Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 19, 2024

Eski AK Parti İstanbul Milletvekili Metin KÜLÜNK: “7 Haziran-1 Kasım Diyenler Rus Uçağının Düşürülmesini De Açıklasın”

O dönemde Nusaybin’de güvenlik güçleri PKK terörüyle büyük mücadele verilirken, Brüksel’de kim kiminle görüşüyordu buna da bakmak lazım. İkinci Çözüm Süreci başlığı altında devletin terörle en güçlü mücadele verdiği bir anda ne yapmak istiyorlardı. Zaten birçok stratejileri çökünce 15 Temmuz’u erkene almak zorunda kaldılar. Atlantik ötesinin bütün hedefleri Erdoğan’sız bir Türkiye. 7 Haziran’dan sonra da bunu Erdoğan’ı Külliye’ye hapsetme çalışmalarıyla yapıldı. Bu çalışmalar hala devam ediyor.

Hem içeride tarihi gelişmelerden geçiyoruz. Gerek iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi merkezli olmak üzere siyasetteki gelişmeler gerek güvenlik merkezli içeride ve dışarıda yaşananlar adeta kırılma dönemini yansıtıyor.

Bu gelişmeleri hem AK Parti’yi çok iyi tanıyan hem de bölgesel politikalara kafa yoran bir isimle, eski AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk ile konuştuk.  ABD’nin politikalarını rasyonel akıl ile anlamının mümkün olmadığını belirten Külünk, AK Parti için de çok konuşulacak sözler söyledi.

Washington’u Armagedon’a İnananlar Yönetiyor

YÖRÜNGE- Sayın Külünk, öncelikle bölgesel meselelerden başlayalım. Fırat’ın doğusu, İdlib vs. derken ne görüyorsunuz bu fotoğrafta?

METİN KÜLÜNK- Bir kere coğrafya kaderdir. Aslında bu yaşadığımız süreç; bir, jeo-politik merkez oluşumuz; iki, jeo-medeniyet merkezi oluşumuz. Hem jeo-politik hem jeo-medeniyet merkeziyiz. İki küresel güç sistemini doğrudan ilgilendiren bir konuda merkez olan bir ülkenin yaşadığı tüm bu süreçler doğaldır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan sistem çöktü. Yeni bir sistem arayışı var.

ABD’nin sistemi 1989’da Soğuk Savaş bittikten sonraki “Tarihin Sonu”, “Tek kutup dünya” tezi çöküşü ve 1990’lı yıllardan sonra dünya sistemine dahil olacak çok fazla güç merkezinin ortaya çıkışı, çok kutuplu bir dünyaya evriliş ve kendi dengesini arayış… Dünya bir yandan bu dengeyi ararken diğer taraftan da konuşmadığımız bir başka taraf var. Ezoterik boyutta dünyayı bir Armagedon’a zorlayış var. Yani Atlantik ötesinde akıl hâkim değil. Ezoterik, Evanjelist bir düşünce biçimi hâkim.

Evanjelizme Karşı Hz. İbrahim Aklını, Zekasını Merkeze Koymalıyız

YÖRÜNGE- Fundamentalizm mi hakim?

MK- Fundamentalizm ötesi… Dünyaya büyük bir savaşa zorluyorlar. Bu, gerçekçilikle alakası olmayan, irrasyonel, akıl dışı, metafizik diyemeyeceğiz, metafizik ötesi, tamamen şeytanın çocukları dünyayı kıyamete zorlamak istiyorlar. Kıyamete zorlamak noktasında da en kritik yer de bizim coğrafyamız: Mezopotamya ve Anadolu. Bu kadar kritik süreçlerin buluştuğu bir yer. Böyle bir yerde biz Türkiye’yiz, Türkiye Cumhuriyeti devletiyiz. Böyle bir yerde insanlık için de, dijital, yapay zeka devrimi üzerinden insanlığı bekleyen büyük bir kaosu engelleyebilecek de medeniyet merkeziyiz.

Bütün bunların buluştuğu noktadayız. Onun için de diyorum ki, soğukkanlı olursak Batı uygarlığının, Amerikan hegemonyasının çöküşe geçtiğini görürsek, bir taraftan Batı’nın insansız uygarlık tezine karşı insan ve kalp merkezli bir medeniyetin parametrelerini içeride inşa edip insanla buluştuğu noktaya gelebilirsek; öbür yandan irrasyonel Evanjelizme karşı İbrahim Aleyhisselam’ın aklını ve zekasını merkeze koyarak Nemrut, ateş karşısındaki duruşunu inşa edersek biz buradan yükselerek çıkacağız.

Aslında Türkiye’nin yükselişi insanlığın yükselişi olacaktır. Olayı sadece enerji hatları, ABD’nin Asya-Pasifik’e geçebilmek için inşa ettiği strateji, Rusya’yı sınırlama, tek başına Doğu Akdeniz’i tutmak üzerinden düşünmek eksik kalır. Evet bunlar var. Ama arkada aklı zorlayan, aşan bir fotoğrafla karşı karşıyayız.

PKK, Ateşin, Yani Şeytanın Çocuklarıdır

YÖRÜNGE- Kastettiğiniz bu yapı dini kendi politik amaçları için mi kullanmak istiyorlar yoksa cidden buna inanıp mı hareket ediyorlar?

MK- Buna inanan bir güruh var. Ateşin çocukları. Bunlar Mesih’in geleceğine inanıyorlar.

YÖRÜNGE- Bu arada geçen ormanlarımızı yakan terör örgütü yapılanmasının adı da ateşin çocuklarıydı.

MK- Aslında orman yangınları ile PKK’nın arkasındaki aklın verdiği mesaj Nemrut’un İbrahim Aleyhisselam’a verdiği mesajdır. PKK’nın elemanlarının kullandığı dile bakın. Kendi akılları yetmez buna. O arkasındaki akıl, Türkiye’yi İbrahim olarak gördükleri için, İbrahim Aleyhisselam’ı Nemrut’un ateşle vermek istediği mesajı şimdi PKK üzerinden veriyorlar.

YÖRÜNGE- Orman yangınları üzerinden de teolojik bir mesaj mı veriliyor?

MK- Evet. Evanjelist akıl Türkiye’yi “yakarız seni” mesajı veriyor. Hz. İbrahim’in ateşe atılması gibi… Dolayısıyla aslında bugün İbrahim Aleyhisselam’ı kıssasını akıl ve kalple bir daha bir daha okumamız gerekiyor. Çünkü orada İbrahim Aleyhisselam’ın ateşin çocuklarına verdiği yanıttaki keskin zekayı, akıl derinliğini fark ettiğimizde ve bizim Allah’a olan teslimiyetimizde endişesizliğimizi yakaladığımızda bir bu cendereden çıkacağız. İster Armagedon’a zorlasınlar ister başka şeye, hiç fark etmez. Ama süreç salt siyaset bilimcilerin, uluslararası ilişkiler uzmanlarının, askeri uzmanların tarif ettikleri gerçeklik sınırları içerisindeki modelle izah edilemeyecek bir noktada.

Bu karşımızdaki yapının ezoterik inançları var. O inanç gereği olarak her şeyi kullanma temayülündeler. Çok önemli bir şey yakaladınız. PKK, ateşin çocukları. Ateşin çocukları kavramını Nemrut’tan, şeytandan bağımsız olarak düşünürseniz hata edersiniz.

Dolayısıyla buradaki kavga ateşle toprağın kavgasıdır. Toprak Adem’dir, ateş Adem’e itiraz eden şeytandır. Buradan yola çıkarak bizim Kur’an’daki İbrahim kıssasını tekrar tekrar okumamız gerekiyor. Buna bilim adamları itiraz edebilir.

ABD Rasyonel Hareket Etse Türkiye’yi Yanına Alır

YÖRÜNGE- Biraz da açalım o zaman? Tam olarak neyi kastediyorsunuz?

MK- İtiraz edeceklere şu soruyu soralım: PKK’nın örgüt elemanlarına ateşin çocukları ismini verme dinamiklerini iyi düşündünüz mü? Gerçeklikle alakası var mı? Bir örgüt nefreti toplayacağını bilmesine rağmen örgütün adına ateşin çocuklarına diyor. Bunu, o eylemi yapan militanlar bilmez. O ismi koyan aklı çözmek lazım. O akıl Golan Tepeleri ile fiili durum oluşturuyor. O akıl Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ediyor, Türkiye ile gerçeklik dışı bir iletişim kurmaya kalkıyor. Çünkü normal akılda, yani Brzezinski’nin ve Kissinger’in etki alanından kurtulmuş bir ABD’nin kendi doğal çıkarları Türkiye ile çatışmamayı emreder.

YÖRÜNGE- Neden çatışmamayı emretmesi gerekir?

MK- Çünkü yükselen Çin’in ABD tarafından durdurulamayacağı çok açık. ABD’nin küresel güç sisteminde gücünü koruyabilmesinin temel şartlarından birisi Türkiye ve Türkiye üzerinden İslam ve Türk dünyası ile çatışmasızlıktır. Bu da ancak Türkiye merkezli, İslam ve Türk dünyasının çıkarlarıyla çatışmayacak bir Amerikan politikasını gerektirir. Bunun yanına da Rusya’yı da almaktır.

Eski Dış Politika Temsilcilerimiz Arap Baharı’nı Okuyamadı

YÖRÜNGE- Zaten Trump’ın G-7’ye Rusya’yı dahil etme hamlesinin perde arkasında Çin’e karşı mücadelesinde Çin’i zayıflatmak olduğu biliniyor.

MK- Nasıl olacak bu? Evanjelizmle çelişiyor. Trump’ın G-7’de Çin’e karşı birlikte olalım tezi, gerçeklik tezidir. Ancak ABD’nin genel politikalarına baktığımızda rasyonaliteyi değil irrasyonaliteyi görüyoruz. Dolayısıyla bu temelde hadiseye bakmalıyız. 2011’den sonraki süreci, Suriye’nin kaos denklemine dahil edilme sürecini bu perspektiften görmeliyiz. Onların görmedikleri şey şuydu: Rusya’nın kendi çıkarları gereği güvenlik hattını en dış çeperde kurma konusunda bu kadar kararlı olacağını ve güçlü duracağını göremediler. O dönem bizim dış politikamızın temsilcisi olan arkadaşlar da görmeliydi. Yani Rusya’nın bu oyunda Libya, Tunus, Mısır gibi hemen teslim olacağını düşündüler. Tersi ihtimali de düşünmeliydiler, ki o ihtimal gerçekleşti. 8 yıl geçti. Şam duruyor yerinde.

YÖRÜNGE- O zaman Rusya ile iletişim geliştiği dönemden önceki politikaları da eleştirmek gerekir mi?

MK- Tabii ki. Zaten onu söylemeye çalışıyorum. Arap Baharı’nı bir daha geriye dönüp okumaya başladığımızda, halkların kendi kaderlerine tayin hakkına saygımız var, evyallah. Halkın diktatörlüğe karşı çıkışına, demokratik tepkilere saygımız var. Bu konularda hiçbir ihtilaf yok. Ancak sokağı o noktaya taşıyan Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan düzendi. Bu kavga aslında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Süveyş Kanalı’nda başlamıştı. Akla gelir mi, ABD kanalın millileşmesinde Mısır’ın yanında, İngiltere ve Fransa’nın karşısında durdu. Günümüzdeki durum çerçevesinde Arap Baharı sürecini sakin ve soğukkanlı şekilde bir daha düşünmeliyiz.

Batı Biat Etmeyenleri Şeytanlaştırma Politikası İzliyor

YÖRÜNGE- İhvan’ın çok büyük hataları oldu mu?

MK- Elbette İhvan’da hatalar yaptı.

YÖRÜNGE- Sorumu açmak açısından söylüyorum: Özellikle Libya’da biz Kaddafi’ye sahip çıkamadık. Oysa Kaddafi Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan tutun da birçok konuda Türkiye’nin yanında yer almış bir liderdi. O gitti Libya’nın durumu ortada.

MK- Daha geriye gidelim, Saddam’ın devrilmesinin ortaya çıkardığı duruma bakın. Saddam diktatördü. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan düzenin ifadesiydi.

YÖRÜNGE- Savunmak açısından değil ancak diktatör tanımını da biraz açmak gerekir mi? Çünkü emperyalizmin şöyle bir politikası var. Nereyi hedeflese o bölgenin liderine diktatör tanımlaması yapıyor. Daha geriye gidelim, Kurtuluş Savaşımızın lideri, büyük lider Mustafa Kemal Atatürk için bile o dönem diktatör suçlaması yapan emperyalist merkezler vardı.

MK- İtirazım yok bu söylediklerinize. Irak halkıyla iletişimi bakımından söylüyorum. Evet, emperyalizm kendisine teslim olmayan her lideri, insanı ötekileştirme, şeytanlaştırma politikası izliyor.

Arap Baharı’nda Hedef Türkiye’ydi

YÖRÜNGE- Günümüzde aynı merkezlerde sayın Cumhurbaşkanı’na bu ifadeyi kullananlar da var.

MK- Dünyadaki kurulu düzene itiraz eden herkes onların gözünde ötekidir, şeytandır, kötüdür. Şimdi Saddam’ı yıktılar. Saddam’ı yıkana kadar Kesnizani örgütü aracılığıyla Saddam’ın etrafını boşalttılar, Irak ordusunu çökerttiler, Saddam’ı yıkarken Irak halkına ne mesajı verdiler: Demokrasi. Sonuç, yaklaşık 20 yıldır toparlanamayan bir Irak. Petrolü önünden geçerken sadece bakan bir Irak.

Kendisi yoksul, petrolün gittiği yerler zengin. Arap Baharı sürecini bu temelde ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Cebelitarık’tan Bab’ül Mendep’e kadar olan bu hatta kurulan düzene itirazı olarak görmek lazım. O düzen iyi miydi? Değildi.

Kendi halkına zorba, demokrasi, zenginlik, bilim, akıl, refah, eşitlik üretmeyen sistem. İngilizler’in de işine böyle gelmişti. İngilizler o dönem inşa ettikleri düzeni teslim ettikleri kölelerini bütün halklarına yönelik baskılarına tolerans göstermişti.

Aynen bugün ABD’nin Suudi Arabistan rejimi ile olan ilişkisi gibi. Hesapta Suudi Arabistan bir İslam devleti. Nasıl bir İslam devletiyse, kendi halkına zalim, emperyalizme karşı köle. Saddam çöktü sonuç, Irak paramparça. Libya çöktü. Tunus ortada. Mısır derlenip toparlanamıyor.

YÖRÜNGE- Sonuç olarak ne görüyorsunuz?

MK- Arap Baharı’nda hedefin Türkiye olduğunu görüyorum.

Kırılma Noktası 1990

YÖRÜNGE- Arap Baharı hareketlenmeleri, ağırlıklı olarak Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerde gerçekleşti.

MK- Türkiye sadece Doğu Akdeniz değil, bütün olarak kuşatıldı. Ama küresel sistemin anlamadığı ve ikna olmadığı bir şey. Türklerin devlet aklını anlamıyorlar. Bir de bizi İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurup yönettiği devlet(!) olduğumuzu zannediyorlar. Bizim referanslarımız farklı. 100 yıldır boş durmadık biz. Bir büyük devletten bir büyük devlete geçiş sürecinde tüm eksiltmelere rağmen birçok şeyi başardık. Eksikliklerimize rağmen cazibe merkezi olduk, akıl ürettik. Bunu görmedikleri için Arap Baharı sürecinin Türkiye’de devam edeceğini varsaydılar. Ama unuttukları bir şey var. Türkiye 1990’dan itibaren stratejik ortak olmadığını gördü.

YÖRÜNGE- Kırılma 1990’da mı gerçekleşti.

MK- Bence öyle. 1990’lı yıllar, Birinci Körfez Harekâtı. Türk devleti bu harekâtla aslında ABD ile müttefik olmadığını, iki ayrı güç olduğunu gördü. Aslında bunu daha geriye götürebiliriz. Kıbrıs Barış Harekâtı bizim ABD ile müttefik olmadığımızı çok net gösterdi. Fakat devşirilmiş siyasetçiler, askeri bürokrasisi, kamu bürokrasisi, sermaye içindeki unsurlar Kıbrıs Barış Harekâtından sonraki süreçte yerli ve milli unsurları sürekli baskıladıkları, tasfiye ettikleri ve Ankara’ya yaklaştırtmadıkları için Türkiye ABD ile ayrı hatta olduğunu görmesine rağmen, kendi çıkarları doğrultusunda stratejik hamle yapma kabiliyetini elde edemedi. Ta ki, 1990’lı yıllardan sonra bu iş 36’ncı paralel, Çekiç Güç’ün PKK’yı doğrudan sahiplenmesi, ikincisi Irak’ın haritasının değiştirilmesinin Saddam’ın devrilmesiyle çok açık hale gelince ABD ve NATO ile aynı hatta olmadığını gördü.

YÖRÜNGE- 12 Eylül darbesi de Türkiye’yi kendi kontrollerinde tutmak için mi yapıldı?

MK- 12 Eylül darbesinin iki ayağı var. Birinci ayak Türkiye’yi NATO çizgisinde tutmak. İkincisi de Türkiye’yi Washington uzlaşısına mecbur etmek.

ABD Panikledi 15 Temmuz’u Erkene Aldı

YÖRÜNGE- Nedir bu uzlaşı?

MK- Liberalizme teslim etmek, ekonomik olarak kendi dinamikleri üzerinden ayağa kalkan bir Türkiye fotoğrafı yerine küresel sermayeye teslim bir Türkiye ve özelleştirmeler üzerinden devletin ekonomi üzerindeki bütün ağırlığını tüketmenin önündeki engelleri kaldırmak. İlki de dediğimiz gibi Türkiye’yi NATO hattında tutmak. Bunun en önemli göstergesi Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüne onay vermek 12 Eylül yönetimiyle oldu. Sivil yönetimlerin hiçbiri buna izin vermezdi. Geldiğimiz noktada Arap Baharı’nı bir daha konuşmak zorundayız. Türkiye’nin muhkem devlet refleksi dalganın Türkiye’yi sıçramasına izin vermedi. Kobani meselesi sonrasında yaşananlar, Gezi’de yaşananlar bunlar farklı değil ki… En son gelinen noktada da 15 Temmuz yaşandı. Arap Baharı’nı Türkiye içinde başaramadıkları için tezlerinde yenilenmeye gittiler, beklemeye tahammüllerinin olmadığını gördüler. Çünkü Sayın Erdoğan devletin ABD ile aynı yerde olmadığını ve Türkiye’nin kendi milli reflekslerini inşa etmek durumunda tezinin gereğine yönelik çok stratejik adımlar attı. Türkiye’nin kendi jeopolitik merkez olma konumunun gerektirdiği büyük akıl değişimini ve fiziki değişimini gerçekleştirdi. ABD’nin aslında rahatsız olduğu, Türkiye’nin gelecek yüzyıla güçlü bir şekilde hazır olması. Üçüncü havalimanıyla, Avrasya Tüneli, Marmaray, Yüksek Hız Tren hatlarının Doğu-Batı-Kuzey-Güney hatlarında tüm yurdu kuşatması… Türkiye’nin mesajı ben gelecek yüzyıla hazırım. ABD panikledi ve panikleyince tezlerini erkene aldılar. İhtimalle güneydeki tezleri de erkene aldılar.

Türkiye’nin Savaşsız 5-10 Yıla İhtiyacı Var

YÖRÜNGE- 15 Temmuz’daki FETÖ’cüler gibi mi? Çünkü onlar da panikleyince hareketi erken saate çekmişlerdi.

MK- Aynen, erkene aldılar. Neden? Çünkü Türkiye’nin savaşsız bir 5-10 yıla ihtiyacı var. Bu süreçte Türkiye kendi milli muharip uçağını, insansız tankını üretecek, hava savunma sisteminde Rusya ile füze geliştirme ve üretme kabiliyeti güçlenecek. Hava savunma sistemiyle kendi sınırlarına 600 km’ye kadar koruyabilecek. Örneğin Taşucu’dan baktığınızda Mısır İskenderiye Limanı’na, Akçakale’den baktığınızda Ürdün sınırına, Silopi’den baktığınızda Suud sınırına kadar hattı kontrol alacaksınız. Gelebilecek saldırıları havada göğüsleyebilecek noktaya gelmiş bir Türkiye. Karada insansız tankıyla harekât kabiliyetiyle, denizde altı ve üstünde ürettikleriyle çok güçlü bir Türkiye. Bunlarla birleşmiş, yükselen Çin’in Batı’ya çıkışında en kritik lojistik merkez. Türklerin hafızasını iyi okuyan bir akıl, ‘Türkler ABD’ye kafa tutacak ve çökertecek’ diyor. Michael Rubin’in açıklaması da bunu söylüyor. Dolayısıyla ABD panik halinde.

YÖRÜNGE- PKK’nın hendek ve barikat kalkışmasını da bu çerçevede değerlendirebilir miyiz?

MK- Nusaybin, Sur, Cizre, Silopi, Yüksekova gibi merkezleri PKK’nın şehir çatışmaları üzerinden teslim alarak, kaymakamlıklara PKK simgelerini çekerek gelişen strateji, bahsettiğimiz sürecin benzeridir. O dönemde Nusaybin’de güvenlik güçleri PKK terörüyle büyük mücadele verilirken, Brüksel’de kim kiminle görüşüyordu buna da bakmak lazım. İkinci Çözüm Süreci başlığı altında devletin terörle en güçlü mücadele verdiği bir anda ne yapmak istiyorlardı. Zaten birçok stratejileri çökünce 15 Temmuz’u erkene almak zorunda kaldılar. Atlantik ötesinin bütün hedefleri Erdoğan’sız bir Türkiye. 7 Haziran-1 Kasım diyenler Rus uçağının düşürülmesini açıklayabildiler mi? Bu, 7 Haziran’dan sonra da Sayın Erdoğan’ı Külliye’ye hapsetme çalışmalarıyla tezahür etti. Bu çalışmalar hala devam ediyor. Milli devlet aklına itiraz ediyorlar.

Tabanın Erdoğan’a Mesajı

YÖRÜNGE- AK Parti tabanı ne diyor?

MK- Sokakla Cumhurbaşkanımız arasında duygusal ittifak var. Bunun güçlenmesi 15 Temmuz’un arkasındaki aklın işine gelmiyor. Sokak da Cumhurbaşkanımızdan şunu bekliyor: “Biz seni seviyoruz ve destekliyoruz. Stratejik öneme sahipsin. Ama bizi anla. AK Parti’de 15 Temmuz’dan sonra bizim beklediğimiz değişimi yap.” Sayın Cumhurbaşkanımız bu konuda güçlü pozitif bir yanıt verdiğinde karşısındaki gücün şansı yok. Ben Cumhurbaşkanımızın bunu gördüğünü ve okuduğunu düşünüyorum. Buna Türkiye’nin gelecek yüz yıla yürüyüşünde ihtiyaç var. Ayrıca küresel dengenin de ihtiyacı var.

YÖRÜNGE- Teşkilatta bir değişime mi ihtiyaç var?

MK- Sayın Erdoğan tek başına büyük bir partidir. Ama Sayın Erdoğan’ın lideri olduğu partinin teşkilatlarının çok önemli bir kısmı Sayın Erdoğan’ın milletle kurduğu bu duygusal ittifakın tahkimine yönelik atması gereken adımlarda aynı performansta değil. O zaman ne istiyor teşkilatın tabanı: Sayın Erdoğan’ı kendi mahallesinde, ilçesinde, ilinde görmek istiyor. AK Parti tabanında 15 Temmuz sorgulaması devam ediyor. Sayın Cumhurbaşkanımızdan bütün beklentileri 15 Temmuz esaslı, AK Parti teşkilatlarında büyük restorasyondur, değişimdir. Orta veya küçük ölçekli bir değişimi kabul etmez taban.

Türk Milletiyle İnatlaşılmaz

YÖRÜNGE- Yıkıp yeniden kurmayı mı kastediyorsunuz?

MK- Hayır, yıkmaktan bahsetmiyorum. AK Parti’de 15 Temmuz’u merkeze koyan büyük değişim döneminin gerekliliğini kastediyorum. Yapılan başarının üstüne gelecek 100 yıl perspektifi… Gelecek 100 yıl perspektifinin hattını bu millet 15 Temmuz gecesi çizdi. Milli bağımsızlık hattı. Dolayısıyla AK Parti teşkilatlarında millet FETÖ ve iltisaklı unsurlarını, rant milliyetçilerini, güç sarhoşlarını görmek istemiyor. Samimiyeti, tevazuyu, milli bağımsızlık çizgisinde Sayın Cumhurbaşkanımızın durduğu yerde duracak kadroları görmek istiyor. AK Parti teşkilatlarında il yöneticiliği yapıp, sandıkta başka partilere oy atanları görmek istemiyor.

YÖRÜNGE- Böyle kişiler mi var?

MK- Olmama ihtimali var mı? Dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanımız bu büyük değişimi gerçekleştirdiğinde Türkiye’de CHP’nin AK Parti ile yarışabilme kabiliyeti yok. Bu milletin çok önemli bir özelliği vardır. Kendisiyle inatlaşılmasından hoşlanmaz. Kendisiyle de inatlaşırsanız, bu millet gerekirse kendisini çözümsüzlüğe kitler. Değişim gerçekleşmezse, buradan beslenmek isteyenler var.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir