Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cumartesi, Nisan 20, 2024

Başarılı Bir 15 Temmuz Romanı: Ebucehil Karpuzu

Recep Seyhan, modern Türk hikâyesinde ihmal edilen değerlerden biridir. Bunun birinci derecede sorumlusu akademi, dergi çevreleri ve eleştirmen olarak maruf kişilerden müteşekkil edebiyat iktidarıdır. Her iktidar gibi bu iktidar da kendine sadık bağlılar ister. Kendini sorgulayanlardan hazzetmez. Yanlış ve eksiklerini söyleyenleri acımadan cezalandırır. Dümen suyundan gidenleri ise mükâfatlandırır. Ehliyete, kaliteye, kabiliyete, niteliğe, emeğe, hak ve hukuka bakmaz; kendine itaat etmeyenleri yok sayar ve görmezden gelir, yandaşlarını parlatır ve gündemde tutar. İşte Recep Seyhan, günümüz edebiyat iktidarı tarafından cezalandırılan, yok sayılan ve görmezden gelinen yazarlardan biridir. Oysa Recep Seyhan’ın beşi hikâye (Çiçekler Kesmişti Selâmı, Güneşin Doğduğu Yerde, Azazil’in Kapısında, Metal Çubukların Dansı ve Zongo’nun Değirmeni), biri roman (Ebucehil Karpuzu) ve biri de hikâye üzerine yazdığı yazılardan oluşan (Bana Hikâye Anlat-ma) toplam yedi kitabı vardır. Konumuz dışındaki beş kitabını ise saymıyoruz. 1979’dan beri hikâyeye emek veren ve kafa yoran, yazdıkları nitelikli ve seviyeli dergilerde yayımlanan bir yazar acaba neden ihmal edilir? Hikâye üzerine yazanlar ve günümüz hikâyesini değerlendirenler acaba neden onu görmezden gelir? Bu soruların cevabı, sanırım Recep Seyhan’ın kitapları incelendiğinde daha iyi anlaşılacaktır.

 

Ebucehil Karpuzu

Türkiye, 15 Temmuz 2016’da uluslararası güçlerin maşa olarak kullandığı Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖ) Türk Silâhlı Kuvvetleri içindeki mensupları vasıtasıyla silâhlı bir darbe girişimine maruz kalır. Ancak bu girişim, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sarsılmaz duruşu, milletin feraseti, cesareti ve fedakârlığı ile vatanperver güvenlik güçlerinin kahramanca karşı koyuşu sayesinde başarısızlığa uğrar. Bu sırada 251 vatan evlâdı şehit olur ve 2193 vatan evlâdı yaralanır. Türkiye âdeta direkten döner! Elbette çağına tanıklık misyonu olan edebiyatın bunu görmesi gerekir. Nitekim İstanbul Bahçelievler Belediyesi, bu amaçla 15 Temmuz Roman Yarışması düzenler. Recep Seyhan bu yarışmaya daha önce yazmaya başladığı Ebucehil Karpuzu adlı romanıyla katılır ve Jüri Özel Ödülüne lâyık görülür.

Ebucehil Karpuzu’nda 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi ve aktörleri anlatılır. Darbeye kalkışan örgüt ve kadroları, başlangıcından darbe sürecinde yaptıklarına kadar bilinen bütün özellikleriyle sergilenir. Yazar, aradan iki yıl gibi kısa bir zaman geçmiş olmasına rağmen olayı büyük bir başarıyla romanlaştırır. Ne romandan taviz verir ve ne de olayları anlatırken herhangi bir kareyi atlar. Zaman geçince ve davalar sonuçlanınca bazı şeyler daha iyi anlaşılacak belki. Fakat örgütün yapılanma ve eylem kabiliyeti ancak bu süreçlere tanık olanların zamanında anlatabileceği bir husustur. Recep Seyhan’ın eğitimci olması ve Müslüman entelektüel kimliği böyle bir süreci anlatmada ona büyük bir avantaj sağlar. Yani o, söz konusu sürecin ruhunu derinden kavramayı ve yansıtmayı başarır.

Evet, Ebucehil Karpuzu’nda bilinen bir konu romanlaştırılır. Yazar, daha önce hikâyede bu şekilde birkaç deneme yapmış ve hepsinde de başarılı olmuştu. Bunlardan biri olan “Azazil’in Kapısında”da Necip Fazıl’ın Paris’te bir kumarbaz olarak yaşadıklarını anlatmıştı. Öte yandan Metal Çubukların Dansı’nda yer alan “Dağ Öyküleri”ndeki bir hikâye parçasında FETÖ benzeri devleti ele geçirmeye çalışan bir din istismarcısını konu etmişti. Dolayısıyla Ebucehil Karpuzu’na gelene kadar kurguda ve içerikte epeyce tecrübe kazanmıştır.

Ebucehil Karpuzu’nda ülke, kurum ve şahıs adları değiştirilerek yakın dönem Türk siyasî tarihini çağrıştırıcı konuya giriş mahiyetinde bir kesit ve akabinde 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi benzeri bir kalkışma hareketi anlatılır. Ülkenin kuruluşu, uluslararası ilişkiler, ABD, AB, İsrail, siyasal iktidarlar, hükûmet politikaları, dinî grup/cemaat örgütlenmeleri, faili meçhul cinayetler vs. bildiğimiz, yaşadığımız onlarca olay şifrelenerek verilir. Şifreleri çözdüğümüzde neredeyse tam bir Türkiye fotoğrafıyla karşılaşmış oluruz. Şifreleme bir anlatım tekniği olsa da bu konu bağlamında olaylara bakışta yazara serbest hareket edebilme ve okuyucuya da başka açılardan bakabilme imkânı sağlamış olur.

Bu arada romanda, romanın adından başlayarak bütün adlandırmaların büyük bir özenle yapıldığını söylemek gerekir. Meselâ Ebucehil karpuzu (Citrullus colocynthis), verimli topraklarda kendiliğinden yetişen yabanî bir karpuzdur. Halk arasında piç karpuz da derler ona. Karpuza benzer ancak karpuz değildir. Onu karpuz sanıp yiyen kişi ishal olur. ABD romanda Evilya, İsrail Sinisterya’dır. “Evil”, İngilizcede günahkâr, fena, kötü, şer ve belâ; “sinister” ise uğursuz, bozuk, kötü, kötülük saçan ve fesat anlamlarındadır. Bir de üretilen yeni kelime ve kavramlar vardır ki son derece manidar ve dikkat çekicidir. Bu husus, yazarın dile ve konuya güçlü bir şekilde hâkim olduğunun bir başka göstergesidir. Ayrıca roman boyunca değiştirilen ülke, kurum ve şahıs adlarının birbirine karıştırılmadan anlatılması yazarın büyük bir başarısıdır. Yazar, onca isim ve rollerini birbirine karıştırmadan anlatmayı başarmıştır. Romanın karmaşıklığı ise konunun zorluğundan ve örgütün yapısından/karmaşıklığından kaynaklanmaktadır. Uluslararası güçlerin beslediği yarım asırlık bir ihanet çetesinin şifrelerini çözmek ve onu anlatmak kolay olmasa gerektir.

 

Ebucehil Karpuzu’nun kahramanları

Bizim değerlendirmemize göre romanda adları değiştirilen ülke, kurum ve şahıs adlarından bazılarının karşılığı şöyledir:

İşbara Hanlığı: Osmanlı Devleti

İrtemistan: Türkiye

Mathieu: Romanda darbe yapılan ülkenin kurucu lideri

Sıbğatullah Atayî: Örgütün lideri, Fetullah Gülen (Kod Adı: Serkâr)

Kayra Hareketi: Hizmet Hareketi ya da Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)

Koltanya: Sıbğatullah Atayî’nin iyi örgütlendiği Türkiye benzeri bir ülke

Önemli kahramanlar: (1) Toygar Yalağuz (Kripto Adı: Savgat Temur, Kod Adı: Meknun, Görevi: Asker, Hava Kuvvetleri İmamı), (2) Zaim Koygura (Kod Adı: Damir, Görevi: Polis müdürü, Emniyet Teşkilâtı İmamı), (3) Macanay Kekmen (Kod Adı: Birindar, Görevi: Üst düzey hâkim, Yargı İmamı)

Saygur Kotalan: (Çavşin Dayı), Toygar Yalağuz’un aile dostu olan bir iş adamı, örgütün kandırdığı ama sonradan hakikati gören adam

Evilya: ABD

Westenya: Avrupa

Nordenya (Kuzey Krallığı): İngiltere veya Belçika

Disruptiya: Almanya

İmpostorya: Fransa

Sinisterya: İsrail

Örenya: İstanbul

Suhana: Ankara

Ildız: İzmir

DÜM: Birleşmiş Milletler

ASA: NATO

UBOF: IMF

KİT: MİT benzeri Koltanya İstihbarat Teşkilâtı

 

Romanın bölümleri

On bölüm olarak tasarlanan romanın birinci ve onuncu bölümünün sonundaki roman dışı anlatıda romanın, bir sorgu odasında darbe girişimine katıldığı için sorguya çekilen örgüt mensubu bir zanlının itirafı olarak kurgulandığı, diğer bölüm veya kısımların sonlarındaki atlanmış numaralarla verilen roman dışı anlatılarda ise “Beyaz Balina” adlı oyundan ilhamla örgüt mensubu zanlının ruhsal yapısı ve yaşadığı sarmalın verildiği anlaşılır.

Birinci Bölümde yakın dönem Türkiye fotoğrafını çağrıştıran trajik hikâye verilirken ilgili ülkeler, iç ve dış aktörler rolleriyle birlikte tanıtılır. İkinci Bölümde romanın başkahramanı Toygar Yalağuz ve örgüt tanıtılır. Romanın anlatıcı kişisi Toygar Yalağuz’dur. Örgütün yapılanma çalışmaları, dershaneler, özel okullar, örgüt evleri, insan ilişkileri, örgüt içi hiyerarşi, toplantılar, sohbetler, bilgi kaynakları, istihbarat faaliyetleri, sınav yolsuzlukları, lider kültü, rüya metaforu, örgüte özgü kavram ve isimler, örgüte ait dergi ve gazeteler vs. onun ağzıyla bir bir anlatılır. Böylece örgütün nasıl yapılandığını, kadrolarını nasıl devşirip eğittiğini, haberleşme ve fişleme yöntemlerini, bir yere sızma biçimini, teknolojiyi iyi kullanma özelliğini, para kaynaklarını, mensuplarına amacını nasıl aşıladığını ve sonunda onları nasıl kullandığını yani eylem kabiliyetini bütün ayrıntılarıyla açık açık görmüş oluruz.

Üçüncü Bölümde anlatıcı, romana başkahraman dışında anlatıcı olarak giren iki kişiden biri olan Zaim Koygura’dır. (Diğeri romanın sonlarında devreye giren Azel Belet’tir.) Zaim Koygura örgüt ağabeyleri tarafından keşfedilir, özel olarak eğitilir ve örgütün uygun gördüğü bir okula yerleştirilir. Örgüt ağabeyleri onun ailesiyle de tanışır ve aileyi etkilemeyi başarır. Ailesi mutludur. Zira çocukları kendi imkânlarının çok üstünde bir okulda ücretsiz okuyacak; dinine, vatanına ve milletine faydalı bir evlât olarak yetişecektir. Dördüncü Bölümde tekrar anlatıma giren Toygar Yalağuz, romanın sonlarına kadar sürdürür bunu. Bu bölümde o, örgüt toplantıları ve üniversite eğitimi döneminde yakın markaja alınırken, bir taraftan örgütün uygulamalarından şüphelenmeye ve onları sorgulamaya diğer taraftan da hafta sonu izinlerinde bazen teyzesinde kalırken edindiği arkadaş çevresinden Destina’ya ilgi duymaya başlar. Roman boyunca sık sık tekrar edilen şu cümle gözünün önüne gelir: “Yürürken alan tarama cihazı gibi öne doğru sallanan sol kol, ağırlığın üzerine bindirildiği sağ ayak ve içeri doğru büzülen bir ağız…” Roman boyunca -leitmotiv tekniğine başvurularak- yedi defa tekrar edilen bu cümleyle tarif edilen örgüt lideri Sıbğatullah Atayî yani Fetullah Gülen’dir.

Beşinci Bölümde anlatıcının üçe bölünmüş kişiliği birbiriyle çatışmaya girer ve romanda hareketlilik de hızlanır. Kahramanın birinci kişiliği kendisi yani Toygar Yalağuz, ikinci kişiliği örgüt içindeki kod adıyla Meknun ve üçüncü kişiliği ise Hava Harp Okulu öğrencisi bir askerdir. (Dördüncü kişiliği olan kripto adıyla Savgat Temur ise romanın son bölümünde sahneye çıkar.) Bu bölümde Toygar Yalağuz’un örgütteki görev ve sorumlulukları giderek artar. Ercüment ağabeyle (FETÖ içindeki Adil Öksüz’ün rolünde olan kişi) gizli bir örgüt toplantısına katılır ve örgüt liderinin bir video konuşmasını (Fetullah Gülen’e ait bir konuşma) dinler. Ayrıca Destina ile ilişkisini ilerletir ve onunla evlenmek ister. Taraflar durumu ailelerine iletir. Bu arada bir de örgütteki ağabeylere sorar. Cevap tahmin ettiği gibi olumsuzdur. Çünkü örgüt mensuplarının kendi istediğiyle evlenmesine müsaade edilmez. Tabiî bunu Destina’ya söyleyemez. İster istemez ona ilgisiz davranmaya başlar. Bunu fark eden Destina, mezuniyet gecesinde kendisine karşı resmî davranır. Ertesi gün buluşurlar ve Destina onu terk eder. Üçe bölünmüş kişiliğinin biri acı çekerken diğeri de ruhunu adadığı yerin emrinde iç çatışmalarıyla baş başadır artık.

Altıncı Bölümde anlatıcı, aile dostu olan Saygur Kotalan’dan (Çavşin Dayı) örgütün ve yayın organlarının iç yüzünü anlatan bir nutuk dinler. Saygur Kotalan, örgütün bürokrasiyi, siyaseti ve ülkeyi nasıl ele geçirdiğini anlatır. Anlatıcı bundan rahatsız olur ve kendi görüşünü gizler. Benzeri bir tartışmayı da babasıyla yaşar. Bunun üzerine bu konularda kimseyle tartışmamaya ve daha fazla tedbirli olmaya karar verir. Derken anlatıcı terfi eder ve yurt dışı görevine gider. Dönüşte görevinde yükselir. Bu defa çalıştığı yerde örgütün istihbarat sorumlusudur. Bu sırada ülkede seçimler yapılır. Yeni bir parti (AK Parti benzeri bir parti) seçimi kazanır ve tek başına iktidar olur. Örgüt bundan çok hoşnut olmaz. Çünkü örgüt lideri başına gelecekleri tahmin etmektedir. Olağanüstü toplantılar düzenlenir. Bu toplantılarda örgüt liderinin video mesajı (Fetullah Gülen’e ait bir konuşma) dinlenir. Bazı plânlar yapılır. Örgüt, ordu içinde “Ergenekon” benzeri bir grubun darbe hazırlığında olduğu istihbaratı ile harekete geçer. O grubu tasfiye ederken ondan boşalan yerleri doldurur. Böylece ordu ve hükûmet içine iyice yerleşir. Hükûmet, dershane ve özel üniversitelerle ilgili örgütü rahatsız eden kanunlar çıkarır. Liseden üç arkadaş olan Toygar Yalağuz (Meknun), Zaim Koygura (Damir) ve Macanay Kekmen (Birindar) tekrar bir araya gelir. Yeni bir görev için hazırlanacaklardır. Anlatıcı, artık kendini Kayra Hareketine adanmış bir ruh olarak kabul eder. Örgüt liderine bütün benliğiyle bağlıdır. Fakat Destina’yı da bir türlü unutamaz. Rüyalarında onu görür. Gönderilmemiş mektuplar yazar ona. Bölünmüş kişiliğinden birini örgüt ve liderine adarken birini de içinde bir ukde olarak kalan aşkına yani Destina’ya duyurmak ister. Parçalanmış kişilik/kimlik gelgitleri yaşamaya devam eder.

Yedinci Bölümde sözleştikleri yerde bir araya gelen Meknun, Damir ve Birindar, son gelişmeleri değerlendirir. Bu sırada Çavşin Dayı, Meknun’u telefonla arayarak kendisine uğramasını ister. Meknun, yolda Destina ile ortak bir arkadaşına rastlar ve onun hakkında bilgi alır. Destina, mahallesinden taşınmış ve izini kaybettirmiştir. Çavşin Dayı ise zor durumdadır; örgüt dört koldan onu ve şirketlerini sıkıştırarak baskı altına almaktadır. Meknun’dan yardım talep eder. Etraftan pis kokular almaktadır ve onu uyarır. Meknun, örgütle herhangi bir ilgisinin olmadığını belirtir. Akşam ordu evinde katıldığı resepsiyonda istihbarat teşkilâtı başkanına düzenlenen operasyon ve komşu devlete ait bir savaş uçağının düşürülmesiyle ilgili işin içine örgütün nasıl dâhil olduğuna dair bilgiler duyar.

Sekizinci Bölümde askerî bir darbe için şartlar ve zeminin uygun olduğu düşünülür. Önce kendileri gibi askerî darbe yapmak isteyen ordu içindeki “Ergenekon” benzeri bir gruba destek olunacak, sonra da onlara darbe yapılarak yönetim ele geçirilecektir. Öncelikli olarak alınacakların listesi ise tamamdır. Son emir beklenirken odasını bir kez daha kontrol eden Meknun, dolabında Destina’nın kendisine hediye ettiği ve üzerinde ismi yazılı kol düğmelerini görür. İçinden ona gönderilmemiş bir mektup daha yazar. Ondan kendisini affetmesini ister ve Meknun kimliğinin Toygar Yalağuz’a ağır bastığını söyler.

 

Darbe girişimi başlıyor

Dokuzuncu Bölümde darbe gecesi kendisi de asker olan bir fotoğrafçı tanıklığıyla anlatılır. Ordu içindeki örgüt mensupları silâhlanıp harekete geçer ve Örenya’da köprü, ana yollar ve havaalanını tutar. Bu arada siyasî iktidarın daha önceki olaylardan aldığı dersle uluslararası bir GSM şirketiyle yaptığı gizli anlaşma devreye girer ve kalkışma hareketi başladıktan dakikalar sonra ülkedeki bütün cep telefonlarının alarmı çalmaya başlar ve ardından bir mesaj gelir. Darbecilerin telsizinden de ülkenin başkanının bulunduğu yerin kuşatıldığı, ordu karargâhının teslim alındığı, devlet televizyonunun ele geçirildiği; başkanlık sarayı, meclis ve uydu yayın merkezinin bombalandığı, havaalanlarının kapatıldığı mesajı bütün kullanıcılara yayılır. Bunun üzerine halk ellerinde bayraklarla dışarı çıkar. Darbe deşifre olmuştur artık. Halk, onlara karşı koymakta, üzerlerine sürülen tankları teslim almakta ve darbecileri kuşatmaktadır. Yollarda ölenler ve yaralananlar vardır. Darbeciler paniğe kapılır ve aralarındaki irtibat kesintiye uğrar. Son hamle olarak ne pahasına olursa olsun havaalanını işgal etmek ve ülkenin başkanının oraya inmesine engel olmak isterler. Tabiî muvaffak olamazlar. Başkan havaalanına iner. Darbeciler kaçmaya ya da teslim olmaya başlar. Ülkenin başkanı havaalanında büyük bir kalabalık tarafından coşkuyla karşılanır ve böylece bir darbe girişimi halk tarafından engellenmiş olur.

 

Darbe başarısız oluyor

Onuncu ve son bölümde anlatıcı bir grup darbeciyle birlikte kaçmaya ve deniz yoluyla komşu bir ülkeye geçmeye çalışır. Bu süreçte anlatıcının asıl kimliği ağır basar. Yaptıkları işin bir ihanet olduğunu anlar ve pişman olur. Bedelini ödemek, cezasını çekmek ve diğer kimliklerinden kurtulmak için teslim olmaya karar verir. Günlerce dağlarda aç susuz yürümeye devam ederler. Onları karşıya geçirecek olan tekneye ulaşmalarını sağlayacak olan oduncuyu ararken sahile inerler. Sahilde batan tekneden kıyıya vuran kaçak göçmenlerin cesetleriyle karşılaşırlar. Geri dönerler ve tekrar dağ yoluna koyulurlar. Bu yolculukta Meknun, dördüncü kimliğiyle yani kripto Savgat Temur olarak oradadır. On üç gün sonra dağda nihayet oduncu ve eşeğiyle karşılaşırlar. Anlatıcının adamı olan oduncu, onlara yiyecek ve giyecek getirmiştir. Oduncu, anlatıcıyla göz göze gelir. Diğerlerinin şüphelenmemesi için bir daha göz göze gelmemeye dikkat ederler. Karınlarını doyururlar, getirilen elbiseleri giyerler ve çıkardıklarını toprağa gömerler. Anlatıcı toprağa elbiseleriyle birlikte asıl kimliğinin dışındaki kimliklerini de gömer. Havanın kararmasını beklerler ve sonra sahile inerler. Onları karşıya, komşu ülkeye geçirecek olan tekne hazırdır. Kendisini ise orada bekleyen asıl kimliği yani Toygar Yalağuz’dur. Bu arada içinden Destina’ya gönderilmemiş son bir mektup daha yazar. Bu mektupta pişmanlığını dillendirir ve gerçek kimliğine kavuştuğu için mutlu olduğunu söyler. Tam bu esnada Toygar Yalağuz’un beklediği fakat diğerlerinin hiç beklemediği ekipler gelir ve roman burada biter.

 

Romanın özellikleri

Recep Seyhan, Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da yaşanan silâhlı darbe girişiminin bir benzerini ufak tefek çıkmalarla hayalî bir ülkede, hayalî bir örgüt ve hayalî kişilerle anlatırken aslında Türkiye’ye ayna tutmak ister. Anlatmaya çalıştığı Türkiye’de yaşananlardır. Bu sebeple romanı, hem bir roman hem bir belgesel metni hem de bir tarih anlatısı olarak okuyabiliriz.

Yazar, bilinen bir konuyu romanlaştırırken kurguyu iki ayak üzerine inşa eder. Bunlardan biri “itiraf”tır. Örgüt çözümlemesini bu kavramdan hareketle işler. Bunlardan ikincisi “aşk”tır. Bizce itirafı alttan alta besleyen ana duygu “suçluluk”tan ziyade aşktır. Aradaki irtibatı da “kişilik çatışması” ile sağlar. Aşk “ihanet”e uğrarsa kişilik çatışması kaçınılmaz olur. Yazar, bunları tek karakter üzerinde ele almakla romanı kurtarmış olur. Yoksa bilinen bir konuyu romanlaştırmanın zorluğunu aşamayabilirdi. Romandaki itiraf kavramı, Hristiyan teolojisindeki itirafa veya Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanındaki başkahraman Raskolnikov’un itirafına benzemez. Toygar Yalağuz’un itirafı varoluşsal bir eylem değil, daha çok bir vicdan muhasebesidir yani felsefî değil, fiilî bir durumdur. O, suçunu itiraf ederek vicdanını rahatlatmak ister. Başta kendine, sonra aşkına ve ülkesine karşı ihanet içinde olduğunu görür, yaptıklarından pişmanlık duyar, tövbe eder ve cezasına razı olur. (Esasında romanın mesajı da budur.) Diğer itiraf türü ise kendini yenilemeyi ve öze dönüşü amaçlar. Birinde suçlu cezasını çekmelidir, diğerinde suç bir arınma sebebidir. Biri Doğunun, diğeri Batının ruh dünyasını yansıtır. Recep Seyhan, romanını Doğunun ruh dünyası üzerine oturtmayı başarmıştır. Böylece örgüt mensuplarının gerçekliğiyle roman kahramanlarının karakteri birbiriyle örtüşmüş olur.

Romanda “gücü kemirilmiş ülkeler”, “Halk, yıllar önce devlete küsmüş ve içine büzülmüştü.” ve “İçimden tenha vagonlar geçiyordu. İçinde yolcu olarak sadece benim bulunduğum, çıplak bir tepenin zirvesinde yalnız bir ağaç kadar, benim kadar yalnız ve nereye gittiği bilinmeyen savruk vagonlar; yılları şaşırıp yollara düşmüş vagonlar…” gibi roman söyleminden ödün vermeyen ama olayları da tam özünden yakalayan güçlü ifadeler ile on ikiden vuran ya da cuk oturan tarifler mevcuttur. Bunun yanında zengin tasvir ve tanımlamalar ile çok muhkem cümleler romana ayrı bir güç ve hava katmaktadır. Romanın ilk bölümleri okuyucuya biraz sıkıcı gelebilir. Ancak bu bölümlerde edebî söylem daha güçlüdür. Sonraki bölümlerde yazar kendini olayların akışına bırakır ve edebî söylem ister istemez gevşer.

15 Temmuz belgeseli veya filmi çekmek isteyenlerin Ebucehil Karpuzu’ndan daha iyi bir eser bulabileceğini sanmıyoruz. 15 Temmuz ile ilgili bir şey yapmak isteyen devlet kurumlarının da bir an evvel Ebucehil Karpuzu’nu görmesini dileriz.

 

Recep Seyhan’ı görmezden gelirler

Son olarak hikâye üzerine yazanlar ve günümüz hikâyesini değerlendirenler acaba neden Recep Seyhan’ın hikâyesini görmezden gelir sorusuna cevap babında edebiyat iktidarının sivil ve akademik birer temsilcisinden söz etmek isteriz. Bunlardan biri Necip Tosun, diğeri ise Alâattin Karaca’dır.

Necip Tosun, hikâyeci, hikâye üzerine yazan ve düşünmeye çalışan velût bir yazardır. Yüzden fazla hikâye ve roman üzerine yazı yazmış, düşünce ve görüş beyan etmiştir. Batı ve Türk edebiyatından karşılaştırmalı okuma denemeleri kaleme almıştır. Ünlü hikâyecilerimizle ilgili inceleme kitapları yayımlamıştır. Bunca birikim ve tecrübesine rağmen Necip Tosun’un yazılarında ciddî bir iddiayı seslendirdiğini, bir tezi ısrarla savunduğunu, bir görüşün taraftarı olduğunu ve bazı görüşlerin karşısında yer aldığını göremeyiz. Bu anlamda yazıları bir hüküm ihtiva etmez. Yazıları betimleme, konu özeti, belli özelliklerin tanıtımı ve yakalamışsa bir iki yüzeysel mesajdan ibarettir. Necip Tosun’un onca kitabından ve bütün yazıp çizdiklerinden geriye kalan ve okuyucuda oluşan nesnel karşılık maalesef bundan ibarettir. Çünkü o, genellikle bir eseri okumadan önce o eser hakkında kulaktan dolma bir fikir veya ön bilgiye sahiptir. Eseri okurken onda oluşan bir fikir veya bilgiden ziyade dışarıdan edindikleriyle ona yaklaşmaktadır. Dolayısıyla esere yaklaşmada bağımsız değildir.

Necip Tosun, bir de son yıllarda yazının bir etkisi ve gücü olduğunu, bunu kullanıp kullanmama hakkının zımnen yazarda bulunduğunu, bu konuda objektif ve hakkaniyetle davranma zorunluluğunun olmadığını sanmaktadır. Çoğu kez ilişkileri geliştirmek ya da genişletmek, yeni ilişkiler kurmak veya ilişkisizlik sebebiyle karşısındakini cezalandırmak saikiyle yazıp çizmektedir. (Ödül organizasyonlarındaki jüri üyeliği de böyledir.) Yazarın veya eserin niteliği, edebî değeri bir eser üzerine yazması için yeter sebep değildir. Ait olduğu dünyaya karşı mesafeli duruşu ve yeni nesil sol edebiyat çevrelerine karşı zaafı ve toleransı gizlenemeyecek boyutlardadır. Dolayısıyla yazarlık ilke ve ahlâkından uzak bir tutum içindedir.

Necip Tosun’un metin okuma tekniği ve eleştiriye dair bir yöntemi olmadığı gibi yazılarının hüküm cümleleri de bir bakış açısına dayanmamaktadır. Yazıları biraz beğeni, biraz tarafgirlik ve biraz hesap kitapla kaleme alındığı için okuyucuya temelli bir fikir vermemektedir. Dolayısıyla edebî fikri olan bir yazar değildir o. Esasında Necip Tosun, arayışları olmayan bir hikâyeci ve meselesi olmayan bir yazardır. (Nedense onu hep Doğan Hızlan’a benzetmişimdir!) Tabiî böyle olunca da eleştiri adına söyleyebileceği bir şey olmayacaktır. Çünkü eleştiri, sorumluluk şuuruyla kaleme alınan ve sorumluluk duygusu uyandırmayı amaçlayan bir yazı türüdür.

Alâattin Karaca ise içinde bulunduğu dünyanın karşısında yer alan bir dünyanın diliyle konuşan ve yazan bir akademisyendir. Yani kendine özgü dili, terminolojisi ve bakış açısı olmayan bir yazardır. Akademik hayatı boyunca dişe dokunan ciddî bir çalışmasıyla karşılaşılmamıştır. Roman üzerine yazmaya çalıştığı yazılar ile edebiyat konulu gazete yazıları -kendisi adına eleştiri dese de- maalesef eleştiriyi bilmediğini, bu işin ehli olmadığını gösterir! Eserin veya yazarın yahut konunun tarihsel seyrinden uzak, karşılaştırma ve diyalektikten yoksun, sıradan malûmat ya da yalın çağrışımlar üzerinden yazmaya çalıştığı bu tür yazılarda konu özetinin dışında bir şey bulunmaz. Tanıtım veya değini türündeki yazılarının tek mahareti nükte avcılığıdır. Eleştiri bu olmasa gerektir. Recep Seyhan’ın Metal Çubukların Dansı’nı dil yönünden eleştirmesi bir eleştiri faciasıdır. (Alâattin Karaca, “Öyküdeki Gereksiz Yükler”, Karar gazetesi, 18 Nisan 2018) Başta edebî söylemi ve yazıda imlâyı bilmeyen aslında kendisidir. Bir akademisyen olarak zahmet edip de TDK Yazım Kılavuzu’nun girişindeki noktalama işaretlerinin kullanımıyla ilgili açıklamaları okusun ve bunları bir yazısına; meselâ Recep Seyhan’ı eleştirdiği söz konusu yazısına uygulasın. Baksın acaba noktalı virgül (;), virgül (,) ve kesme işaretini (’) kurallı ve doğru kullanabiliyor mu? Bizce Alâattin Karaca, bir yazar değil, olsa olsa bir edebiyat öğretmenidir; hepsi bu.

Şimdi Necip Tosun ve Alâattin Karaca gibi günümüz edebiyat iktidarının temsilcisi yazarlardan Recep Seyhan’ı görmelerini, hikâye ve romanını değerlendirmelerini bekleyebilir miyiz? Görmeye çalışsalar bile doğru yerden bakabileceklerini düşünebilir miyiz? Elbette ki hayır! Bizce Recep Seyhan’ın insan ilişkileri ve ilişki zayıflıkları sanatçı kişiliği ve yazarlığını görmeye mâni olmamalıdır. Eserlerini besleyen belki de biraz bu ilişki sorunları ve dağınıklığıdır. Recep Seyhan’ın hikâyesi, ihmal edilse ve edebiyat iktidarının temsilcileri tarafından görmezden gelinse de gerçekte popüler hikâyelerden çok daha nitelikli ve güçlüdür. Romanındaki tavrı ve cesareti ise takdire şayandır. Şüphesiz yarınlara kalacak olan onu görmezden gelenler değil, bizzat Recep Seyhan ve eseri olacaktır.

Bir öneriyle yazımızı bitirelim: Necip Tosun ve Alâattin Karaca’ya kendi yazılarını Recep Seyhan’ın Bana Hikâye Anlat-ma kitabında yer alan “Düş Kesiği Romanı Üzerinden Kurmaca Metinlerde ‘Kendine Yabancılaşma’ Konusu” ve “Üç Kitap, Üç Hikâye(ci) ve Kahraman Kimlikleri” yazılarıyla karşılaştırmalarını öneriyoruz. Bir metin nasıl okunur ve değerlendirilir? Eleştiride yöntem, üslûp hassasiyeti, bakış açısı ve fikrî derinlik nedir? Bir metnin edebî değeri nasıl ortaya konulur? Bu soruların cevabını burada bulabilirler.

Mehmet Erdoğan

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir