Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Nisan 25, 2024

PKK-PYD-YPG’ye Destek Veren ABD Suç İşliyor!

2003 yılında Suriye’de kurulan bu yapının lideri Salih Müslim’dir.
YPG ise, PYD’nin silahlı kanadıdır. PKK’nın İran kolu PJAK, Irak kolu PÇDK’dır. Bu yapılanmaya KCK’yı da ilave etmek gerekir.

Türkiye’nin Afrin operasyonu, Türkiye’nin güneyinde devam eden bir sorunu gündemin baş sıralarına taşıdı. Bu sorun, herkesin bildiği, Amerika’nın da gizlemekten çekinmediği PYD desteği. Amerika’nın partner olarak ilan ettiği PYD, Fırat nehrinin doğusunu ve DAEŞ’in boşalttığı alanı kontrol ediyor.

Türkiye’nin Afrin’e başlattığı operasyon, Fırat nehrine oradan da Fırat’ın doğusuna uzanırsa, Amerika ile Türkiye’nin karşı karşıya gelmesi söz konusu olacak. Aynı güvenlik paktında (NATO) yer alan iki devletin birbiriyle “çatışma” riski çok az olsa da ortada ciddi bir sorun olduğunu söylemek gerekiyor. Türkiye’nin Afrin operasyonunun muhtemel sonuçlarını “güvenlik uzmanlarına” bırakarak, Amerika’nın PYD’ye olan desteğinin hukuki sonuçlarını ele almaya çalışacağım. Ama önce PKK ile PYD arasındaki ilişkiyi açıklamak gerekiyor. Ardından terör örgütlerini oraya çıkaran zemini, son olarak devletlerin terör örgütlerine desteğinin hukuki sonuçlarını açıklamaya çalışacağım.

PKK-PYD Arasındaki İlişki

PKK’nın, 1978 yılında kurulan, Marksist-Leninist ideolojiyi benimseyen kanlı bir terör örgütü olduğunu biliyoruz. Bu örgüt, bu imajından kurtulmak için, 2002 yılında kendini feshederek, KADEK’i kurduğunu, 2003 yılında KONGRA-GEL adını aldığını açıklamış ise de eski ismini kullanmaya devam etmiştir. PKK, bölgedeki diğer ülkelerde de faaliyet göstermektedir. Mesela PYD, PKK terör örgütünün Suriye koludur. 2003 yılında Suriye’de kurulan bu yapının lideri Salih Müslim’dir. YPG ise, PYD’nin silahlı kanadıdır. PKK’nın İran kolu PJAK, Irak kolu PÇDK’dır. Bu yapılanmaya KCK’yı da ilave etmek gerekir. KCK, ilk kez Abdullah Öcalan’ın 2004 yılında yazdığı kitapta dile getirdiği, 2005 yılının mayıs ayında PKK’nın 5. Kongresinde kurulan, Türkiye, Suriye, Irak, İran’daki Kürtleri kapsayan bir çatı örgütüdür.

2007 yılında, Kandil’de, üst düzey PKK örgüt üyelerinin katıldığı 7. Kongrede “KCK Sözleşmesi” kabul edilmiştir. Bu sözleşme, bu örgütün bulundukları ülkelerde özerklik ilan etmesini, özerk yönetimleri KCK çatısı altında birleştirerek bağımsız bir devlet olmayı hedeflemiştir. Bir devletin sahip olabileceği yetkileri düzenlemesi nedeniyle, bu sözleşmeyi bir anayasa olarak nitelemek yanlış olmaz. KCK çatısı altında toplanan bütün örgütlerin lideri Öcalan’dır ve hepsinde de amaç birliği söz konusudur. KCK sözleşmesine göre, PKK ile PYD, aynı yapının unsurlarıdır. Amerikalı bazı yetkililer, YPG isminden hareketle, bu örgütün PKK ile ilişkisi olmadığını iddia etmiştir. Yine bazı üst düzey Amerikalılar, Suriye’deki PYD’ye PKK demiştir. 2016 yılı Nisan ayında, dönemin ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, senatör Lindsey Graham’ın sorusuna karşı verdiği cevapta, PYD’nin PKK’nın kolu olduğunu kabul etmiştir. Amerika senatosundaki görüşmeler, güvenlik birimleri, raporlar, PYD ile PKK arasında organik bir bağ olduğunu kanıtlamaktadır. PKK terör örgütünün aldığı kararlar, imzaladığı sözleşmeler, kendi açıklamaları, PYD’nin, PKK’nın Suriye kolu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye’deki istihbarat birimlerinin raporları, yargıya intikal eden pek çok vaka, PKK’nın, çok sayıda örgüt mensubunu PYD’de görevlendirdiğini ortaya koyuyor. Bu konu yetkili mercilere intikal ettiğinde, Amerika’nın, “PYD ile PKK arasında ilişki olmadığı” savunması itibar görmeyeceğinden, bu konuyu daha fazla irdelemeye gerek olmadığını düşünüyorum.

Terör Örgütlerini Ortaya Çıkaran Sebepler

Geçtiğimiz yüzyılın başında ve ortasında, milyonlarca kişinin hayatını kaybettiği, şehirlerin yerle bir edildiği savaşlardan sonra, bütün dünya, barış içinde yaşama özlemi içindeyken, terör örgütleri mantar gibi çoğalıyor. Bu örgütlerin bazıları, pek çok devletin sahip olmadığı, ileri teknoloji ürünü silahları kullanıyor. Savaşlardan daha fazla kayıp yaşanıyor. Bu terör örgütlerini hangi koşulların ortaya çıkardığını teşhis edersek, soruna çözüm üretmek daha kolay olacaktır.

Bu konuda BM statüsündeki “kuvvet kullanma yasağının” milat alınması isabetli olacaktır. 1919 yılında kurulan Milletler Cemiyeti’nin bu yönde olumlu çabalarını ve 1928 yılında imzalan Paris Misakını takdir etmekle birlikte, BM kurulmadan önce, devletler için, kuvvet kullanma yasağı söz konusu değildi.

Güçlü olan devlet, zayıf olana karşı kuvvet kullanabilmekteydi. Yani gücün hukuku söz konusu idi. BM sözleşmesi, 2. maddeyle, kuvvet kullanma yasağı getirilmiştir. Uluslararası hukukta geniş anlamda kuvvet kullanma deyimiyle, savaşı da kapsamak üzere çeşitli silahlı zorlama yolları anlaşılmaktadır. Sözleşmede savaş, silahlı güce başvurma yerine, “kuvvet kullanma” deyimi tercih edilmiştir. Bu sözleşmede savaş sadece bir yerde, (o da giriş bölümünde), “BM halklarının iki kez insanlığa tarif olunmaz acılar getiren savaş felaketinden gelecek kuşakları korumaya karar verdikleri” şeklinde geçmektedir. Sözleşme ile kuvvet kullanma yasaklanırken, 51. maddede, haksız saldırılara maruz kalan devletlere meşru müdafaa hakkı tanınmıştır.

Bu sözleşmenin imzalanmasıyla “yeni bir dönem” başlamıştır. Kuvvet kullanma yasağı kuralının benimsenmesinde, 1. Dünya Savaşı’nda (çoğu asker) 10 milyon, 2. Dünya Savaşı’nda (büyük çoğunluğu sivil) 70 milyon kişinin yaşamını yitirmesi etkili olmuştur. Bu kuralla birlikte, savaşların sona ereceği, barışçı bir düzen kurulacağı düşünülmüştür. Ama pratikte böyle olmamış, tam tersi bir durum ortaya çıkmıştır. Devletler, kuvvet kullanma yasağını taşeron terör örgütleri vasıtasıyla delme formülünü bulmuştur. Bugün dünyadaki terör örgütleri, belli devletlerin adına, onların taşeronu olarak görev yapmaktadır. Eğitimi, donatımı, araç ve gereçleri bu devletler tarafından temin edilmektedir.

İkinci dünya savaşından önce, hafif silahlarla mücadele eden terör örgütleri, ağır silahlara sahip olmaya başlamıştır. Bu örgütlerin mücadele alanı ülke içiyle sınırlı iken, küresel bir boyuta evrilmiştir. Büyük devletlerin desteklediği bu terör örgütleri, sadece kuruldukları topraklarda değil, Türkiye’de, Fransa’da, İngiltere’de, Almanya’da dünyanın her yerinde terör eylemi gerçekleştiriyor. Bazı terör örgütlerine birden fazla devlet destek verirken, birbiriyle savaştığını zannettiğimiz terör örgütlerinin aynı devlet tarafından desteklendiğini ve kullanıldığını görüyoruz.

Amerika’nın Terör Örgütüne Yardım Etmesinin Hukuki Sonuçları

Türkiye’deki, PKK terör örgütünün kurulmasında da, taban bulmasında da Amerika’nın büyük payı var. Bu örgütün bölge ülkelerine yayılması da Amerika’nın eseri. PYD’nin, PKK’nın Suriye kolu olduğunu yukarıda açıklamıştık. Amerika, PYD’ye yaklaşık 5 bin TIR silah gönderdi ayrıca helikopterlerle de silah taşıdı. Otuz bin kişilik bir ordu kurduğunu açıkladı. Türkiye’nin itirazları üzerine, DAEŞ terör örgütüne karşı mücadele etmek için birlikte hareket ettiklerini, bu desteğin sürekli olmadığını dile getirdi. PKK’nın, Amerika’dan aldığı (veya Amerika’nın verdiği) ağır silahları Türkiye’ye karşı kullanması, ABD ve Türkiye arasındaki gerginliği artırdı. Türkiye’nin bu konuda neler yapabileceği tartışılmaya başladı.

Bu arada, PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin sadece Amerika ile değil, Rusya ile de yakın ilişkisi olduğunu, Rusya’dan destek aldığını belirtmek gerekir. YPG sözcüsü Redur Celil, “20 Mart’ta Rusya ile anlaşma imzaladıklarını ve PYD’nin Efrin Kantonu Cinderes ilçesindeki varlığının bu anlaşma sonucu gerçekleştiğini” söylemiştir.

Rusya devlet başkanı Vladimir Putin de 15 Mayısta yaptığı açıklamada; “Kürtleri silahlandırmaya gerek görmediklerini ancak Kürtlerle çalışmaya devam edeceklerini” söylemiştir. Rusya’nın terör örgütleri listesinde PKK’nın olmaması, bu örgüte destek verdiğinin başka bir kanıtıdır. Milletlerarası hukuk nezdinde, terör örgütlerine destek veren her ülke sorumludur.

PKK’nın ve bu örgütün Suriye kolu PYD’nin saldırılarına maruz kalan Türkiye’nin bu örgütlere karşı müdahalesi, BM sözleşmesinin 51. maddesi kapsamında olup, milletlararası hukuk nezdinde himaye görmektedir.

“Bu Andlaşma’nm hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya (armed attack) hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in işbu Andlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.” Uluslararası Adalet Divanı’nın, “Nikaragua’ya Karşı Askeri ve Benzeri Faaliyetler Davası” kararında saldırının niteliğine ilişkin tespitleri, Türkiye’nin PKK ve uzantılarıyla mücadelesini haklı görmektedir. ABD’nin PYD’ye desteğini, “milletlerarası hukuk” ve “iç hukuk” açısından da ele almak gerekir.

Milletlerarası Hukuk Açısından Terör Örgütlerine Destek

Bu konuda en bilinen örnek, BM Adalet Divanı’nın vermiş olduğu Nikaragua kararıdır. 1979 yılında orta Amerika ülkesi olan Nikaragua’da sosyalist Sandinista devrimcileri sağcı Somoza hükümetini devirerek yönetimi ele geçirir. Hükümet, ideolojik tercihleri doğrultusunda Sovyetler Birliği ve Küba ile yakınlaşmaya başlar. Devrik Somoza’nın ulusal muhafızlardan oluşan paramiliter grupları, Sandinista hükümeti aleyhine faaliyette bulunmaya başlar. Nikaragua ile sınırı olmayan ABD, hükümeti devirmeye çalışan gerillalara yardım etmeye başlar. Sandinista hükümeti, Uluslararası Adalet Divanı’na başvurur. Adalet Divanı, 1986 yılında, 3’e karşı 12 oyla, Nikaragua hükümetinin başvurusunu kabul ederek, Amerika’yı sorumlu tutar. 1970 Devletlerarası İşbirliğine ve Dostça İlişkilere İlişkin Karar’ına gönderme yaparak, “her devletin, bir başka devletin içindeki sivil mücadele hareketleri ya da terörist hareketleri örgütlemek, kışkırtmak, bunlara yardımda bulunmak ya da bunların içinde yer almaktan ya da bu tür hareketlerin yürütülmesine yönelik olarak kendi toprakları içinde yürütülen örgütlü etkinliklere rıza göstermekten, bu paragrafta sözü edilen hareketler güç tehdidi ya da güç kullanımı içerdiği zaman, kaçınmakla yükümlü olduğunu” belirterek, ABD’nin uluslararası hukuku ihlal ettiğini, (…) terör örgütlerine sadece silah desteğinin, silahlı saldırı boyutunda olmadığına” karar vermiştir.

BM Güvenlik Konseyi, 2001 yılında ABD’de ikiz kulelere saldırı olayından sonra, terör örgütlerine silah yardımını da kuvvet kullanma yasağı kapsamına almıştır. 28.09.2001 tarih ve 1373 sayılı kararında, “terör eylemlerinin, metotlarının ve uygulamalarının BM’nin amaç ve ilkelerine ters düştüğünü; aynı şekilde terörist eylemlerin finanse edilmesi, planlanması ve teşvik edilmesinin de BM’nin amaç ve ilkelerine ters düştüğünü” açıklamıştır. Kararda ayrıca terör örgütü mensuplarının eleman temin etmesi ile teröristlere silah verilmesini zapt ederek; “tüm devletlerin terör eylemlerine karışmış kişi veya kurumlara, aktif ya da pasif her ne şekilde olursa olsun, destek vermekten kaçınması gerektiğini” kabul etmiştir. 2001 yılında aldığı 1371 sayılı kararında “uluslararası hukukun genel ilkeleri uyarınca da bir devletin silahlandırılmış gruplar oluşturarak başka bir devletin sınırlarına saldırtmak üzere örgütleme veya bunu teşvik etmekten kaçınması mecburiyeti olduğunu” vurgulamıştır. 2017 yılında aldığı 2370 sayılı kararda da “devletlerin teröristlere destek vermemesi gerektiğine” dikkat çekmiştir.

Doktrinde, Ahmet Hamdi Topal “Uluslararası Hukukta Devlet Destekli Terörizme Karşı Kuvvet Kullanma” isimli doktora tezinde, “devletin; planladığı, yönlendirdiği ya da destek verdiği kişi veya gruplarca gerçekleştirilen terörist eylemlerden bu eylemleri tıpkı kendi organları işlemiş gibi sorumlu olacağını” belirtmektedir. Modern hukukta, kuvvet kullanma yasağı, milletlerarası hukukun emredici hükümleri (ius cogens) arasında kabul edilmektedir.

Milletlararası hukukun emredici kuralları, BM sözleşmesi, BMGK kararları ve doktrin dikkate alındığında, Türkiye, (PKK’nın Suriye uzantısı olan) PYD terör örgütüne destek veren ABD aleyhine, BM Adalet Divanı’na başvuruda bulunabilir. Ancak Adalet Divanı’nın bu başvuruyu değerlendirebilmesi için iki devletin de “rızası” gerekiyor. Amerika rıza gösterirse, davanın Türkiye lehine sonuçlanması kaçınılmaz görünüyor. Rıza göstermezse, “ABD’nin terör örgütlerine silah desteği sağladığı, BM 2. maddesinde yazılı olan kuvvet kullanma yasağını deldiği” kayıtlara geçmiş olacak. Bir başka başvuru yolu, Uluslararası Ceza Mahkemesi’dir. UCM, Soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suç gibi suçları kovuşturma yetkisine sahip olarak tasarlanmış ve Roma antlaşmasına istinaden kurulmuştur. Bu sözleşmeye taraf olan ülkeler, bu mahkemenin yargı yetkisini de kabul etmiş sayılıyor. 1998-2001 yılları arasında 139 ülke bu antlaşmayı imzaladığı halde Türkiye bu sözleşmeyi imzalamamıştır. 31 Aralık 2000 tarihinden sonra sadece onay yolu açıktır. ABD ise, Clinton döneminde bu antlaşmayı imzaladığı halde, Bush iktidara geldiğinde, imzasını geri çektiğini açıklamış, bu mahkemeyi etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. Bu mahkemeyi tanımadığını, Amerika personelini bu mahkemeye teslim etmeyeceğini açıklamıştır. Bu olgular dikkate alındığında, UCM yolunun tıkalı olduğunu söyleyebiliriz. ABD’nin, (Vietnam, Afganistan, Irak ve Libya gibi) birçok ülkede işlediği savaş/insanlık suçları, pek çok ülkede organize ettiği kanlı darbeler, Guantanamo’da gerçekleştirdiği işkenceler, UCM’nin kapsama alanı dışında kalmaktadır.

İç Hukuk Açısından Terör Örgütlerine Destek

Milletlerarası hukukta, devletlerin eşit egemenlik hakkı, bir devletin, başka bir devleti yargılamasına engeldir. İnsanlık aleyhine işlenen suçlarla ilgili olarak belli konularda bu kurala istisna getirilmiştir. Bu istisnalardan biri, insanlık aleyhine işlenen suçlardır. İnsanlık aleyhine suçlarda dava, (devleti değil) suç işleyen kişileri kapsamaktadır.

1982 yılında İsrail’in Lübnan işgali sırasında meydana gelen Sabra ve Şatila katliamından kurtulan 23 kişi, katliamda sorumluluğu bulunduğu gerekçesiyle, İsrail Başbakanı Şaron hakkında Belçika’da dava açmıştır. Bu düzenleme birçok devlet tarafından kabul edilmeye başlamış, Türkiye de 2004 yılında, yeni ceza kanununa böyle bir hüküm (77. madde) koymuştur. Bu suçların mağdurları başvuruda bulundukları takdirde, Türk Mahkemeleri, “Irak işgalinde işlenen savaş suçları, PKK/PYD’ye verdiği silahlar nedeniyle, Irak’ta, Suriye’de ölümlere sebebiyet veren Amerikalı askerler ve yetkililer hakkında soruşturma başlatabilir, kamu davası açabilir, şüpheliler Türkiye’ye girdiğinde tutuklayabilir, mahkumiyet kararı verebilir.

ABD’nin PYD’ye (bu örgütün bağlı olduğu PKK’ya) desteğini, sadece Türkiye açısından değil, Amerika iç hukuku açısından da değerlendirmek gerekir. PKK terör örgütü, ABD terör örgütleri listesinde yer almaktadır. ABD anayasası, terör örgütleri listesinde bulunan bir terör örgütüne yardım etmeyi suç saymaktadır. Amerika vatandaşları, terör örgütlerine destek veren kamu görevlilerini şikayet edebilir. Amerika’daki yargı sistemi dikkate alındığında, Amerika’da böyle bir soruşturma başlatılması, soruşturma başlatılsa bile davaya dönüşmesi çok zordur.

Özetle, Amerika, PKK’nın Suriye kolu PYD’ye silah vermekle suç işliyor. Türkiye, hem milletlerarası hukuk ve hem de iç hukuk açısından önemli haklara sahip. Ancak Türkiye’nin, uzun ve dikenli olan bu yollara başvurarak ABD ile köprüleri atması ve seçenekleri azaltması yerine, diplomatik kanalları kullanarak fırsata dönüştürmesi daha isabetli olacaktır. Bütün dünyanın gözleri önünde cereyan eden bu olay, ABD’nin karizmasını çizmiştir. ABD’nin Suriye’de düştüğü durum, 1986 yılında Polonya’da Sovyet Rusya’nın durumunu çağrıştırıyor. Hatırlanacağı üzere, bu olaydan üç yıl sonra komünizm çökmüştü. Sömürge alanları sürekli daralıyor, silah sanayii ve petrolün etkinliği azalıyor, küresel sistemden şikayet eden devletler bir araya gelmeye çalışıyor, bu da küresel sistemi tehdit ediyor. (Savaş galibi) Bazı devletlere imtiyaz veren sistem bir yere kadar devam edebilirdi ve sınıra dayanmış durumda. Birleşmiş Milletlerin üyesi olan devletler, sistemin, eşitlik ve egemenlik esasları çerçevesinde yeniden düzenlenmesini istiyor.

BM statüsü yeniden düzenlenip, dünya barışını tehdit eden (savaş galibi) 5 devletin imtiyazları (veto yetkisi) kaldırılırsa, bu devletler, başka devletlerin iç işlerine müdahale edemeyecek. Bu gerçekleşirse, dünya daha yaşanılır bir hale gelecek!

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir