Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Nisan 16, 2024

Cemaat Fobisi Hayra Alamet Değil

Yaşanan travmanın etkisi, malum olayla ve ‘Cemaat’le (FETÖ) sınırlı kalmayıp çok daha başka boyutlara sıçramış gözüküyor. Pirincin taşını nasıl ayıklayacağımız konusunda ciddi bir şuur kaymasıyla karşı karşıya gibiyiz. Sorun kriminal mahiyetinden izole edilerek yavaş yavaş cemaat kültürünün ve dayanışmasının sorgulanmasına doğru vardırılmış bulunuyor. En azından tetiklenmiş bir şüphecilik söz konusu. Burada yer yer ciddi bir akıl tutulmasının emarelerini görmek mümkün.

Travmatik Bir Zihin Hali

Yaşadığımız travmanın büyüklüğüne şüphe yok. En dindarından ateistine kadar hiçbirimizin akıl ve hayal bile edemediği kötü bir tecrübeyi yaşadık. Gerçi perşembenin gelişi çarşambadan belli olur derler; “Cemaat” denilen o ucube yapının yaşadığı güç zehirlenmesini fark etmek için belli bir dikkat ve bilgi sahibi olmak belki yeterliydi. Ancak gerek çizdiği dindarlık tipolojisiyle gerekse öteden beri tebarüz ettirdiği devletçi ve milliyetçi tutumuyla söz konusu zehrin böyle bir komplikasyona sebebiyet vereceğini tahmin edebilmek için sanıyorum hayli derin müşahede ve ipuçlarına ihtiyaç vardı. Travmaya yol açan asıl sebeplerse birinci olarak, din temelli bir cemaatin “kriminal” bir eylemin doğrudan faili haline gelmesi; ikincisi, cemaat mensuplarını böyle bir teşebbüse kanalize edecek ruh halini ve motivasyonu oluşturabiliyor olmasıdır. Cemaat’in söylemsel ilke ve değerleriyle pratiği arasındaki bu tezat hali, bilhassa muhafazakâr kamuoyu üzerinde büyük bir travmaya sebep olmuştur. Ne ki yaşanan travmanın etkisi, malum olayla ve ‘Cemaat’le (FETÖ) sınırlı kalmayıp çok daha başka boyutlara sıçramış gözüküyor. Pirincin taşını nasıl ayıklayacağımız konusunda ciddi bir şuur kaymasıyla karşı karşıya gibiyiz. Sorun kriminal mahiyetinden izole edilerek yavaş yavaş cemaat kültürünün ve dayanışmasının sorgulanmasına doğru vardırılmış bulunuyor. En azından tetiklenmiş bir şüphecilik söz konusu. Burada yer yer ciddi bir akıl tutulmasının emarelerini görmek mümkün. Hakikati veya doğruyu gücün/kurumların inisiyatifi altına alma yolunda bir gayretkeşlikle tezahür eden süreç, sosyo-kültürel gelişimimiz açısından son derece yıkıcı sonuçlar doğurabilecektir. Var olan cemaatlere yönelik eleştiri hakkımızın her zaman baki olduğunu söylemek gerekmiyor. Dahası Müslüman münevverler tarafından “gerçek İslam” mücadelesinin her zaman canlı tutularak cemaatlerdeki itikadi sapma ve bozulmaların mutlaka üzerine gidilmesi icap eder. Bunu elbette yadsıyacak değiliz. Ancak hadise cemaatlere ayar vermek gibi totaliter bir noktaya doğru gittiğinde iş değişir. Her şeyden önemlisi Cemaat’e yönelik öfke ve anti-patinin genel anlamda bir “cemaat fobisi”ne dönüşmesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Cemaatler meselesini, temel hak ve özgürlükler çerçevesinde sağlıklı bir akıl yürütmeyle değerlendirebilmek için sözü edilen fobiden arınmak zorundayız.

Cemaatler Birer İhtiyaçtır

Cemaatler, doğrusuyla yanlışıyla toplumsal ve dini bir realitedir. İçerdiği doğrular da yanlışlar da büyük ölçüde gelenekli din anlayışları içinde var olan inanış biçimlerinin uzantılarından müteşekkildir. Dolayısıyla gelenek dediğimiz kültürel olguyu tamamen saf, sahih din anlayışlarıyla ilişkilendirmek/örtüştürmek ne kadar gayr-i kabil ise mevcut cemaat kültürleri için de aynı örtüşmezliğin vaki olması kaçınılmaz sayılır. Geleneğin oluşturduğu din anlayışı ve/veya pratiği gerçekte sadece cemaatler içinde değil toplumun genelinde de varlığını sürdürüyor. Kastettiğimiz geleneksel unsurların cemaatlerde daha yoğun ve kristalize bir şekilde tebarüz ettiği, yer yer farklı şekillere bürünebildiği ise bir gerçek: Tesettürün çarşafa, ibadetin toplu zikre dönüşmesinde olduğu gibi. Cemaatlerde inhiraf veya aşırılık şeklinde ortaya çıkan problemler, esas itibariyle dinin gelenekli yapısı içinde kök olarak tespit edebileceğimiz unsurların bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Cemaatlerin bu nevi kökleri daha fazla yeşertmesine karşılık, halkın genel yaşantısında bunlar giderek daha kurumaya ve etkisizleşmeye yüz tutmuş durumdadır.

Ancak cemaat olgusunun, dinin tamamen geleneksel çerçevesi içinde kalmadığını, modernist veya öze dönüşçü temayüllerle de zuhur edebildiğini unutmamak lazım. Nitekim cemaat olgusunun sürekli negatif örnekler üzerinden gündeme taşınması konuyu doğru bir zemin ve çerçevede tartışmayı zorlaştırmakla kalmayıp aynı zamanda önyargılarla malul değerlendirmelere sebebiyet vermektedir.

Laikçi Militarizmin Tuzağına Düşmemeli

Yaşadığımız mezkur travma sebebiyle cemaat-devlet ilişkisi konusunda bazı önyargıların oluşması veya var olan önyargıların derinleşmesi neredeyse engellenemez bir hal aldı. Daha açıkçası, cemaat-siyaset ilişkisini yakın geçmişimizdeki kötü örnek üzerinden düşünmeye meyyal hale gelmemizde herhangi bir tuhaflık yok, ancak bunun bizim ne aklımızı ne de siyasetimizi cendereye almasına müsaade edilmeli. Mesele şu veya bu cemaat olayı değil, ilkesel anlamda cemaat-siyaset ilişkisini nereye koyduğumuzdur. Cemaatleri bir taraftan bir oy deposu olarak görüp diğer taraftan siyasetten ari kılmaya çalışmanın nasıl bir tutarsızlık olduğu aşikâr. Daha da önemlisi, cemaatlerin aslında bir tür sivil toplum kuruluşu olduğunu göz ardı ediyor olmamızdır. Sivil toplum kuruluşlarıyla cemaat yapıları arasındaki fark özde ve içerikte değil sadece biçim itibariyledir. Bu açıdan sivil toplum kuruluşlarına verilen siyaset yapma hakkının cemaatlerden esirgenmesi ancak laikçi bir anlayışla izah edilebilir. Siyaset yapma hakkı bireyler için neyse cemaatler için de odur. Başka bir ifadeyle bireyler, cemaatler halinde siyaset yapma hakkına sahiptir. Hatta siyaset bir bakıma ve bir yere kadar olmazsa olmazdır. Bu hakkın gasp edilmesi, eğer laikçi militarizmin bir sonucu değilse, tek tipçi din anlayışının totaliter bir yönetim anlayışıyla kesişmesinin bir işaretidir diyebiliriz.

Cemaatin Ontolojik Hudutları

Özgürlükçü siyasetin böylesi savrulmalara karşı son derece duyarlı olması gerekmektedir. Siyaset, hem birey hem de cemaatler için bir özgürlük alanı olarak görülmeli, laikçi jakobenizme karşı verilen mücadelenin haklılığına hiçbir şekilde gölge düşürülmemeli. Bu anlamda, cemaatlerin her türlü siyaset yapma haklarıyla ilgili tereddüde mahal olmamalıdır. Fakat bu değerlendirmelerimiz ortada sorun yok anlamına da gelmiyor. Aksine, sorunu doğru tespit edebilmek için tam da böylesi bir tefriki yapmaya ihtiyaç var. Buradan hareketle sanıyorum sorunu doğru bir çerçeveye oturtma imkânı bulabiliriz. Zira siyaset yapma hakkıyla devleti cemaatin kontrolü altına sokma teşebbüsü birbirine karıştırılmaması gereken şeylerdir. Devlet, hukukun esas ve normlarına göre işlemesi gereken, dolayısıyla bütün bireylere ve cemaatlere eşit mesafede durmasıyla mümeyyiz bir organizmadır. En azından hukuk devleti için durum böyledir. Devletin işi, cemaatlerin emri altına girmek değil, talep ve haklarına hakkaniyetle cevap vermeye çalışmaktır. Cemaatler siyaseti yasama mecralarında yapar, yapacaktır, fakat yürütme ve yargı alanlarında artık siyaset değil kamu ve hukuk aklı cari hale gelir. Cemaatlerin, devlet içinde hükümranlık alanları oluşturmasına müsaade etmek, hukuken ve siyaseten kabul edilebilir bir durum değildir.

Buna karşılık, cemaatler sosyal, kültürel, siyasal fonksiyonlarıyla sadece geleneksel değil modern toplumlarda da önemini korumaktadır. Bireyselleşme ve özgürlük temayülleriyle cemaat yapıları arasında ters orantılı bir ilişki olduğu iddiası, gerçekçi ve rasyonel olmaktan epeyce uzaktır. Modernleşme süreciyle birlikte bireyselleşme eğilimlerinin ivme kazandığı hiç şüphesiz yadsınamaz. Fakat esasen, bireyselleşmenin cemaatleşmeye mani veya tezat bir gelişme olarak düşünülmesi, modern sosyolojide klişe haline gelmiş bir önyargıdan ibarettir. Geleneksel toplumlarla modern toplumlar arasındaki değişmeyi izah etme bağlamında bu klişenin, bir karşılığı ve geçerliliği elbette vardır. Ne ki modern toplum yapısı içerisinde böylesi bir klişe artık gerçekçi ve açıklayıcı olma özelliğini yitirmiştir. Zira cemaat aidiyeti, insanın ve insanlar arası ilişkilerin ontolojik katmanlarından biridir. Cemaat ilişkilerinin budanması tam da insanı eksiltme, ontolojik doluluğu ve iradeyi zayıflatma biçiminde zuhur edebilmektedir. Oysaki cemaat, insanlara hem bir güvenlik hem de potansiyel bir varoluş imkânı sunar. Bauman’ın ifadesiyle “Varlıklarını sürdürebilmek için savunulmaya gerek duyduğu, bu varoluşu güvence altına almak için kendi üyelerinden medet umduğu ve bunun için bireysel olarak sorumluluk yüklendiğinden bütün cemaatler birer tasavvurdur, bireysel tercihten önce değil sonra gelen birer projedirler” (246).1 Bireyselleşme muhakkak ki insani tekâmülün gereklerinden biridir. Ancak cemaatleşme de ondan daha önemsiz sayılamaz. Cemaat olabilme keyfiyeti bile başlı başına bir değer ve erdemliliğe işarettir. Hazreti Peygamberin “cemaatte rahmet vardır” buyruğunu zinhar cami cemaatiyle sınırlamak gibi bir anlayışsızlık içinde olamayız. Yaşadığımız travma karşısında yapacağımız en doğru şey cemaat olmanın asli şartları ve özellikleri üzerine doğru bir bakış açısı geliştirmek olmalı. Cemaat fobisi, Müslüman bir toplumun başına gelebilecek en büyük kötülüklerden biri olacaktır.

1Bauman, Zygmunt (2017), Akışkan Modernite, Çev: Sinan Okan Çavuş, Can Yayınları.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir