Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Nisan 25, 2024

Günümüz Fıkıhçısının Dezavantajları

Gelenek içerisinde fıkıh ilminin dört ana kol halinde geliştiğini görmekteyiz. Bunlardan birincisi: Müslümanların temizlik adabı, ibadet hayatı, gündelik muameleleri, aile hayatları, ceza, vasiyet ve miras hukukunu içerecek şekilde hayatın bütününe şamil hükümlerin yer aldığı füru-u fıkıh alanıdır. Bu hükümler Kur’an, sünnet, icma, kıyas… gibi temel hukuk kaynaklarında belli metotlar çerçevesinde elde edilir. Burası hukukun teorik değil, uygulamalı alanıdır.

İkincisi: Furu-u fıkhın nasıl elde edileceğini öğreten fıkıh usulü ilmidir. Müslümanların dünya hukuk literatürüne en önemli katkılarından birisi de dünya üzerinde ilk defa hukukun ilke ve metotlarını belirleyen yazılı eseri meydana getirmiş olmalarıdır. Bu şeref er-Risale adlı eseri ile İmam Şafii’ye aittir. Bu ilim aynı zamanda bizlere hukuk üretmenin düşünce temellerini ve temel gayelerini de öğretme bakımından da son derece önemlidir.

Üçüncüsü: Fakihleri/hukukçuları ve eserlerinin tanıtan/derecelendiren tabakat/biyografi literatürü. Bu alan da son derece önemli olup, alanın otorite şahsiyetlerini ve eserlerini öğrenmemizde bize faydalı olmaktadır. İslam hukuk düşüncesinde bu son derece mühimdir. Sözün kim tarafından söylendiği ve hangi kaynaklara itibar edilmesi gerektiği hukuk istikrarı ve toplumun selameti açısından son derece önemli görülmüştür. Oysa günümüzde din adına konuşanların hangi yetkinliğe dayanarak ve hangi eseri ortaya koyarak konuştuklarını sorgulamak cesaret işi olur hale gelmiştir. Hâlbuki gelenek içerisinde kim olursa olsun, ortaya attığı görüşün delillerini ortaya koymak ve bilgisinin ilmi açıdan hesabını vermek zorundadır. Klasik eserlerin bütünü bu metot üzere telif edilmiştir. Bırakın mezhepler arası münazarayı, mezhep içinde dahi bir görüşün doğrulanması esnasında oldukça hararetli tartışmalar cereyan etmiştir. Nitekim Ebu Hanife ile öğrencileri Ebu Yusuf, İmam Züfer, İmam Muhammed arasındaki tartışmalar meşhurdur.

Dördüncüsü: Fetva, Nevazil veya Kavâid üzerine yazılan eserler: Bu alan hukukun olay temelli tatbikatına yani muhakeme boyutuna tekabül eder. Davalar ve davalara ilişkin fetva ya da yargı kararlarının örnekleri bu türden eserlerde daha kolay çözüme kavuşur.

Yukarıda saydığımız hukukun dört ana bölümünde her bir fakihin/hukukçunun eşit derece mahir olması ve isabetli kararlar vermesi mümkün değildir. Bu nedenle bazı fakihler usul-ü fıkıh alanında, bazı fakihler füru-u fıkıh alanında bazıları ise hukuk tarihi veya fetva literatürü alanında ön plana çıkmıştır. Yani adına resmen branşlaşma/ihtisaslaşma denmese de pratikte fıkıhta bir uzmanlaşmanın teşekkül ettiği dikkatlerden kaçmamaktadır.

Oysaki günümüzde, gelenekten ve kaynak dil Arapçadan daha uzak olmanın getirdiği dezavantaj vardır. Buna karşılık fıkıh araştırmacıları açısından, kısa sürede bin dört yüz yıllık bu devasa mirası bir yandan öğrenme, bir yandan aktarma, bir yanda hızla değişen dünyada hızla çözüm bekleyen karmaşık sorunlara çözüm üretme dezavantajı vardır. Bu yoğun çaba içerisinde günümüz fıkıhçısı (aslında kendisine fakih denmesi gerekirdi) boğulup gitmekte; hakkıyla inceleme ve karar verme fırsatı yakalayamadığı olaylara ürettiği çözümlerle (!) nice çamları devirmektedir. Aslında burada birazda ilahiyat fakültelerindeki durumu anlatmış olmaktayız.

Prof. Dr. Şevket Topal

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir