Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Mart 28, 2024

15 Temmuz Sanıkları “Kontrollü Darbe” Diye Savunma Yapıyor!

15 Temmuz darbe teşebbüsünün başarısız olmasının nedeni darbeye iştirak eden askerlerin beceriksizliği değil, halkın darbeye karşı direnmesidir. Bu darbeyi planlayanların, uygulamaya koyanların, destekçilerinin, “kontrollü darbe” gibi hiçbir temeli olmayan soyut iddialarla halkın destansı direnişini kirletmesine izin vermeyelim.

Kontrollü darbe iddiasını ilk kez ortaya atan, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün hemen ertesinde, FETÖ örgüt lideri Fetullah Gülen oldu. Aynı tarihte, Amerikan medyasında da benzer haberler yapıldı. Kontrollü darbe iddiasının amacının, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile Amerika arasındaki bağlantıyı koparmaya yönelik olduğunu anlayabiliyoruz. Darbeye iştirak eden askerlerin ifadeleri ortaya çıkmaya başlayınca, örgüt lideri “bu darbeyi, ulusalcı kanat Atatürkçüler yapmış olabilir” dedi. Soruşturmalar ilerledikçe, darbe ile FETÖ lideri arasında yoğun bağlantılar ortaya çıkmaya başladı. FETÖ’nün önemli isimlerinden biri olan Ekrem Dumanlı, “bu harekete bağlı olanlardan bir kısmı, tepkisel olarak kendi başlarına böyle bir şey yapmış olabilir, bu kişilerin hareketi bizi bağlamaz” diye açıklama yaptı. Örgüt lideri Gülen de, “bu harekete mensup bazı kişilerin, makam ve mevki hırsıyla bu darbeyi yapmış olabileceğini, darbelere karşı olduklarını” söyledi. Soruşturma derinleştikçe, Fetullah Gülen’in darbe teşebbüsünün tam merkezinde olduğu ortaya çıktı. Bunun üzerine kontrollü darbe iddiası uzunca bir süre rafa kaldırıldı. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün yıldönümünde tekrar tedavüle sürüldü. CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “15 Temmuz darbe teşebbüsünün Ak Partinin eseri olduğunu, kontrollü bir darbe olduğunu” dile getirmeye başladı. Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasından sonra, 15 Temmuz darbe sanıkları da mahkemede bu yönde savunma yapmaya başladılar. 15 Temmuz darbe teşebbüsüne iştirak iddiasıyla yargılanan rütbeli subaylar, savunmalarını, “kontrollü darbe” ve kendilerine kumpas kurulduğu tezi üzerine inşa etmeye başladılar. Sanıkların, bu iddialarını destekleyecek en küçük bir kanıt sunamaması, bu iddianın, bütün boyutlarıyla ele alınmasına engel teşkil etmiyor.

15 Temmuz FETÖ’ye Kumpas mı?

15 Temmuz sanıklarından bazıları, şöyle savunma yapıyor: “Hizmet hareketine bağlı bazı emniyet görevlileri, bazı bakan ve çocuklarının yolsuzluklarıyla ilgili soruşturma başlattığı için, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, intikam almak için, kamu kurumlarında görev yapan hizmet hareketine bağlı olanları (devletin desteğiyle) tasfiye hareketine girişmiştir. Emniyet ve Yargı içindeki hizmet hareketi mensupları sadece görevlerini yapmışlardır. Hiçbir suç işlemedikleri halde kumpas iddialarıyla gözaltına alınmışlar, tutuklanmışlardır. Bu davaların bir kısmı devam ederken, bir kısmı sonuçlanmış, masum oldukları halde mahkum edilmişlerdir. 15 Temmuz, ordu içindeki hizmet hareketi mensuplarını tasfiye amacıyla kurgulanmış bir kumpastır. Bu kumpasın en önemli delillerinden biri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununda, terör olaylarında, askerin kolluk kuvvetlerine destek vermesine yönelik değişiklik yapılması ve bu değişikliğin, darbe teşebbüsünden bir gün önce resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmesidir. Darbe kurgusunun alt yapısı hazırlandıktan sonra, Genelkurmay başkanlığından belli birliklere emir gönderilmiş, bu birliklerin komutanları da verilen emri yerine getirmiştir. Ordu içinde hizmet hareketine bağlı olanlar, 15 Temmuzda darbe teşebbüsünde bulunmamıştır. Bu insanları belli noktalara sevk edenler, kumpas kuranlar suçludur. Bizim değil, bunların yargılanması gerekir.”

Bu savunma, 15 Temmuz darbe teşebbüsü hakkında yeterli bilgiye sahibi olmayanları şüpheye düşürebilir. Ancak gerçekleri yan yana koyduğumuzda bu iddianın bir harfinin bile doğru olmadığı görülecektir. Her şeyden önce 17/25 Aralık operasyonunun, adli bir yolsuzluk soruşturması olmadığı, Amerika tarafından planlanan Türkiye’deki taşeronları tarafından uygulamaya konulan bir operasyon olduğu ortaya çıkmıştır. 17/25 Aralık soruşturmasını yürütenlerin bu soruşturmanın merkezine Halk bankasını yerleştirmesi, bu soruşturma başarısız olunca, Amerika’nın, kendi ülkesinde Reza Zarrab aleyhine dava açması, 17/25 Aralık soruşturmasında görev yapan FETÖ’cü polis şeflerinin, soruşturma belgelerini savcıya vermesi, bu davada tanıklık yapması, bu soruşturmanın “adli bir soruşturma” değil, uluslararası bir operasyon olduğunu gösteriyor. 17/25 Aralık soruşturmasını yürütenler, kumpas iddiasıyla yargılanıyor. Şüphelilerden bazılarının Amerika’ya, bazılarının Almanya’ya sığındığı8nı biliyoruz. Bu örgüt sadece 17/25 Aralık soruşturmasında değil, Ergenekon, Balyoz, Tahşiye, Selam Tevhid, MİT Tırları, , gibi yüzlerce soruşturma ve davada masum insanlara kumpas kurmuştur. Örgüt için tehlike arz eden, Necip Hablemitoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu gibi kişileri öldürtmüş, operasyonlarına meşruiyet kazandırmak için, Hrant Dink, Danıştay saldırısı gibi cinayetler işletmiştir. Bu davalarda elde edilen deliller, FETÖ’nün sadece rakiplerini tasfiye etmek için kumpas kuran değil, aynı zamanda eli kanlı bir suç örgütü olduğunu gösteriyor. Bu davalarda görev alan ve yargılanan çok sayıda hakim ve savcının itirafları, soruşturmaların örgütün talimatıyla başladığını, örgütün talimatına göre sonuçlandığını kanıtlamaktadır. Kumpas davalarından bir kısmı sonuçlanmış bir kısmının yargılaması devam etmektedir. Bu davaların her biri, bu örgütün en önemli özelliklerinden birinin kumpas olduğunu kanıtlamaktadır. Bu davalar, FETÖ’nün emniyet ve yargı içindeki unsurlarıyla suç işlediğini göstermektedir. Farklı savcılar ve farklı mahkemeler tarafından yürütülen bu soruşturma ve davaları, intikam olarak nitelemek eşyanın tabiatına aykırıdır.

17/25 Aralık operasyonu, emniyet ve yargı içine sızan FETÖ’nün operasyonu olduğuna göre, bu örgütün, (ordu dahil) bütün kamu kurumlarından tasfiye edilmesi son derece doğaldır. 2016 yılında yapılacak Yüksek Askeri Şura toplantısından çok önce, bu toplantıda FETÖ’ye yönelik geniş kapsamlı bir tasfiye yapılacağı açık açık konuşulmaktaydı. YAŞ toplantısı yapılmadan önce yapılan darbe teşebbüsü, bu darbeyi FETÖ’nün planladığını göstermektedir. Bu senaryoda iddia edildiği gibi, genelkurmay başkanlığı tarafından, hizmet hareketi mensuplarına, “darbe” veya “sıkıyönetim” veya “muhtelif kent merkezlerindeki bazı kurumların güvenliğini sağlama” görevi verildiğini varsayalım. Bu senaryoda birinci seçenek, genelkurmay başkanlığının, FETÖ’cü subaylara, darbe emri vermiş olmasıdır. Eğer genelkurmay başkanlığından böyle bir emir verilmiş olsaydı, darbenin emir-komuta zinciri izcinde yapılması gerekirdi. Oysa 15 Temmuz darbe teşebbüsünün emir komuta zinciri içinde yapılmadığı, genelkurmay başkanı başta olmak üzere, üst düzey kuvvet komutanları derdest edildiği bilinmektedir. Genelkurmay başkanlığı “darbe emri” verseydi bile, kendilerini “hizmet hareketi gönüllüsü” olarak tanımlayan FETÖ’cü askerlerin, konusu suç teşkil eden bu emri yerine getirmemesi gerekirdi. Zira kanunsuz emri yerine getiren sorumlu olur. Bu senaryoda, 15 Temmuz darbesini FETÖ’cü askerlerin yaptığı kabul edilmektedir. İkinci seçenek, sıkıyönetim ilan edilmesi nedeniyle FETÖ’cü subaylara görev verilmesidir. Sanıkların bir kısmı, savunmalarında, genelkurmay başkanlığından sıkıyönetim ilan edildiğinin söylendiğini, bu emre istinaden kendilerine göre verildiğini söylüyor. Böyle bir savunmaya itibar edilebilmesi için, anayasada belirlenen esaslara göre sıkıyönetim ilan edilmesi gerekiyor. Anayasanın 122.maddesinde; “Olağanüstü hal ilanını gerektiren hallerden daha vahim şiddet hareketinin yaygınlaşması veya savaş hali veya savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, ayaklanma olması veya vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması sebepleriyle, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra, süresi altı ayı aşmamak üzere yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde sıkıyönetim ilan edebilir. Bu karar, derhal Resmi Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağırılır.” Hükümleri, sıkıyönetimin nasıl ilan edilebileceğini net olarak açıklamış. Rütbeli subayların bu hükümleri bilmemesi imkansızdır. 15 Temmuz sanıklarının akıllı telefon kullandığı dikkate alındığında, sıkıyönetim ilanı iddiasının doğru olup olmadığını çek etmek için resmi gazeteye erişimi an meselesidir. Bu iddiayı doğrulamadığı sürece harekete geçemez. Harekete geçse bile, sıkıyönetim ilan edilmediğini öğrendiğinde derhal geri dönmesi gerekirdi. Oysa 15 Temmuz sanıkları, sabaha kadar sivil halkın üzerine ateş açarak, direnişi bastırmaya çalışmıştır.

Üçüncü seçenek, genelkurmay başkanlığından, darbe için değil de, terör saldırısı istihbaratına istinaden bazı kurumların güvenliğini sağlamak için görev verilmesidir. FETÖ’cü askerlere böyle bir emir verilmiş olsaydı, bu emrin gereği kamu kurumlarının güvenliğini sağlamakla sınırlı olması, kolluk güçlerine destek olması (olası terör eylemlerine karşı onlarla birlikte hareket etmesi) gerekirdi. Ancak, darbe teşebbüsü davalarının içeriğine bakıldığında, bu kurumların güvenliğini sağlamak için görevlendirildiğini öne süren askerlerin, bu kurumları ele geçirmeye çalıştığı, bombaladığı görülüyor. Kamu kurumlarının çevresinde bulunan kolluk güçlerini yere yatırdıkları, silahlarını aldıklarını, itiraz edenlere şiddet uyguladıklarını gösteriyor. Bu senaryo, sivil halkın üzerine ateş açmalarını, TBMM’nin bombalamalarını, MİT karargahının bombalamalarını, Cumhurbaşkanını yakalamak veya öldürmek için Marmaris’e tim göndermelerini, yakalayamayınca Atatürk havalimanına takviye kuvvet göndermelerini, açıklayamıyor. 15 Temmuz sanıklarının üstüne basa basa ileri sürdükleri iddialarından biri de, İl İdaresi Kanununda, toplumsal olaylarda kolluk kuvvetinin yetersiz kalması durumunda, askere yetki verilmesine ilişkin kanun değişikliğidir. Bu değişiklik, 23/06/2016 tarihinde yapılmış, 14/07/2016 tarihli resmi gazetede (darbe teşebbüsünden bir gün önce) yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. 5442 Sayılı İl İdaresi Kanununun 11.maddesi (j) fıkrasında, “(Ek: 23/6/2016-6722/12 md.) Genel kolluk kuvvetlerinin imkân ve kabiliyetlerini aşan durumlarda terörle mücadele için gerekli olması veya terör eylemlerinin kamu düzenini ciddi şekilde bozması hâlinde, İçişleri Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla Türk Silahlı Kuvvetleri görevlendirilebilir. Bakanlar Kurulu kararında; görevin kapsam ve süresi, görev alanı, istihbarat yetkisinin kapsamı, destek silahlarının kullanımına yönelik tahditler, görevlendirilen birliklerin mülki amirler ve genel kolluk kuvvetleri ile ilişkileri, ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından alınması gereken tedbirler, icra edilecek görevlerin planlanması ve izlenmesi ile gerek görülen diğer hususlar gösterilir. Görevlendirilecek Türk Silahlı Kuvvetleri birliklerinin çapı, teşkilatı, konuşlandırılacağı yerler, emir komuta ilişkileri, kuvvet kaydırılması ve bu kapsamda gerekli görülen diğer hususlar Genelkurmay Başkanlığı tarafından belirlenir.” Madde metninde görüleceği üzere, terör olaylarında askerin görevlendirilebilmesi için, terör söylentisi değil, somut bir terör eylemi olması, bu eylemin kamu düzenini ciddi şekilde bozması, kolluk güçlerinin terör eylemlerini önlemede yetersiz kalması, bunlara ilaveten, İçişleri Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulunun karar vermesi gerekiyor. 15 Temmuzda bunların hiç biri yoktur. Askeri uzman bilirkişilerin hazırladıkları raporlar, kamu tanığı askerler, böyle bir savunmanın temelsiz olduğunu belirtiyor. Türkiye’nin büyük şehirlerinde bombalı terör eylemleri, Güneydoğu’da hendek kazma olaylarında dahi askerleri görevlendirmeyen hükümetin, hiçbir terör olayının olmadığı 15 Temmuz’da askere görev vermesi anlamsızdır. 5442 sayılı kanununda yapılan değişikliğin amacı, terörle mücadelede görevlendirilen askerleri korumaya yöneliktir. Bu kanun, darbeden yaklaşık bir ay önce (23/06/2016) TBMM’de kabul edilmiştir. Kanunun, darbe teşebbüsünden bir gün önce yürürlüğe girmesi (resmi gazetede yayınlanması), ancak tesadüfle açıklanabilir. Kanun metni, terör eylemlerinde askerin, kolluk kuvvetlerine destek için görevlendirilmesini bir dizi şarta bağlıyor. Bu kanun 14 Temmuzda yürürlüğe girdiğine göre, bu kanunun uygulama esaslarının belirlenmesi ve askerlerin eğitilmesi, tatbikatlar yapması gerekiyor. Bu kanun değişikliği veya bundan önceki darbelerde darbeye dayanak gösterilen TSK İç hizmet Kanunu 35.maddesi dahil, hiçbir kanun, yönetmelik, darbeyi meşru hale getirmez. Demokrasilerde darbe, en ağır suçtur. 15 Temmuz sanıklarına kumpas iddiasını ciddiye almak için, emri verenlerle emri yerine getirenler arasında ayırım yapılması gerekiyor. Adli merciler, emri yerine getirenler hakkında işlem yaparken, emir verenleri koruması, onlar hakkında hiçbir işlem yapmaması veya serbest bırakması gerekiyor. Ancak 15 Temmuz davalarında, sadece emri yerine getirenlerin değil, emir verenlerin de sanık olarak yargılandığını, hatta, sonuçlanan davalarda, en ağır cezalar sevk ve idare edenlere (emir verenlere) verildiğini görüyoruz.

15 Temmuz, Hükümet-Ulusalcı İşbirliği Ürünü mü?

15 Temmuz sanıklarından bazıları, “15 Temmuzun, Başbakan Erdoğan’ın, hizmet hareketinden intikam alma amacıyla, ordu içindeki ulusalcı kesimle anlaşarak FETÖ’ye kumpas kurduğunu” iddia ediyor. İlk senaryoda, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ordu içindeki hizmet hareketi mensupları tarafından gerçekleştiği kabul edilirken, bu senaryoda, “hükümetin ulusalcı kesim ile işbirliği yaptığı, ulusalcı kesimin de FETÖ’cü askerleri azmettirdiği” iddiasına dayanıyor. Böyle bir iddiaya itibar etmek için, ordu içindeki ulusalcı kesim ile FETÖ’cü askerlerin arasının çok iyi olması, ulusalcı kanadın FETÖ üzerinde etkili/etkin olması gerekir. FETÖ’nün Ergenekon ve Balyoz kumpasları, iki kesimin birbirine güvenmesini ve birlikte hareket etmesini imkansız kılan önemli bir nedendir. İki taraf arasındaki güvensizlik ve husumet ortada iken, ulusalcıların, FETÖ’cü askerlere yardım vaadinde bulunması, onları yönlendirmesi, darbeye azmettirmesi, safsatadan ibarettir. Kaldı ki, 15 Temmuz sanıklarından hiç biri, bugüne kadar bu yönde bir ifade vermedi. 15 Temmuz sanıklarının, müdafi eşliğinde, emniyet, savcılık ve hakim önünde verdikleri ifadeleri, darbe teşebbüsünü sevk ve idare edenlerin FETÖ olduğunu ortaya koydu. Ordu içindeki ulusalcı kanadın Erdoğan’ı sevmediğini, onunla işbirliği yaptığı iddiasının somut olgularla bağdaşmadığını da bir kenara not etmek gerekir. Bu senaryoya hiç kimse itibar etmediği için, sessiz sedasız tedavülden kaldırıldı.

Hükümetin Darbeden Haberi Var mıydı?

15 Temmuz sanıklarından bazıları “hükümetin, 15 Temmuzdan önce, ordu içindeki bir grubun (hizmet hareketinin ) 15 Temmuzda darbe yapacağını öğrenmesine rağmen, (geniş kapsamlı bir tasfiye için) bu kişilere yönelik hiçbir operasyon yapmadığını, 15 Temmuzda harekete geçmelerini beklediğini” iddia ediyor. Bu senaryoda, “15 Temmuz darbe teşebbüsünü FETÖ’nün gerçekleştirdiği” kabul ediliyor. Sadece, emniyet ve istihbarat kurumlarının, hükümetin, darbe yapılacağını öğrenmesine rağmen, müdahale etmediği, göz yumduğu, harekete geçmeleri için beklediği iddia ediliyor. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden aylar önce, ben dahil pek çok kişi “FETÖ’nün darbe yapabileceğini” dile getirdi. Gazetelerde yazıldı, TV’lerde dile getirildi. O günün koşullarında, FETÖ’nün darbe yapabileceği tahmininde bulunmak anormal değildi. 15 Temmuz günü, MİT’e darbe ihbarı geldiği, MİT başkanının da genelkurmay başkanıyla görüşerek bu ihbarı bildirdiği, genelkurmay başkanının zırhlı araçların sevkini ve tüm uçuşları durdurduğu bilinen bir gerçek. Genelkurmay başkanının bu emrini, ordu içindeki FETÖ’cü subayların devre dışı bıraktığını biliyoruz. MİT’e darbe ihbarı geldiğinde, MİT’in görevi, bu bilgiyi doğrulatmak, doğrulattığında adli mercilere (yetkili savcıya) iletmektir. Darbe istihbaratı alan kamu görevlisi, bu bilgiyi yetkili mercilere iletmezse, en fazla görevi ihmal suçunu işlemiş olur. Adli mercilere intikal eden soruşturma süreçleri de kısa zamanda sonuçlanmıyor. On binlerce kişinin iştirakiyle işlenen darbe suçu, savcılık soruşturmasıyla önlenemez. Birçok hükümet darbeyi önceden öğrendiği halde, polisiye tedbirlerle darbe önlemeyeceğinden, çaresizlik içinde darbeyi beklemiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuzdan önce, darbe yapılacağını öğrenseydi, Süleyman Demirel gibi sessiz kalır mıydı? 15 Temmuz akşamı ortaya koyduğu tavır, darbeye karşı çıkacağını gösteriyor.

Kontrollü darbe tezi, psikolojik harekat ustalarının bir operasyonudur. Hasmını, savunma pozisyonuna, savunma zeminine çekme, 250 şehidin, iki binden fazla ateşli silahla yaralanan gazinin olduğu “darbe suçuyla” bağını koparma projesidir. Darbe suçu, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) görev alanına giren bir suçtur. Hükümetin darbeden haberi olsaydı, önlem alırdı. 15 Temmuz gecesi yaşananlar, hükümetin bu darbeye karşı hiçbir hazırlığın olmadığını gösteriyor. O gece, Cumhurbaşkanı Erdoğan Marmaris’te, Başbakan Binali Yıldırım İstanbul’daydı. Erdoğan Marmaris’ten Dalaman’a oradan İstanbul’a, Başbakan da, Ankara’ya gelmek için yola çıkıyor. Her ikisi için de özel bir güvenlik önleminin alınmadığı görülüyor. Cumhurbaşkanı, Marmaris’teki otelden on beş dakika erken çıkmasa, bindiği uçak Dalaman’dan Atatürk havalimanına geldiğinde İstanbul emniyeti kuleyi ele geçiremese, bugün çok farklı şeyleri konuşuyor olabilirdik. Kontrollü bir darbeden söz edebilmek için, darbe yapılmasına alan açan, göz yuman hükümetin, darbecilere karşı, ordu içindeki bazı unsurlarla (üst düzey komutanlarla) işbirliği yaparak, önlem alması beklenir. 15 Temmuz akşamı yaşananlar, böyle bir “karşı koyma” planının olmadığını gösteriyor. Darbe teşebbüsünde bulunanlar; genelkurmay başkanı dahil, üst düzey komutanları derdest etmişler, etkisiz hale getirmişler, hapsetmişlerdir. 15 Temmuz darbe teşebbüsünü, ordu içinde darbeye karşı olan bir grup değil, halk bastırmıştır. Ak Partinin ordu içinde etkili olduğu iddia edilmediğine göre, hükümetin kontrol edemeyeceği bir darbeye “kontrollü darbe” denemez. 15 Temmuz darbesinin muhatabı hiç kuşkusuz Ak parti iktidarıdır. Amerika’nın, darbeyle düşürmek istediği bir hükümeti “kontrollü darbe” yapmakla suçlamak için mantıklı bir teze değil, bu teze destek verecek yeteri kadar gönüllü gerekiyor. 15 Temmuz davalarında karar veren mahkemelerin hiç biri, sanıkların bu savunmalarına itibar etmediği halde, sanıklar, bu savunmalarında ısrar ediyorlar. Amerika’yı darbeye destek suçlamasından kurtarmak için, kendilerini feda ediyorlar. Kendilerini feda etmeleri için, defalarca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından daha ağır bir ceza olmalı!

Akşam Saatinde Darbe mi Olur?

Kontrollü darbe söylemine destek verenler, bir darbenin ilk kez başarısız olmasından hareketle “akşam saatinde darbe mi olur” diye soruyor. Esasen 15 Temmuz darbe teşebbüsünün diğer darbelerden farkı yok. Hatta fazlası var eksiği yok. Bundan önceki darbelerden daha fazla kişi istihdam edilmiş, daha fazla araç sevki yapılmış, daha fazla silah ve mühimmat dağıtılmış, bu silahlar ve mühimmatlar halka karşı kullanılmıştır. Hiçbir darbede savaş uçakları, milli iradenin sembolü meclisi, kamu kurumlarını bombalamamış, bu kadar kararlı bir tutum sergilememiştir. Bundan önceki darbelerde, asker ile halk karşı karşıya gelmemiş, halkın üzerine ateş açılmamıştır. Bundan önceki hiç bir darbede sivil halk darbeye direnmemiştir. 15 Temmuz darbe teşebbüsüne, bundan önceki darbelere kıyasla, daha fazla asker katılmıştır, darbe planları defalarca gözden geçirilmiş, darbenin patronu tarafından onaylanmıştır. Hükümetin darbeden haberi olsaydı, FETÖ ve ABD bunu mutlaka öğrenir, ya darbeyi erteler veya vazgeçerdi. Adil Öksüz darbe planlarını Amerika’ya götürüp onay aldıktan sonra, 15 Temmuzdan iki gün önce Türkiye’ye dönmesi ve darbenin startını vermesi darbenin deşifre olmadığını gösteriyor. Dava dosyalarındaki ifadeler de bunu teyid ediyor. Darbe, (diğer darbelerde olduğu gibi) herkesin uykuda olduğu bir saatte, 03:00’te planlanmasına rağmen, bu planı İzmir Cumhuriyet Savcısı Okan Bato bozuyor. Askeri casusluk soruşturmasını yürüten Okan Bato, 7 Temmuzda, aralarında Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu  ve Tuğamiral Ali Suat Aktürk’ün de bulunduğu16 kişi hakkında yakalama talep etmiş, yakalanan 9 kişiden 7’si tutuklanmıştı. FETÖ, savcı Bato’nun, 15 Temmuz gecesi, 20’si general 50 kişiye operasyon yapılacağı ve tutuklanacağı” bilgisine ulaşıyor. Darbeyi planlayanlar, bu ani gelişme üzerine, konuyu kendi aralarında tartışıyorlar ve bu kişiler tutuklanırsa darbe planını uygulamak imkansız hale geleceğinden, darbe saatini 19:00 a çekiyorlar. 15 Temmuz darbe teşebbüsü davalarındaki bilgiler, darbe saatinin öne alınmasına, başkalarının değil kendilerinin karar verdiğini gösteriyor.

Sonuç:

Türkiye’nin birçok yerindeki 15 Temmuz darbe teşebbüsü soruşturmaları ve davaları, bu darbe teşebbüsünün arkasında kimlerin olduğunu, kimler tarafından organize edildiğini, ne zaman planlandığını, nerede planlandığını, darbe akşamı, kimlerin, kimi, nerede görevlendirdiğini, birer birer ortaya çıkarmıştır. Bugün itibariyle, 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle ilgili, kuşkuya yol açacak en küçük bir boşluk bulunmuyor. Ankara 17.Ağır ceza Mahkemesinde görülen “15 Temmuz çatı davası” ile İstanbul’da görülen ve karara bağlanan “15 Temmuz ana davası”, bu konuda çok fazla detay içeriyor. TBMM 15 Temmuz Darbe Girişimi Komisyon Raporu, FETÖ’nün ordu içindeki yapılanması ve darbeye iştirak edenlerle ilgili oldukça detay bilgiler içeriyor. Bu iddianamelerde, “darbe toplantılarının 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra başladığı, ilk darbe toplantısının, 9 Kasım 2015 tarihinde kiralanan Ankara Çukurambar’daki villada yapıldığı, bu toplantılara, Adil Öksüz başta olmak üzere 38 kişilik Yurtta Sulh Konseyi üyelerinin katıldığı, bu toplantıların, büyük bir gizlilik içinde yürütüldüğü, Fethullah Gülen’in en yakınındaki isimlerden Adil Öksüz’ün ve Kemal Batmaz’ın, bu darbenin aktif isimlerinden olduğu, darbe planının onayı için 11 Temmuz’da Amerika’ya gittikleri ve 13 Temmuz’da darbe onayıyla Türkiye’ye döndükleri, 1960 darbesinin örnek alındığı, darbenin erkene alındığı, darbeye karşı çıkması muhtemel isimleri etkisiz hale getirecek planların gözden geçirildiği, önceden planlanan stratejik noktaların ele geçirilmesi için harekete geçildiği, halkın beklenmedik direnişi nedeniyle büyük bir şaşkınlık yaşadıkları, kalabalığın artması üzerine kaçmaya çalıştıkları ve birçoğunun olay yerinde (suçüstü) yakalandıkları” tespit edilmiştir. Darbeye iştirak edenlerin birliklerindeki sivil ve rütbesiz erlerin beyanları, video kayıtları, görüşme trafiği (hts kayıtları), telefonlarında gelen-giden mesajlar, meydanlara koşan milyonlarca kişinin cep telefonlarından çekmiş olduğu videolar, tanıklar, ateşli silahla vurulanlar üzerinden çıkan mermilerle silahlar arasında yapılan inceleme, parmak izi incelemesi, askerlerin görev tanımına ilişkin bilirkişi raporları, vs. darbeyi bütün yönleriyle kanıtlıyor.

Küresel güçler, bundan sonra yapacakları darbe planlarında 15 Temmuz tecrübesinden mutlaka yararlanacaktır. Bu darbe teşebbüsünden elde edecekleri en önemli tecrübe, hiç kuşkusuz, bir darbeye ilk kez sivil halkın çıplak elleriyle direnmesi ve püskürtmesi olacaktır. Bu direniş, sadece Türkiye’ye değil bütün dünyaya örnek olmuştur.

15 Temmuzda, sivil halkın, çıplak elleriyle, ağır silahları olan binbaşıları, kurmay albayları, generalleri kovaladığına ve onları yakalayıp adalete teslim ettiğine tanık olduk. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün başarısız olmasının nedeni darbeye iştirak eden askerlerin beceriksizliği değil, halkın darbeye karşı direnmesidir. 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle ilgili bütün bilgileri, dedektif titizliğiyle inceleyelim, siyaset bilimci titizliğiyle analiz edelim, ama bu darbeyi planlayanların, uygulamaya koyanların, destekçilerinin, “kontrollü darbe” gibi hiçbir temeli olmayan soyut iddialarla, halkın destansı direnişini kirletmelerine izin vermeyelim.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir