Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Nisan 25, 2024

Sorumluluk Bireyseldir

Başta İslam hukuku olmak üzere bütün hukuk sistemlerinde “suç”un ispatı gerekir. Herhangi birisine suçlu demekle onun suçluluğu ispat edilemez. Öyle olsaydı hukuk sistemlerine ihtiyaç kalmazdı. Bu konuda Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in hassasiyeti en üst düzeydedir. Allah, zina iftirası hakkında dört şahidi zorunlu kılmıştır. Hz. Peygamber, savaşta yere atıldıktan sonra kelimeyi şehadet getiren adamı öldüren Üsame’yi öyle azarlamış ki Üsame; “keşke o olaya kadar Müslüman olmasaydım” diye içinden geçirmiştir. Üsame, o adamın can korkusundan kelimeyi şehadet getirdiğini söylemesi üzerine Resulullah “onun kalbini yardın mı?” diye sormuştur. (Buhârî, Diyât 2, Meğâzî 45; Müslim, Îmân l58–159).

Tam burada şunu sormak icap eder: Hakikaten ulu orta tekfir edilen Ehl-i kıble ve “ben Müslümanım” diyenlerin kalbini yaran var mıdır?

İslam hukukunda mürteddin öldürülmesi ve boşanması gibi riddetle ilgili hükümler vardır. Bu hükümlerin önemli bir kısmı geçmişte ve günümüzde İslam hukukçuları arasında tartışma konusudur. Ancak görebildiğimiz kadarıyla günümüzde tekfiri bir kültür haline getirenlerin çoğu, bu hükümleri “gerekli” görür. Hatta bundan dolayı tekfiri bir kılıç olarak kullanır. İşte tam burada şunu sormak gerekir, hukuki sonuç doğuran en ufak bir eylemde bile bir dizi yasal süreç, şahitlik ve ikrar gerekirken kişinin katli ve boşanması gibi sonuçları doğurduğuna inanılan “riddet” ve “küfür” suçlaması nasıl bu kadar rahat yapılabilmektedir? Basit bir hırsızlık olayında bile kimin hırsız olduğuna karar vermek kolay değilken kişinin kâfir olduğu ve eşinden boşandığı hükmünü doğurduğu söylenen “riddet” yaftası neden bu kadar rahat yapılabilmektedir?

Kur’an’a göre bir insanı haksız yere öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir. (Maide, 32) Kur’an’a inanan ve bütün ilkelerini ondan alan bir camia, yine Kur’an adına tekfir kültürünü yaygınlaştırıp, insanların can ve malını nasıl mubah görebilir?

Bu da tam olarak tekfir suçlamasının “hukuki” boyutuna işaret eder ve İslam adına yapılan birçok tekfir suçlamasının doğrudan İslam hukukuna da aykırı olduğunu ortaya koyar.

D) Sorumluluğun bireyselliği

İslam’da sorumluluk temelde “bireysel”dir. Herkes kendi amelinden sorumludur. Kimse, kimsenin inancından, eyleminden, doğrularından ve yanlışlarından “doğrudan” sorumlu tutulamaz. Bununla birlikte bireylerin “toplumsal” sorumlulukları da vardır. Bu sorumluluk da “maruf/hayrı yaymaları” ve “kötülüğün ortadan kalkmasına” yardımcı olmalarını gerektirmektedir. Durum böyle olunca ilk önce yapılması gereken bireylerin ilmi, ahlaki ve dini açılardan olgunlaşmalarıdır. Aksi takdirde toplum adına gerçekleştirilmeye çalışılan hiçbir “toplumsal” sorumluluğun kalıcı bir karşılığı olmayacaktır.

Maalesef “tekfir” kültürünün yaygın olduğu ortamlarda şöyle bir çelişki söz konusudur: Bireysel anlamda tekâmül ve fedakârlıklardan kaçınan ve toplum adına sorumluluk yüklenmekten imtina eden birçok kişi, başkasını tekfir ederek imanını kemale erdirmeye çalışmaktadır. Oysa iman, her şeyden önce ahlak, fedakârlık, nezaket, sorumluluk ve takvadır. Bütün bu hususlar da Allah indinde doğrudan mesul olunmayan başkasının küfrü hakkında hüküm vermekten (tekfir) kaçınmayı zorunlu kılar.

Hiçbir “dinî ve toplumsal hassasiyet”, “ben Müslümanım” ve “Ehl-i kıbleyim” diyen birisinin can, mal, namus ve haysiyetini yok sayacak kadar iman edenlere sorumluluk yüklemez. Dolayısıyla bir Müslümanı “rencide etmemek ve hukukunu korumak” sorumluluğu, toplum ve din adına yapılacak diğer sorumluluklardan daha baskındır.

Maalesef bir kısım samimi, dürüst ve İslam ümmeti adına endişe edenlerin de “tekfir” yanlışına düştükleri görülmektedir. Hiçbir zaman unutmamak gerekir ki tekfirle ulaşılmak istenen “hidayet” ve “toplumun inancını savunma” amaçlarına “ilmi tartışma”, “düşünce” ve “tesamüh”le daha rahat ulaşılabilmektedir. Bu konuda Hz. Peygamber’in davet metotlarına bakılması yeterlidir.

Sözün özü, Allah insanları müşahhas filan adamın küfründen değil imanları ve bu imanın onlara yüklediği “sorumluluk”tan hesaba çekecektir. Bu sorumluluk da inananlara “belli bir şahsın” küfrüne karşı değil genel olarak küfre karşı bir görev vermektedir.

ERKAN BAYSAL

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir