Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Çarşamba, Nisan 24, 2024

İdeolojik Dindarlık Kilise’yi Yeniden Keşfederken

Dinler ortama uyum sağlamakta son derece başarılıdırlar, uyum sağlamak üzere dönüşerek varlıklarını sürdürürler. Meydan okuma, dinlerin ilk ortaya çıktıkları dönemle sınırlıdır, her din daha sonra hâkim gücün ya da düzenin enstrümanı haline gelmiştir. Liberal İslam’ın başarısı da buradan kaynaklanıyor, eğer Sosyalizm dünyaya hâkim olsaydı, İslam buna göre dönüşerek varlığını sürdürecekti. Yorum imkânı geniş olduğu için dini metinlerden serbest piyasa dini de çıkar Sosyalizm de, sonu yoktur.

Yönetim biçimleri birbirlerinin alternatifidir, örneğin demokrasi ile monarşi yahut monarşi ile oligarşi birbirilerine alternatif teşkil ederler. İslam hiçbir yönetim biçiminin alternatifi değildir, zira İslam, bir yönetim biçimi değildir. Siyasi-ideolojik yorumların sonu gelmez, İslam, teokrasinin ikamesi için bir araç olarak kullanılabileceği gibi -ki bu amaçla gelmiş değildir-, günümüzde dile getirildiği üzere ondan demokrasi ya da -tarihte çokça örneği görüldüğü gibi- monarşi de çıkarılabilir. Her ne kadar aslı olmasa da İslam’ı siyasi ve ekonomik sistemlerin dayanağı haline getirmek mümkündür, zararlı olmakla birlikte bu, bakış açısı ve yorum kabiliyetiyle alakalı bir meseledir.

Dinin, insanların o güne kadar hiç bilmedikleri yeni şeyler getirdiğini söylemek, insanlık tarihinden bihaber olmak demektir. Daha önce ne yoktu ya da bilinmiyordu da onu ilk defa din getirdi? Din, daha önce de var olan şeylerin bir kısmını devam ettirdi, bir kısmını ise kaldırdı, bir nevi elek işlevi gördü, hepsi bu kadar.

Türkiye’de uzun zamandır dinin tahrif edildiğinden dem vuruluyor, asıl gözden kaçan/kaçırılan nokta, dinin tahrif edildiğini söyleyenlerin onu tahrif etmiş olduklarıdır. İdeolojik dindarlık topluca dinin temeline saldırdı, ahlakı havaya uçurdu, dini siyasetin konusu ve aracı haline getirdi, böylece onu bambaşka bir şekle soktu. Siyasi-ideolojik kalıpların dışında düşünmeye çalışan bir-iki kişi ise lince uğradı. İşin kötü yanı, durumun düzelme imkânı yok, coğrafya, kültür -ki ikisi de berbat- ve cehalet, mevcut siyasi, ekonomik ve adli kurumların modern, kapsayıcı, işe yarar tarzda yapılanmasına imkân tanımıyor.

İdeolojik dindarlık, günümüzde Kilise’yi yeniden keşfetti. “Yüce Kilise”, Tanrı’yı teori ve müessese haline getiren dâhiyane bir buluş, ilahi otorite, kâinatın merkezi, kutsal bilginin muhafızı, Kutsal Kitap’ın tek meşru yorumcusu, geleneksel toplumun temsilcisi, insanların dünya ve ahiretteki koruyucusu, kurtarıcısı, günahları affeden, cennet satan, koyduğu kurallarla insanları ahlaki sınırda tutan biricik kurum… Bizdekilerin adı Müslüman sadece, bir-iki nokta dışında mevcut ideolojik dindarlığın temel mantığı aynı. Kilise’yi devre dışı bırakıp, akıl-bilim temelli bir toplum ve düzen kuran insanlar, -birçoğu O’nu terk etse de- sonuçta Batı’da Tanrı’yı istismar edilmekten kurtardı. Neyse ki Kilise, günümüzde sorumluluk, hesap verebilirlik ve şeffaflıktan bahsediyor.

Sorun, kurumsal dinin bütün ağırlığıyla insanların üzerine çöküp, toplumu esir almaya kalkışması, birilerinin din adına kendilerine dönüştürme, rehberlik etme, koruma, kollama rolü ya da görevi biçmesi, işin Hristiyanvari bir hal almasıdır. Geleneğin ne olduğundan bihaber olan geleneksel dindarlığı bir noktaya kadar anlayabiliyoruz, ancak bir yandan mevcuda karşı imiş gibi görünen radikal dindarlığın diğer yandan kurumsal dine sahip çıkması, işin temel mantığının her yerde aynı olduğunu gösteriyor. Bugün mevcudu eleştiriyor görünen radikal dindarlık, yarın eline fırsat geçse, kurumsal din anlayışı itibariyle farklı şeyler yapmayacaktır. İster geleneksel ister radikal olsun kurumsal ve ideolojik din tehlikelidir, zulüm üretir.

Dünya işleri, insanları fizik-ötesi âlemde dolaştırmadan, dini kullanarak kandırmaya kalkışmadan, burada, akıl yoluyla, dünyevi yöntemlerle yoluna konulmalıdır. “Dini gerekçelerle” cürüm işlenmesinin önüne geçmek ancak sekülerlik yoluyla mümkün olabilir, dolayısıyla dini her alanda olur olmaz kullanmak yerine gerekli durumlarda ve makul bir biçimde ondan istifade etmek gerekmektedir.

Aklının ermediği, gücünün yetmediği her şeyi kötülemek ve kendi sefaletini yüceltmek – ucuz, kötü dindarlık. Dindar olmakla mutaassıp olmak birbirinden farklı şeylerdir, Müslüman dünyada genel olarak ikisi aynı şey zannedildiği için sorun çözmek bir yana bir arpa boyu yol dahi katedilemiyor – taassup, terakkiye mânidir.

Müslüman dünya, bugün tarihin seyri ve geldiği noktayla alakalı, tüm dünyayı kapsayan, akılcı, dünyevi yol ve yöntemlerle çözülebilecek sorunlarla karşı karşıyadır. Akıl, içinde bulunduğu durumu ve gerekliliklerini kavrayarak yolunu bulmakta ve sorunu çözmektedir. Din burada bize ancak ilkesel açıdan yardımcı olabilir ki sözünü ettiğimiz ilkeler rasyoneldir. Modern dünyanın altyapısını Müslüman dünya hazırladı ancak bugün yaşadığı çağın firarisi durumunda, zira Müslüman dünya rasyonelliğini kaybetmiştir.

Tanımlamak, tanımakla alakalıdır, tanımadığınız, hakkında tam bir bilgi sahibi olmadığınız şeyi tanımlayamaz, -açalım- temel unsur ve vasıflarıyla tarif edemezsiniz, dolayısıyla felsefesini de yapamazsınız. Müslüman dünya bugün neyi ne kadar tanıyor ki tanımını yapabilsin? Kendini tanımıyor her şeyden önce. Batı, Rönesans ve -daha sonra- Aydınlanma ile birlikte her şeyi a’dan z’ye yeniden tanımladı ve hemen her alanda kendi hâkimiyetini tesis etti. -Örneğin- insan nedir? Müslüman dünyanın bu soruya bugün burada verebileceği herhangi bir cevap yok, eski kitaplara bakacaksınız.

Atilla Fikri Ergun – atillafikriergun.wordpress.com

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir