Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Mart 29, 2024

“Brunson Meselesi İktidarda Yeni Yapılanmanın Eseri”

‘Balıkçı’ Lakaplı İlhami Işık’tan Yörünge’ye Açıklamalar:
“Brunson Meselesi İktidarda Yeni Yapılanmanın Eseri”

Tutuklanmaması gerekirdi. Ama maalesef biz, bu meseleyi sağlıklı tartışamadık, konuşamadık, hatta konuşma fırsatı bile oluşmadı. Bu, psikolojik ortamla engellendi. Özellikle FETÖ’cülerden kalma bir durum. Daha evvel de vardı ama bu kadar yaygın değildi. Bir problemi, sorunu şeytanlaştırarak, tartışılmasını engellemek. Önünüzde bir şeytan var ve bu nedenle tartışamazsınız. Bir şey söylediğiniz zaman ‘şeytanla işbirliği mi yapıyorsunuz’ suçlamalarına maruz kalıyorsunuz.

Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) alçak 15 Temmuz kalkışmasının akabinde bu örgüte yönelik operasyonlarda çok sayıda FETÖ militanının yanı sıra bu örgütle iltisaklı olduğu varsayılan yabancı isimler de mercek altına alınmıştı. Örneğin, Uluslararası Af Örgütü temsilcilerinden CIA ile ilgili geçmişleri olduğu belirtilen istihbaratçılara, ABD konsolosluklarında görevli Türk personele kadar çok sayıda isim soruşturmalar kapsamında tutuklandı, yargı önüne çıkarıldı. Bu isimler içinde en ses getireni ise ABD’li Rahip Andrew Brunson oldu. Suçlamalar ağırdı. İddianamede, misyoner rahibin FETÖ ve PKK terör örgütleriyle ilişkide olduğu vurguları vardı. Özellikle ABD’nin en üst perdeden yaz aylarında yaptığı çıkıştan sonra ülkemizde doların yükselmesiyle paralel yürüyen ekonomik sıkıntılar, rahip meselesini günlük hayatımızın içine soktu. Bu gerilim, 12 Ekim’deki duruşmada Brunson’ın tahliye edilmesiyle başka bir boyuta döndü. Aslında mahkeme Brunson’ı, Türk Ceza Kanunu’nun 220/7 maddesi gereğince “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırmıştı. Ancak yattığı süre göz önünde bulundurularak ev hapsi ve yurtdışı yasağı kaldırıldı. Brunson’da tahliye olduğu gece, eşiyle beraber ülkesine gitti ve orada, Beyaz Saray’a kadar uzanan bir gövde gösterisi yaptı. Peki, ne oldu da süreç, “15 Temmuz başarılı olsaydı CIA’nın başına geçekti”den tahliyeye uzandı? Bu ve bağlantılı birçok soruyu, 12 Ekim’deki duruşmadan çok önce “Rahip tahliye edilecek” öngörüsünde bulunan, ‘Balıkçı’ lakaplı yazar İlhami Işık’a sorduk.

Rahip Andrew Brunson’ın ile ilgili genel kanı, serbest bırakılmayacağı yönündeyken siz, “konjonktürü okuduğumda, bırakılacağını düşünüyorum” dediniz. Bunu nasıl tahmin ettiniz ve kararı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye geri adım mı attı?

Bunu geri adım atmayla değerlendirmek olayı hafifletir. Tutuklanması ileri adım değildi, bırakılması da geri adım değildi. Olmaması gereken bir süreç yaşandı.

Bırakılması mı?

Hayır, tutuklanmaması gerekirdi. Ama maalesef biz, bu meseleyi sağlıklı tartışamadık, konuşamadık, hatta konuşma fırsatı bile oluşmadı. Bu, psikolojik ortamla engellendi. Bizim talihsizliğimiz bu. Özellikle FETÖ’cülerden kalma bir durum. Daha evvel de vardı ama bu kadar yaygın değildi. Bir problemi, sorunu şeytanlaştırarak, tartışılmasını engellemek. Önünüzde bir şeytan var ve bu nedenle tartışamazsınız. Bir şey söylediğiniz zaman ‘şeytanla işbirliği mi yapıyorsunuz’ suçlamalarına maruz kalıyorsunuz. Bu tartışma yapılamayınca da neden, niçin soruları sorulamadı. “Evet, bir rahip var. Bu rahip FETÖ’cü. Darbe olsaydı, CIA’nın başına geçecekti, PKK’ya silah sevkiyatı yapıyor, eleman kazandırıyor, darbenin aslında organizatörlerinden bir tanesi” vs. vs. Say sayabildiğin kadar. Şu anda bu ülkenin canını yakan iki önemli şeytan var:
FETÖ ve PKK. İkisiyle özdeşleştirilince orada konu kapandı. Sizin söyleyeceğiniz her şey sizin açınızdan risk taşırdı. Bu nedenle de sorun bu kadar uzun sürdü. Brunson, ABD’de en büyük kiliselerden birinin temsilcisi.

Aslında bir misyoner bu adam.

Evet. Görevi de Hıristiyanlığa davet etmek.

Türkiye’nin tarihinde misyonerlerin yıkıcı çalışmalarını görüyoruz. Özellikle son 200 yılda bunlar çok net biliniyor. Hem güvenlik açısından hem de Türkiye’nin tarihi açısından misyoner faaliyetleri çerçevesinde değerlendirilseydi daha mı iyi olurdu?

Tabii ki… Ancak ona yanıt vermek yargının görevi değil. Siyaseten mücadele etmen lazım ama bu konuda aciz kaldın. Zaten sen de benzer anlamda çalışmalar yürütüyorsun, İslam’ı anlatıyorsun. Bakıldığında Cumhurbaşkanı her gittiği yerde camiler açıyor. Bu, bir siyasi duruştur, anlaşılabilir bir şeydir. Kendi dinini tehlikeden korumak. Din sadece din değildir ayrıca. Senin kültürün, geleneğin, toprağındır, coğrafyandır… Bunları koruyorsun. Bu, anlaşılabilir bir şey. Ama bunun yolu, yargı değil. Öyle olunca benim kafama şu sorular takılıyor. Bu kadar her şeye müdahil olduğu söylenen biri hakkında bu ülkenin istihbaratı tek bir gün dinleme yapmamış, bir tane rapor tutmamış… Bu adam, bu ülkede hiç yaşamadı deseler, bakıyoruz 20-30 yıldır burada. 2016’ya kadar bu adam hakkında tek bir izleme, rapor, ajanlık, FETÖ, PKK ile ilgili hiçbir bilgi yok.

MİT ve Emniyet 
Daha Önce Neden İlgilenmedi

Ağırlıklı olarak, gizli tanık ifadeleri üzerinden suçlandı.

Evet. Bakıyoruz ne Emniyet takip etmiş ne MİT. Bu kadar mı kendini gizlemiş. Bakıyoruz yaptıkları açıktan yapılan şeyler. Bu kadar açıktan faaliyet yapıldıysa burada bir gariplik yok mu? Buradan başlıyor zaten. Bir başka boyut da şu: İddianameye bakıyorsun, yapılanların çoğu 2013 yılı… Kardeşim 2013 yılına kadar FETÖ’ye selam vermeyeni dövüyorlardı. Milliyetçiler, 
Atatürkçüler, ulusalcılar selam vermemişti. Onlar ayrı zaten. Genel anlamda söylüyorum. Bir rahip için misyoner için bir alan FETÖ. Dinlerarası diyalog vs. diyen bir yapı o tarihe kadar. Onlarla iletişime geçmemesi zaten misyonerlik görevini yapmaması demektir. Yine o döneme bakıldığında, PKK ile ilişkisi 2013-2015 arası. Kardeşim 2013’te Çözüm Süreci’ne karşı olanı da dövüyorlardı. Bir de 2015 diyor, Kobani, Suruç vs. diyor. Bu devlet Kobani’yi kurtarmadı mı? Peşmergeyi getirdi, geçişine izin verdi, 3 bine yakın YPG’linin tedavisine yardım etti. Rahip oraya gitmiş çok mu? Sonra gittiği yer ne? Orası, din problemini bir tarafa atmış bir örgütün propaganda alanı. En uygun yer. Misyonerlik açısından buraların bir hazine olduğunu bilmeyen yoktur. Bir Amerikalı misyoner için de böyle. Bu doğal bir ilişki.

Recep Güven, Bekir Baz gibi FETÖ’cülerin isimleri geçiyor iddianamede.

O dönem bu sözünü ettikleriniz resmi görevliler. Recep Güven, Emniyet İstihbarat Daire Başkan Yardımcılığı yapmış ve o dönemlerde Diyarbakır Emniyet Müdürü. Tutmuyor hiçbir şey. Ama şuna bakıyorsun. FETÖ’cülerin İzmir Casusluk soruşturmasıyla karşılaştırma yaptım. Orada da dakika dakika casusluk diye diye neredeyse dünyanın en büyük casusluk örgütünü çıkarmışlardı. Ama baktık hepsi hayal ürünüydü, kumpastı. Müthiş bir kumpastı. Her şeyi birleştirmişlerdi. Neredeyse 
aynısıydı. Birileri birilerini tasfiye etmeye çalıştı.

Bir hesaplaşma mı vardı size göre?

Tabii ki. İşin içine PKK, PYD, FETÖ, ABD girince siyaset de kilitlendi. Zaten siyasete, “seni, en iyi ben savunuyorum” diyen bir medya da var. Böyle olunca da bire üç kattılar. Davayla ilgili şöyle bir bakış açısı da var: Türk yargısı tahliye vermedi, ceza verdi. Ama yattığı süre göz önünde bulundurarak tahliye edildi. Yani yargı Brunson’ı cezasız bırakmadı. Bunu, 9 yaşında Diyarbakırlı bir çocuğa söylesen güler. Siz, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük casusunu yakalamışsınız, sadece casus değil, terör örgütlerini de organize ediyor, ona örgüt üyesi olmamakla beraber ceza veriyorsunuz. Hani avcılar yalan söyler ya: 100 tane gördüğünü söyler, ‘yalan söylüyorsun’ denile denile iner iner iner en sonda da “tamam ama birden aşağıya da inmem” der. Aynı hesap. Brunson olayı da böyle. Bir ceza vermese, büyük rezalet olacak. Biz, ona ceza verdik, o kadarını da yatmıştı. Kılıf bulma. Zaten süreci gören bir insan, iddianameyi hazırlayan savcının değişmesiyle bu tahliyenin gerçekleşeceğini görebilirdi. Restleşme olunca 12 Ekim’e bırakıldı, “yargı karar versin” denildi. Bu tür iddianamelerle ilgili o kadar çok tecrübemiz var ki yazılan iddianamelerin yüzde 90’ı kurgudur. Çünkü özel olarak çaba gösterilen, emek sarf edilen değil. Gazetecilikte de böyle. Araştırmacı gazetecilik yok. En son Uğur Mumcu’ydu, o da öldürüldü ve araştırmacı gazetecilik bitti. Hep kopyala yapıştır, itiraz edilmeyecek şeyler koy içine, bu tür habercilik var. İtiraz edince de problem yaşıyorsun. Bu nedenle de problemler ağırlaşıyor. İddianamelerde de fezlekelerin aynısını ekle, iktidarın gözüne girmek isteyen polis şeflerinin söylediklerini itirazsız kabul et vs.

Malum çok sayıda Amerikalı ve ABD Konsolosluğu’nda çalışan Türk görevli tutuklu. Ama ABD, Brunson için çok bastırdı. ABD, bu adam için neden bu kadar ısrarcı oldu? Özelliği neydi Brunson’ın?

Birincisi ABD’deki en büyük Evanjelist kilisenin kıymetli bir elemanı. Bu kilisenin Amerikan yönetiminde ciddi ağırlığı var. Başkan Yardımcısı, kilisenin üyesi. Belki Trump’da üye. Ayrıca davanın uzaması, kilisenin aktivitesini artırdı. Kamuoyu oluşturdular. Mektuplar, sosyal medya vs. Ayrıca geliyor gazeteci, basın toplantısında bunu soruyor. Otomatik olarak gündeme geliyor konu. Ayrıca şu açıdan da bakın. İran’da çok sayıda insan idam ediliyor. Ses çıkıyor mu? Yok. Ama Kaşıkçı olayını konuşuyoruz. Çünkü Suudi Arabistan şu veya bu şekilde Batı ile ilişkili olan bir ülke. Batı ile ilişkisi olmasaydı Kaşıkçı olayını Allah’ın kulu konuşmazdı. Batı’nın olduğu her şey konuşulur. Batı’nın beğensek de beğenmesek de hesap sorma mekanizmaları var. Ayrıca sadece ABD, gündemde tutmadı. 
Türkiye’de de hemen hemen her gün manşetler atıldı.

Türkiye ile ABD Savaşmıyor

“ABD’ye artık senin adamların ülkemizde eskisi kadar rahat cirit atamaz mesajı verildi” gibi bir bakış açısı da var. Buna katılıyor musunuz?

Katılmıyorum. Bizde, dönemde yaşananları en büyük veya en küçük olarak görmek gibi bir bakış açısı var. Öyle bir şey yok. Bu ülke en sıkıntılı günlerinde İncirlik Üssü’nü kapatmıştır. Türkiye hafife alınacak bir ülke değil. Evet, sıkıntılar vardır, yarısı Orta Doğu’dur vs. ama bin yıllık bir devlet geleneği de vardır. Ayrıca çok az ülkeye nasip olan bir jeopolitiğe sahiptir. Birileri kendince anti-Amerikancılık üzerinden mevzi kazanmaya çalıştı. Bu durum uygun bir silahtı. Bu kadar büyüyeceğini onlar da tahmin etmedi. O yüzden eklenmeler yapıldı. Bir iç hesaplaşmaydı. Faturasını biz ödedik ama devletin içerisinde de bir kesim ciddi anlamda başarılı oldu. Andımız mevzusu da bu durumun sonucudur.

Oraya da geleceğim ama Brunson mevzusuna devam edecek olursak, aslında Türk-Amerikan ilişkilerinde bu mesele bir detay. S-400 krizi, Rusya ile Türkiye iletişiminin güçlenmesi, Astana süreci, PYD meselesi, Doğu Akdeniz, FETÖ’ye ABD desteği, 15 Temmuz’da Amerika’nın katkısı olduğu yönündeki bilgiler vs. Bu savaşın bir unsuru.

Türkiye ile Amerika savaşmıyor. Gösteremezsiniz bunu. Afrin’de de savaşmadın. Hatta o bölge, Rusların kontrolündeydi. Münbiç, Amerikalıların kontrolünde. Afrin’e, Ruslar izin verdi gittin. Kendilerine göre bir hesabı vardı.

Ama Türkiye’nin bu hesaplaşmada Rus-Amerikan geriliminden faydalanması olumlu değil mi?

Hayır, savaş konusuna itiraz ediyorum. Bir gerilim var Amerika ile. Savaş başka bir şey. Ama gerilim bütünsel bir şey değildir. İktidar hep, “ABD ile sorunları çözmek istiyoruz, yeni bir sayfa açmak istiyoruz, AB ile ilişkileri geliştirmek istiyoruz” diyor. Bu başka. Ama Türkiye’nin ABD’nin Orta Doğu politikaları ile ilgili ciddi anlamda kaygıları var. Bu, bir gerçek. Bu gerçeğin üzerine sahte gerçekler üretiliyor. Afrin meselesi bir örnek. Sanki Türkiye ile Amerika arasında bir savaş gibi. Bakıldığında ise orada Ruslar var. Münbiç’te, ABD ile ortak hareket ediyorsun. Savaş nerede? Başka olayları onlarla bağlantılandırıyoruz. Brunson olayı gibi. Bir sene boyunca olmaması gereken bir olay Türk-Amerikan ilişkilerini etkiledi. Bu etkileme sürecinde iktidarın kendi öz kadrosunun devlete yerleştirmesi yok. Başka kadroların var.

Hangi kadrolar?

Daha çok Avrasyacı, ulusalcı, milliyetçi kadrolar bu atmosferden faydalandı. FETÖMETRE’yi yürüten kişilere bakınca, hemen hemen hepsinin kumpas davalarında cezaevinde yatmış, ciddi anlamda zulme uğramış, sonra da beraat etmiş olduğunu görüyoruz. Yapılanma bu. Bu gözden kaçırılıyor. Dün FETÖ vardı, bugün de kadroları olmadığı için milliyetçi, ulusalcı, Avrasyacı kadrolar var.

Böyle diyorsunuz ama muhalefetlerinin merkezine Tayyip Erdoğan’a eleştiriyi oturtanlar ise tam tersine Erdoğancıların kadrolaştığını söylüyor.

ANAP ve DYP için de bu suçlamalar yapılıyordu. Yol, su, baraj, elektrik, şu bu yapmak klasik devlet içerisinde hükümet olmaktır, iktidar olmak değildir.

Erdoğan veya AK Parti artık iktidar değil mi?

Ben öyle görüyorum. AK Parti iktidar değil hükümettir.

Başka bir şey söylüyorsunuz.

Manzara bu. Hükümet olabilirsiniz, birinci partisiniz, bakanlar sizin elinizde, Cumhurbaşkanı sizdendir vs. Ama dün de böyleydi. Bu ülkede Turgut Özal, Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı oldu, bunların partileri vardı, birinciydiler, seçim kazanıyorlardı, valileri, polis teşkilatını bunlar atıyordu vs. Ama öyle olmadığını gördük. Görüntü ile gerçek böylesine tarihsel kırılmalarda netleşiyor. Eğer bu iktidar, rahip Brunson olayında aktif müdahale etmiş olsaydı, iktidardı. Ancak müdahale edemedi, sönmeye yakın bitirebildi. İktidar olabilseydi, bu iktidarın yöneticileriyle çay toplamaya giden Danıştay, Andımız kararını alamazdı.

Andımız Kararı Yeni 
Yapılanmanın Sonucu

En son tartışma zaten Andımız kararı… Hükümet içinden de eleştiriler geldi. Yine tamamı olmamakla birlikte AK Parti’yi destekleyen bazı kesimler de tepkili.

Tepkilerin birden fazla nedeni var. Kimi inançsal. Dünün korkusunu yaşayan bir kesim de tepkili. Mesela Andımız yasağı kalkarken “Sıra Türkçe ezanda” diye twitler atıldı. Bu bir korku yaratır.

Ama çok provokatif bir şeydi. Hatta Andımızı savunan kesimler de tepki 
gösterdi.

Yine de bir korku oluşturur. Yakın tarihte olan bir şeydi ve bu korku sürekli eşildi de. Bir diğeri de Andımızın kaldırılması, iktidarın en çok övündüğü adımlardan bir tanesiydi. Bundan dolayı içeride tepki var.

Andımız, AK Parti’yi neden rahatsız eder?

Rahatsız etmeli. Beni de rahatsız ediyor. Öğretilmiş korkular denilir ya, bu ülkenin geri kalmasının nedeni irticadır, sofulardır, seyitlerdir diye. Sürekli işlenen bir korkuydu. Onların bir savunma refleksi. Benim Türklükle ilgili bir problemim olamaz. Ben Türkçe konuşuyorum, Türkçe hayal ediyorum, Türkçe yazıyorum. Ben bir Kürt’üm ama yaşamımı Türkçe sürdürüyor, nefesimi Türkçe alıyorum. Bunu inkâr etmem, kendimi inkâr olur. Niye rahatsızım bunu sorgulamak lazım.

Türk milleti tanımı üzerinden tartışma çıkardı. Özellikle açılım politikaları sürecinde Türkiyelilik öne çıkarma 
oldu.

Andımız üzerinden yapılan tartışmaların tamamına yakını psikolojiktir. “Senden olmayanı yok sayma” gibi. Bu zihindir.

Ama hiçbir zaman ırki bir Türk tanımı yapılmadı bu topraklarda. Irkçılık hep azınlık olarak kaldı. Hatta tepki gördü. Neden rahatsız etsin Türk milliyetçiliği tanımı insanları, sizi? Çünkü Türk tanımı bir çatıdır. Anayasal vatandaşlık tanımıdır Türk.

Şöyle söyleyebilirim: Siz travma yaşamamışsanız, bakışınız farklı olur. Örneğin, İngiltere travma yaşamadığı için Anayasa’ya bile ihtiyaç duymaz. Ama travma yaşayanların Anayasası bir kitap kalınlığındadır. Bizde de öyledir. Sorun bu. Etnik tanımı, diğer renkleri yok saymadır. Mesela ben, ‘Griyi öldürmeyin’ diye yazı yazdım, gazeteden ayrıldım. Mavi, kırmızı, yeşil diye de saymadım. Sadece gri dedim. Onları saysam neler olurdu kim bilir. Ben Türkçeyi dayakla öğrendim. Bunu da yazdım. Böyle olunca bu tür tanımlamalar birleştirici görev görmüyor. Tam tersine ayrıştırıcı oluyor. Travmalar etkili bu konuda. Yoksa sabahtan akşama Türkçe konuşan 
insanlar “Türküm” demekten neden rahatsız olsun ki?

Bu kararı “Türkiye’nin başka bir rotaya girmesi” olarak tanımladığınız sürecin bir sonucu olarak mı görüyorsunuz?

Tabii. Sorun orada zaten. Tekrar bir travmaya götürecek bizi. Biz bunu artık kaldıramayız. Yeni umutlar lazım. Bunu öldürecek olan şey toplumsal hayal kırıklığıdır. Bizim toplumumuz tam anlamıyla bir hayal kırıklığı yaşamadı. Hayal kırıklığıyla umut her zaman beraber yürüdü. Mesela darbeler oluyordu, ordumuzdu tamam ama seçimde orduyu yerine gönderiyordu, sandıkta “artık yeter” diyordu. Şimdi ise biz, genel bir umuda yakalandık. Travmalar geride kaldı. Yeni bir travmanın anahtarıdır bu karar. Yoksa Andımızın okutulması, varlığı sorun değil. Ben de okudum. Örneğin, 1970’lerin ortalarına kadar problem olmayabilir. Ama bir duruş, bir travmaya neden oluyorsa, onu söndürmek lazım. Bu, onu getirenlere de hayır getirmez. Sosyal psikoloji vardır. Siz görmeseniz, “Bunlara karşı çıkan FETÖ’cüdür, Türk düşmanıdır” diye bakarsanız travmayı deşersiniz.

Geçmişteki tartışmalardan Türkiye ders çıkarmadı mı sizce? Yani olumlu anlamda bir sonuç çıkmaz mı?

Ama şu anda bir hesaplaşma için bu yapıldı. Yoksa Türkiyelilik, Türklük hiçbir dönemde bu kadar yer edinmemişti. Bu ülkenin ordusu, Kıbrıs’ı kenara koyarsak, kendi sınırları dışında harekâtlar yapıyor, ABD ile kavga ediyor vs. O zaman ne için bu karar alındı? Bir şüphen mi var? İhtiyaç mı hissediyorsun? Zaten bu ülke bu anlamda bir duruş sergiliyor. 15 Temmuz’da her mezhepten, etnik unsurdan insan sokağa çıkmadı mı? Çıktı. Şüphen mi var?

Ama ABD dahil birçok ülkede bu şekilde antlar var.

Karşı çıkanları suçlamak yerine niçin geri getiriyorsunuz? Bu ekmek, su kadar gerekli mi? Bu kadar kırılgan bir coğrafyada, ekonomi bu kadar sıkıntılıyken bunu tartışmak doğru değil.

Bu kararla ilgili AK Parti içinden ve çevresinden de “Bu karar Cumhur ittifakını bozmak için bir hamledir” diye yorum var. Buna katılıyor musunuz?

Tepkilerin sonucuna bağlıdır. Tepkiler ağırlaşırsa bu değerlendirme doğrudur. Ağırlaşmazsa bu ittifakı daha da perçinleştirir.

Türkiye, Kaşıkçı Olayını Çok İyi Yönetti

Brunson’ın tahliyesiyle eş zamanlı olarak bir de Cemal Kaşıkçı olayı yaşandı. Olayın kriminal, diplomatik, bölgesel ve hatta ABD-Suudi Arabistan arasındaki ticari ilişkilerden dolayı küresel boyutları var. Bütün bu boyutlarıyla 
bakıldığında olayı nasıl okumak gerekiyor?

Kaşıkçı’yı öldürmek amacıyla konsolosluğa çağırdıklarını düşünmüyorum. Yani dünyanın en geri zekâlı ülkesi bile bu kadar teknolojinin geliştiği bir dönemde göz göre bir insanı, konsolosluk gibi göz önünde bir alanda öldürmez. Birçok suikast yöntemi vardır. Kime bin lira verseniz yapar. Bu, başka bir şey. Ya ilaç verilirken doz kaçırıldı ya da sorguda kalbi dayanmadı. Sonradan diğer olaylar gelişti. Esas amaçları bazı şeyleri itiraf ettirmekti sanırım.

Kişisel tanışıklığınız var mıydı?

Hayır, şahsen tanışmadık. Suriye politikasında, Türkiye’nin tezlerini de savunan biriydi. Etkili bir insandı. Ailesi de köklü bir aile. Bu tür bir olayın siyasi sonuçları başka olur. Siz istemeseniz de bu olayı böyle bir yerde yaptıysanız, sonuçta iki insan arasında olan olaydan çıkıp devletler arasında bir olaya dönüştüğü için siyasi sonuçları da ağır ve birileri açısından olumsuz olacak. Başta, Suudi Arabistan yönetimi.

Ağırlıklı olarak Veliaht Prens suçlanıyor.

Prens’in gideceğini düşünmüyorum. Oraya kadar uzatmazlar meseleyi.

Gücünü mü kırarlar?

Geçici olarak bu olabilir. Bu çünkü kanaatimce bilinçli bir şey değil. Bilinçli olsaydı direkt gücünü kırarlardı.

Açıklamalarında, “konsolosluk binasında yaşanan arbede sonucunda öldüğü”nü ileri sürdüler.

O kavga bence yalan. Ya ilaç ya da sorgu. İkisinde de insanlar ölebiliyor. Dozajı kaçırırsan ölürsün. Sorguya almak istemişlerdir. Başaramamışlardır. Başaramayınca da siyasi fatura olacak. Bu fatura siyasal çıkarlarla da çatışacaktır.

Ne gibi?

Hem ABD ile ilişkisini hem Suudi Arabistan’ın bölgesel pozisyonunu hem de ABD’nin, İran’a yönelik hamlelerini ve Türkiye-Suudi ilişkilerini etkileyecektir.

Türkiye bu süreçte nasıl hareket etti sizce? “Akıllı hareket etti kârlı çıktı” diyenler var.

Kârlı çıkacağını zannetmiyorum. Birileri üstlenip de mevzu kapatılırsa Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri ister istemez olumsuza doğru gider. Türkiye’nin bu süreci çok iyi yönettiği konusunda ise hemfikirim. Mesela, Türkiye’nin elinde ne ses ne de görüntü vardı. Ama Türkiye şunu biliyordu: Bu adam girmiş ve dışarı çıkmamış. Bu durumda da ya öldürüldü ya da kaçırıldı. Kaçırılma ihtimalini bile öne çıkarmak adına kendi basınına değil yurtdışı basınına bilgiler aktarıldı. Müthiş bir psikolojik baskı oluşturdu. Sanki her şeyi biliyormuş gibi bir algı oluştu, öldürüldü, parçalandı vs. haberleriyle. Bu, çok başarılı bir kriz yönetmeydi.

Suudi Arabistan’ın bütün manevra alanlarını kapattı. Kendi basını üzerinden yapmaması da etkili oldu.

İstihbarat mekanizması iyi kullanıldı o zaman.

Aynen öyle, çok iyi kullanıldı. Ses kaydı olsaydı çoktan açığa çıkardı. Yayınlatmasa bile ABD Dışişleri Bakanı’na dinletirlerdi.

Brunson mevzusuyla birleştirdiğimizde ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden olan Suudi Arabistan’ın karşı karşıya kaldığı bu sıkışma, bölgeyi nasıl etkiler? Türkiye-ABD ilişkileri nereye doğru evrilir?

Türkiye-Amerikan ilişkileri iyi bir evreye girecek. Benim zaten ulusalcı, milliyetçi, Avrasyacı yapılanmanın etkisi dediğim şey 
bu.

Ama Türkiye’de ulusalcı, Avrasyacı diye tanımlanan kesim, Rusya ile iletişimi güçlendirmeyi savunuyor. Neden ABD ile ilişkileri ilerletsinler ki?

Ulusalcılar ve milliyetçiler zaten ABD ile ilişkiler konusunda problem yaşamıyorlar ki. Avrasyacıların, Ruslardan ötürü ABD ile problemini de yüzde 50-50 olarak oranlayabiliriz. Bakıldığında Putin de ABD ile problem yaşamak istemiyor.

Fırat’ın doğusunu nasıl yansır bu durum?

En zor alan orası. Suriye’deki mesele çözülene kadar bu mesele uzar. Suriye’de eskisi gibi bir şey olmayacağını herkes biliyor ama yenisinin ne olacağını da kimse bilmiyor. Bir söz vardır:

Siz bir olayı başlatabilirsiniz ama durdurmak sizin elinizde değildir. Suriye’deki durum da buna benziyor. Senaryoyu yazanlar da bilmiyor ne olacağını. Dolayısıyla 
Fırat’ın doğusunun çözümü biraz uzun sürecek.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir