Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Mart 19, 2024

Çin’in Uzun Yürüyüşü

Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan, rejimin sürdürülebilirliği sorunu Çin’in önündeki en büyük sorundu. Küresel sistemdeki hızlı değişim ve dönüşümün dünya halklarına getirmiş olduğu yeni fırsatlar, Çin toplumunu da zorlamaya başlamıştı. Güçlü bir tek parti iktidarının hüküm sürdüğü Çin’de merkezden kontrol edilen ya da edilmek istenilen bir toplum tasavvuru, Soğuk Savaş sonrası dönemin kendi dinamiklerinden oldukça uzaktı.

1976’da Mao’nun ölümünden sonra Çin’de yerine gelen hiçbir lider onun yerini dolduramadı. Bir başka deyişle doldurmak istemedi. Örneğin 1978’de yönetime gelen Deng Xiaoping’in amacı hiçbir zaman ikinci bir Mao olmak değildi.

Onu izleyen kuşak da Mao’ya ve onun mirasına saygı duymakla beraber daha çok Deng’in öncülük ettiği “yeni Çin” fikrini savundular. Yeni Çin fikri reform ve dışa açılım sloganı altında Batı’ya ekonomik açıdan biraz daha yaklaşan, ekonomiyi temel çıkış noktası alan, ideolojisini ve rejimini geri planda tutan veya saklayan bir Çin’i anlatıyordu.

1980’ler boyunca ekonomik reformlara ağırlık veren Çin, Soğuk Savaş’ın bitiminde yıkılmaktan kıl payı kurtuldu. 1990’larda da Çin, ekonomiye ağırlık vermeye devam etti. Hızlı ekonomik büyüme beraberinde nispeten bir refah getirdi. Bu refah, halkı ideolojiyi ve rejimi sorgulamaktan alıkoydu. Adeta bir illüzyon haline geldi.

Fakat Çin, Marksist-Lenininst-Maocu fikirlere dayanan ideolojisini daha fazla geri planda tutamadı. Ancak dünyada da önemli gelişmeler olmuştu. Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte, tarihin sonu teziyle, Batılı liberal demokrasilerin zaferi ilan ediliyordu.

Samuel Huntington, bir adım daha öteye giderek ideolojik çatışmanın yerini artık “Medeniyetler Çatışması”nın alacağını söylüyor, Batı medeniyetinin karşısında Çin ve İslam medeniyetlerini karşıt olarak gösteriyordu.

1990’ların ortalarından itibaren Çin-ABD ilişkileri birçok nedenden dolayı oldukça gerildi. Oysa 1970’lerden beri Çin’in, ABD ile özel ilişkileri bulunmaktaydı.

Buna rağmen büyüyen Çin ekonomisi bu gerginliği bir noktada durdurmayı başardı. Ancak aynı şeyi siyasi alanda söylemek oldukça zordu. Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan, rejimin sürdürülebilirliği sorunu Çin’in önündeki en büyük sorundu.

Küresel sistemdeki hızlı değişim ve dönüşümün dünya halklarına getirmiş olduğu yeni fırsatlar, Çin toplumunu da zorlamaya başlamıştı. Güçlü bir tek parti iktidarının hüküm sürdüğü Çin’de merkezden kontrol edilen ya da edilmek istenilen bir toplum tasavvuru, Soğuk Savaş sonrası dönemin kendi dinamiklerinden oldukça uzaktı. Gerçi bu durum, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen ardından Halkın Günlüğü gazetesinin bir baş yazısında “bir asır önce çıkmış siyasi görüşlerin (Marksizm ve Leninizm) günümüz koşullarını karşılamaktan uzak” kaldığı net bir şekilde tespit edilmişti. Lakin tüm bu tespitlere rağmen 20 yıl boyunca köklü bir siyasi reform yapmak yerine geçici çözümler üretilmişti.

Neredeyse bir asra yaklaşan tarihi, 90 milyona yaklaşan üyesiyle Çin Komünist Partisi’nin kurumsal yapısında oldukça büyük bir aşınma meydana gelmişti. Yolsuzluk, rüşvet, imtiyaz, adam kayırma gibi bürokrasilerin temel hastalıkları Çin’e de bulaşmıştı. Önlemler hep geçici ve günü kurtarmaya yönelik olunca sorunun ana nedenleri yerine semptomlarıyla mücadele edildi.

Komünist Parti kongrelerinin çoğunda partiye yönelik makyaj düzeltmeleri sayılabilecek bazı yenilikler getirilmeye çalışıldı ama esas odak noktası büyüyen ekonomi olduğu için bunlar hep geri planda kaldı. Parti’nin yukarıda bahsedilen birtakım nedenlerden dolayı zayıflaması Çin’i ve onun yönetilmesini doğrudan etkilemektedir.

Çin siyasal yaşamında “Parti her şeyi yönetir.” düsturu geçerlidir. Bu her şey içinde devlet ve silahlı kuvvetler de bulunmaktadır. Devlet, partinin halk iktidarını kendi eliyle uyguladığı bir aygıt olarak görülmektedir. Esas olan partidir, diğer kurumlar gibi devlet de partiye hizmet eder. Dolayısıyla partinin zayıflaması devletin zayıflaması anlamına gelmektedir.

Çin’de Milliyetçiliğin Yükselişi

2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmasıyla birlikte Çin, ekonomisini dünya ekonomisine entegre etmiş dolayısıyla küresel gelişmelere artık sırtını çeviremeyecek bir duruma gelmiştir. Gelişmekte olan üçüncü dünya ülkesi retoriği de artık çok fazla anlamlı değildir. Ekonominin küreselleşmesi beraberinde siyasetin de küreselleşmesini ortaya çıkarmıştır.

Dünya siyasetinde söz sahibi olunamadığı sürece ekonomi üzerindeki küresel etkilerin kontrolü de sağlanamayacaktır. Bu nedenle Çin, dünya siyasetinde daha fazla söz sahibi olabilme adına ideolojik bir takım ayarlamalara gitme eğilimine girmiştir. 2002’de düzenlenen Çin Komünist Partisi’nin 16. Kongresi’nden itibaren Parti ve ideolojide birtakım düzenlemeler yapıldı.

Sosyalizm kavramına yeniden güçlü bir şekilde vurguda bulunulmaya başlanarak, “Çin’e Özgü Sosyalizm” kavramı güçlü bir şekilde parti belgelerinde tekrar teyit edildi. Posterleri ve fikirleri çoktan raflara kalkmış olan Mao, gençler arasında yeniden popüler olmaya başladı.

Yeniden heykelleri, büstleri, posterleri ve fikirleri Çin’in dört bir yanında ortaya çıkmaya başladı. Mao, artık yeni Çin milliyetçiliği ve yurtseverliğinin bir sembolü olmuştu. Buradaki milliyetçilik anlayışı, etnik olmaktan daha çok kültürel üstünlüğe odaklanmış bir anlayıştı. Aslında bu bakış açısı Çinlilere yerelliğin ötesinde bir de evrensellik katmaktaydı.

Küresel üstünlüğe dayalı bir milliyetçilik anlayışı, Çin’in dünyadaki yerini ve konumunu da tanımlıyordu. Dolayısıyla Çin, kendisine binlerce yıllık tarihinde ve bugün dahi etnik bir sınırlama koymamış, etnik kalıpların içine sıkışmamıştır. Buna rağmen yine de Han milletinden olmak Çin’de ayrıcalıklı bir statü olarak bugün dahi görülmektir.

Çin Komünist Partisi Tüm Eğilimleri Birleştiriyor

Çin’deki bu milliyetçilik ve yurtseverlik, Komünist Parti’nin kontrolü dışında gelişen bir olguydu ki Komünist Parti’nin kontrol edemeyeceği her şey partiye ve devlete açık tehdit oluşturmaktaydı.

Parti yetkilileri, Çin’deki bu Mao’ya yönelişe duyarsız kalmadı. Deng’den itibaren başlatılan ekonomik merkezli atılım, Çin’in kendi değerlerini de aşındırmaya başlamıştı.

Çin toplumu giderek kendi öz değerlerinden uzaklaşarak Batı taklitçisi bir toplum haline gelmeye başladı. Bu durum özellikle gençler arasında kendisini gösterdi. Buna bir de kırsal-kentsel ayırımı da eklenince sınıfsız bir toplum hedefinden sınıfsal ayrılıkların belirgin olduğu bir topluma doğru dönüşüm başladı. Çin, dünyanın en büyük orta sınıfına ev sahipliği yapmaya başladı. Bu orta sınıf da kendi içinde sınıflara ayrılmıştı. Örneğin orta sınıfın çok zenginleri, orta zenginleri ve az zenginleri gibi bir ayrım ortaya çıkmıştı. Bunun yanında bir din anlayışı gibi revaçta olan ve Çin toplumunda bir hayli taraftar bulan Konfüçyüs düşüncesi de giderek toplumsal hayatın belirleyici düşüncelerinden olmaya başladı.

Oysa Çin Komünist Partisi, ülkeyi ve toplumu tek bir parça olarak yönetmeyi istemekteydi. Tüm bu sorunların üstesinden gelebilme adına Çin Komünist Partisi tüm eğilimleri temsil etme yetkisini kendisinde topladı. 2002’deki 16. Kongrede parti bu hususu güçlü bir şekilde vurguladı.

Bir başka deyişle Çin Komünist Partisi, Çin milliyetçiliğinin ve Konfüçyüs düşüncesinin yegâne temsil gücü oldu. Ancak tüm bunlar yukarıda da değinildiği üzere günü kurtarmaya ve toplumun tepkisini dindirmeye ve halkı kazanmaya yönelik basit stratejilerdi. Yapısal birçok soruna karşı aslında Çin yönetimi halen zayıftı.

Özellikle parti bürokrasisi zaman zaman partinin temel felsefesinin önüne geçerek statükocu bir siyaset ve devlet anlayışını dayatıyordu. Kimi güçlü “siyasi klikler (clique)” partinin önemli noktalarını ele geçirmiş, burada kendi çıkar imparatorluklarını kurmuşlardı.

Rüşvet ve yolsuzluk en önemli kronik sorundu. 90 milyona yakın üyesi olan Çin Komünist Partisi’ne üye olmak oldukça zordur. Dolayısıyla bir kez üye olan, partinin gücünü sonuna kadar kullanmaktadır. Bu da gerek siyasi gerekse ekonomik olarak parti üzerinden büyük bir ranta neden olmaktadır.

2000’lerden itibaren Çin’de bu sorunlarla aktif bir şekilde mücadele edilmeye çalışılmış, bu bağlamda kapsamlı stratejiler belirlenerek, hem partinin hem de toplumun yeniden inşası gündeme gelmiştir. Bu açıdan dönemin devlet başkanı Hu Jintao (2002-2012), 2003 yılında Çin parlamentosunda yaptığı konuşmada Sosyalist Uyumlu Toplumun İnşası kampanyasını başlatmış ardından da Kalkınma Üzerine Bilimsel Bakış tezini ortaya koymuştur.

Kalkınma Üzerine Bilimsel Bakış tezinin iki önemli unsuru bulunmaktaydı: halk temeldir ve Çin’in kalkınması kapsamlı olmak zorundadır. Tüm bu çabalara rağmen parti ve toplumdaki devrimci ruhtaki yavaşlama ile ahlaki çöküntünün önüne geçilememiştir.

Çin’de Liderlik Savaşları

2012’ye giden süreçte Çin’i yönetecek ekip de üç aşağı beş yukarı bellidir. Bir dönem Ticaret Bakanlığı da yapmış ateşli bir Maocu olan Bo Xilai liderlik için ismi geçenlerin başında geliyordu. Babası Mao’nun yoldaşlarından ve silah arkadaşlarından meşhur Kızıl Ordu Komutanı Bo Yibo’dur. 2012’de Bo Xilai, Çin’in en karizmatik politbüro üyesiydi; özellikle parti başkanı olarak görev yaptığı Chongqing bölgesinde suç örgütleriyle mücadele ederek suçu kaldırmıştı.

Daha önemlisi ise komünist geçmişi tekrar gündeme getirerek, özellikle Mao dönemini yeniden canlandırma adına kızıl marşlar kamu alanlarında çalınmaya başlamış, Mao’nun ilkeleri rehber edinilmişti.

Ayrıca, Maocu bir kalkınma modeli benimsemiş olması bir anda ülkenin dikkatlerini üstüne çekmiştir. Yeniden Maoculuğa dönüş kampanyasıyla Chongginq modeli adı verilen yeni bir kalkınma başarısına imza atmıştır. Özellikle işçi sınıfı ve yoksullar arasında popülerliği inanılmaz artmıştır. Doğal olarak, bu durum beraberinde düşmanlarını da artırmış, aynı zamanda Pekin’deki siyasi liderlerin canını sıkmıştır.

2012’de birden Bo Xilai’nin, kamuoyu nezdinde itibarını düşürmek için yolsuzluk ve rüşvetle suçlanarak hakkında soruşturma başlatılmış, tüm parti ve kamu hizmetlerinden uzaklaştırılarak, Çin Komünist Partisi genel sekreterliğine adaylık sürecinin dışında bırakılmış, 2013’te de yargılanarak hapis cezasına çarptırılmıştır. Aynı dönemde Bo’nun eşi de İngiliz bir işadamını öldürtmek suçundan ölüm cezasına çarptırılmış, cezasının infazı ertelenmiştir.

Böylece, Çin’in olası liderlerinden birisi hızlı bir şekilde tasfiye edilmiştir. Bo’nun tasfiyesi ile Xi Jinping’in önünün açıldığı özellikle Hong Kong medyası tarafından dile getirilmiştir.

Esas gelişme Bo Xilai’i bugüne kadar himaye ettiği ve perde arkasında esas liderin kendisi olduğu söylenen politbüro daimi komitesi üyesi ve Çin petrol sektörünün de önemli eski yöneticilerinden birisi olan ve 2012’ye kadar Çin’in güvenliğinden sorumlu Zhou Yongkang’ın partiden ve tüm görevlerinden alınarak hapse atılmasıdır.

Bu gelişme, Çin siyasi hayatında bomba etkisi yaptı. Zira Çin’deki tüm polis, paramiliter güçler ve istihbarat ağını elinde tutan, Politik ve Yasama İşleri Komisyonu başkanlığı görevinde bulunan ve ailesinin 14 milyar dolarlık bir serveti yönettiği kıdemli bir siyasetçinin tasfiye edilmesi cesur bir adımdı. Zhou’nun başkanlığını yaptığı komisyonun temel görevi Çin’e içeriden ve dışarıdan gelebilecek her türlü tehdidi önleme ve mücadele etmeydi. Komisyonun bütçesi 114 milyar dolar gibi inanılmaz bir rakama sahipti. Bu Çin’in savunma bütçesinden dahi büyüktü.

Sanıldığının aksine Çin’de siyaset dikensiz bir gül bahçesi değildir. Çin Komünist Partisi tarihine bakıldığında Mao’dan beri parti ve siyaset içerisinde büyük bir hizipleşmenin var olduğu görülür. Farklı fraksiyonlara ait kadroların iktidarı ele geçirme mücadelesi bugüne kadar sürmüştür. Parti tarihinin her döneminde özellikle Mao döneminde bu tip hizipleşme eğilimi gösterenler tasfiye edilmiş olsa da mensup oldukları klikler ve fraksiyonlar yeraltında bugüne kadar varlığını sürdürmüştür. Liderler bu hizipleri bastırır ve galip gelir ama onlar var olmaya devam eder, yok olmazlar.

Xi Jinping’in Yükselişi

Çin siyasetinde özellikle Mao’nun yakın arkadaşları olan eski devrimcilerin oğulları prensler olarak adlandırılmaktadır. Tıpkı Bo Xilai gibi Xi Jinping de bir prenstir.

Xi’nin babası Çin’in devrim üslerinden biri olan Shaanxi-Gansu Sınır Bölgesi Hükümeti’nin başkanlığı görevini yapmış ve Mao tarafından “Halktan gelen bir halk lideri” olarak nitelendirilen Xi Zhongxun’dur. Xi Jinping, 2012’de Çin Komünist Partisi 18. Kongresi’nde genel sekreter seçildi ve ardından 2013 yılında devlet başkanlığına getirildi. Xi, göreve gelir gelmez yolsuzluğa ve yoksulluğa karşı savaş açtı.

Yolsuzluğa bulaşmış ne kadar bürokrat ve parti görevlisi varsa kariyerine, kıdemine ve rütbesine bakılmaksızın görevden aldı. 2013 yılında Xi, Çin halkının yeniden büyük dirilişi için “Çin Rüyası” adlı yeni politikasını ilan etti. Bu politikanın temel hedefi “Orta Halli Refah Toplumu İnşasını” Çin Komünist Partisi’nin kuruluşunun 100. yılı olan 2021 yılında; müreffeh, güçlü, demokratik, medeni ve uyumlu çağdaş ülke inşasına da Çin’in kuruluşunun 100. yılı olan 2049’da ulaşılmasıdır.

Bir konuşmasında Xi Jinping, “Çin rüyası sonuçta halkın rüyasıdır, halka dayanılarak gerçekleştirilmeli ve sürekli olarak halkın mutluluğuna hizmet etmelidir.” demiştir. Yine Xi, bir başka konuşmasında Çin rüyasını gerçekleştirmek için Çin yolunu izlemek zorunda olduklarını belirterek, bu yolun Çin’e özgü sosyalizm yolu olduğunu belirtmiştir.

Ancak Çin Rüyası Politikası, biraz ütopik gelse de Çin’in Modern İpek Yolu Projesi olarak adlandırılan Bir Kuşak Bir Yol inisiyatifinin ilan edilmesiyle somut bir zemine kavuşturulmuştur. Xi Jinping, dış politikada ılımlı bir yaklaşım yerine daha agresif ve pro-aktif bir dış politika çizgisi benimsedi.

Çin açısından dünyanın pek de alışık olmadığı bu politik çizgi Çin’in dünyaya karşı çekingen ve ürkek tavrını ortadan kaldırarak, Çin’in küresel yönetişimde daha etkin bir konuma yükselmesini sağladı. Rusya ile ilişkileri geliştirerek, farklı bir boyuta taşıdı. Bölgesel ve küresel sorunlara daha aktif bir katılım sağladı.

ABD’ye alternatif bir yaklaşım olarak yorumlanabilecek bir şekilde Avrupa Birliği ile ilişkiler, ekonomik kültürel ve siyasal zemin üzerinde geliştirilmeye başlandı. Xi Jinping, çok merkezli bir uluslararası sistemin kuruluşu için Avrupa Birliği’ne destek verme çağrısında bulundu. Ortadoğu bölgesinde yapıcı rol üstlendi. Kuzey Kore sorununda uluslararası toplumla birlikte hareket etti. Barışı koruma ve insani yardım görevlerinde başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası örgütlerle işbirliği içerisinde çalıştı.

Bütün bu gelişmelere rağmen hala Xi Jinping’in düşünce dünyasındaki “Yeni Çin” imgesi somut bir bedene bürünememişti. Özellikle Yeni Çin’in rotası ve bu rotayı belirleyecek altyapısında belirsizlikler bulunmaktaydı ve Çin reelpolitiğinde karşılığı yoktu. Gerek Çin Rüyası, gerekse Bir Kuşak Bir Yol Projesi’ne kapalı kapılar ardında sert eleştiriler gelmekteydi.

Deng’den bu tarafa Çin siyasetinde çok da kamuoyuna yansımasa da bir gelenekçiler-yenilikçiler ayrışması olduğu bilinmektedir. Gelenekçiler eski kuşak Maocuların oluşturduğu bir grup ve halen Çin siyasetinde etkinler. İdeolojinin çok fazla sulandırılarak Çin devriminin temel hedeflerinden, köklerinden ve tarihsel misyonundan uzaklaşılmasını istemiyorlar.

Ütopik projelerle Çin’in bir maceraya atılmasına karşılar. Maceracı değil, devrimci bir lider istiyorlar.

Bu bağlamda Gorbaçov’un Sovyetler Birliği’nde reform adına yaptıklarının Sovyetler Birliği’ni nasıl yıkılışa götürdüğünü örnek olarak gösteriyorlar. Yenilikçiler ise tam bir maceracı olmak yerine biraz daha ılımlı ve temkinli bakıyorlar, sürekli devrim söylemini farklı yorumluyorlar ve değişimin ideolojik revizyonizm anlamına gelmediğini, dolayısıyla gerekli olduğunu savunuyorlar; buna rağmen onların da kırmızı çizgileri bulunuyor.

Xi Jinping, bu iki önemli ayrı grubun arasında bir üçüncü alternatif düşünce ortaya koymak zorundaydı. Fakat Çin siyasetinde düşünsel bir devrim için gerekli zemin ve şartların da mevcut olması gerekiyordu. Bu mevcudiyeti sağlayabilmek için uygun bir ortamın oluşturulması da gerekmekteydi.

Xi bu aşamadan itibaren Çin Komünist Partisi’nin ve kadrolarının Yeni Çin fikri doğrultusunda yeniden yapılanmasının doğru olacağına karar verdi.

Yolsuzlukla mücadele kampanyası aslında bu yeniden yapılanma için uygun fırsatı ve zemini sunmuştu.Partinin en alt biriminden en üst birimine kadar olan bir yapı içerisinde neredeyse 1,5 milyon kişi yolsuzluk soruşturmasından geçirilerek, büyük çoğunluğunun da parti ile ilişikleri kesilerek yargıya sevk edildi. Çok hızlı ve planlı bir şekilde boşalan kadrolara Xi Jinping’e sadakatle bağlı isimler getirildi. Parti’nin yerel teşkilatlarına kadar Xi yanlısı kadrolar getirildi.

Zira bu teşkilatlar parti kongresinde genel sekreteri seçecek delegeleri belirliyorlardı. Bu hususun önemi daha sonra 18-24 Ekim 2017’de yapılacak olan parti kongresinde görülecekti. Kasım 2013’de Xi Jinping girişimiyle Çin Komünist Partisi Ulusal Güvenlik Konseyi kuruldu. Konseyin amacı terörizm, ayrılıkçılık ve aşırıcılıkla mücadele, bunun yanında öteki tehditlere de karşı koyma olarak özetlenebilir.

Doğrudan parti genel sekreterine yani Xi Jinping’e bağlı bir yapı. Birçok yorumcu bu konseyin Xi’nin doğrudan gücü tekeline alabilmek için kullandığı bir araç olarak kurulduğunu iddia ettiler.

Çin’de Ordu Darbe Yapabilir mi?

Çinli yöneticilerin bugüne kadar en büyük endişelerinden birisi ordu ile partinin bir şekilde ters düşmesi, ordunun sivil güce itaatinde sıkıntı yaşanması, bir başka deyişle bir darbe ihtimalidir. Zira Çin’de cumhuriyetin, partinin, rejimin teminatı Çin Halk Kurtuluş Ordusu yani Çin silahlı kuvvetleridir. Çin tarihinde ordunun çok fazla siyasete bulaşmasına izin verilmemiştir. “Parti orduyu yönetir.” düsturu korunmaktadır. Fakat dış güçlerin ordu üzerinden veya halk üzerinden provokatif birtakım operasyonlar yapabilme ihtimali bu iki gücü de sıkı bir şekilde kontrol etme gereğini ortaya çıkarmıştır.

Xi Jinping, Çin Komünist Partisi Ulusal Güvenlik Konseyi ve Merkez Askeri Komite başkanlığı görevi üzerinden Çin silahlı kuvvetlerini kontrol altında tutmaktadır. Orduda asker sayısında azaltmaya gidilerek daha profesyonel, hızlı müdahale yeteneğine sahip ve yüksek teknolojiye dayanan bir ordu oluşturulmasına hız vermiştir.

2016’da kararlılığını göstermek ve belki de üstü kapalı bir gözdağı vermek amacıyla Çin silahlı kuvvetlerinin teşkilat yapısında önemli değişikliğe giderek bunları doğrudan Merkez Askeri Komite’nin emrine bağlamıştır. Bu birimlerde görev yapan üst düzey generaller de yolsuzluk soruşturması kapsamında görevlerinden uzaklaştırılmış yerlerine kendisine sadık komutanlar getirilmiştir.

Böylece, Çin ordusu Xi’nin ordusu haline gelmiştir. Partiden çok lidere bağlı bir silahlı güç haline gelmiştir. Bu da Xi’nin yapacağı köklü reformlar için ordu tehdidini ortadan kaldırdığı gibi muazzam bir silah gücünü de arkasına almıştır.

Çin Komünist Partisi 19. Kongresi

18-24 Ekim 2017’de yapılan Çin Komünist Partisi’nin 19. Kongresi, partinin neredeyse yüzyıllık tarihinde Mao’dan sonra en büyük devrimsel değişimin gerçekleştiği bir kongre olmuştur. Parti’nin temel felsefesi ve ideolojisi tamamıyla yenilenmiş, içinde bulunduğumuz yüzyıl için parti ve ideolojisi uyumlu hale getirilmiştir.

Mao ve Deng’den sonra yine bir ilk olan liderin partiden daha öne çıktığı bir süreç yaşanmıştır. Liderin gücü partiden daha güçlü hale gelmiştir.

Liderin nihai belirleyiciliği teyit edilmiş ve olmazsa olmaz temel parti ilkesi olan kolektif liderlik de fiili olarak kalkmıştır.

2012’den beri sessiz sedasız gerçekleştirilen reformlar, 19. Parti Kongresi’nde resmiyete kavuşmuştur. Yoksullukla ve Yolsuzlukla mücadele yine partinin birinci gündem maddesini oluşturmuştur. Xi, yaptığı konuşmada iki yüz yıldan beri verilen mücadelenin sonuna gelindiğini ve artık önlerinde yeni bir dönem ve yeni bir Çin’in olduğunu ilan etmiştir.

Parti tüzüğü değiştirilmiş “Yeni Dönemde Çin’e Özgü Sosyalizm Üzerine Xi Jinping Düşüncesi” parti tüzüğüne girmiştir. Böylece, Mao ve Deng’den sonra kendi adıyla parti tüzüğüne giren üçüncü Çin lideri olmuştur. Ayrıca yaşarken adı parti tüzüğüne giren ilk Çinli lider olmuştur.

Çin’in rabiası olarak da adlandırılabilecek olan 19. Parti Kongresi’nde vurguda bulunulan ve alınan kararlara rehberlik eden başlıklar şunlardır:

  • Güçlü Lider
  • Güçlü Parti
  • Güçlü Devlet
  • Güçlü Ekonomi
  • Güçlü Ordu
  • Güçlü Diplomasi
  • Müreffeh Toplum
  • İleri Kültür Seviyesi
  • İyi Eğitim Almış Toplum
  • Her şeyden öte tüm bunları sağlayacak ideolojik güçlü bir altyapı yani Çin’e Özgü Sosyalizm.

Çin’in Önündeki Sorunlar

Dünya nüfusunun beşte biri Çin’de yaşamaktadır. Bu nüfusu beslemek, her türlü tehlikeden korumak, sosyal güvencesini sağlamak ve idare etmek sanıldığının aksine büyük bir yönetim felsefesi ve becerisi gerektirmektedir.

Bu felsefe aslında Çin’in binlerce yıllık tarihinde bulunmaktadır. Beceri ise biraz daha pratik yapmayla alakalı, tecrübeye dayalı bir deneyimdir.

Çin, 1949’dan beri bu süreci ciddi bir şekilde hem öğrenmiş hem de uygulamıştır. Kuşkusuz böyle büyük bir coğrafyaya yayılmış ve büyük bir nüfusa sahip bir ülkeyi yönetirken bir takım sorunlarla da karşılaşmak olağandır. En önemli sorun bölgeler arası gelir eşitsizliği, taşra-kent tezatlığıdır.

Özellikle, önümüze iki farklı Çin fotoğrafı çıkmaktadır: kırsaldaki yoksul Çin, kentlerdeki ve metropollerdeki zengin Çin.

Hızlı ekonomik büyüme ve sanayileşme, beraberinde Çin’in küresel ekonomiye ve küresel topluma entegrasyonunu hızlandırmıştır. Bu durum ise Çin’de toplumsal bir takım sorunlara neden olmuştur.

Çin kentlerinin hızla büyümesi, küreselleşen Çin ekonomisinin somut yansımalarını bünyesinde barındırması, bu kentlerin giderek Çin’in kırsal alanlarından ayrışmasına neden olmuştur. Yeni ekonomik birimler olan kentler, beraberinde yeni bir sosyal yaşam ve hayata yeni bir bakış açısı getirmiştir.

Bu yenilikler ise ister istemez Çin’in geleneksel algılama mantığı ile zaman zaman çelişmiştir. Örneğin Hong Kong’un hemen yanı başında yer alan Şencen, 1980’de küçücük bir balıkçı köyüyken, bugün 10 milyondan fazla nüfusa ev sahipliği yapan ve rekabet gücü itibariyle ülkenin ilk sıralarında yer alan modern bir şehir haline gelmiştir. Şüphesiz, bu hızlı dönüşüm burada yaşayan halkı ve buraya sonradan göç edenleri yakından etkilemiştir.
Çin, yüzyıllar boyunca tarım toplumu olma özelliğini muhafaza etmiş ve bugün de ağırlıklı olarak tarım toplumu kimliğini korumaya devam etmektedir. Çin’in önündeki en büyük sorunlardan birisi de nüfusun % 44’ünü oluşturan ve kırsal alanda yaşayan 600 milyonluk nüfusunun refahıdır.

Kentlere göre daha geleneksel bir düşünce sistemine sahip Çin köylüleri daha Konfüçyüsçü bir komünizm anlayışına sahipken, kentlerde yaşayan Çinliler daha geniş düşünebilen ve gelenekten daha bağımsız hareket edebilen bir bakış açısına sahip bulunmaktadır. Çin köylüleri daha ulusal ve geleneksel değerlere bağlıyken, kentli Çinliler giderek küresel değerleri benimsemeye başlamışlardır.

Bugün Çin’de tüm tarım alanı 5,5 milyon kilometre karedir. Gelirini tarımdan elde eden yani aktif olarak tarım sektöründe çalışan kişi sayısı 500 milyondur.

Kırsal alanda nüfus büyüme oranı % -2.17’dir. Bir başka deyişle hızlı kentleşme, Çin’in giderek tarım nüfusunu kaybetme riskini doğurmaktadır. Tarım nüfusunun giderek azalması kendi kendine yetebilen, Çin’in kendi kendini besleyebilen ülke olma özelliğini de kaybetmesi anlamına gelmektedir ki bu da dışa bağımlı hale gelmenin başka bir adıdır.

Reform ve dışa açılma politikasının uygulandığı 30 yıl içinde, Çin’in kentleşme oranı giderek büyümüştür. Kentleşme, Çin’in ekonomik büyümesi ve toplumsal ilerlemesini hızlandıran önemli yollardan biri haline gelmiştir.

Aynı zamanda beraberinde bir takım sorunlar da getirmiştir. Hızlı ekonomik büyüme, kentleşmeyi ve sanayileşmeyi geliştirmiştir. Kırsal alanda giderek daralan iş imkânları ve kentlerin büyülü atmosferi, kırsal alanda yaşayanları kentlere göç etmeye zorlamıştır.

Bugüne kadar köylerde yaşayan 280 milyon Çinli kentlere gelerek işgücüne katılmıştır. Kentlere yeni bir hayat ve yeni bir iş için göç eden bu Çinlilerin çoğu, kentlerin hızlı ekonomik büyüme sayesinde gelmiş olduğu refah düzeyi ile karşılaştıklarında kentlerde yaşanan sürece giderek yabancılaşmaya başlamışlardır.

Ayrıca kentlerdeki yeni yaşama da adapte olmakta zorlanan kırsal alanlardan gelmiş köylüler tekrar köye de dönememektedirler. Böylece kentli de olamayan, köylü de olamayan bir nüfus ortaya çıkmıştır. Bu durum, Çin hükümetinin önündeki en büyük sorunlardan bir tanesidir.

Zira giderek topluma yabancılaşan bir nüfus, resmi ideoloji için de tehdit oluşturmaya başlayacaktır. Bu nedenle gelir ve kalkınma eşitsizliğinin ortadan kaldırılması partinin ilk görevi olarak belirlendi. Ayrıca yoksul bölgelerde topyekûn kalkınma yerine daha önce benimsenen bölgesel kalkınma modeline devam edilmesine karar verildi.

Sonuç Yerine

Çin Komünist Partisinin 19. Kongresi’nde güçlü bir liderlik ortaya konmuş, öyle ki partinin önüne geçen bir lider gücü sergilenmiştir.

Mao dönemini hatırlatan bu değişim güçlü lider merkezinde partinin yeniden yapılandırılması üzerine odaklanmıştır. Ayrıca bu kongrede 25 yıldan beri uygulanmakta olan kendilerinden sonraki lider kadronun belirlenmesi usulüne de son verilmiştir. Xi Jinping, kendisinden sonraki halefini seçmemiş, bunu zamana bırakmıştır. Daha önceden liderliğe gelmesi kesin gözüyle bakılan kimi adaylar ya partiden tasfiye edilmişler, ya da politbüro daimi komitesine seçilememişlerdir.

Bu durum, özellikle Batı’da Xi’nin ömür boyu lider olarak kalmayı düşündüğü şeklinde bir takım söylentilerin çıkmasına neden olmuştur. En azından Çin siyasetinde konuşulan formül, genel sekreterlik makamıyla devlet başkanlığı makamının birbirinden ayrılmasıyla genel sekreterlik makamında uzun süre görev yapılabilecekti. Bunun önünde aslında hukuki bir engel bulunmamaktadır. Ancak devlet başkanlığı görevine anayasa iki dönem yani 10 yıl izin vermektedir.

Anayasaya ve parti tüzüğüne göre genel sekreterlik görevinde her hangi bir süre sınırlaması bulunmuyor. Mao ve Deng döneminde böyle bir uygulama zaten yapılıyordu.

Ancak hem Mao döneminde hem de Deng döneminde haleflerin bir anda sürpriz bir şekilde seçilmeleri ya da seçilmişlerin son dakikada değiştirilmesi gibi kimi siyasi hamleler Çin siyasi yaşamını da olumsuz etkilemişti.

Çok da sağlıklı bir süreç değildi. Bu nedenle Deng’den sonra en azından gelecek lider kadroların belirlenmesi esasına geçilmişti.

Bu seçimin birkaç aşamalı, oldukça ince eleyen ve sık dokuyan bir tarzı vardı. Böylece iktidarın emanet edileceği güvenli kadroların oluşturulması sağlanıyordu.

21. yüzyılın “güçlü liderlerin yönettiği ülkelerin yüzyılı” olarak değerlendirildiği bir zamanda bu kadar güçlü bir liderlik vasfı sergileyen ve son beş yılda partinin her kademesinde kendisine sadık kadrolar yerleştiren ve rakiplerinin bir şekilde tasfiye edildiği bir süreci yaşayan Xi Jinping, bu gelinen noktada Çin’in ikinci Mao’su olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Xi Jinping,

Çin’in Mao’su mu yoksa Putin’i mi olmak istiyor bunu zaman gösterecek? Fakat bu süreç, Xi Jinping’i Çin’in Stalin’i yapması ihtimalini de barındırmaktadır. Yine de yeni durum Çin’de şöyle formüle edilmektedir: Mao, Çin’e bağımsızlığını kazandırdı, Deng, Çin’i zengin yaptı ve Xi de Çin’i dünyanın en güçlü devleti yapacak.

Daha Fazla