Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Mart 29, 2024

Bütün Kadınlar ‘Havva’ Mıdır?

Osmanlı’nın gerileme, Batı kültür ve medeniyetinin etkisi altına girme dönemlerinden bu yana; sebebi bize ait olmayan kavgaların ve kapışmaların, sonuçlarını ocağımızda ve kucağımızda buluyoruz. Ak ile karayı birbirine karıştırıp; yabancı vesayet savaşlarının, yerli lejyonerleri oluyoruz.

Bizim kadim kültür ve medeniyet değerlerimize göre; mektep ile mescit, ilim ile din arasında herhangi bir çelişme, çatışma yoktur. Âlimin mürekebi şehidin kanı kadar kutsal kabul edilir; ilim müminin yitik malıdır, nerede olsa arayıp bulur.

Fakat ilmi ve ilim adamını engelleyen, yasaklayan, vahşice cezalandıran Orta Çağ Hristiyanlığının kilisesi cami, hurafesi din olarak tercüme edilip; din düşmanlığının temel dayanağı haline getirilmiştir. Daha sonra, “din işleriyle devlet işlerini birbirinden ayırmak” diye tarif edilen, tanımlanan laiklik de buradan türetilmiştir.

Öte yandan, bizde kadın-erkek çatışması yoktur; dine göre de devlete göre de eşit konumda ve durumdadır. Aralarında sadece, yaratılış ve var oluş amaçlarına uygun olarak; rol farkı yahut görev ayrılığı vardır.

Fakat, kadını doğuştan günahkar gören, şeytanın işbirlikçisi kabul eden Hıristiyan dünyasının arızalı anlayışı; bize de tercüme edildi. Adına “feminizm” denen kadın hakları savunuculuğu; zamanla, hem kadın kimliğinin içini boşaltıp sığlaştıran ve yozlaştıran, hem de erkek düşmanlığı kanalına yahut kalıbına aktarılan asi bir akım haline getirildi.

Geçtiğimiz günlerde, İngilizce öğretmeni ve bir özel okulda yönetici olan, ayrıca araştırmacı kimliğiyle tanınan dostumuz Mustafa Ünal’la sohbet ederken; Batı dünyasının kadına bakışıyla ilgili bazı detaylar dikkatimi çekti. Arızalı bir algının dindeki ve dildeki yeriyle ilgili olarak, meseleyi kısaca özetleyiverdi.

Muharref Tevrat’ın ve İncil’in iddiasına göre; insanlığın atası olan Adem’in ilk eşi, Havva değil Lilith’dir. Benlik, kimlik ve kişilik olarak; kötülerin ve kötülüklerin sembolü olan biridir.

Adem, O’ndan; itaatkar bir eş olmasını ister. O da isyan edip; “İkimiz de aynı topraktan yaratıldık, eşitiz, sen bana itaat et” der.

Lilith, isyanını bir adım daha ileri götürüp; sadece seçilmişlere verilen bir hakkı kulanarak, Yaratıcı’nın özel adını telaffuz etme cüretinde bulunur. Bu yüzden şiddetle cezalandırılıp yok edilir; Adem ile birlikte, Yaratıcı’nın gözünde de “melun” olur.

Sonra, Yaratıcı; Adem’i yalnızlıktan kurtarmak için, eşi Havva’yı yaratır. İsminin İbranice anlamı; “hayat” ve “güzellik” ile alakalıdır.

Ancak, Havva da Şeytan’a uyup,Yaratıcı’ya ihanet eder. Yasak meyveyi kendisi yediği gibi; Adem’i de yemeye ikna eder.

Bir farkla ki; Adem hatasını anlayıp, midesine inmeden, gırtlağına kadar geri çıkarmıştır. Yaratıcı’dan bir ceza ve ibret olarak; boğaz bölgesinde, gırtlak çıkıntısı halinde kalmıştır.

Bu arka planın ve altyapının yansımaları; Batı dillerinde de yerini alır. Bütün günahların anası kabul edilen Havva; “eva” yahut “eve” kelimeleriyle anılır.

Bilimsel olarak, etimolojik bir anlam bağlantısı olmamakla birlikte; kötülerle ve kötülüklerle ilgili kelimeler, Havva’ya izafe edilmiştir. Bu bağlamda “eve” kelimesi “Havva” demektir, “evil” kelimesi de “Havva gibi kötü ve şeytani” anlamına gelir.

İşte bu yüzden; bütün kadınlar Havva’dır ve ister istemez kötüdür. Her çocuk günahkâr doğar; vaftiz töreni ile temizlenip günahlarından arınması öngörülür.

Şimdi, bu arızalı anlayışın; bizim dinimizle, tarihimizle, kültürümüzle, medeniyetimizle ne alakası var? Batılı kadınlar, insan olma izzetini ve şerefini elde etmek için, zorlu bir mücadele verme gereği duymuş olabilirler; fakat, bu savaşı bizim dünyamıza niçin ihraç ediyorlar?

Bizde kadın namustur, şereftir; vatan gibi, bayrak gibi, din gibi, devlet gibi canımız pahasına korunur. Sevdalarımızın doğrudan ya da dolaylı sembolü haline gelmiştir; Mecnu’un Leyla’sı, Ferhat’ın Şirin’i, Kerem’in Aslı’sı, Kamber’in Arzusu’dur.

Devlet Başkanı’nın eşi, “milletin anası”; Peygamber’in eşi, “ümmetin anası” kabul edilir. Her bir kadının büyüğü anamız, yaşıtı bacımız, genci kızımız gibidir.

Eşlerimize; “ömrümüzün, gönlümüzün, yurdumuzun, yuvamızın sultanı” gözüyle bakarız. Uğruna can verir, can alır; gerekirse, dağı taşı yıkarız.

Bizde düzeltilmesi gereken şey; dinin eksik ya da yanlış anlaşılması ve anlatılmasıdır. Örfler, adetler, gelenekler içinde; dinimize de dünyamıza da aykırı olan unsurlar vardır.

Derler ki; herkes kendisinde olmayanı arar. İnsan bilmediği sorunun cevabını, üstesinden gelemediği meselenin çözümünü sorar.

Dışarıdan bulaşmış tozu ve dumanı temizleyip; kadın kimliğini, kadim değerlerimize göre yeniden tanımlamalıyız. Eşlerimizin, kızlarımızın, kız kardeşlerimizin feminizm rüzgarlarına kapılıp sağa sola savrulmalarının sebeplerini; kıyamete kadar güncelliğini koruyacak olan dinimizi, yeteri kadar doğru anlayamıyor ve yaşayamıyor olmamızda aramalıyız.

İthal duygu, düşünce ve davranışlara ihtiyacımızın olmadığı bellidir. Fakat, farkı fark edecek ve ettirecek bilgi ve bilinç düzeyine ulaşmamız ve ulaştırmamız gerekir.

Zekeriya Erdim

 

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir