Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Nisan 16, 2024

TBB Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’ndan Yörünge’ye Açıklamalar: ‘Diken Battığı Yerden Çıkar’

Yargı Reformu Stratejisi Belgesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kamuoyuna açıklandı. Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’ndeki programa katılan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, reform paketini alkışlarla destekledi.

Bakanlığa ilettikleri görüşlerinin önemli bir kısmının reform paketinde yer aldığını belirterek, bu paket uygulamaya konulduğunda birçok sorunun çözüleceğine inandığını söyledi. TBB Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, Yargı Reform Paketi’ne ilişkin Yörünge dergisinin sorularını yanıtladı.

Adalet Bakanlığı, geniş kapsamlı bir Yargı Reformu Strateji Belgesi açıkladı. Bu kadar geniş kapsamlı bir yargı reformu paketine neden ihtiyaç duyuldu? Bundan önceki yargı reformu paketleriyle birlikte değerlendirdiğinizde, bu belgedeki hedeflerin gerçekleşmesi durumunda, Türkiye’de adalet ve yargı sorunu çözülür mü?

Toplumlar sürekli bir değişim içindedir. Bu değişimin olumlu yönde olması için hukukun ve yargının gelişimin önünü açması gereklidir. Türkiye özelinde ise yargımıza FETÖ eliyle verilen büyük bir zarar var. Bu zararın bir an önce giderilmesi gerekiyor. Anadolu’da çok sevdiğim bir söz vardır. ‘Diken battığı yerden çıkar’ deriz. Türkiye’ye diken yargıdan battı.

Öyleyse işin başı, yargıyı güvenilir kılmak. Güvenilirliğin sağlanabilmesi için yargının aynı zamanda erişilebilir olması lazım. Çünkü vatandaşın yargıya güvenebilmesi için öncelikle yargıya erişebilmesi gerekir.

Belgedeki hedeflerin gerçekleşmesi durumunda yaşadığımız adalet ve yargı sorunu büyük ölçüde çözülür. Kuşkusuz belgede yer almayan ama mutlaka yapılması gereken reformlar da var.

Öte yandan söylediğim gibi toplumlar sürekli bir değişim içindedir. Hukukun ve yargının bu değişime ayak uydurup, değişimi gelişim yönüne evirebilmesi, reformların sürekliliğini zorunlu kılar.

“Sorunun Temel Nedeni Yanlış Uygulamalarda”

Yargı Reformu Stratejisi belgesinin, hak ve özgürlüklere ilişkin temel perspektif bölümünde (12) “tutuklamanın cezalandırma aracı olmadığı, kovuşturmaların etkinliğinin temini için düzenlenen koruma tedbiri olduğu” belirtilmektedir. Mahkemelerin kolayca tutuklama kararı verdiği bilinmektedir.  Sizce, tutuklama konusunda standardın sağlanabilmesi için neler yapılması gerekir?

Tutuklamada kaçma veya delilleri karartma sebeplerinin varlığının var sayıldığı bir suç kataloğu mevcut. Böyle bir kataloğa kanunda yer verilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum.

Çünkü hakimlerimiz özellikle soruşturma evresinde isnat konusu suç, katalogda yer verilen bir suç ise tutuklama kararı vermeye çok eğilimli oluyorlar. Sonra da ‘tahliye kararını dava açılınca mahkeme versin’ diyorlar. Bu, soruşturma evresinde tutuklu sayısını gereksiz yere artırıyor.

Sorun büyük ölçüde kanunlarımızdan kaynaklanmıyor. Ancak sorunun temel nedeni yanlış uygulamalarda. Bunu ise sadece maddi ceza kanunlarını veya usul kanunlarını değiştirerek çözmek mümkün olmuyor.

Çağdaş ceza muhakemesine yüz yıl önce geçiş yapmamıza rağmen, tutuklamaya ilişkin sorunlar demeti bir türlü tam olarak çözülemedi. Demek ki bizim bir anlayış değişikliğini ortaya koymamız ve bunu da ölçme değerlendirme yöntemiyle denetlememiz lazım. Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde buna ilişkin çok önem verdiğim bir husus var.

Belgede hâkim ve savcıların görevde yükselmelerinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ve Anayasa Mahkemesi’nin insan haklarına ilişkin yerleşik kararlarına uygun davranmanın önemli bir ölçüt haline getirilmesi hedefleniyor.

Bugün kanunumuza baktığımızda hiçbir yerinde ‘keyfi bir şekilde tutuklama kararı verilebilir’ diye yazmıyor. Yukarıda ifade ettiğim gibi katalog suçlarda kanun tutuklama sebeplerinin somut olayda varlığının varsayılmasına imkân tanıyor ama hâkimin aksine karar vermesinin önüne de bir engel koymuyor. Yani uygulamamız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik kararlarını emsal alsa, emin olun kanun değişikliğine bile gerek olmayabilir.

Kanunda ne değişikliği yaparsak yapalım, hâkim ve savcılarımızın bakış açısını değiştirecek bir ölçme-değerlendirme sistemi getirmezsek, arzu ettiğimiz düzeni kurmamız mümkün olmayacak. Yani ‘özgürlük kural, kısıtlanması istisnadır’ diyoruz ya… Bunun böyle olması için özgürlükçü bakış açısıyla uygulama yapılmasını sağlamalıyız. Uygulamacıları buna teşvik etmeliyiz.

“Avukatlık Hizmeti Karşılığında Alınan Ücrete Eklenen KDV Düşürülmelidir”

Avrupa Birliği perspektifi bölümünde (19) AB üyelik sürecine verdiği önemin altını çizmekte, AB üyeliğini stratejik bir hedef olarak koruduğunu, katılım sürecine bağlılığını koruduğunu belirtmektedir. AB ülkelerinin açıklamalarını dikkate aldığınızda, bu hedefin gerçekçi olduğunu (realiteyle uyuştuğunu) söyleyebilir misiniz?

Avrupa Birliği, Reform Belgesi açıklandıktan sonra bunu olumlu bulduğunu dile getirdi. Ben meseleye şöyle bakıyorum: Avrupa Birliği’ne üyelik hedefimiz son derece önemlidir. Vazgeçilmemesi gereklidir. Ancak Avrupa Birliği’ne üyelik, toplumlar için aslında bir amaç değil araçtır. Neyin aracıdır? Özgürlükçü, geleceğine güven duyan refah toplumu ve demokratik sosyal hukuk devletinin aracıdır.

O halde kanunlarımızda ve özellikle uygulamamızda bu yönde yapmak zorunda olduğumuz değişiklikler Avrupa Birliği için değil kendi vatandaşlarımızın iyiliği içindir. Böyle düşünmez isek, sürekli mazeretler üretiriz. Avrupa Birliği’nin bize yönelik haksız ve ayrımcılık içeren tutumuna tepki olarak üyelik sürecinde atılması gereken adımları atmaktan vazgeçebiliriz. Bunu yaparken Avrupa Birliği’ne hak ettiği tepkiyi verdiğimizi de iddia edebiliriz.

Ancak asıl zararı kendimize veririz. Türk milletinin hedefi, çağdaş uygarlık düzeyinin de üstüne çıkmaktır. Bunu başarmamızın önündeki tek engel sadece kendimiziz. İstersek bunu başarırız.

Adalet sisteminin işleyişine ilişkin temel perspektif bölümünde, adalete erişimin kolaylaştırılması kapsamında (28) danışma masalarının kurulması öngörülmektedir. Bu masalar adalete erişimi kolaylaştırır mı? Adalete erişimde temel sorun sizce nedir?

Danışma masaları faydalı olabilir. Ancak insanlarımızda hukuki bir iş ve işlem yapmadan önce avukata danışma kültürünü yerleştirebilirsek, asıl o zaman hukuk kurallarını içselleştirebiliriz. Uyuşmazlıkları çıkmadan önleyebiliriz. Örneğin, bir Amerikalı veya Avrupalı iş insanı, avukatına danışmadan adım atmaz. Bu toplumlarda insanlar avukatlarına sormadan kira sözleşmesi bile imzalamaz.

Bizde genellikle işler içinden çıkılamayacak derecede sarpa sardıktan sonra avukata gidiliyor. Bu çerçevede, avukatlık hizmeti karşılığında alınan ücrete eklenen KDV muhakkak surette düşürülmelidir. Avukatlık hizmeti vatandaş için lüks bir hizmet değildir. Sosyal hukuk devletinde, asli bir hizmettir.

Reform Belgesi’nde davaların yarısından fazlasını oluşturan ve özellikle dezavantajlı grupları ilgilendiren dava tiplerinde önemli oranda KDV indirimi yapılması öngörülüyor. Bu dava tiplerine örnek vermek gerekirse; çocuk mahkemeleri, aile mahkemeleri, iş mahkemeleri, tüketici mahkemeleri gibi…

Öte yandan gelişmiş devletlerde pek çok dava sadece avukatlar tarafından açılabiliyor. Gayrimenkul alım satımı gibi önemli sözleşmelerde muhakkak surette iki tarafın avukatlarının da önceden denetlemesi ve sözleşmeyi imzalaması şartı aranıyor. Reform Belgesi’nde bu hususlara da yer verilmiş durumda. Dolayısıyla ‘koruyucu avukatlık hizmeti’ diye tanımlayabileceğimiz bir avukatlık hizmetinin alt yapısının oluşturulması öngörülüyor.

Maddi durumu elverişli olmayan vatandaşın avukatın yardımından yararlanması için hukukumuzda bir adli yardım sistemi var. Ancak adli yardım fonu maalesef yeterli değil. Sosyal hukuk devletini geliştirebilmemiz için bu fona yeni kaynaklar bulmamız, dolayısıyla maddi durumu elverişli olmayan vatandaşlarımızın barolarımız tarafından görevlendirilecek avukatların yardımından yararlanmasını daha büyük oranda sağlamamız gerekli.

Bu noktada, iş uyuşmazlıklarında dava şartı olarak getirilmiş zorunlu arabuluculukla ilgili önemli bir hususa değinmekte fayda görüyorum. İşçi tarafı, arabulucu önündeki müzakerede genellikle işveren karşısında tek başına kalıyor.

İşveren kendini avukatıyla temsil ettiriyor, mali müşavirini de avukatının yanında görevlendiriyor. İşçi ise bir avukatın yardımından yararlanmakta zorlandığı için kendi başına gidiyor. Neticede zaten maddi anlamda avantajlı konumdaki işveren, müzakere sırasında da daha güçlü temsil ediliyor. Haklarını yeteri kadar bilmeyen veya savunamayan işçi, kendisine teklif edilen miktarı kabule zorlanıyor.

İşçiyi korumamız için mutlaka kendisini avukatla temsil ettirme imkânını tanımak zorundayız. Arabuluculuk müzakeresinde, avukatı olmayan ama barodan avukat isteyen her işçiye avukat görevlendirmesi yapacak bir sistemi kurmalıyız. Tıpkı karakolda ifade veren bir şüpheli ‘avukatım yok, barodan avukat istiyorum’ dediğinde kendisine derhal barodan bir avukat görevlendirilmesi gibi…

Bunun için adli yardım fonunu güçlendirecek kaynak yaratılmalı. Görevlendirilen avukat meslektaşlarımız da hem iletişim teknikleri hem de işçi alacağının hesaplanması konularında özel eğitim almalılar. Biz bunu sağlamaya hazırız. Reform Belgesi’nde bu hususlara da başlıklar halinde değiniliyor.

Bu Reform Belgesi’ni Öncekilerden Ayıran En Önemli Husus

Aynı bölümde, yargılamanın makul sürede tamamlanması için hedef süreler konulmaktadır. Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri önerilmektedir. Hedef süre konulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hedef süreler konulması yanlış değil. Ancak o süreye uyacağım diye yapılması gerekeni savcı ve hakimlerimiz yapmazsa adaletin tecellisi gerçekleşmeyebilir. Muhakeme hukukunda hızlı yargılama yoktur. Makul sürede yargılama vardır. Her somut olayda makul süre olayın özelliklerine göre değişir. Bugün yargılamayı yavaşlatan en önemli sebeplerden biri avukatlara kanunla tanınmış olan bilgi ve belge toplama hakkının gereğinin kamu kurum ve kuruluşlarınca uygulamada yapılmıyor olmasıdır.

Avukatlık Kanunu’na göre bir kamu kurumundan bilgi ve belge isteyen avukat, genellikle bu talebinin karşılığını görememektedir. Dolayısıyla delil toplama işi mahkemeye kalmaktadır. Avukatın mahkemeye sunduğu belgelerin ise gerçek olup olmadığını mahkemeler illa ki araştırma yolunu tercih etmektedir.

Yani aynı iş en az iki kere yapılmaktadır. Mahkemelerin müzekkereleri yazarken sıklıkla yaptıkları eksik ve yanlışlıklar veya müzekkerelere anlamadan verilen cevaplar her seferinde duruşmaların aylarca ertelenmesine neden olmaktadır. Reform Belgesi’nde bu sorunları çözüme yönelik somut adımlar yer almaktadır.

Aynı bölümde (35) Türk hukuk sisteminin kıta Avrupası’na dahil olduğu belirtilmekle birlikte, Anglo-Sakson hukuk sisteminden yararlanılabileceği ifade edilmektedir. Karma bir uygulama, hukuk sistemimizi nasıl etkiler? Böyle bir uygulama, faydalı olabilir mi?

Bugünün dünyasında hukuk sistemleri arasında eskinin yüksek duvarları artık yok. İletişim ve ulaşım imkânlarının inanılmayacak kadar gelişmiş olması hiç kuşkusuz hukuk sistemlerini de birbirlerinden kurumlar almaya yöneltmiş durumda. Özellikle küresel ticaret, hukuk sistemlerinin giderek iç içe geçmesine sebep oluyor. Kısacası Kıta Avrupası hukuk sisteminin ve Anglo-Sakson/Anglo-Amerikan hukuk sisteminin birkaç yüz yıl öncesinin aksine birbirlerini görmezden gelme lüksü kalmamıştır.

Yargı Reformu Strateji Belgesinde, 9 amaç, 63 hedef ve 256 faaliyet yer almaktadır. Bu amaç ve hedeflerin, faaliyetlerin somut olarak belirtildiği ve izleneceği belirtilmektedir. Bu amaçlar, hedefler ve faaliyetler, gerçekleşebilir mi? Gerçekleşmesi için neler yapılması gerekir?

Bu hedeflerin hepsi gerçekçidir. Her bir hedefle ilgili hangi kurumların birlikte çalışacağı bellidir. Hedeflere ulaşılması için süreler tespit edilmiştir. Adalet Bakanlığımızın çatısı altında onlarca kurum, binlerce kişi, belgenin hayata geçmesi için durup dinlenmeden çalışmaktadır.

Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde, hâkim ve savcıların mesleki açıdan güçlendirileceği belirtiliyor. Hâkim ve savcıların yaklaşık yarısının gençlerden oluştuğu gerçeğinden hareketle, bu hâkim ve savcıların nitelikli hale gelmesi için neler yapılması gerekir?

Madde madde sıralayayım:

Hukuk fakültelerinin kontenjanı azaltılmalıdır.

Fakültelere giriş barajı yükseltilmelidir.

Eğitim-öğretim kalitesi yükseltilmelidir.

Hukuk fakültesi mezunlarına, hukuk alanındaki belirli mesleklere girişte baraj sınavı uygulaması getirilmelidir. Böylece hukuk fakültelerinin eğitim-öğretim kalitesi bir ölçme-değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Barajı geçerek hakimlik ve savcılık için açılan sınavlara başvuranların ölçme ve değerlendirmesi objektif bir şekilde yapılmalı ve bunu denetleme imkânı getirilmelidir.

İki yıllık staj süresinin sonunda bir bitirme sınavı yapılmalıdır. Bu sınavı başarıyla geçenler doğrudan hâkim ve savcı olmamalıdır. Meslekte, sahada tecrübe edinmelerini sağlayacak olan hâkim ve savcı yardımcılıklarına atanmalıdır. İki yıl boyunca yardımcılık statüsünde, deyim yerindeyse mutfakta pişen hukukçular hâkim ve savcılığa geçebilmek için yeniden sınava alınmalıdır. Yine şeffaf ve denetlenebilir şekilde yapılacak bu sınavda da başarılı olurlarsa hakimliğe ve savcılığa atamaları yapılmalıdır.

Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde bu hususlara ana başlıklar halinde yer verilmiştir. Hatta şöyle söylersem yanlış olmaz: Bu reform belgesini öncekilerden ayıran en önemli husus, hukuk eğitim ve öğretimi ile ölçme ve değerlendirmeyi merkeze koymuş olmasıdır. Bu yönüyle belge, orta ve uzun vadede gerçekçi ve kalıcı hedeflere yönelmiştir.

Reform Paketi’nin En Önemli Eksiği

HSK’nın, hâkim ve savcılar üzerinde, meslekten ihraç dahil, çok geniş yetkilere sahip olduğunu biliyoruz. Strateji belgesindeki hedefleri, yargı bağımsızlığı açısından yeterli görüyor musunuz? Yeterli görmüyorsanız, ne yapmalı?

Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin en önemli eksiği HSK’nın yapısına hiç değinmemiş olmasıdır. Ben 2010 öncesi HSYK yapısını da 2010-2017 HSYK yapısını da 2017 sonrası HSK’sını da yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlama bakımdan sorunlu görüyorum. Bu üç dönemde de Kurul’un oluşumunda önemli sorunlar vardır.

Yargı Reformu Strateji Belgesi ile toplumumuzun önüne önemli ve doğru hedefler konmuştur. Bir yanda bu hedeflere ulaşılması için canla başla çalışılması lazımdır, diğer yandan da anayasamız mümkünse TBMM’de tam bir uzlaşmayla değiştirilerek, HSK’nın yapısı, hâkim ve savcıları tam anlamıyla güvenceli hale getirecek şekilde düzenlenmelidir.

Buna şöyle yaklaşabiliriz: FETÖ, devletimize yönelik büyük bir kalkışmaya girişmiş idi. Bunu da öncelikle ve özellikle yargıyı kullanarak yapmıştı. Olağanüstü bir dönem geçirdik. Şimdi normalleşme zamanı. Reform Belgesi de zaten bu normalleşme ihtiyacının derinden hissedildiğinin bir delili. Demek ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde olağanüstü bu dönem sonrasında HSK’nın yapısını değiştirme konusunda bir uzlaşı istenirse sağlanabilir.

Benim somut önerim şudur: HSK üyelerinin büyük çoğunluğunu Meclis, örneğin 3/5 gibi nitelikli bir çoğunlukla belirlesin. Dikkat buyurun, hiçbir şekilde RTÜK modelini önermiyorum. Tam aksine RTÜK modelini HSK açısından uygulanamaz buluyorum. Üye seçiminde 3/5 gibi bir nitelikli çoğunluk aranması siyasi partilerin tek tek her aday üzerinde uzlaşmasını zorunlu kılacaktır.

Uzlaşmanın temeli ne olabilir?

Sadece ve sadece liyakat olabilir. Meclisin bu şekilde uzlaşarak üye seçmeye zorlandığı bir örnek elimizde yok. Dolayısıyla böyle bir düzenleme, toplumumuzda var olan uzlaşma kültürünün TBMM’ye taşınmasını da sağlayacaktır. Genel Kurul’da yapılacak oylama öncesinde bu iş için kurulacak özel bir komisyon önünde adaylar mülakata çağırılabilir. Yaş, meslek kıdemi, uzmanlaşma ve eğitim öğretim düzeyine ilişkin objektif şartlar getirilebilir.

Türkiye Barolar Birliği’nin de TBMM’ye, HSK için üye önermesi mümkün kılınmalıdır. Komisyonun elemesinden geçen adaylar, Genel Kurul’un takdirine sunulabilir. HSK’nın kalan üyelerini ise Yargıtay ve Danıştay Genel Kurulları yine nitelikli çoğunlukla belirlemelidir. Elbette HSK’nın yapısı yeniden düzenlenirken hakimler için ayrı savcılar için ayrı kurullar oluşturmalıdır. Birinin başına Yargıtay Başkanı, diğerinin başına Yargıtay Başsavcısı geçebilir.

Burada bir hususun altını çizmek istiyorum. Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde HSK’ya ilişkin bir yeniden yapılanma öngörüsünün bulunmaması bu belgeyi bazılarının iddia ettiği gibi değersiz kılmıyor. Çünkü HSK’nın yapısının düzenlenmesi ile Reform Belgesi’nde yer alan hususlar birbirine bağlı değil.

Belgedeki hedeflere ulaşılamazsa, HSK’nın yapısı değiştirilse bile güven veren ve erişilebilir bir adalet sistemimiz olmaz. Belgedeki tüm hedeflere ulaşılsa ama HSK’nın yapısı değişmese bu defa da yargımız siyasi müdahale iddialarından kurtulamaz.

Öte yandan Reform Belgesi’ni normalleşme ve ilerleme yönünde bir belge olarak benimsediğimizde, bunun doğal bir uzantısı olarak HSK’nın da yapısının süreç içerisinde değiştirileceği sonucuna ulaşabiliriz. Benim ilgili herkesten istirhamım, doğruya doğru, eksiğe eksik, yanlışa yanlış diyelim. Eksiği nasıl tamamlayacağımızı, yanlışı nasıl düzelteceğimizi de söyleyelim. Böylece sırf eleştirmek için söz söyleyenlerden olmayalım. Yapıcı olalım.

“Sınav Bir Zorunluluktur”

Strateji Belgesi’nde, mevzuatın hazırlanmasında, ilgililerin sürece dahil edileceği, yasaların daha nitelikli ve toplumun beklentilerine uygun olmasının sağlanacağı belirtiliyor. Türkiye’de sivil toplum örgütleri bu sürece katkı verebilir mi?

Elbette verir. Vermelidir. Adalet Bakanlığı çatısı altında yürüyen bu süreç, benim gördüğüm kadarıyla çoğulculuğa ve katılımcılığa azami düzeyde önem verilen bir tarzda gelişmektedir. Örneğin, Türkiye Barolar Birliği olarak biz en başından bu yana sürecin içindeyiz.

Daha önceden şöyle yapılırdı: Neredeyse son halini almış bir taslak metin kurumlara gönderilirdi. Üç beş gün süre verilirdi. Kurumların görüşleri istenirdi. Gönderilen görüşleri de pek kimse okumazdı. Yargı Reformu Strateji Belgesi böyle yazılmadı. Sürecin devamı da umuyorum ki en üst düzeyde katılımcılık sağlanarak gelişecek.

Strateji belgesinde, hukuk mesleklerine girişte sınav getirileceği belirtiliyor. Hukuk fakültesi mezunlarının böyle bir sınavı başarması, mesleklerinin kalitesini artırır mı? Belge içinde meslek içi eğitimin sürekli hale getirileceği belirtiliyor. İki hedef birbiriyle çelişmiyor mu?

Sınav bir zorunluluktur. Hukuk fakültelerinin eğitim öğretim kalitesini artırmasını sağlayacaktır. Tercih yapmadan önce adaylar hangi fakültenin yüzde kaç oranında başarılı olduğuna bakacaklardır. Fakülte tercihlerini böyle yapacaklardır. Baraj sınavını geçecek kalitede eğitim öğretim veremeyen fakülteler kalitelerini geliştirmek zorunda kalacaklardır.

Ayrıca bir sınavın varlığı, lise mezunu gençlerimizi hukuk fakültesi dışındaki fakültelere yönlendirme konusunda teşvik edici olacaktır. Avukatlık stajına başvuru sayısı sınava bağlı olarak azalacağı için barolarımız ve Türkiye Barolar Birliği çok daha nitelikli staj eğitimi verebilecektir.

Stajyer avukat sayısındaki azalma, ekonominin en temel kanunu olan arz talep dengesi kanunu uyarınca stajyer avukatlarımızın hak ettikleri değeri görmelerini sağlayacaktır. Zaman içerisinde avukatlık mesleğine girenlerin sayısının azalması, toplam sayımızın azalmasıyla sonuçlanacaktır. Dolayısıyla meslek içi eğitim hizmetini ulaştırabildiğimiz meslektaş oranımız her yıl artacaktır. Şu hâlde sorunuzda bahsettiğiniz iki hedef birbiriyle çelişmiyor. Tam aksine birbirini destekliyor.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir