Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Mart 29, 2024

“Esed Yönetimine Yakınlaşma Türkiye İçin Rasyonel Gözükmüyor”

Araştırmacı-Yazar Mehmet Rakipoğlu’ndan Yörünge’ye Açıklamalar:

Esed Yönetimine Yakınlaşma Türkiye İçin Rasyonel Gözükmüyor

Türkiye’nin ABD sonrası oluşacak güç boşluğunda aktif politikalar izlemesi beklenebilir. Özellikle ABD’nin PKK/PYD terör örgütünü desteklemesi ve ABD askerlerinin PKK/PYD’nin kontrolündeki bölgelerde konuşlanması göz önünde bulundurulursa Türkiye, ABD’nin çekilmesi sonrası Münbiç operasyonunu gerçekleştirerek, ABD sonrası ortaya çıkacak güç boşluğunun aleyhine bir sürece dönüşmesini engelleyebilir.

Suriye’de 2011 yılından beri devam etmekte olan iç savaşta şimdiye kadar yüz binlerce kişi öldü. Milyonlarca Suriyeli ülkesini terk ederek başka ülkelere sığındı. Uluslararası alanda barış çabaları sürerken, söz sahibi ülkeler arasındaki görüş ayrılıkları ortak girişimlerde bulunmayı zorlaştırıyor. Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nden Araştırmacı-Yazar Mehmet Rakipoğlu ile Suriye’de sekizinci yılına giren iç savaşı ve geleceğe ilişkin olası senaryoları konuştuk.   

Sekizinci yılına giren Suriye’deki savaş, Türkiye’ye hamledilebilir mi? Savaş öncesine baktığımızda iki devlet arasındaki olumlu ilişkilerden dolayı Türkiye, komşusundaki bu iç savaşı önleyebilirdi diyebilir miyiz? Suriye’de savaşı kim, niçin başlattı?

Arap ayaklanmalarının başlamasıyla Tunus’ta Zeynel Abidin, Libya’da Muammer Kaddafi’nin, Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesi, Suriye’de de Esed’in devrilebileceği meselesini gündeme getirmişti. Esed iktidardan uzaklaştırılacağı korkusuyla halkının ayaklanmasına karşı aşırı güç kullandı. Dolayısıyla Suriye’deki iç savaş, Esed rejimi tarafından iktidar ve otoritesi kaybetmemek adına başlatıldı. İran ve Rusya’nın desteği ile de perçinlendi. Bu noktada Türkiye’deki bazı çevrelerin savaşı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve hükümete hamletmesi irrasyoneldir. Nitekim Türkiye Suriye’deki iç savaşın sona ermesine yönelik 2011’den beri çeşitli politik adımlar atmaktadır. Hatırlayacak olursak Suriye’nin Dera kentinde halk ayaklanmaları başladığı sıralarda Türkiye, Suriye rejimine ve Esed’e, halkın taleplerine yönelik olumlu adımlar atmasını telkin etmişti. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu defalarca Esed ile görüşmüş, reform yapması yönünde Cumhurbaşkanı Erdoğan dahil birçok üst düzey yetkili çağrıda bulunmuştu.

Esed rejimi, ayaklanmaların ilk aşamalarında siyasi suçlunun serbest bırakılması, hükümetin feshedilmesi ve 1963’ten beri devam eden olağanüstü hal durumuna son verilmesi gibi birtakım reformlar yaptı. Ama gösterilere şiddet ile karşılık vermesi, bu reformları etkisiz bıraktı ve aksine reform talebinde bulunan halka karşı aşırı güç kullandı. 1970’teki darbeden bu yana Suriye halkına “muhaberat” aracılığıyla şiddet uygulayan Baas rejimi, halk ayaklanmalarının bir iç savaşa evrileceğini hesaba katmamıştı. Ayrıca Türkiye dış politikası incelenecek olursa savaşın önlenmesi prensibi her dönemde görülür. AK Parti döneminde de bu prensip öne çıkartılmıştır. Komşularla sıfır sorun politikası, bu prensibin bir yansımasıdır. Ayrıca iç savaşın terör gibi güvenlik, ekonomik ve toplumsal birçok sorunu beraberinde getirmesi, Türkiye’nin Suriye’deki iç savaşı önlemesine yönelik politikalar geliştirmesine yol açmıştır. Son olarak Türkiye’nin, İran ve Rusya ile koordineli hareket ederek iç savaşın son bulmasına katkı sağlaması, savaşın Türkiye’ye hamledilmesi gibi iddiaları boşa çıkarmaktadır. Türkiye Suriye’de toprak bütünlüğü, demokratik yollarla seçilen bir başkan tarafından yönetim fikrini savunmaktadır. Dolayısıyla iç savaşın başlamasının Türkiye’ye atfedilmesi içi boş bir iddiadır.

ABD Müttefiklerinin Kaygıları

Henüz hiçbir devlet Esed rejimini meşru bir iktidar olarak tanıdığını deklare etmiş değil. Ancak yaklaşık iki hafta önce Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir, Şam’a bir ziyaret gerçekleştirdi ve Esed’le görüştü. Bu ziyaretin fotoğrafları Suriye resmi haber ajansı SANA tarafından servis edildi. Birleşik arap emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, Şam büyükelçiliğini yeniden faaliyete geçirdi. Tunus’tan Şam’a ilk direk uçuş da gerçekleştirildi. Arap Birliği üzerinden Suriye’yi meşrulaştırma gayretlerine şahit oluyoruz. Esed bertaraf edilemediği için mi bu noktaya gelindi? Arap Birliği üzerinden Suriye, İran’ın kontrolünden alınıp tekrar Arap bloğuna mı katılmak isteniyor?

Umman’ı bir istisna olarak bir kenarda tutarak analiz yapmamız gerekirse birçok Arap ülkesi 2011’deki ayaklanmalara yönelik tutumundan dolayı Esed rejimi ile ilişkileri askıya almıştı. Hatta Suudi Arabistan başta olmak üzere birçok Arap devleti, ayaklanmaları Esed’i iktidardan uzaklaştırmak için fırsat olarak görmüştü ve muhalifleri desteklemişti. Son günlerde söz konusu ülkelerin Esed rejimi ile yakınlaştığına dair birçok gelişme görülüyor. Aslında bu yakınlaşma işaretleri ABD’nin bölge politikasıyla da alakalı gibi duruyor. Öyle ki ABD Başkanı Donald Trump’ın, Suriye’den çekilme kararını açıklaması gerek PKK/PYD terör örgütünü gerekse Suudi Arabistan-BAE-Mısır gibi ABD müttefiklerini kaygılandırmıştı. Bu noktada ABD’nin müttefiklerinin sırtlarına daha fazla sorumluluk yüklediği söylenebilir. Dolayısıyla ABD müttefikleri artık ABD’siz Suriye’de neler yapılabilir sorusunu cevaplama uğraşına girmiş gözüküyor. Esed rejimi ile yakınlaşma da bu minvalde okunabilir.

Zikrettiğiniz ülkeler 2015 Eylülünde Rusya’nın, Suriye’ye askeri olarak müdahil olması sonrası ABD’nin bölge politikalarından oldukça rahatsızlar. Bu anlamda ABD’yi, Rusya ile dengelemeye çalışıyorlar.  Esed rejimi ile yakınlaşmaları da söz konusu denge politikasına hizmet etmekte.

Öte yandan bu politika, İran’ın da dengelenmesini hedeflemekte. Rusya ile koordineli hareket eden İran’ın, Esed üzerindeki nüfuzunu azaltmayı hedefleyen Arap ülkeler, Suriye’yi Arap Birliği’ne geri alarak bu politikayı uygulamaya geçirebilir.  Son olarak bu politika Türkiye ile de alakalı. Suriye’de, Türkiye’nin askeri varlığından ve bölgedeki pozisyonundan rahatsız olan Suudi Arabistan ve BAE, Esed kozuyla Türkiye’yi sınırlandırmak istemekte.

Türkiye, İran’ın Dengelenmesi Açısından Rusya’nın Yakınlaştığı Bir Aktör

Bazı Arap ülkelerinin (Suudi Arabistan, Mısır ve özellikle BAE) İsrail karşıtlığından vaz geçtikleri görünüyor. Buradan hareketle önümüzde yanıt bekleyen birden fazla soru duruyor: Sekizinci yılına giren Suriye krizinin bu gelişmede etkin olduğu söylenebilir mi? Suriye krizinde İsrail’in yönlendirici rolü var mı? Esed’siz Suriye, İsrail için ne ifade eder? Rusya, Türkiye ile Esed yönetimi arasında ilan edilmemiş arabulucu mu? Ülkemizdeki bazı çevreler “önalma” pozisyonu için vakit geçirilmeden Esed yönetimini muhatap almamız gerektiğini söylüyorlar. Yakın zamanda Türkiye’nin, Esed yönetimiyle doğrudan görüşmeye başlaması olası mı?

Bir önceki sorunun cevabı da bu konuyla ilgili aslında. İran ve Türkiye’nin sınırlandırılması politikasının hayata geçirilmesi açısından Körfez ülkeleri başta olmak üzere Araplar, müttefike muhtaç.  ABD’nin Suriye’den çekilmesi bu politik muhtaçlığa zıt düşüyor. Fakat Körfez ülkeleri dahil olmak üzere birçok Arap ülkesi, ABD’de lobi faaliyetleriyle etkin olan İsrail’i bu anlamda önemli bir müttefik olarak görüyor. Tabii bir handikap var, o da İsrail’in tanın(ma)ması ve resmi diplomatik ilişkilerin kurulamaması. Bilindiği gibi Arap ülkeleri (Mısır ve Ürdün hariç) İsrail’i resmi olarak tanımıyor. Söz konusu durum Arap ülkelerinin İsrail ile resmi işbirliği kurmasına engel. Fakat Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Abu Dabi emirliğinin Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid’in kişisel iletişim kanalları söz konusu engeli aşıyor. Zikredilen iki veliaht da ABD Başkanı Donald Trump’ın Yahudi damadı John Kushner ile yakın temas halinde ve bölgedeki ittifak zincirinin bir parçası. ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasından rahatsız olmayıp Filistinlilerin İsrail’deki meşru varlığından rahatsız olan Muhammed bin Selman, İsrail güdümünde bir siyaset izliyor.

Öte yandan İsrail’in Suriye’deki varlığının ise yönlendirici olduğunu söylemek zor. Nitekim Tel Aviv yönetiminin Suriye politikasında öncelediği meselelerden birisi İran’ın sınırlandırılması. Hâlihazırda Rusya ve Esed ile aynı güç ekseninde hareket eden İran, Suriye’de güçlü konumda. Mobilize ettiği Şii milisler ve ordu desteği ile Esed’in iktidarda kalması için önemli bir çaba sarf eden İran, henüz İsrail’in istediği gibi bölgede sınırlandırılmış değil. Dolayısıyla İsrail, Suriye’de yönlendirici bir aktör olamıyor. Bununla birlikte eğer Esedsiz bir Suriye, İransız bir Suriye ise İsrail’in istediği bir Suriye anlamına gelebilir. Esed’in Hizbullah ve İran ile ilişkisini de hesaba katarsak Esedsiz bir Suriye’yi İsrail’in hedeflerinden biri olarak okumak mümkün.

Rusya’nın, Türkiye-Esed yönetimi arasında arabulucuk rolü üstlenmesi meselesine gelince, Moskova açısından söz konusu yakınlaşma gerçekleştirilse olumlu sonuçlar doğurabilir. Nitekim Türkiye, Suriye sahasında askeri olarak var olan ve muhalifler (Özgür Suriye) üzerinden Suriye’nin siyasi geleceğinde etkin olacak bir aktör. Esed rejimi ise Rusya’nın, Orta Doğu’ya tekrar dönmesini sağlayan bir unsur. Dolayısıyla iki aktörün yakınlaşması, Rusya’nın bölge politikasına olumlu yansıyacaktır. Fakat Türkiye’deki bazı çevrelerin dillendirdiği gibi Esed ile yakınlaşma şu anki konjonktürde Türkiye için rasyonel gözükmüyor. Nitekim Erdoğan başta olmak üzere  birçok üst düzey yetkili Esed’in halkına karşı uyguladığı politikadan rahatsızdı. İç savaşın patlak vermesiyle ortaya çıkan göç dalgası, Türkiye’yi birçok açıdan zora soktu. Öte yandan Esed rejiminin PKK/PYD ile koordineli hareket etmesi, Türkiye’nin rejimle yakınlaşmasının kısa vadede zor kılmaktadır.

İran’ın Suriye’de aktif bir biçimde savaşa girmesi nasıl gerçekleşti? Gecikmiş bir soru olabilir ama buradan hareketle Suriye’nin geleceğinde İran olacak mı? Lübnan ve Irak’tan sonra İran’ın Suriye’yi de kontrolünde tutmasına; Suriye üzerinde varlık sebebi bilinen Rusya nasıl bakar?

İran’ın Suriye’deki aktifliği yeni bir olgu değil aslında. Siyasi tarihe baktığımızda Suriye yönetiminin İran’a verdiği destek ve aralarındaki işbirliği, İran’ın Suriye’de bu denli aktif ve etkili olmasını sağlamıştır. Fakat bu durum 2011 sonrası daha çok gün yüzüne çıktı. İran bölgedeki müttefiklerinden olan Esed’in iktidardan gitmesine seyirci kalamazdı. ABD’nin pasif tutumundan faydalandı, Suriye’de aktif bir politika izledi ve müttefikini korudu. Ayrıca İran’ın kendi güvenliğini açıklamak için kullanılan “Direniş Ekseni” kavramı İran’ın, Suriye’deki varlığını açıklayan bir diğer unsurdur. Çünkü İran kendi güvenliğini Yemen, Lübnan ve Irak gibi birçok ülkede sınırlarının ötesinden başlatmakta ve bunun bir örneği de Suriye gerçekleşmektedir.

Bu politika, dini motiflerle de süslendi. Bilindiği üzere İran’ın Caferi inancında türbeler önemli bir anlama sahip. Şam’daki Seyyide Zeynep türbesinin korunması İran’ın, Suriye’ye asker gönderme ve halk tarafından müdahalenin benimsenmesine hizmet etti. Dolayısıyla İran dış politikasında dinin dış politik hedeflerin gerçekleştirilmesinde önemli bir rolü bulunmaktadır. Gerek tarihi veriler gerekse bugün Suriye sahasındaki askeri varlığı İran’ın, Suriye’nin geleceğinde çok önemli bir yer alacağını göstermekte. Rusya- İran ve Türkiye arasında Suriye’nin geleceğine dair yapılan toplantılarda bu minvalde okunmalıdır. Nitekim İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in danışmanı Ali Ekber Velayeti, Orta Doğu’nun geleceğinin Rusya, İran ve Suriye arasında kurulacak ittifaka bağlı olduğunu söylemiştir.

İran’ın, Orta Doğu’nun hemen hemen her noktasında etkin olduğu yadsınamaz bir gerçek. ABD’nin 2000’ler sonrası bölge politikası bilinçli veya bilinçsiz söz konusu etkinliği mümkün kıldı. 2003 Irak işgaline baktığımızda bunu net şekilde görüyoruz. 2005 sonrası kurulan siyasal sistem adeta Irak’ı, İran’ın eline teslim etmişti. Benzer şekilde Suriye meselesi de bu açıdan okunabilir. Fakat Irak ile Suriye kıyaslandığında Rusya faktörü, iki olayı farklı kılmaktadır. Rusya Suriye’de İran’ın çok fazla güçlenmesini istememektedir. Bu noktada Türkiye, İran’ın dengelenmesi açısından Rusya’nın yakınlaştığı bir aktör olarak görülmektedir.

Boşluğu Doldurmaya Yakın Aktörler

Trump yönetiminin, Suriye’deki dengeleri değiştirecek çekilme kararıyla birçok ülkenin yeni Suriye stratejisi de revizyona girebilir/giriyor. Suriye’de devletler, çatışma sonrası bir döneme hazırlanırken aynı zamanda bölgedeki aktörler için yeni tehlikelerin ortaya çıkması da mevcut Orta Doğu politikalarında değişmelere sebep olacaktır. ABD’nin Suriye’den çekilme kararı, özellikle PKK/PYD/YPG gibi müttefik terör örgütlerinin endişelerini artırırken bir diğer denklem de İsrail’in, ABD’nin yokluğunda İran tehlikesine karşı nasıl bir yol izleyeceği konusunu gündeme getirmiştir. Suriye’de tam anlamıyla ABD sonrası diye bir durumdan söz edilebilir mi? Fırat’ın doğusuna askeri bir operasyon yapmak için son hazırlıklarını yapan Türkiye’nin, İdlib civarındaki muhalifler arası çatışmalara dair politikası nedir? İdlib krizi, Astana sürecini sonlandırır mı?

ABD’nin Suriye’den çekilme kararı birçok soruyu da beraberinde getirdi. Çekilmenin mahiyeti, zamanlaması ve bu kararın uygulanabilirliği gibi birçok mesele bölge ülkelerini yakından ilgilendiriyor. Trump’ın başkan seçilmesinden bu yana ABD dış politikasında çok seslilik hakim. Diğer bir deyişle Washington’ın 2017 sonrası dış politikası merkezi değil. Katar krizi örneğine bakılacak olursa Trump’ın söylemlerinin aksine dönemin Dışişleri Bakanı Rex Tillerson farklı söylemler dile getirmişti. Benzer şekilde mevcut Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da aynısını yapıyor. PKK/PYD desteği ve Suriye’den çekilme meselesi de bu açıdan incelenmeli. Trump dediklerini yapmakta kararlı olsa da karşısında ulusal güvenlik bürokrasisi var ve söz konusu ekip, Trump’ın kararlarından pek memnun değil. ABD’nin Suriye’de çekilmesi, Trump’ın aldığı karara binaen gerçekleşmeye başlamıştır fakat söz konusu bürokratik oluşum Trump’ı kararından vazgeçirmeye veya süreci uzatmaya çalışacaktır. Öte yandan ABD’nin Suriye’deki 2000 askerini çekmesi tamamen ABD’siz bir Suriye anlamına gelmeyebilir. ABD proxy/vekilleriyle bölge politikasını şekillendirebilir. Bu noktada BAE ve Suudi Arabistan, ABD’nin vekilleri olarak sayılabilir.

Öte yandan ABD’nin bölgeden çekilmesi, İsrail’in Suriye politikasında ciddi değişikliğe sebep olmamakla beraber, İran ve Hizbullah mevzilerine yönelik İsrail saldırıları artabilir. Bu ise İsrail için maliyetlerin artması anlamına gelecektir. Yapılacak saldırılara İran’ın karşı bir saldırı ile cevap vermesi durumunda ise kısa süreli sıcak çatışmalar yaşanabilir.

Türkiye’nin İdlib’deki son duruma yönelik politikası, Türkiye’nin Suriye politikasında ikincil önceliğe sahip. Türkiye özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası askeri kapasitesini Suriye’deki operasyonlarla kanıtlamış bir ülke olarak, Suriye’de önceliğini PKK/PYD’nin temizlenmesine vermiştir. Diğer bir deyişle Türkiye’nin, PKK/PYD’yi ortadan kaldırması muhaliflerin siyasi ve askeri çatışmalarının sonlandırılmasından daha elzemdir. Fakat İdlib’deki yaşanan çatışmaların Astana veya diğer süreçleri derinden etkileyeceğini söylemek zor.

ABD’nin Suriye’den çekilme kararı, sahada bulunan diğer aktörlerin alanları doldurma niyetlerini ortaya çıkarmıştır. Ancak hangi aktörün ön plana çıkacağı veya koordinasyonun nasıl sağlanacağı henüz kararın uygulanmaya başlamaması dolayısıyla belirsizliğini korumaktadır. Bölgede oluşacak boşluğu kim hangi rolle doldurabilir?

ABD’nin çekilme kararı doğal olarak bir güç boşluğu ortaya çıkarttı. Söz konusu boşluk bölgesel aktörler dahil olmak üzere Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerin de Suriye politikalarını gözden geçirmelerine neden olabilir. Fakat daha çok gün yüzüne çıkan bölgesel aktörler. Nitekim BAE ve Suudi Arabistan gibi güvenlik bağlamında ABD’ye ihtiyaç duyan aktörler, söz konusu boşluğun İran tarafından doldurulmasından bir hayli endişe duyuyor. Dolayısıyla ABD sonrası oluşacak güç boşluğunu doldurmaya en yakın aday aktör İran. İran mobilize ettiği milis kuvvetleri bölgeye daha çok yerleştirebilir. ABD’nin çekilme kararı sonrası oluşacak boşluğu lehine doldurabilecek bir diğer aktör ise Rusya. Hâlihazırda Barack Obama dönemi ABD’nin bölge politikasının inisiyatif almamasını bölgeye dönme noktasında bir fırsat olarak gören Moskova yönetimi, Putin’in liderliğinde Suriye sahasında daha da etkin olabilir. Ayrıca Rusya İran’ın Esed rejimine verdiği desteğin yetersiz olduğunu ve İran’ın bölgesel gücünün kontrolsüz şekilde artacağını hesaba katarak rejimi desteklemiştir.

Bu noktada gerek İran gerekse Rusya tarafından kontrol edilen Esed’in, söz konusu iki aktörü dengeleyeceği ve bu anlamda Arap ülkelerle yakınlaşmaya sıcak bakabileceği düşünebilir. Dolayısıyla Arap ülkelerle yakınlaşarak İran’ı ve Rusya’yı üzerindeki hâkimiyet bağlamında dengeleyecek olan Suriye, ABD’nin çekilmesi sonrası ortaya çıkacak olan güç boşluğunu lehine çevirebilecek bir diğer aktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan son dönem dış politikasında aktivizmin etkin olduğu Suudi Arabistan ve BAE’nin de ABD sonrası ortaya çıkacak olan güç boşluğunu doldurmaya yönelik politikaları olabilir.

Türkiye’nin bölge politikalarından bir hayli rahatsız olan Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zayid’in başını çektiği PKK/PYD desteği iddiaları ve Esed rejimi ile yakınlaşma, BAE ve Suudi Arabistan’ın Suriye stratejilerinin değiştiğine dair işaretler olarak görülmüştü. Bu noktada söz konusu değişimin ABD’nin direktifleriyle mi yoksa ABD’den bağımsız gerçekleştiği hâlâ muallak/belirsiz bir durum olarak göze çarpıyor. ABD’den bağımsız bir şekilde politika üretmesi zor gözüken BAE ve Suudi Arabistan Trump’ın politik söylemlerini temellendirerek dış politika üretmekten ziyade, inisiyatif alarak Suriye’de ABD sonrası oluşacak güç boşluğunu doldurabilir. Son olarak, Türkiye’nin ABD sonrası oluşacak güç boşluğunda aktif politikalar izlemesi beklenebilir. Özellikle ABD’nin PKK/PYD terör örgütünü desteklemesi ve ABD askerlerinin PKK/PYD’nin kontrolündeki bölgelerde konuşlanması göz önünde bulundurulursa Türkiye, ABD’nin çekilmesi sonrası Münbiç operasyonunu gerçekleştirerek, ABD sonrası ortaya çıkacak güç boşluğunun aleyhine bir sürece dönüşmesini engelleyebilir.

Suriye’nin Rusya ve İran’a Ekonomik Maliyeti

Suriye’de fiilen ya da vekâleten bulunan ülkelere savaşın sosyal ve ekonomik faturası nedir?

İlk olarak Rusya’dan başlamak gerekir. 30 Eylül 2015 tarihinde Moskova hükümeti iddia ettiği militan gruplara karşı hava saldırıları yapmak amacıyla Esed’in devlet desteği ile Suriye’ye askeri müdahaleye başladı. Söz konusu müdahale askeri kapasite açısından olumlu bir profil çizen Rusya’nın kapasitesini test etmesi açısından önemli olmasının yanında iç siyasette bir hayli sıkışan Putin’in iktidarını sağlamlaştırması açısından bir fırsat oldu. Askeri müdahale karşısında olan birçok analist ve yazar, Rusya’nın kötü durumda olan ekonomisinin söz konusu müdahalenin maliyetiyle birlikte daha da derinleşeceğini iddia etti. Uluslararası ekonomik veri tabanları incelendiğinde ortaya çıkan tablo söz konusu yazar ve analistlerin beklentilerini boşa çıkardı. 2015 rakamlarına göre Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (Grand Domestic Product-GDP) yaklaşık olarak 1,4 milyar dolarken 2018’de bu rakam 1,6 milyar dolara yaklaşmıştır. Dolayısıyla Suriye’ye direkt olarak müdahil olan Rusya’nın ekonomisi savaştan ötürü zarar görmemiştir. Savaşın Rus halkına yansımasına dair çok fazla veri olmamakla birlikte, Rus halkının Esed ve Nusayri kesime yönelik olumlu bakış kazandığı söylenebilir. Nitekim Putin’in iç siyasette güçlenmesini sağlayan söz konusu askeri müdahale, Putin’in siyasi liderliği sayesinde Rus halkının da Esed’e ve Suriye’ye olumlu bakmasını sağlamış olabilir.

Suriye’de hem direk hem de vekâleten bir savaş yürüten İran ise incelenmesi gereken ikinci aktördür. İran nükleer enerjiden silah elde etme niyetinde olduğu iddialarından ötürü uzun bir süre ABD ve Birleşmiş Milletler yaptırımlarına maruz kalmıştı. Söz konusu yaptırımlar, İran ekonomisini ciddi anlamda etkilemişti. Benzer şekilde İran yaptırımlarına uymayan aktörler de ABD tarafından hukuksuz şekilde cezalandırılmıştı. Yaptırımlar, İran’ın bölgesel etkinliğini bir nebze de olsa kırmıştı. 14 Temmuz 2015’te P5+1 (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi 5 ülke: ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa) ile imzalanan nükleer anlaşma, İran’a yönelik ambargoları kaldırmıştı. Tahran yönetimi anlaşma sonrası elde edeceği kazançlarla bölgesel nüfuzunu artırmaya yönelik politikalar izledi. Bu noktada Suriye, İran’ın ekonomik olarak kayıplar yaşadığı bir ülke olarak kaydedilmemektedir.

Nitekim İran gerek gönüllü milisler gerekse Afganistan ve Pakistan’dan devşirdiği Şii milisleri kullanarak Suriye’de vekâleten savaşmaktadır. Suriye savaşının İran’da sosyal hayata yansımasına gelince, mezhepçi kimliğin halk arasında daha da şiddetlendiği söylenebilir. Her ne kadar Nusayrilik İran’ın resmi mezhebi olan Caferilikten ayrışsa da İran halkı Suriye’de “şehit” olan askerlere yönelik dini törenler ve programlar düzenlemektedir. Ağıt ve acı çekme kültürünü içerisinde barındıran bu mezhebi inanç, İran halkının, Tahran’ın Suriye politikasını meşru kılmaktadır. Diğer taraftan savaşın ekonomik maliyeti konusunda halkın belli kısımlarında huzursuzluğun da mevcut olduğu bilinmektedir.

Suriye için gelecekte en makul çözüm ne olabilir?

Herhangi bir bölgesel krizde olduğu gibi Suriye krizi de siyasi yollardan çözülmeli. Dolayısıyla siyasi çözüm en makul çözüm olarak öne çıkıyor. Fakat iç savaşın sekizinci yılına girmesiyle birlikte Suriye’nin de facto olarak parçalanması, her bölgeyi farklı aktörün kontrol etmesi, her aktörün farklı ülke veya grup tarafından kontrol edilmesi, belirli ölçülerde işbirliği halinde olan aktörlerin bile farklı politik öncelikleri olması (Türkiye-Rusya-İran örneğinde olduğu gibi) her türlü çözümü Suriye özelinde neredeyse imkânsızlaştırmaktadır. Bölge dışı aktörlerin Suriye politikası da bu anlamda çözüme engel olmaktadır. Örneğin, ABD’nin pasif tutumu, İran ve Rusya’nın aktif tutumuna yol açmıştır. Bu durumda Esed’in iktidarda kalmasını ve muhaliflerle birlikte birçok kesimin savaşa devam etmesine neden olmuştur. Siyasi çözüm nihai varılacak sonuç olarak en makul çözüm olmasına rağmen askeri bağlamda krizin sonlandırılması daha elzemdir. Nitekim ülkedeki insanların göç etmesi, kalanların savaşın ortasında ekonomik ve sosyal durumlarının zor olması askeri çatışmaların getirdiği yıkımla alakalıdır. Dolayısıyla ivedilikle yapılması gereken çatışan tarafların bir araya getirilip askeri çözüm noktasında ortak kararların alınmasıdır.

Bu anlamda Soçi ve Astana süreçleriyle sağlanan fakat hayata geçirilmesi noktasında aksaklıklar yaşanan ateşkes konusu öncelenmelidir. Taraflar ateşkese uydukları takdirde Suriye sahasında insani durum biraz daha hafifleyecektir. Ve çatışan taraflar, sekiz yılın getirdiği yorgunluğun sona ermesi umuduyla siyasi çözüme doğru yöneleceklerdir. Fakat söz konusu siyasi çözümün kapsayıcılığı bu noktada önem arz etmektedir. PKK/PYD, DAEŞ gibi terör örgütlerinin Suriye sahasından tamamen silinip siyasi kanatları etkisiz hale getirilmelidir. Bu anlamda söz konusu örgütler ve halkın istemediği bir yönetici Suriye’nin geleceğinde yer almamalıdır.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir