, ittifak, ayrılma, politik ve askeri izdivaç, boşanma, yıkım, tehcir, ölüm ve işkence birkaç asrın en önemli hadiselerinden biridir. Yeryüzü ölçeğinde bu konu ile yakından veya uzaktan, doğrudan veya dolaylı olarak ilgilenmeyen hiçbir siyasi, ekonomik ve askeri güç bulunmamaktadır. Çünkü şu an Suriye’de devam etmekte olan kavga, sadece devlet güçleri ile farklı muhalifler arasında değil; dünyanın bütün “asıl/belirleyici” ve “tali” denge güçleri arasındadır. Bu nedenle yıllardır Suriye’de devam etmekte olan ve bir türlü durmak bilmeyen kavga, dünya dengeleri ve Orta Doğu güçleri arasındaki bir kavgadır.

Durum böyle olunca savaş sonunda Suriye’nin alacağı nihai şekil, dünya dengelerinin yeniden şekillenmesinde etkili olacağı hususunda hiç kuşku yoktur. Bu konuda binlerce yazı, onlarca makale ve kitap yazılmıştır. Ancak savaşın bir özeti ve Suriye Savaşı’nı anlama rehberi meyanında kısa bir şeyler yazmaya çalışacağız.

A) Suriye’nin Tarihsel ve Jeopolitik Konumu

Suriye’de yıllardır devam eden iç savaş, dünya tarihinin en ilginç “kesişim noktaları” ve “tarihin tekrarı”na “mazhar” olmaktadır.

Bilindiği üzere İslam öncesinde “Bizans” ve “Pers” imparatorlukları olmak üzere dünya sistemine egemen olan iki büyük güç bulunmaktaydı. Onların barış ve kavgaları genel olarak bugün Suriye olarak belirlenen coğrafyanın ekseninde cereyan etmekteydi. Aynı zamanda İslam’dan sonra Hz. Ali ile Muaviye kavgasında Suriye merkezi bir rol oynamaktaydı. Çünkü Şam, Emevi hanedanlığının başkenti ve Muaviye’nin karargâhıydı. Yine Eyyubilerin Sultanı Selahattin Eyyubi’nin gerek Haçlı işgaline karşı verdiği mücadelede gerekse içeriden Fatımilerle giriştiği mücadelede Şam/Suriye anahtar rol oynamıştır. Daha sonra Selahattin Eyyubi, yönetim merkezini Şam’a taşımış ve orada vefat
etmiştir.

Asırlar sonra Osmanlı ile Safevilerin egemenlik yarışlarında Suriye yine anahtar rol oynamaktaydı. Çünkü Çaldıran Savaşı ile birlikte Safevilerin yayılma politikalarına set çekilmişti. Ancak Osmanlı’nın asırlar boyu İslam dünyası üzerindeki hâkimiyeti, Memlukluların yenilmesi ile tesis edildi. Suriye bu açıdan da merkezi bir rol yüklenmiştir. Çünkü Yavuz’un Mısır seferindeki en temel başarı noktası, Halep civarında Memluklularla giriştiği “Mercidabık” Savaşı’dır. Böylelikle Yavuz’un Mısır seferi yolundaki önemli bir engeli ortadan kaldırılmış oldu. Görüldüğü gibi gerek antik, gerekse İslam tarihinde dünya ve Orta Doğu dengelerini belirlemede Şam/Suriye belirleyici bir konumda olmuştur.

Günümüzde de buna benzer bir durum söz konusudur. Çünkü Bizans ve Pers gibi dünya sistemine hâkim olan iki egemen güç; NATO ve Avrasya (Rusya, Çin, İran, Lübnan) şu an Suriye’de bilek güreşi yapmaktadırlar. Aynı zamanda Hz. Ali ve Muaviye savaşında olduğu gibi İslam dünyasında alan açma ve yayılma peşinde olan “Şiilik” ve “Selefilik/Sünnilik” olmak üzere iki büyük İslâmî anlayış da Suriye’de savaşmakta ve yeni nüfuz alanları açma peşindedirler.

İki büyük İmparatorluğun bakiyesi, siyasi, askeri ve jeopolitik olarak da İslam dünyasının en önemli ülkesi olan Türkiye ve İran, şu an Suriye toprakları üzerine daha fazla etkili olmaya çalışmaktadırlar. İdeolojik olarak da İslam öncesi iki farklı din ve dünya görüşüne sahip olan Pers ve Bizans inançları gibi şu an Suriye’de iki karşıt dünya tasavvuru olan “laiklik” ile “şeriatçılık” kavgaları devam
etmektedir.

B) Suriye’de Kavga Eden/Tenazu Âmiller

Suriye’de etkin olan iç ve dış âmiller/etkenler arasında ilk önce Suriye toprakları ve zenginlikleri üzerinde tenazu/çekişme meydana geldi. Ondan sonra orada söz sahibi olmak isteyen güçler arasında iştiğâl/çelme atmalar söz konusu oldu, ardından bazı oyuncular talik/oyun dışı kaldı ve son olarak da oyunun içinde kalanlar arasında bir inşa/yeniden yapılandırma müzakerelerine gidildi.

Suriye savaşını öğrenmek için orada at koşturan siyasi, stratejik, askeri, ekonomik, toplumsal ve dini âmilleri mutlaka bilmek gerekir. Suriye’de devam eden iç savaş bağlamında anlaşılması zor olan “iştiğal/çelme atmalar”dır. Onun için önce “çekişme/tenâzu”dan başlayacağız.

Suriye’de her durumda ma’mûl (etkilenen) “Suriye halkı ve Suriye toprakları”dır. Âmillere gelince;

a) Küresel düzeyde “NATO” ve “Avrasya” olmak üzere iki asıl âmil vardır.

b) Bölgesel düzeyde “Sünni-Selefî” (Türkiye, Suud ve Katar) ve “Şiî” (İran, Bağdat ve Lübnan) olmak üzere iki fer’î/tali âmil vardır.

c) Finansal olarak “Körfez’in petrol” doları ile “İran’ın humus” (zekat olarak toplanan beşte biri) olmak üzere iki ana sermaye mevcuttur.

d) Fetva ve etki açısından “Karadavî’nin ihvânî ve cihadî” yaklaşımı ile “Bûtî’nin sünnî ve tasavvüfî” yaklaşımı vardır.

e) Suriye Devleti’nin iç dinamikleri açısından “rejim ordusu” ile “Özgür Suriye Ordusu” mevcuttur.

f) Örgütsel etki bakımından “PYD/YPG” ile “DAEŞ/Nusra/Ehrârü’ş-şâm” ve “Hizbullah” vardır.

g) Politik ve sosyolojik vizyon açısından “şeriatçılar” ve “laikler” vardır.

h) Proje ve emel bakımından ise küresel düzlemde “NATO’nun bütün enerji kaynaklarına hakim olma ve İsrail’in güvenliğini ilelebet tam sağlama” ile “Avrasya’nın Akdeniz’de alan açma ve yeni pazarlar bulmak” vardır.

ı) Bölgesel düzeyde ise “kızıl elma”, “Şiî hilali” ve “Akdeniz’e açılmış Kürdistan” ve “tampon selefi oluşum” hayalleri vardır.

Bunların tamamı farklı düzlemlerde “Suriye halkı ve coğrafyası”nda âmel eden âmillerdir. Orada asıl âmil, “NATO” (ABD) ve “Avrasya” (Rusya) bloğudur. Diğer tüm âmiller ise onlardan güç alarak âmel ediyorlar. Burada NATO ve Avrasya bloğu dışında amel etmek isteyen ya eski ortaklıklardan güç almakta ya da yeniden onlara itimat etmektedir.

Peki, bu kavgada kim kime çelme attı (İştiğâl)? Bunun bütün detaylarını aktarmak uzun bir çalışmanın konusudur. Ancak burada elimizden geldiğince önemli noktalara temas etmeye çalışacağız.

1) Dünya sistemi açısından iştiğal

Irak, Afganistan ve Libya’ya hâkim olduktan sonra NATO, her yeri silip süpüreceğini hesaplamıştı. Ancak Suriye’de Avrasya kanadının ona set çektiği görülmektedir. Aynı zamanda Avrasya’nın yarım asra yakındır Suriye’de geliştirdiği askeri ve ekonomik ilişkiler, Suriye Savaşı ile birlikte büyük ölçüde duvara tosladığı görülmektedir. Bu iki askeri ve ekonomik gücün orada birbirlerini tamamen yok sayacağı düşünülemez.

Bu nedenle şu an orada birbirlerini tamamen sınırlandırmak yerine gizli veya açık “paylaşım” odaklı bir anlaşma söz konusudur. Avrasya bloğu, daha çok Rejim’in elindeki topraklar üzerinde egemenliği tesis ederken NATO bloğu ise daha çok YPG’nin elindeki topraklar üzerinde egemenliğini tesis etmektedir. Ancak bunun nihai şekli ve paylaşımı ne kadar ve nasıl olacağı zamanla netlik kazanacaktır.

2) Sünnilik/Selefilik ve Şiilik açısından iştiğâl

Arap Baharı ile birlikte Mısır, Libya ve Tunus’ta Sünni kanat, daha doğrusu “İhvan çizgisi” yükselen “siyasi ve dini bir güç” haline geldi. Ancak Suriye’de onun İran, Suriye rejimi ve Hizbullah’ın duvarına tosladığı görülmektedir. Bunun gibi İran’ın Irak, Afganistan ve Lübnan’da birçok yeni mevzileri kazanması da Suriye’de İhvan, Türkiye destekli ÖSO ve diğer cihadist örgütlerin ağına takıldığı anlaşılmaktadır. Ancak şu an orada asıl âmil olan Rusya-İran bloğudur.

Özellikle İhvan çizgisinin orada çok zayıf kaldığı ve hatta bitmeye yüz tuttuğu söylenebilir. Selefi ve cihadist örgütler için ise durum biraz daha farklıdır. Onların örgütsel yapıları ve askeri güçleri biraz daha kalmaya devam edecektir. Özellikle dünya sistemi İran’ı sınırlandırmak için İdlib ve çevresinde “Selefi” bir oluşuma izin verirse bu güç daha da pekişmiş olacaktır.

3) Rejimin iç güçleri açısından iştiğal

Daha önce bu kategoriye Rejim ordusu ile ÖSO’yu sokmuştuk. Bunun asıl nedeni ise ÖSO’nun temelde Rejim’den ayrılan komutan ve askerlerden oluşmasıdır. Denebilir ki ÖSO, Suriye’de kaç senedir devam eden savaşta en dağınık ve en başarısız yapıdır. Türkiye’nin doğrudan desteği ve eğitimi olmasaydı şu an Suriye’de çoktan talik/denklemin dışında kalmıştı. Bu nedenle Türkiye’nin askeri yardımı olmadan bu haliyle hiçbir yerde varlığını sürdüremezdi. Suriye ordusu ile ÖSO arasındaki çekişme, eninde sonunda Türkiye ordusu ile Suriye ordusu veya diğer örgütlerle arasındaki çekişmeye dönüştü. Bunun en somut örnekleri Cerablus ve Afrin’de görüldü.

Onun Suriye denklemindeki varlığı, güçlenmesi, nerede ve ne kadar kalacağını büyük oranda belirleyecek olan Türkiye’dir. Elbette orada şu an hareket eden bütün askeri âmiller, bir yerden destek almaktadırlar. Ancak ÖSO, diğerlerinden daha fazla dış desteğe bağlı ve dağınık bir yapıdır. Bu açıdan Türkiye olmasaydı, Suriye ordusu ve diğer örgütlerin ÖSO’yu tamamen pasifize etmeleri mukadderdi.

Bundan sonraki süreçte ÖSO denklemi, Türkiye ile Suriye veya Amerika ile Rusya arasında belirlenecektir. Mevcut haliyle aslında Suriye ordusu ile ÖSO arasında bir egemenlik paylaşımı görülmektedir. Ancak bunun ne kadar süreceğini veya nasıl şekilleneceğini zaman gösterecektir.

4) Fetva ve etki bakımından iştiğâl

Suriye Savaşı’nda en fazla bilinen ve hakkında tartışmalar cereyan eden; “Karadavî’nin ihvânî ve cihadî” yaklaşımı ile “Bûtî’nin sünnî ve tasavvüfî” yaklaşımıdır. İhvan, uluslararası büyük bir harekettir. Onun yapısı, hedefleri ve düşüncesi ayrı bir konudur. Ancak İhvan’ı değerlendirirken onun “monoton” bir yapı olmadığını belirtmek gerekir. Sözgelimi “Suriye İhvan’ı” “Tunus İhvan’ı” ve “Ürdün İhvan’ı” birbirlerinden farklı olabilir. İhvan, İslami bir hareket olarak cihadı ön plana çıkarsa da temelde sivil, siyasi, sosyal ve kültürel bir harekettir. Bunun en iyi örneğini Mısır’da gördük. Mısır’da bunca cezalandırma ve sindirmeye rağmen İhvan, bir hareket olarak silahlı direnişe başvurmadı. Ancak Suriye, İhvan açısından bir kırılma noktasıdır. Orada birkaç unsurun etkisiyle süregelen sivil ve politik tutumundan farklı olarak İhvan, silahlı direnişe başvurdu.

Buna karşılık Bûtî’nin rejime açıkça destek vermesi ve onun yanında yer alması dışındaki tutumu, İslam tarihindeki Sünni siyaset anlayışıyla örtüşmekteydi. Elbette Ehl-i Sünnet âlimleri arasında bu konuda farklı düşünenler olmuştur. Ancak Ehl-i Sünnetin kahir ekseriyeti sonu nereye varacağı kesin olmadığı bilinmediğinden dolayı isyana pek sıcak bakmamışlardır.

Bûtî’nin sergilediği tutumdan anlaşıldığı gibi onun sadece rejimle ilişkisi değil, aynı zamanda Ehl-i Sünnetin politik tutumu ve tasavvuf anlayışının da onun takındığı tutumda etkili olduğu görülmektedir. Hangi saikle olursa olsun Bûtî’nin kelâmî, fıkhî ve tasavvufî anlayışı, Suriye Savaşı bağlamında Karadavi’nin politik anlayışına galip geldiği açıkça ortadadır.

Elbette aklı başında olan hiçbir vicdan sahibi, rejimin yaptığı zulümlere rıza göstermez. Ancak askeri yöntem ve silahlı direnişin Suriye’yi yıkık bir ülke haline getirdiği ve Suriye halkını perişan ettiği ortadadır. Dolayısıyla Bûtî’nin öngörüsünde çok isabetli olduğu gayet açık anlaşılmaktadır.

5) Örgütsel etki bakımından iştiğâl

Bu kategoriye YPG, Hizbullah ve Selefi örgütleri koymuştuk. Hizbullah birçok yerde Suriye ordusu ile hareket etmektedir. Suriye ordusunun durumu ve etki alanı ortadadır. Aynı zamanda Hizbullah, uzun zamandır Orta Doğu’da bilinen bir yapıdır. Buna nedenle ona ilişkin bir değerlendirme yapmaya gerek yoktur. Burada asıl değerlendirilmesi gereken seküler ve İslami örgütlerdir. Şu an Suriye toprakları üzerinde küçük ve büyük onlarca selefi örgüt bulunmaktadır. Fakat onlardan en etkili olanları “DAEŞ”, “Nusra” ve “Ahrarü’ş-şam”‘dır. Bunların üçü de selefi ve cihadî örgüt olmakla birlikte en katı olan DAEŞ, sonra Nusra ve daha sonra ise Ahrarü’ş-şâm gelmektedir.

Bu örgütlerin benzerlik ve farklılıkları vardır. Suriye ile ilgili yazan çizen hemen hemen herkes, sadece farklılıkları ön plana çıkarmaktadır. Oysa YPG gibi seküler ile DAEŞ gibi selefî yapılar arasında önemli benzerlikler de vardır. Onlar da şudur:

Birincisi, bu yapıların ana omurgası Suriye’de olmakla birlikte daha çok Suriye dışından giden savaşçılarla ayakta kalmaktadırlar.

İkincisi, onların içinde farklı konum ve bakış açılardan olsa da “kadın” önemli bir rol oynamaktadır. Bu nedenle onların kadına yaklaşımı, farklı çevreler tarafından tartışma konusudur.

Üçüncüsü, bu hareketler “askeri ve ideolojik” boyutu tam aşmış değiller. Bu nedenle her ne kadar onların sivil ayakları olsa ve farklı sosyoekonomik bir zemine sahip olsalar da birçok konuda daha ideolojik yapılarını tam anlamıyla aşmış görünmemektedirler.

Dördüncüsü, aşağı yukarı onların örgütlenme biçimi “mutlak itaat” ve “lider kültü”ne dayanmaktadır.

Beşincisi, her bir örgüt küresel veya bölgesel bir gücün müttefiki olduğu gibi başka küresel veya bölgesel bir gücün de hasmıdır.

Burada sayılan benzerlikler, daha çok “formel” ve “örgütlenme” açısındadır. Ancak seküler ile selefi örgütlerin “dünya bakış açıları”, “amaçları”, “tasavvurları”, bireysel, toplumsal, ekonomik ve politik anlayışları birbirine taban taban zıt olduğu açıktır.

Örgütsel etki bakımından yukarıda ismi zikredilen örgütler, birçok yerde birbirlerine engel olmuş ve çok şiddetli çatışmalara girmişlerdir. Hâlâ bazı yerlerde bu çatışmalar devam etmektedir. Fakat selefi oluşumların dağınık yapıları, onlarla savaşan gerek rejim gerekse YPG’nin elini güçlendirmiştir. Hatta selefi örgütlerin birbirlerinden katlettikleri insan sayısı, onlarla mücadele edenlerin kendilerinden katlettikleri insan sayısından az olmadığı söylenebilir.

Şu an mevcut durumda bir paylaşımın söz konusu olduğu, her birisinin de farklı yerlere egemen oldukları görülmektedir. Ancak dünya kamuoyunda İslami yapılar hakkında oluşan antipati, seküler yapıların elini güçlendirmekte ve etki alanını biraz daha genişletmektedir.

Suriye toprakları üzerinde kavga eden örgütlerin asıl çıkmazları, “ideolojik katılık” ve “muhalifleri ile olan ilişki”leridir. Bu konuda hemen hemen hepsi askeri ve ideolojik davranmaktadır. Bugün Suriye toprakları üzerinde etkili olan örgütlerin geleceğini büyük ölçüde ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, İran ve Türkiye belirleyecektir.

6) Ekonomik sermaye açısından İştiğâl

Bu konuyu çok uzatmadan diyebiliriz ki mevcut durumda İran’ın humusu, Körfez’in doları karşısında zor günlerini yaşamaktadır. Hatta son birkaç ay önce İran’da meydana gelen ve sonra duran veya durdurulan ayaklanmanın en temel saiki “ekonomide kötüleşme” durumudur. Bunun en önemli nedeni ise İran’ın başta Suriye olmak üzere kendi toprakları dışında yaptığı askeri harcamalardır.

Ancak bu durum, selefi yapıları doğrudan veya dolaylı finanse eden Körfez ülkelerinin durumunun çok iyi olduğu anlamına gelmemektedir. Belki İran’ın humusuna nispeten onların ekonomik olarak biraz daha iyi olduğu söylenebilir. İran, oradaki harcamaların bir kısmını başta Kerkük olmak üzere Irak petrollerinden kapatmaya çalışıyor. Fakat bununla Suriye ve Yemen’deki savaşlarını ne kadar sürdüreceği bilinmemektedir.

7) Suriye Savaşı bağlamında ele alınması gereken küresel ve bölgesel vizyon ise çok uzun bir konudur. Bununla birlikte şu an Suriye’de aktif olan güçlerin az da olsa “hemfikir” oldukları konular vardır. Ancak daha önce saydığımız dört küresel ve dört bölgesel hedef açısından herkes “kısmen” amacına ulaşmıştır. Ancak kimin daha sonra amacında ne kadar ilerleyeceği veya bu konudaki öngörüler, ayrı bir tartışma konusudur.

C) Sonuçlar

1) Suriye Savaşı, dünya sisteminin ikiyüzlülüğünü gözler önüne serdiği gibi bu coğrafyadaki bütün fay hatlarını da ortaya koymaktadır.

2) İsrail’in güvenliği, dünya sisteminin vazgeçilmez unsurudur.

3) Uzun vadede İsrail’den daha büyük, daha güçlü ve daha etkili bir ülke bırakmamak, dünya sisteminin en güçlü stratejisidir.

4) Kendi evimiz olan İslam dünyası veya Orta Doğu’daki sorunları herkesin kazançlı çıkacağı, makul, âdil ve en azından kahir ekseriyetin razı olacağı şekilde çözmediğimiz sürece her gün kan kaybedeceğiz.

5) Kısa vadeli, agresif ve çıkarcı tutumlar yerine uzun vadeli ve makul yollara baş vurulmadığı sürece kimse kazançlı çıkamaz.

6) Suriye sadece yüz binlerin mezarı değil; maalesef insanlık, kardeşlik, hak, hukuk, komşuluk ve vicdanımızın da mezarı olmuştur.

7) Dini, düşüncesi, ideolojisi, etnisitesi ve mezhebi ne olursa olsun “öteki” görülen toplum veya topluluklarla sağlıklı bir iletişim kurulmadığı ve ortak bir yaşam alanı inşa edilmediği sürece birçok sorun sürüncemede kalacaktır.

8) Suriye’deki yaralar daha sıcak olduğu için oradaki trajedi ve dramın farkına tam olarak varılmıyor. Yaralar biraz daha soğudu mu akıl, vicdan ve iz’anın ne kadar kaybedildiği ve onların nasıl “felç” olduğu daha net görülecektir.

9) Suriye’de kavga eden ve çekişen güçler, ister küresel olsun ister bölgesel; ister devlet güçleri olsun ister örgütler, kısa vadeli bir anlaşmaya gidebilirler. Ancak uzun vadede tekrar Suriye eksenli ciddi bilek güreşine gireceklerinden hiç kuşkunuz olmasın. Çünkü oradaki hiçbir güç, kısa vadeli hesaplar için Suriye’de bulunmamaktadır. Küresel düzlemde NATO ile Avrasya, bölgesel düzlemde ise Türkiye, İran ve Suudi Arabistan, daha sert bir şekilde hâkimiyet yarışına girecektir.

10) Orta Doğu’da yaşayan farklı din, mezhep ve etnisitelere mensup halklar, birbirlerine karşı kısa vadeli kazanımlar elde edebilirler. Ancak onlar, kendi aralarında makul ve insânî çözümler üretmedikçe her gün biraz daha fazla işgalcilerine bağlı ve bağımlı hale gelirler. Kısa vadeli kazanımlar her zaman söz konusu olabilir. Fakat uzun vadede din, dil, tarih, kültür, ahlak, insanlık ve vicdan
kaybedilecektir.

11) “Benim coğrafyamda yaşayan ve benim komşum olan Arap, Kürt, Fars, Türk, Azeri, Ezidî, Sünni, Alevi, laik ve şeriatçının kaybedeceği yerde ben kazanmış olamam” şeklinde düşünen insan sayısı çoğalmadıkça bu sorunlar bitmez. Kendimden olanlarla makul çözümler üretmemenin en büyük bedeli ise herkesin farklı yollarla ortak, acımasız, işgalci ve en azılı düşmanlardan yardım dilemesi olacaktır. Bunun doğal bir sonucu olarak hep birlikte mutlu, hak sahibi, söz sahibi, saygın ve onurlu olmak yerine modern dünyanın tanrılarına dönemsel köle olarak yaşanmaya mahkûm olunacaktır.

12) Orta Doğu veya İslam dünyasının geleceğini bu veya şu şekilde, az veya çok, aktör veya figüran olarak belirleyecek olan dört büyük ülke (İran, Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan), beş büyük halk (Pers, Türk, Arap, Kürt, Berberi), dört önemli ideoloji (İslamcılık, Batıcılık, Milliyetçilik, Solculuk) ile üç büyük mezhep (Sünnilik, Selefilik, Şiilik) belirleyecektir. Ancak
bunların aralarındaki fay hatları giderek
daha da derinleşiyor.

13) Başta Suriye ve Yemen olmak üzere birçok yerde devam eden siyasi ve askeri kavgalara bakıldığında uzun vadede coğrafyanın tamamını etkileyecek ve onun üzerindeki nihai operasyonu en etkin şekilde zemin hazırlayacak İran, Türkiye ve Suudi Arabistan savaşının bütün taşları tek tek döşendiği anlaşılmaktadır. Konuya dair derli toplu okumalar, bunu güçlü bir şekilde akla getirmektedir.

14) Açıkça görüldüğü gibi şu an Suriye’de hem küresel sistem hem de Orta Doğu sistemleri açısından ciddi bir kavga söz konusudur. Bu anlamda onun alacağı nihai şekil, birçok konuda belirleyici olacaktır. Ancak işin vahim boyutu tüm bu süreçlerde gariban ve yoksul kesimlerin kurban olmasıdır. Görüldüğü gibi her âmilin, Suriye’de bir plan, proje ve çıkarı vardır. Sadece onun peşinde koşmaktadır. Birçok âmil, orada bulunan bütün farklı dini, siyasi, kültürel ve etnik yapıları kuşatan ve geleceğe taşıyan projelerden yoksundur.

15) Yıllardır devam eden Suriye Savaşı da ortaya koymaktadır ki laik/dindar, Müslüman/gayrimüslim, Alevi/Sünni gibi dinî, mezhebî, ideolojik ve etnik sorunlar gibi birçok sorunu makul bir zeminde halledemiyoruz. Bütün bu sorunların sürüncemede kalması, bu coğrafyada yaşayan toplumların kendi sorunları yine kendilerinin çözmelerine mani olanların stratejilerine zemin hazırlamaktadır.

Hiçbir çağda sorunlar, içinde yaşadığımız çağ kadar kitleselleşmemişti. Daha önceki asırlarda asıl kavgalar siyasi ve askeri erkler arasında cereyan ediyordu. Onun dışında kalan toplumsal yapılar, normal hayatlarını idame ettiriyorlardı. Hatta çoğu zaman kavgalardan haberdar bile olmuyorlardı. Ancak şu an bütün bu hastalıklar, yukarıdan aşağıya pompalanmaktadır.

Bu coğrafyada bunun farkında olan bazı devlet adamları ve etkili kişiler elbette vardır. Fakat onlar da ister istemez eninde sonunda küresel stratejilere uygun hareket etmek zorunda kalıyorlar. Ancak bütün bunların sorumlusu yine bizleriz. Kendi arasında çok basit, belki de belediye düzeyinde sorunları konuşup çözüme kavuşturamayanlar, mega projelere kurban gitmeye mahkumlar.

المعمول واحد وهو الشعب السوري بجميع أطيافه، ولكن العوامل كثيرة، كلها تتنازع، ويشتغل ويعلّق بعضها بعضا على ذلك المعمول الوحيد

(Suriye savaşının tek mamulü/etkilenen bütün farklı fraksiyonları ile “Suriye” halkıdır. Ancak orada âmiller çoktur. Söz konusu âmillerin tamamı tek mamul olan Suriye üzerinden kendi aralarında tenazu eder, birbirlerine çelme atar ve birbirlerini denklem dışı bırakmaya çalışırlar.)

Geçmişle geri kalma / Müstakbele hem dalma / Hâl ile dahî olma / Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler…

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir