Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 19, 2024

Devlet Bizim Neyimiz Olur?

İslamcıların muhalefette iken devlete yükledikleri anlam ve misyon, iktidar olunca değişti mi? 1990’ların yayınları ile bugünkü yaklaşımlar karşılaştırıldığında sorunun cevabı ‘evet’ oluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın değişimi, yenilikçiliği, güncellemeyi tavsiye ve telkin eden söylemine rağmen gereksiz/abartılı/yanlış bir korumacı tavır günümüz İslamcılarını tutarsızlığa sürüklüyor.

1990’larda Ne Yazmışlardı?

Sözleşme, ‘aylık düşünce ve siyaset dergisi’ olarak 1990’ların sonlarında çıkmıştı; 1990’ların başlarında çıkan İzlenim gibi oldukça nitelik bir dergi olarak. (Yeni Zemin, Bilgi ve Hikmet gibi dergileri de unutmamak lazım tabii). Yörünge’nin ‘haftalık haber dergisi’ olarak yayımlandığı yıllarda yorum, analiz, düşünce dergisine olan ihtiyacı karşılayan dergilerden biriydi. Yayın yönetmeni Ali Bulaç, yayın koordinatörü ve yazı işleri müdürü Mehmet Metiner’di. Aşağıdaki alıntıları yaptığım Mayıs 1998 tarihli 7. sayısında Mehmet Metiner, Ali Bulaç, Kadir Canatan, Abdullah Gül, Üzeyir İlbak, Yasin Doğan, Altan Tan, Abbas Pirimoğlu, Ahmet Kekeç, Bahar Öcal Düzgören, Kenan Çamurcu, Koray Düzgören, Mustafa Tekin, Metin Karabaşoğlu, Ahmet Demirhan, Fadime Özkan ile diğer birkaç kişinin daha yazıları ve Abdurrahman Dilipak, Toktamış Ateş, Mehmet Metiner ve Yalçın Akdoğan’ın katılımıyla gerçekleşmiş bir açık oturum var. (Açık oturumda irtica, ara rejim ve demokrasi kavramları tartışılıyor, o günkü siyasi iktidar ve icraatları ağır biçimde eleştiriliyor; bu arada eleştirilerden devlet de fazlasıyla nasibini alıyordu.)

Gelelim söz konusu alıntılara…

Önce Ahmet Kekeç’ten: “Türkiye Cumhuriyeti muhaliflerinden kurtulmanın yolu olarak onları yok etmeyi seçen bir total yapılanmadır ve bunun da cumhuriyetle uzak yakın bir ilişkisi bulunmamaktadır. Biraz daha deştiğinizde, altta, oligarşinin sırıtan dişlerini göreceksiniz. Cumhuriyet, çünkü cumhuriyet elitlerinin zannettiği ve ileri sürdüğü gibi, yalnızca saltanatın zıddı bir rejim değildir; demokrasi için bir alt basamak, bir geçiş sürecidir.” (Sözleşme, Mayıs 1998, Sayı: 7, s. 43.)

Daha ‘ağır’ ifadeler Metin Karabaşoğlu’nun yazısından: “Türkiye’nin menfaati söz konusu oldu mu, akan sular durmaktadır. ‘Bir verip üç alma’ adına Iraklı masum çocukların ambargo ile aç ve biilaç kalıp ölmesinin ehl-i din içinde dahi seyircileri, hatta taraftarları vardır. Ne de olsa, ucunda ‘milli çıkarlar’ bulunmaktadır. Hem, ‘Vatan için can feda’ gibi yazılar dağa-taşa yazıldığı gibi, daha vahimi, küçük yaştan itibaren dimağlara da kazınmaktadır. Öyle ki, şu yazı misali, bunu sorgulama yönündeki çabalar, çoklarının gözünde ‘vatan hainliği’ne denk düşmektedir.” (Sözleşme, Mayıs 1998, Sayı: 7, s. 62.)

Karabaşoğlu’nun yazısındaki ‘devlet eleştirileri’ bu kadar değil! Çok daha ağır ifadeler de yer alıyor yazıda; ancak maksadın hasıl olması bakımından bu kadarı yeterli.

“Düşünceyi yasaklayan yasalar olmasın”

Alıntıların son kısmı Mehmet Metiner’den. Metiner 1999 yılında Beyan yayınları arasında çıkan İdeolojik Devletten Demokratik Devlete adlı kitabında, baştan sona, devlet eleştirileri, rejim, demokrasi, cumhuriyet, sistem tartışmaları yapıyor. Birkaç pasaj da onun kitabından:

“Devletin içinde var olduğu artık herkesçe bilinen bir takım çeteleşmelere yurttaşların sadece dikkatini çeken ve bu bağlamda devlet çeteleşmemeli türünden sadece temenni içeren bir düşünce açıklama fiili de bu türden bir suç kapsamına dahil edilirse, o zaman yurttaş bireyler neyi nasıl eleştiri konusu yapacaklarını şaşırır dururlar.”

“Demokratik devlet, eğitim üzerinde tekel kuran bir devlet değildir.”

Ülkemizde devlet her şeyin sahibi konumunda olduğu için, okullarda okuyan çocuklar üzerinde anne ve babaların talepleri hep göz ardı edilmiştir.”

“Türkiye özü itibariyle çok dinli, çok dilli, çok mezhepli ve çok kültürlü bir toplumdur. Bu çeşitlilik ve çoğulculuk, toplumsal biraradalığımıza gerçekten zarar vermemektedir. Bu toplumsal birlikteliği sağlayan çoğulculuğun, resmi düzeyde de kabulü, sosyal barışı daha da pekiştirici bir davranış olur elbette.”

“İnternet var olduğuna göre, bir kısım düşünceleri yasaklayan yasalarımız değişmeli diyorum. Ya internet olmamalı ülkemizde ya da düşünceleri yasaklayan yasalarımız.”

Dönemin -ve daha öncesinin- diğer dergileri ve kitapları incelendiğinde bunlara benzer -hatta daha ağır- eleştirilere, derin tartışmalara, orijinal önerilere rastlamak zor olamayacaktır: Diyanet’in kaldırılmasından tutun YÖK’ün lağvedilmesine kadar… (Metiner adını andığım kitabında YÖK ile DGM’ler ile devlet ile ilgili radikal eleştiriler/öneriler getirmektedir. Şöyle mesela: “Türkiye’de politik toplum (devlet) ‘her şeyin sahibi’ ve ‘herkesin hükümdarı’ konumunda iken…”

Hakim Devletten Hadim Devlete

Bütün bu hatırlatmalar, imalar ne içindi? İslamcıların devleti, devletin YÖK gibi, Diyanet gibi, DGM’ler gibi toplumun (ve tabii İslamcıların da) hassasiyetlerine, önceliklerine, özgürlüklerine, haklarına müdahale eden, sınırlayan, yön veren kurumlarını hedefe koyup eleştirdiği yıllarda eleştiri oklarının hedefinde olanlar, zamanla, iktidarını kaybetti, devletteki, bürokratik oligarşideki o sarsılmaz gibi görünen otoritelerini terk ettiler. Yerlerine şimdiki sahipleri oturdular; eskinin muhalifleri, yeni dönemin muktedirleri oldular.

Peki, ne değişti? Çok şey. Devlet başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere yeni dönemin aktörlerinin bir çoğunun ifade ettiği gibi hakim konumundan uzaklaştırıldı, vatandaşının/milletinin hadimi oldu. Özgürlüklerin temini ve yaygınlaşması, eğitim, sağlık, haberleşme, ulaşım, yargı gibi birçok alanda insanımız artık kendini daha iyi, daha özgüvenli, daha saygıdeğer olarak gördü/hissetti.

Bürokratik oligarşinin hikmetinden sual olunmaz memurlarının yerini milletine hizmeti şiar edinmiş hizmetkârları aldı. Memura soru sormanın cesaret, soruya cevap almanın başarı sayıldığı dönemden çözüm odaklı çalışan, vatandaşını hastanede, adliyede, belediyede kapıda karşılayıp derdini dinleyen, çare arayan, çare bulan ve gerektiğinde hesap veren memurluk anlayışının hakim olduğu döneme geçildi.

Erdoğan’ın sıklıkla kullandığı şu ifadeler yeni anlayışın kanıtı idi: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Millete hâkim değil hadim olunur. Millete efendilik olmaz. Millete hizmetkârlık olur. Dikkat edin. Kim bu millete hizmet etmişse bu millet unutmaz.”

Yanlışları Da Savunmak!

Dolayısıyla eskinin muhaliflerinin, devlete, devlet kurumlarına, bürokrasiye sert eleştiriler yöneltenlerin hayalini kurduğu birçok şey gerçekleşmiş, önerdikleri düzen büyük oranda hayata geçirilmişti. Dolayısıyla eleştirmeye gerek kalmamıştı artık. İslamcı gazeteci, yazar, düşünür ve kanaat önderlerinin epey bir kısmı bu defa eleştiren taraftan savunan tarafa geçmeyi uygun bulmuştu, dönemin ruhuna binaen. Savunan tarafta olmak, en azından bazı İslamcıları yeni dönemin iyiliklerinin yanında eksikliklerini de aksaklıklarını da hatta bazen yanlışlıklarını da savunmaya itti. Devlet artık -bu zevata göre- kendilerinindi, olan biten her şey onlarındı, eksik, aksak, yanlış da olsa bazı şeyler görmezden gelinebilirdi! YÖK’ün, Diyanet’in, cemaatlerin, şu hocanın bu hocanın eylemleri, sözleri, açıklamaları ya da suskunlukları, ilgisizlikleri, boş vermişlikleri gündeme getirilmemeliydi; zira kastedilen kişi ve kurumların yanlışları iktidarı zayıflatma amacına matuftu! Hangi iktidarı? Bürokraside, sivil toplumda, devlette bir sürü reforma imza atmış ya da onları kendilerini yenilemeye, güncellemeye yöneltmiş, teşvik etmiş, zorlamış bir iktidarı; Erdoğan yönetimindeki bir iktidarı.

Oysa bu korumacılıkla ulaşılan, ulaşılması planlanan hedef Erdoğan’ın hedefleriyle uyuşmuyordu. Zira Erdoğan birçok konuşmasında işadamından kurum yöneticisine, gencinden öğrencisine, toplumun bütün katmanlarına ve bütün kurumlarına şeffaf olmaları, öncü olmaları, yenilikçi olmaları, girişimci olmaları yönünde uyarılarda bulunuyordu.

Mesela şu sözleriyle: “Bize sorgusuz sualsiz itaat eden bir gençlik değil, neyi niçin savunduğunu bilen bir gençlik lazım.” Ve adeta herkesi güncellemeye davet eden şu cümleleriyle:

“Anlamak mümkün değil. Yani bunlar ya bu asırda yaşamıyorlar, çok farklı bir dünyada, farklı bir asırda, zamanda yaşıyorlar. Çünkü İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. Siz İslam’ı, 14-15 asır öncesinin hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız, böyle bir şey yok. Onun için de bugün İslam’ın uygulanması, yer, zaman, koşullar her şeyiyle, o da ne yapıyor, değişiyor. İslam’ın güzelliği de burada zaten, önemi burada. Şimdi birçok hoca efendi beni tefe koyup çalacak o ayrı mesele. Rabb’im bizi tefe koymasın, mesele orada.”

(Hatırlanacağı üzere Erdoğan, bu sözlerinin farklı noktalara çekilme gayretleri üzerine konuya ilişkin ikinci bir açıklama da yapmış ve şunları ifade etmişti: “Dinimiz İslam ve kitabımız Kur’an-ı Kerim, Rabbimizin emri gereği kıyamete kadar caridir. Değişimi inkâr etmek, kafasını kuma gömen deve kuşu misali kendi kendini kandırmak demektir. Elbette asla değişmeyen ve değişmeyecek olan kurallar da ilkeler de vardır. Mesela İslam’ın son din olduğu asla değişmeyecek bir hakikattir. Bununla kimse oynayamaz. Allah’ın, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bize açıkça ifade ettiği hükümler yani naslar asla değişmemiştir, değişmeyecek.”)

Kartel Medyası Ne Demişti?

Şimdi gelelim sadede: Geçmişte ‘Filanca komutanı eleştirenlerin amacı aslında TSK’yı itibarsızlaştırmaktır.” (Oramiral İlhami Erdil ile ilgili mahkeme süreci haberleştirilirken dillendirirdi Cumhuriyet gazetesi çevresi bu sözleri) ya da “Yolsuzluğu gündeme getirenler aslında istikrarı hedef alıyorlar.” (Bu sözler de DSP-MHP-ANAP koalisyonu döneminde ANAP’lı bakanlar eleştirilirken kartel medyası tarafından söylenirdi) klişeleri çok kullanıldı; ancak bu itirazların makul ve mantıklı olmadığı sonradan anlaşıldı.

Şimdilerde kurumları, yöneticilerini, hocaları, şeyhleri eleştirmenin yanlışlığını savunanlar, bu tavırların altında gizli hedefler arayanlar, böylece geçmişteki eleştirelliklerinin uzağına savrulanlar, Erdoğan’ın yukarıda alıntıladığım (daha fazlasını bolca bulabileceğimiz) sözleri, müdahaleleri, uyarıları ile ofsayta düşmüş olmuyorlar mı? Erdoğan işe el atmayınca niye kimse kendi üzerine düşeni yapmayı akletmiyor? Kişiler/kurumlar niye sorumluluklarının gereğini yapmıyor? Medyanın anlı şanlı isimleri geçmişteki sorgulayan, uyaran, yol gösteren tavırlarını niye takınmaktan kaçınıyorlar?

Üstelik birçok alanda Erdoğan yolu açmışken, yordamı göstermişken. Unutulmasın ki kişiler, kurumlar ve devlet eksikleri, hataları, yanlışları sebebiyle eleştirildiğinde değil, ayıpları örtüldüğünde yıpranır. Ve yine unutulmasın ki 2023 hedefine doğru emin adımlarla ilerleyen Türkiye’de, devlet, hâkim değil hadimdir; milletinin hizmetkârı yani.

Daha Fazla