Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Nisan 25, 2024

Hallac-ı Mansur – Halaç / Kalaç Mansur

Türkçede ısrarla ‘Hallac-ı Mansur’ şeklinde bir kullanımın tercih ediliyor oluşu ve bu kullanımın yüzyıllar boyu tekrar edilegelmekten dolayı -yanlış bir kullanımla da olsa- iyice yerleşmesi akla bazı soruları getiriyor. Mansur’un hallaçlık mesleğiyle bir ilgisi olmadığı bilgisinin desteğiyle de diyebiliriz ki bu adlandırma belki de başlangıçta “Hallac” değil “Halaç” idi…

Hallâc Mansûr’un (858-922) adı kaynaklarımızda sürekli Farsça terkip (tamlama) şeklinde kullanılmaktadır: “Hallâc-ı Mansûr”1  Arapça hatta Farsça kaynaklar genellikle “el-Hallâc” kullanımını tercih ederken Türkçe kaynaklarda “Hâllâc-ı Mansûr” şeklindeki kullanım tercih edilmiştir.

Farsça terkip şeklindeki adlandırma anlam bakımından garip görünüyor. Malumdur ki Farsça ve Arapçada tamlamaların düzeneği aynıdır ve isim tamlamasında tamlanan önce, tamlayan sonra gelir (sıfat tamlamasında da mevsuf önce, sıfat sonra gelir). Bu açıdan bakıldığında Hallac’ın meşhur adını gösteren tamlama hatalı duruyor.

Şöyle açıklayabiliriz: Arapça ve Farsçada terkiplere anlam sondan başa doğru verilir. Böyle yaptığımızda “Hallâc-ı Mansûr” tamlamasına “Mansur’un Hallac’ı” anlamını vermemiz gerekiyor. Oysa bu anlamsız gözükmektedir. Mansur hallaçlık mesleğini icra eden biriyse (ki kaynaklar bunu teyit etmez), unvanı Farsça olarak “Mansûr-ı Hallâc” ve Arapça olarak “Mansûr el-Hallâc” olurdu. Oysa bu kullanımlara rastlayamıyoruz.

Bu terkibi anlam bakımından bu şekilde değerlendirebiliriz. İşe hayat hikâyesi açısından baktığımızda da asıl adı Hüseyin olan Mansur’un hallaçlıkla bir ilgisi olmadığı kanaatine kolayca varabiliriz. Sadece Süleyman Uludağ’ın DİA’daki (Diyanet İslam Ansiklopedisi) “Hallâc-ı Mansûr” maddesine bakmak dahi bu hususta yeterli bir izlenim verebilir. Mansur’a hallaçlık izafesi, ölümünden çok sonraki dönemlerde ortaya çıkmış olmalıdır.

İmdi… Türkçede ısrarla ‘Hallac-ı Mansur’ şeklinde bir kullanımın tercih ediliyor oluşu ve bu kullanımın yüzyıllar boyu tekrar edilegelmekten dolayı -yanlış bir kullanımla da olsa- iyice yerleşmesi akla bazı soruları getiriyor. Evvelâ bizim kullandığımız Farsça terkip yanlış olduğu için aslında bu kullanım başlangıçta “Halaç Mansûr” biçiminde miydi? Söz konusu kullanım düpedüz Türkçedir ve Mansûr’u kendisine nispet edilen meslekle birlikte nitelemektedir. Türkçede meslek gösteren kelimenin tamlamada -Arapça ve Farsçanın tersine- yaygın olarak başta kullanıldığını hepimiz biliyoruz (Sütçü İmam, Doktor Abdullah vb.). Bu durum, ilgi çekici bir düşünceye götürebilir bizi: Mansur’un hallaçlık mesleğiyle bir ilgisi olmadığı bilgisinin desteğiyle de diyebiliriz ki bu adlandırma belki de başlangıçta “Hallac” değil “Halaç” idi…

Bir Türk boyu (veya kabilesi) olan Halaçlar / Kalaçlar hakkında bilgi veren kaynaklar, bu boy mensuplarının yaşadığı bölge olarak Hüseyin Mansur’un yaşadığı, dolaştığı bölgeyi işaret ediyor.2 Kalaç kelimesinin zamanla Halaç şeklinde telaffuz edilir hâle gelmesi ve fakat yine de k harfi ile h arası bir ses olan hı [Œ] yani hırıltılı h harfiyle yazılıyor oluşu, bu kelimeyi Hallâc kelimesine yaklaştırmış olabilir. Zaten hallâc kelimesi de Arapçada güzel h ile değil ha (Õ) ile yazılmaktadır.

Bu hususta akla gelen bir husus da uzun yüzyıllar boyu bir arada yaşayan Türkçe ile Farsçanın etkileşimiyle ‘Halaç/Kalaç Mansur’ kullanımının önce ‘Hallaç Mansûr’a, peşinden de “Hallâc-ı Mansûr’a dönüşmüş olmasıdır. Bu durumda Türkler tarafından zamanla Farsça kullanımın tercih edilmiş olduğu ortaya çıkar. Hüseyn b. Mansûr’a hallaçlık nispeti ise tasavvufî muhayyilenin kolayca başarabileceği şairane-destanî bir tesirin sonucu olmalıdır.
Acaba Mansûr, Kalaç / Halaç Türklerinden miydi? Bunu bugün için netleştiremeyiz elbette. Zaten o çağlarda etnik aidiyet bugünkü kadar belirleyici değildi. Bu tür aidiyetlere işaret eden kullanımlar elbette vardı ama basit tanıtıcı bir öğe olmaktan başka bir anlamı yoktu belki de. Bu bakımdan o çağlarda yaşayan birçok meşhurun Türk mü, Fars mı, Arap mı, Kürt mü olduğu bugün bilinemez veya kesinleştirilemez durumdadır.

Bu hususu bu sayfalara taşırken bizim de amacımız Hallac’a etnik bir köken tespit etmek değildir. Çabamız, bu ünlü sûfî için kullanılan adlandırmanın zihinde bir türlü yerine oturmamasına bir açıklama bulma ihtiyacından kaynaklanıyor.

Gerçekten de “Hallâc-ı Mansûr” şeklindeki yaygın kullanımı tercih edersek (İslâm Ansiklopedisi bile bu kullanımı madde başı olarak kullanmıştır) “Mansur’un Hallacı” demiş olacağız. Arapça olarak “Hallâcü’l-Mansûr” kullanımına ise hemen hiç rastlanmaz. Çünkü bu terkibi Türkçeye çevirdiğimizde yine “Mansur’un Hallâcı” diye aktarmak zorunda kalırız. Çünkü Farsçada olduğu gibi Arapçada da meslek veya sıfat belirten kelime, tamlamada başa değil sona gelir. İşte “Aliyyü’l-Kassâb”, “Aliyyü’l-Havvâs”, “el-Müseylimetü’l-Kezzâb” örnekleri burada hemen hatırlanabilir. Farsça terkibe örnekler: “Hüseyn-i Şehîd”, “Safiyyüddîn-i Erdebilî”, “tasavvuf-i İslâmî”….

Arapçadan Farsçaya tercüme edilmiş Hallâc konulu bir kaynak, bu sûfîye ait isimlendirmenin ya sadece ”Hallâc” veya “Hüseyn b. Mansûr” biçiminde olduğunun tipik bir göstergesi sayılabilir: Tâhâ Abdülbâkî Sürûr’un Hallâc: Şehîd-i Tasavvuf-i İslâmî adıyla Farsçaya tercüme edilen eserinde başlıkta sadece “Hallâc” kullanımı tercih edilmiş, bu kullanım metin içinde son bölüme kadar da tekrarlanmıştır.3

Öyle anlaşılıyor ki tarihten süzülüp gelen Türk muhayyilesi bu sûfînin ismini zamanla -tabii galat bir biçimde- Farsça tamlamaya dönüştürerek yaşatmış ve bu kullanımın doğru veya yanlış olduğunu sorgulamamıştır. Bu noktada ‘hallac’ sıfatı veya meslek adının Halaç/Kalaç şeklinde bir boy adı olma ihtimalini de saklı tutmalıyız.

Sonuç itibariyle “Hallâc-ı Mansûr” kullanımının hatalı olduğunu, konu üzerinde düşündüğümüzde rahatlıkla söyleyebiliyoruz. O zaman bu kullanımı “Hallac Mansûr” şeklinde düpedüz Türkçe mantığıyla telaffuz etmeyi buracıkta teklif edebiliriz.  Belki bazılarımız sadece “Hallâc” kullanımı da tercih edebilir.

1 Bir örnek olarak bk. Süleyman Uludağ, “Hallâc-ı Mansûr”, DİA, C. XV, İstanbul 1997,s. 377-381.

2 Bk. Enver Konukçu, “Akhunluların Kalıntısı Olarak Kalaçlar (Halaçlar)”, https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=362794&/Akhunlular%C4%B1n-Kal%C4%B1nt%C4%B1s%C4%B1-Olarak-Kala%C3%A7lar-(Hala%C3%A7lar)-/-Prof.-Dr.-Enver-Konukcu- (erişim¨28.03.2019)

3 Tâhâ Abdülbâkî Sürûr, Hallâc: Şehîd-i Tasavvuf-i İslâmî (244-309 h.k), tercüme: Huseyn Dirâye, İntişârât-ı Esâtîr, 2. bs., [Tahran] 1380 [2001].

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir