Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Mart 28, 2024

İslam Cemaat Dinidir

Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara, “Çağdaş İslâmî Akımlar”ı Anlattı

Risale-i Nur Enstitüsü’nün 2018-2019 Pazar Seminerleri kapsamında Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara “Çağdaş İslâmî Akımlar” semineri verdi.

Sunuculuğunu Ali Osman Çetin’in yaptığı halka açık olan seminer İzzet Akada’nın Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başladı ve devamında Büyükkara, “çağdaş” kelimesini modern olarak değil muasır olarak kullandığını vurgulayarak 10 kriter üzerinden çağdaş İslâmî akımları genel olarak 3 ana başlıkta tasnif ettiğini anlattı. Seminerden öne çıkan başlıklar şöyle:

İslam bir cemaat dinidir

Akımlar aslında bir fikri, ortak amacı, iş yapma biçimini gösteriyor. Arapça’da “tayyarat”, İngilizce’de “trend” denilen akımlar, cemaatler üstü bir çatı kavramdır. Birçok cemaatin aynı akım içinde yer alabildiğini görüyoruz. Ümmet olarak sadece fertlerden oluşmuyoruz. Fertler çeşitli amaçlar için cemaatler olarak örgütlenmekteler. Bu amaçların başında samimi bir amaç olan Allah rızası geliyor. Çünkü cemaatleşme ve beraber iş yapma, verimi ve motivasyonu arttırıyor. İslam dininin bir cemaat dini olmasının sonucudur zaten dini gruplar. Ancak bunun getirdiği bazı riskler de var. Bunların ne olduğunu aşağı yukarı biliyoruz, bunlardan sakınmak gerekiyor.

Dinî akımları tanımak diyaloglarımızı kolaylaştırıyor

Dinî akımlar üzerinde araştırmalar yapmak ve bunları mukayese eder şekilde incelemek bizim kuvvetli taraflarımızı ve zaaflarımızı bize göstermesi açısından önemli. Örgütlenmiş bizlere bir ayna tutuyor. Birbirimizi tanıyoruz. Birbirimizi tanımak beraber oturup diyaloğa girmenin kapısını açıyor. Tanımayan insanlar önyargılarla birbirlerini ötekileştiriyorlar. Dinî akımları tanımak birbirimizi tanımamız noktasında bir önbilgi sağlıyor. Birbirimize nasihat etmemiz birbirimiz arasındaki önyargılardan oluşan duvarların incelmesi hatta yıkılması ümmetin hayrına olacaktır.

Oryantalistler bizi bizden iyi biliyor

Oryantalizmin yaklaşık 150-200 senedir önemli uğraş alanlarından bir tanesi olmuştur Müslümanların aralarındaki fırkalaşmaları. Müslümanların ihtilaflarını çalışmak oryantalizmin önemli bir branşı haline gelmiştir. Bunun meyvelerini de son 100 sene içinde toplamışlardır. Çünkü kuvvetli noktalar ve zayıf noktalar tespit edildiğinde, oraya siyasî/askerî bir çıkartma yapıldığında o insanların nasıl kolay boyunduruk altına alınacağının, birbirleriyle birleşmelerine nasıl mâni olunacağının ve birbirleriyle nasıl çatıştırılacağının da bir önbilgisi edinilmiş oluyor. Oryantalist literatüre baktığımızda bu noktada çok ciddi enstitülerin kurulmuş olduğunu biliyoruz. Sadece dinî cemaatleşme, mezhepleşme değil aynı zamanda etnik kimliklerimizi, kabilelerimizi didik didik ettiklerini, bizim bilgimizden daha çok bilgiye sahip olduklarını ve bunu hala devam ettirdiklerini çok iyi biliyoruz.

Cemaatleşme Türkiye’ye özgü değildir

Cemaatleşme işi sadece Türkiye’de değil, İslam aleminin her tarafında. Laik, otariter, totaliter, dinî hareketlere müsamaha göstermeyen yönetimler genellikle başta olduğu için bu cemaatleşmeler çoğunlukla gizli saklı yürütülen çalışmalar olduğundan bu yapıların çalışılması doğal olarak mahrem sayılmış. “Bunları çalışıp neden kendimizi açığa vuracağız” düşüncesi belli ölçüde anlaşılabilir ama artık iletişimin çok güçlü olduğu bir çağda bu tavrı göstermenin çok isabetli olmadığını düşünenlerdenim. Çünkü bizim kendi yapımız adına mahrem saydığımız bir şeyin herkes tarafından bilindiğinin farkında olmamız gerekiyor. Cemaatlerin şeffaflaşmasının ne kadar önemli olduğunu 15 Temmuz sonrası dönemde kendi iç müzakerelerimizde görmüş olduk.

“Modern” cemaatler

Çağdaş İslâmî akımlar deyince burada tasnif edeceğimiz cemaat, tarikat, hareket veya parti her nevî oluşum varsa bunların modern olgular olduğunu öncelikle belirtmeliyiz. “Modern” derken “modernist” anlamında bunu kullanmıyorum. Bu yapılar daha önce yoktu. İtiraz edebilirsiniz, “Tarikatlar en az bin yıllık, bunlara nasıl modern deriz” diye. Nakşîlik, Kadirîlik, Rufaîlik vs. geriye gittiğimizde en azından bin yıllık yapılar. Bugünkü tarikatlara baktığımızda o klasik tarikat tarzı bir yürütme içindeler mi? Yani şeyh efendi ve müritlerinden oluşan, çile doldurulan, zikir çekilen bir yapı mı? Yoksa buna ilaveten okullar kuran, televizyonlar açan, gazeteler çıkartan, kitapevleri ile kitap basan, hac/umre şirketleri kuran, bu benzeri şirketlerle holdingleşen, üniversitelerde öğrenci çalışmaları yürüten, yaz kampları yapan, siyasal parti kuran tarikatlar mı? 150-200 sene önceye gittiğimizde bu tarz cemaatî yapıların bir örneği yok.

Neden bugünkü cemaatler bir ihtiyaç haline geldi?

İslam aleminin üzerinde yaşanan büyük bir felaket var. Özetle bu felaketten kurtulmak için cemaatler dinî gruplar, hareketler, akımlar oluşuyor. 19. asrın ilk başlarından itibaren iyice kendisini belli eden askerî yenilgiler, iktisadî gerilemeler, ilmî ve teknik anlamdaki duraksamalar, geri kalmalar, kültürel anlamda yaşanan problemler, işgaller, Müslümanların esir haline gelmesi vs. Osmanlı çökecek, Cumhuriyet ilan edilecek ve bu Cumhuriyetin elinde Hz. Ebubekir (ra) ile başlamış olan ve Müslümanların en üst siyasî kurumu olan hilafette sonlanmış olacaktır. Büyük felaketin zirve noktalarından bir tanesidir bu durum. 20. asrın ortalarına doğru geldiğimizde bağımsızlıklarını kaybeden ülkelerin tekrar bağımsız olduğunu görüyoruz ama çok değişen bir şey olmuyor. Hatta bazı yerlerde daha da kötüye gidiyor işler. Çünkü seçilen yöneticiler sömürgecileri hiç aratmayacak bir Batılılaştırma hamlesi içine girecekler. Örgütlü Müslüman toplulukları kendine rakip görüp onları ezmek için uğraşacaklar. Çok katı laiklik politikaları uygulayarak dinî hayatı görünür olmaktan çıkaracak, evlere hatta vicdanlara onu hapsedeceklerdir. Bunun yansıması olarak medreseler, tarikatlar kapatılacak. Buradaki çalışmalar ya sonlanacak ya da yer altına inerek legal iken illegal hale gelmek zorunda kalacak. Tarikatların ortadan kalkmasıyla büyük bir boşluğun ortaya çıktığını ve cehaletin arttığını görüyor ve yaşıyoruz.

En zeki gençlerimiz Batı’nın büyüsüne kapılıyor

Kötü gidişat 19. asırda fark edilince devlet eliyle Mısır’dan başlayarak -sonra İran ve İstanbul bunu uygulayacak- ülkenin en zeki gençleri “Bu Batı’da ne oluyor? Gidip öğrensinler, faydalı şeyleri getirsinler, faydalanalım” denilerek Avrupa’ya gönderiliyor. Giden bu gençlerin orada olan bitenden gözlerinin büyülendiğini, kendi içinden çıktıkları medeniyeti küçümsemeye başladıklarını, dinlerinden de şüphe eder hale geldiklerini biliyoruz. Orada büyük bir özgüven kaybı ile temasta kaldıkları ideolojileri buralara taşıdıklarını çok acı bir tecrübeyle hatırlıyoruz.

Müslümanlar çok “mutaassıp”

Eş zamanlı olarak oryantalist faaliyetlerin zirveye çıktığını görüyoruz. Oryantalistler bizim ne kadar sahih kaynaklarımız varsa bunlar üzerinde şüphe üretmekte çok mahir olmuşlardır. Müslümanların dünyaya ne kadar katkısı varsa hepsine “ödünç/taklit” diyerek bizi şüpheye düşürerek özgüven kaybına yol açmışlardır. Paranın da onlarda olduğu bir ortamda misyonerlik faaliyetlerinin alıp başını gittiğini İslam dünyasında görüyoruz. Çok şükür ki başarılı olamamışlardır pek. Misyonerler yayınladıkları raporlarda Müslümanların çok “mutaassıp” olduklarını, dinlerini kolay kolay terk etmek istemediklerini, çok çalışmalarına rağmen çok az yol aldıklarını itiraf ediyorlar.

Farklı arayışlar sonucu farklı akımlar

Büyük felaketin yıkımına karşı ferdî olarak bir gayret başlıyor. 20. asrın başlarına doğru artık yavaş yavaş ferdî olmaktan çıkıp organize hareketlere dönüşüyor. Bu noktada “Biz bu halden nasıl kurtuluruz?” sorusu soruluyor. Tabii bu soruyu sıhhatli cevaplamak için bir başka soru da önem kazanıyor: “Biz bu hale niye düştük?” Bu iki mühim soruya herkes, her cemaat, her teşkilat aynı cevabı vermiyor. İşte akım dediğimiz şeyler bu farklı cevapların neticesinde ortaya çıkıyor.

Akımların tasnifi

Cemaatleri teker teker tanımak yerine cemaatlerin karakterlerini tanımak daha isabetli olur. Onun için de bir tasnif gerekiyor. Ben kitabımda on tane kriteri önüme koydum. Cemaat ve tarikatlara bu kriterler üzerinden baktığımda 3 ana akım ortaya çıktı: Gelenekçilik, ıslahatçılık ve modernizm. Dört, beş, altı isme çıkartabiliriz elbette ama en kolay anlaşılan tasnif en basit tasniftir. 3 kategoride topladığım akımlar için şu kriterleri kullandım:

(1) Dinin ana kaynaklarına nasıl bakıyorlar? Yani Kur’an ve sünnete bakış açıları nedir?
(2) Dinî geleneğe bakışları nedir?
(3) Din ile siyaset ilişkilerindeki görüş ve tutumları nelerdir?
(4) İslam aleminde yaşanan belli başlı sorunlara teklif ettikleri çözümler nelerdir?
(5) Teşkilat karakterleri nelerdir? Gevşek mi, çelik disiplinli mi, hiyerarşi nasıl oluşuyor?
(6) Liderlik tipolojileri nedir? Hangi eğitimden gelmiş, nasıl yükselmiş, görünüşü nasıl?
(7) Hitap ettikleri kesim nasıl? Muhatapları ile ilişkileri nasıl?
(8) Odaklandıkları faaliyet biçimleri. Nereden başlamalı sorusuna ne cevap veriyorlar?
(9) Ne gibi bir üretimleri var?
(10) Batı’ya tavır alış şekilleri nasıl?

Gelenekçilik

İslam geleneği içinde birçok alt gelenek var. Ben 3 gelenek üzerinden inceledim. Birincisi Selefiyye gelenekçiliği, ikincisi medrese gelenekçiliği ve üçüncüsü de tarikat gelenekçiliği. Üçü de çok kuvvetli gelenektir. Selefiyye gelenekçiliği hadise, medrese gelenekçiliği mezheplere ve tarikat gelenekçiliği de tasavvufa kendisini bağlıyor. Bu üçü de İslam geleneği çatısı altında olmasına rağmen İslam tarihinde de günümüzde de birbirine rakip gelenekler olduklarını ve belli ölçüde birbirlerini bitirmek için uğraştıklarını görüyoruz. “Mensubu olduğum gelenek baştan aşağı sahihtir ve ben ne pahasına olursa olsun onu sürdürmeliyim. Gelenek kritik edilemez, eleştirilemez” inancı onları gelenekçi yapıyor.

Islahatçılık

Gelenekçiler de ıslahat yapıyorlar ama ıslahatçılardan ufak farkları mevcut. Gelenekte sahih unsurların yanında marazî unsurlar da var. Islahatçı bu marazî unsurlara saygı duymaya gerek duymaz. Islahatçı “Her şeyiyle ben sahip çıkarım” demez, eleştirir. Islahatçının modernistlerden farkı ise çok derin bir gelenek eleştirisine de girmez. Islahatçı pragmatik insandır, işine bakar. Gelenek eleştirisinin zaman kaybı olduğunu düşünür. Aynı zamanda halkla kendi arasındaki bağı koparan bir boyuta geleceğini fark eder. Müslümanların yarısı gelenekçidir. Islahatçı bu kesimlerle ilişkisini zedeleyecek bir duruma düşmek istemez. Batı’yı eleştirmekle birlikte ondan faydalanmamız gerektiğini de savunurlar. Gelenekçiler ise Batı’yı şeytanlaştırır. Akıl-nakil tartışmasında ıslahatçılar ortadayken gelenekçiler nakli, modernistler ise aklı üste çıkarır.

Bediüzzaman Said Nursi ilginç bir kültürel ıslahatçı örneğidir

Islahatçılar da yekpare değildir. İlmî ve kültürel çalışma yapıp siyasete mesafeli olan kültürel ıslahatçılar olduğu gibi siyaseten ıslahatı yapmak isteyen teşkilatlar da vardır. Bediüzzaman Said Nursi ilginç bir kültürel ıslahatçı örneğidir. Kendisi tarikat kurma yetkisine sahipken bunu yapmayıp “Zaman iman kurtarma zamanı” demiştir. Aynı Bediüzzaman “Eûzü billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyaset” diyerek bu işin siyasetle olmasının da çok iyi olmayacağını, ilmî olarak bir tecdidin yapılması gerektiğini öngörmüştür ve miras bırakmıştır. Siyasal ıslahatçılar “Devletin tepesi bizim olursa oradan daha kolay bir mühendislik yaparak ıslahatı tamamlarız” diyorlar. Kültürel ıslahatçılar tabandan tavana, siyasal ıslahatçılar tavandan tabana şeklinde ana farklarını özetleyebiliriz.

Modernizm

İslam modernizminde akıl daha çok ön planda. Pratik değil daha çok nazarî meseleler üzerinden gidilmekte. Metin üzerinde değil de daha çok metnin geldiği bağlam üzerinde duruyorlar. “Text” değil “context” üzerinden giden bir metin ilişkileri var. Gelenekçiler ve ıslahatçılar “Kabahat İslam’da değil, Müslümanlar’da” derken modernistler “Hayır, kabahat bugüne kadar İslam diye gelen şeyde” diyor. Bu nedenle İslam’da düzenleme yapılması gerektiği görüşündedirler. “Dini yatırıp ameliyat etmeliyiz. Alim dine çok saygılıdır o ameliyat edemez, cesareti yok. Bunu ancak dışarıdan bakan biri yapabilir” diyen Ali Şeriati örneği modernistleri daha kolay anlamamızı sağlar. Tabii bu çok riskli bir ameliyat, din ölebilir. Bu ameliyata modernistler cesaret edebiliyorlar, bu nedenle modernistler çok sevilen insanlar değildir. Çünkü dilleri keskindir, eleştirilerini çok derinden yaparlar. Kur’an’ı yorumlayış şekillerine göre kendi içinde metinselci ve tarihselci diye ikiye ayırabiliriz.

İhtilaf rahmet, tefrika haramdır

Akımların hepsi ümmetin zenginliğidir. Doğru yanlış içtihad ürünü birçok akım ortaya çıkmıştır. İçlerinde çok az da olsa elbette kötü niyetliler vardır ama modernistler de dahil çoğunluğu iyi niyetlidir. Nihayetinde yaşadığımız problemleri aşmak için çözümler üretiyorlar. Birbirimizi tanımalıyız. İhtilaf rahmettir ama bunu tefrikaya çevirirsek işte o haramdır. Tekil faaliyetler görüldüğü üzere 150 senedir ortaya pek bir şey çıkarmadı. Bundan sonra bizim toplu işler çıkarmamız lazım.

Kaynak: Risalehaber

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir