Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Nisan 23, 2024

Türkiye Solunun 68 Paradoksu

68 ruhu, Türkiye solunun kültürel problematiğini derinleştirerek toplumsal realiteye daha da yabancılaşmasının önünü açtı. Toplumla kültürel korelasyonu pekiştirmesi gerekirken, tam aksi yönde bir gelişmeye sebep oldu. Öve öve bitirilemeyen o 68 kuşağı farkında olmadan solun mezar kazıcılığını yaptı dersek, belki abartmış oluruz fakat yanlış söylemiş de olmayız. 68 ruhunu sarıp sarmalayan özgürlük tutkusu ne kadar masum ve heyecan verici olursa olsun, sosyo-kültürel gerçekliği göz ardı etmek gibi bir havailik içindeydi.

68 Kuşağının Alametifarikası

Avrupa’da esmeye başlayan 1968 rüzgârı, dünyada olduğu gibi Türkiye solu üzerinde de etkisini eşzamanlı bir şekilde gösterdi. İki kutuplu dünyada solun kapitalizme karşı güçlü bir muhalefet bloğu olarak varlık göstermesi, solun dayandığı gerek entelektüel gerekse toplumsal zeminin genişletilmesinde en önemli konjonktürel etkenlerden biriydi. Bunun yanı sıra sanayileşmenin hızlı şekilde gelişmesi ve şehirleşme süreci, solun kaydettiği yükselişte nispeten etkili oldu. Ancak hepsinden daha önemlisi, başta üniversiteler olmak üzere eğitim kurumlarında sol düşüncenin baskın hale gelmesiydi. Nitekim 1961’de kurulan İşçi Partisi’nin, 1965 seçimlerinde Meclis’e 15 milletvekili sokması, dönemin siyasal temayüllerine ilişkin somut bir gösterge teşkil etmektedir. Fransız menşeli 68 ruhu, bu toplumsal ve siyasal vasat üzerinde kendisine ciddi bir aksülamel bulmakta zorlanmadı. Bilhassa üniversiteler 68 kuşağını filizlendiren ana mekânlar oldu. Dahası 68’ler esas itibarıyla üniversite gençliğinin ruhuyla özdeşleşti. Süregelen sol hareketlerin ve düşünce ikliminin tamamen dışında değil ancak onun içersinden teşekkül ettiği söylenemeyecek kadar Batı orijinli bir “cereyan” olarak tebarüz etti. Ortodoks Marksizm’in şablonlarına uymamakla beraber, devrimci romantizm ve militan/illegal solculuk, bu cereyanın alametifarikasını oluşturuyordu.

Yerlileşememe Sorunsalı ve Marksist Şablonculuk

Türkiye solu için yerlilik sorunu hiç şüphesiz başından beri vardı. Şehirli, eğitimli, bürokrat ve elit kesimlerden beslenme ihtiyacı hatta zorunluluğu, sol düşüncenin her zamanki paradokslarından biri oldu. Sol kesim, bu paradoksun pekâlâ farkında olmakla beraber çözüm üretmede hep aciz kaldı. Bunda Marksist teorinin rolü var mı, yok mu tartışılır, hatta daha şümullendirecek olursak sol düşüncenin tarihsel plandaki (20. yüzyıldaki) başarısızlığının Marksizm’in dünya realitesini analiz etmedeki yetersizliğiyle ilişkisinden de ayrıca söz edilebilir. Kapitalizmin gücü ve başarısı görüldü ki Ortodoks Marksizm’in öncüllerini aşıyordu. Bununla beraber Türkiye solunun, Marksizm’e tamamen sadık bir yapı içinde olmadığı da doğrudur. Bu durum, Marksizm’in sadece kapitalizmi analiz etme ve tarihsel diyalektik konularındaki genel teorik yetersizliğinden değil, aynı zamanda Türkiye gerçekliğinin kendine has özelliklerinden kaynaklanmaktaydı. Solu, Kemalizm’in yedeğinde olmakla suçlayan eleştiriler haksız değilse bile, bunun isabetli olduğunu söylememiz pek mümkün değil. Daha açıkçası Türkiye solunu, Marksizm’e bakarak yargılamak yerlilik ve gerçekçilik kaygısı taşıyan yaklaşımlar açısından bir garabettir. İdris Küçükömer’in Türkiye’deki sol partileri sağ, sağ partileri sol diye tanımlamasına şapka çıkaranların cehaleti, tam da bu minval, teorik körleşmeye maruz kalmaktan ileri gelir. Dolayısıyla Küçükömer’in teorik dogmatizmi (Marksizm’i bir nevi kültleştirme: ortodoksi bakış) ne kadar banal ve irrasyonelse, buna kuşkuyla yaklaşan sol düşüncenin verdiği görüntü de esasen o kadar trajiktir. Türkiye solunun, Küçükömer kadar kendisini safdilce Marksizm’e endekslememesi, siyaseten doğru bir tavır olmakla beraber, toplumu kucaklayacak doğru jargon, anlayış/öğreti ve örgütlenme biçimini ortaya koyamaması, ideolojik sönümlenmeye sebep olmuştur. Sosyo-kültürel kodların önemi yeterince okunamadığı gibi kültürel dinamiklere nüfuz etme ve ideolojik korelasyonu temin etme konusunda da aciz kalınmıştır. Söz konusu acziyet, Türkiye solunun hâlâ en önemli problemlerinden biri olmaya devam ediyor. 68 ruhu, Türkiye solunun kültürel problematiğini derinleştirerek toplumsal realiteye daha da yabancılaşmasının önünü açtı. Toplumla kültürel korelasyonu pekiştirmesi gerekirken, tam aksi yönde bir gelişmeye sebep oldu. Belki de Türkiye solunun yerlileşme imkânlarını ve sürecini romantizmin cezbesine kapılaraktan hızla berhava etti. Sol düşünceyi gerçekçi arayışlardan uzaklaştırarak hiç istemediği şekilde kadük hale getirdi. Öve öve bitirilemeyen o 68 kuşağı farkında olmadan solun mezar kazıcılığını yaptı dersek, belki abartmış oluruz fakat yanlış söylemiş de olmayız. 68 ruhunu sarıp sarmalayan özgürlük tutkusu ne kadar masum ve heyecan verici olursa olsun, sosyo-kültürel gerçekliği göz ardı etmek gibi bir havailik içindeydi. Dahası ideolojinin gücünü fazla büyütmekle malul bir görüntü vermekteydi. Bu yüzden topluma nüfuz etme gücünü bulamadığı gibi, arayı daha da açtı. Amerika’ya ve emperyalizme/kapitalizme karşı geliştirdikleri söylemleriyle olsun, Türkiye’yi demokratikleştirme ve sosyalizm idealleriyle olsun ayakları yere basmayan bir burjuva solculuğuyla hipnotize oldular. Solculuk handiyse bir güç gösterisine ve gerilla tiyatrosuna dönüştü. Kendilerini hipnotize eden ideolojik dalganın, toplumu da hipnotize edeceği beklentisi akıllarını başlarından aldı. Beklentilerinde kısmen bir gerçeklik payı vardı; gençlik eylemleri büyük işçi mitingleriyle yer yer desteklendi ve nispi bir yayılma/toplumsallaşma ivmesi yakalandı. Fakat 68 kuşağının devrimci romantizmi, sol hareketlerin hedefini toplumsal iktidardan çok siyasal iktidara kilitlemişti. İçine düştükleri büyük tuzak buydu.

Sol Potansiyelin Devrimci Romantizme İnhirafı

Güç gösterisiyle yetinilmeyip şiddetin iktidar olmaya matuf bir araç haline getirilmesiyle sol, aynı zamanda kendi önünü tıkadı. Bir taraftan “Demokratik Türkiye” sloganı atan 68’liler, diğer taraftan cunta darbesi örgütlemekten geri kalmadılar. Ordusuz devrim senaryosunun ham hayal olduğuna ilişkin farkındalıkları önemliydi elbette. Bu yüzden Harbiye öğrencilerini kazanmaya veya örgütlemeye dönük çalışmaların anlaşılır bir tarafı olabilir. Ancak halkın desteğini arkasına almamış bir devrim kurgusu, 68 ruhundaki büyük sakatlığın bir kanıtı ve sonucudur. Böylece araçlar, amaçlar adına meşru görülmeye başlanmış, seleflerinin toplumu ve kurumsal yapıları dönüştürme projeksiyonu toplum nezdinde itibardan düşürülmüş oldu.

9 Mart 1971 darbe girişimini örgütleyen ruh hali, 68 kuşağının devrimci romantizminin cuntacı sol zihniyete eklemlenmesi ve/veya dönüşmesinin manidar örneğidir. Türkiye solunun içinde bulunduğu sosyolojik çıkmaz, onu garip bir şekilde şiddete (darbeciliğe) teşne kılarak söylemle eylem arasında bir tenakuza sürüklemektedir. Kendi sahiciliğini sorgulamak ve sahih bir kimlik, bir ideoloji sahibi olmayı mesele edinmek yerine, Che Guevara öykünmeciliğiyle siyaseti bir gösteriye dönüştürme hazcılığına teslim olmaktadır. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu gibi örgütlenmelerle gerilla savaşı başlatan 68 kuşağının şiddetin gücüne ve yararına bu kadar inanmış olması bile baştan aşağı düşündürücüdür. Harcıâlem bir faşizm algısı ve retoriğiyle sağduyusu adeta felç olan sol siyaset, anlaşılan o ki toplumsal, siyasal yapıyı da iyiden iyiye bir şiddet örüntüsü olarak görmeye başlamıştı. Kendi şiddet stratejilerini meşrulaştırmanın kurnazca bir yöntemiydi bu. Toplumu dönüştürme konusunda ümitvar olamayan sol düşüncenin hal-i pür melali de denebilir. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı; sokak terörüyle, gerilla taktikleriyle şiddeti bir güç ve baskı unsuru olarak kullanmaya olan temayül arttıkça, tahmin edilenin aksine halkın teveccühü kaybedildi. İşçi mitinglerindeki kalabalık sayısı mesela giderek düştü. Sol radikalizm, Türkiye sosyolojisinden koptu.

Sol İçin Yeni Ümitler

68 solu, siyasette sosyolojik realiteyi hafife alma lüksünün olmadığını ortaya koyan bir vesika niteliği taşımaktadır. Hâkim konjonktürden aldığı güce rağmen toplumla derin, içten bağlar kuramayan bir ideoloji, kendisine istikbal şansı bulamayacaktır. Sisteme yönelik meydan okuma ve ütopyacılık, 68 ruhunun en belirleyici karakteristiğiydi elbette. Ama 68’lerin başarısızlığını faşizm iddialarında aramak gerçek anlamda bir şartlanmışlığın ifadesidir. Halkın ruhuna ve diline inemeyen sol düşüncenin geliştirdiği bir savunma mekanizmasından ibarettir. Halka güvenmeyen, halkın içinden gelmeyen bir hareketin, “devrim” yapma gücü her vakit şaibeli olacaktır. Hele bir de demokratik Türkiye’den bahsediliyorsa ortada tam bir kafa karışıklığı ve/veya sahtecilik var demektir.

Türkiye solunun 68 hareketiyle gerçek manada hesaplaşması, kendi hayrına olacaktır. Sadece bir nostalji olmaktan öteye, solun toplumla kucaklaşmasını sağlayacak kültürel, ideolojik zemini ve dili tedarik için elzem olan unsurları netleştirmek amacıyla böyle bir hesaplaşmaya ihtiyaç var. Gezi olaylarını hatırladığımızda, bu hesaplaşmanın gereğince yapılabildiğinden ne yazık ki emin olamıyoruz. İçerdiği siyasal mozaik görüntüsüyle çok farklı bir yerde durmakla beraber, şiddete göz kırpan boyutuyla 68 kuşağının hatıralarını canlandırdığı bir vakıa. Türkiye solu hâlâ şiddeti araçsallaştırma temayülünden kopamamış gözüküyor. Buna karşılık popülizme savrulma emarelerini de gösteriyor olması bakımından, tam anlamıyla trajik bir görüntü sergilemektedir. Türkiye solunun gidişatından ümit kesildiği takdirde, halkımız belki de artık kendi göbeğini kendisi kesmek zorunluluğunu duyacaktır. Halkımız yani esmer, nam-ı diğer “Kalın Türk”ler.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir