Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Mart 19, 2024

Arabesk Yerini Hiphop’a Bırakıyor

Hiphop, Amerika’da özellikle Reagen ve Bush dönemlerinde endüstri sektörünün ucuz iş gücü için başka bölgelere kaydırılmasına tepki olarak doğdu. Ağırlıklı olarak zenci nüfusun işsiz kalması neticesinde oluşan hiphop kültürü böylece yeni bir yeraltı dili üretti. Selçuk Küpçük Dünyabizim için yazdı.

Hiphop, içerisinde rap, break dans, grafiti gibi yerleşik egemen kültürün dışında kalan ve 1970’lerden itibaren Amerikalı zenci gençlerin ellerindeki sınırlı enstrümanlar ile (sesleri, teypleri, boyaları) kendilerini ifade ettikleri bir “altkültür” hareketi olarak ortaya çıktı. Hatta 1970 sonrası dünyasının en simgesel isimlerinden birisi olan Michael Jackson’a yöneltilen “Çocukluğunuzdan beri müzik dünyasının içindesiniz. Tanık olduğunuz en büyük müzikal yenilik ne?” sorusuna verdiği cevap hiç tereddüt etmeden “Rap”’tir. Ve “Kimse rap’in bu kadar uzun ömürlü olacağını öngörmedi” (Roll, Sayı 142, s.60) değerlendirmesinde bulunur.

Amerika’da 1980’lerden itibaren özellikle Reagen ve Bush dönemlerinde endüstri sektörünü iş gücü bakımından daha ucuz coğrafyalara kaydırma stratejisinin ve neticesinde bu fabrikalarda çalışan ağırlıklı zenci nüfusun işsiz kalması sürecinin daha görünür hale getirdiği hiphop kültürü yeni bir yeraltı dili üretti. Kuşkusuz Amerika’da zencilerin toplumsal dışlanma, aşağılanma, ekonomik pastadan pay alma, üst sınıf meslekleri yapmalarına imkan tanınmaması gibi ötekileştirilme durumunun doğurduğu ve zaman zaman tepkisel dile dönüşen bir muhalefeti söz konusu.

Herhangi bir enstrümana sahip olabilecek ekonomik imkanlarının bulunmadığı ve atalarının diyarı Afrika’dan devraldıkları ritm ve vokal ağırlıklı türkülerin modern zamanlarda kimlik bulmuş hali biçiminde ortay çıkan blues ve caz’ın da böylesi simgesel bir muhalif tarihi var. Hiphop ise bu tarihsel muhalefetin adeta post-modern zamanlarda, çağın ruhuna eşlik eden formla dönüşerek yeni bir dil halinde belirmesidir. Bütün bunlarla beraber Martin Luther King’den Malcom X’e kadar farklı muhalif kimlikler çıkartarak bu gençlere üretebilecekleri politik bir dil inşa eden liderlerin varlığını da ayrıca not edelim.

Aynı yıllarda, yani 1970’ler ve 80’lerde de Türkiye’de bir başka müzik hareketi, öyküsünü taşıdığı toplumsal katmanın estetik formunu tarihe notlar düşerek kendine mahsus özel bir seyir izledi. Tıpkı rap gibi kentte doğan, kentin ürettiği sorunlar karşısında ait olduğu toplumsal katmanın meselelerini kimi zaman açık (dışlanma, fakirlik, hor görülme kavramlarının kırı temsil eden türkülerde değil de kenti temsil eden arabesk müzikte sürekli tekrarlanan tema olmasını böyle anlamak mümkün. Gencebay’ın “Hor Görme Garibi” şarkısı gibi mesela) kimi zaman üstü kapalı biçimde (1970’lerin giderek sokağa taşan politik şiddeti içerisinde yayınlanan “Batsın Bu Dünya”yı böyle okumak mümkün. Ki Gencebay çoğu söyleşisinde bu şarkısından bahsederken o günlerin mevcut politik ortamına vurgu yapar) anlatmaya çalışan bir form olarak biçimlenen arabesk ile rap’in birlikte değerlendirilebilecek nitelikler taşıdığını söylemek mümkün.

Rap başından beri hiç form değiştirmedi ama arabesk “melez”

Tema edindikleri meseleler benzer toplumsal öykü taşımasının yanı sıra bir dönem gettolarda, kenar mahallelerde, gecekondularda ana mekanını kuran iki türün zamanla merkez’e hareket ettikleri (bu merkez’e hareket etme meselesinde şunu belirtmek gerekir ki, rap doğduğu gettoları terk etmedi, sadece beyazlar zamanla bu müziğin içine girdi. Arabeskte ise mahallelerini terk edip merkez’e yönelme durumu söz konusu), beyaz gençlerin de artık rap söylemeye başladığını, Türkiye’de ise özellikle 2000 sonrası arabeskin bütünüyle merkez’de kendisini tanımladığını görebiliriz.

Rap’in başından beri hiç form değiştirmemesine karşın arabeskin “melez” bir müzikal dil taşıdığını iddia etmek mümkün. Bunun sebebini şöyle açıklamak mümkün. Rap’i doğuran sosyoloji yüz yılı aşan süredir zaten gettoları da içine alan kenttedir. Getto netice itibariyle kentin bir uzantısı. Yerleşik bir durum yani. Oysa arabeski besleyen toplumsal öykünün dikkate alabileceğimiz yolculuğu 1950 sonrası birkaç büyük kente yapılan göçle başlıyor. Ancak 50 yıllık bir öykü var görünürde. Ayrıca bu göçün bir de Alamanya ayağı söz konusu ki, oradaki gençlerin de hiphop ile önemli ilişkisi mevcut.

Kentlerin etrafına kurulan mahallelerdeki öykü orada kalmayıp yaklaşık 30 yıl içerisinde merkez’e doğru çok hızlı bir hareket gerçekleştirdi (kültürel, siyasal, müzikal vs.). Durağan olmayan bu öykü değiştiği gibi müzikal formu da farklılaştı. En azından başka türler ile iç içe geçti. Ki bu iç içe geçmeler ta 70’lerde başlıyor. Gencebay’ın “Gönül” şarkısını Zerrin Özer söylerken, Batı müziği eğitimi almış birçok sanatçı da mesela içerisinde arabesk şarkılar barındıran albümler yapıyorlar (Nilüfer’in Selami Şahin şarkısı okuması gibi). Rap ise hiçbir yere gitmiyor. Zaten rap yapan gençler de hiçbir yere hareket etmiyorlar. Gettonun içinde kendisini var eden bir hayat.

Rap ile arabesk arasında geçişkenlik sözkonusu

Türkiye’de son yıllarda rap ile arabesk arasında ciddiye alınabilecek bir geçişkenlik yaşanmakta. Bunun bazı sebepleri var bana göre. Birincisi kentleşme ve kentleşirken yeni ezilen sınıfların ortaya çıkması. Bu önemli çünkü, arabesk her ne kadar kentte kendisini varetmişse de bir ayağı köydebir ayağı şehirde olan insan öykülerine dayanıyordu. Bu yüzden “gurbet” kavramı 1970’lerin arabesk şarkılarında sıkça çıkar karşımıza ve geldiği yeni mekanı (gurbet) geçici bir istasyondur onun için. Er geç “sıla”ya dönecektir. Ferdi Tayfur’un 90’lı yıllarda “Hadi Gel Köyümüze Geri Dönelim” şarkısını söylemesi bu açıdan manidardır. Bunun bir bilinçaltı vardı çünkü.

1990’ların sonu ve 2000’lerde doğanlar, dedeleri ve babalarından farklı olarak bütünüyle kente ait bir jenerasyondur. “Sıla”ları kenttir artık. Ve belki önemli bir kısmı nüfuslarının kayıtlı olduğu Anadolu şehirlerini hiç görmediler bile. Doğal olarak bu yeni jenerasyonun öyküsü ve meseleleri kavrayışı da çok daha farklı. “Gurbet” diye bir kavramı bilmiyorlar mesela. Kentte doğup büyüdükleri ve gözlerini açtıkları yenidünya çok kısa zamanda önemli bir devrim geçirip internet çağına girdiği için 2000’lerin dili ve duyarlılıklarını taşıyorlar. Türkü ve türkünün anlattığı öyküye ait bir bellekleri yok. 70’lerin, 80’lerin ve belki bir nebze haberdar oldukları 90’ların arabeski onların yaşadıkları ve karşılaştıkları meselelerin çok dışında adeta arkaik bir dünyadan bahsediyor gibidir. İnternete yakalanmış bu çocukların dünyayı kavrayış biçimleri zaten başlı başına farklı sorunlara muhatap olmalarına yol açtı ve dünyanın her yeri ile iletişim kurup, etkileşime girebilecekleri bir yol üzerinde sörf yapmalarına imkan aralandı.

Vatan gazetesinin Pazar ekinde 2000’lerin hemen başında İstanbul Dolapdere tamirhanelerindeki çırak çocuklarla, gençlerle gerçekleştirilen görüşmelerde hepsinin Ceza, Sagopa Kajmer gibi rap grup ve sanatçılarını dinlemesi şahsen beni şaşırtmıyor (Roll dergisinde Barbaros Devecioğlu ile yapılan söyleşiden aktarım. Sayı 102, s.42). Çünkü artık merkeze ulaşan ve orada sarhoş olan arabesk (ekonomik, kültürel, siyasal iktidarın nimetlerini görünce), geldiği yeri çok çabuk unutarak sınıf atlamanın neon ışıkları arasında başka bir forma evrildi. İşte geride bıraktığı ya da kısa zamanda oluşan yeni çevrenin, periferinin (sosyolojik olarak) merkezin dili ve müzikal formunu taşıyan bu yeni arabeskle (adına artık arabesk demek de mümkün değil bu müziğin) özdeşlik kurmaları, bir katharsis yaşamaları söz konusu değil.

Rap, yeni müzikal dil

Bu gençlerin meselelerini taşıyan forma sahip yeni müzikal dilin rap olduğunu görüyoruz. Ki bu rap Türkiye’ye has bir duyarlılık ile yeniden günümüze çağırılan 1970’lerin ve 80’lerin arabeskiyle de birleşip birleştirilip (ki bu birleştirilme de yine internet ve bilgisayar teknolojisi sayesinde gerçekleşiyor) yeni bir melez form ortaya çıkartıyor (Kes, yapıştır. Tıpkı pop-art teknikleri ve ait olduğu post-modern zamanların önerdiği biçimde birbiri ile ilgisi yokmuş gibi gözüken parçaların birleştirilmesi hali). Niye 70’lerin ve 80’lerin arabeski, çünkü o dönemin şarkıları bir öyküye sahipler ve bu öykü gerçekçi bir dil taşıyor. Dolapdere’deki tamirci gençlerin artık 2000’lerin arabesk şarkılarını tercih etmeyerek ve “Arabesk sosyete işi”  değerlendirmesinde bulunmalarının manidar olduğunu not düşmek isterim.

Türkiye’de Hiphop kültürü üzerine ilk derli toplu çalışmalardan birisi olan “Bir Gençlik Çığlığı: Hiphop Kültürü” (Akyüz Yayın Grubu, 2003) isimli kitabın yazarı “Jöntürk” ciddi bir arabesk karşıtı olarak “Arabeskin İpini Çekeceğiz” (s.52) dese de bugün böyle bir form ile yüz yüzeyiz. Gerçi arabeskin ipini çekme meselesinin resmi ideolojiye ait jargonları hatırlattığını hemen belirteyim. Değişik zamanlarda ortaya çıksalar da aynı mekânın ürünleri olan iki öyküden bahsediyoruz. Birisi 70’lerin ve 80’lerin duyarlılığı ile 2000’lere kadar yaşanan öyküyü anlatıyor, diğeri ise bir başka form üzerinden ve doğum yerleri kent olan günümüz gençlerinin 2000 sonrası hikâyesini.

Hiphop’ın kendi benzerine (arabeske) saldırarak (günümüzün kimlik değiştirmiş arabeskine. Bunun altını iyi çizelim) onun iktidarını yok ederek alan açmaya yönelmesinin de ilginç olduğunu belirtelim. Oysa Jöntürk’ü,  arabeskin ipini çekmesine gerek kalmadan zaten o, kenar mahalleyi terk edeli 10 yıldan fazla oluyor. Müzikal anlamda dilsiz kalan periferi, tam da “dil” meselesi üzerinden, konuşarak ve adeta belleğinde ne var ise kusarak beliren arızalı bir telaffuz ile (dedeleri ve babalarının şarkılarında İstanbul Türkçesi nasıl kullanılamıyor ve şive hâlâ devam ediyorsa, onlar da Türkçeyi bozarak, evirip çevirerek yeni bir dille çıkıyorlar karşımıza) rap formunu kullanarak yeni bir toplumsal hareketliliği ifade ediyor bugün.

Selçuk Küpçük

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir