Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Mart 28, 2024

Samimi Dindarlık Kötülük Üretebilir mi?

Baştan söyleyelim bu iddia İlahiyatçı Profesör İlhami Güler’e ait. “İslam dünyasının epeyce bir bölümünün işgal altında olduğu bugünlerde, zalimlere karşı yükseltilmesi gereken değer “hoşgörü” değil; hor-görü-dür.” Diyen Güler ilahiyat bahislerindeki farklı çıkışlarıyla kamuoyunda sıkça tartışılan bir isim. İşte Karar gazetesinde yayınlanan o yazı:

Kötülük ihtimali/imkânı olarak samimi dindarlık

Vicdan Böyle Buyurdu’ kitabının yazarı İlhami Güler “Kur’an, cehalet ile birleşmiş samimi dindarlığın kötülük üretebileceğini teşhis etmiştir” diyor
Samimiyet ve dindarlık, genel olarak pür iyilik, erdem, fazilet, hayır vb. olarak görülür. Özü itibari ile de öyledir ve öyle olması gerekir. Ancak insanlık ve dinler tarihine baktığımızda, pratikte hiç de öyle olmadığını görüyoruz. Samimiyet ve dindarlık, akıl almaz kötülükler de üretebilmektedir. Bu, neden böyledir? Bunun iki sebebi vardır: 1- Samimiyetin cehalet ve kör-inanç-dogmatizm/taklit ile birleşmesi. 2- Dindarlığın yanlış temeller (ilkeler-itikatlar) üzerine kurulmasıdır.
Birinciden başlayalım. Biz Sünniler, “İnneme’l-a’mâlu binniyet= Ameller, niyetlere göredir.” hadisini şiar edinmişizdir. Yani samimiyetin ahlak için yeterli olduğuna inanıyoruz. Oysa bu, ahlaklı olmanın gereği; fakat yeterli olmayan bir ilkedir. İşin diğer yarısı, başka bir Buhari hadisi olan: “İnneme’l-umuru bi’l-havatım= Ameller, sonuçlarına göredir.” Yani -samimiyetle de olsa- yaptığın eylemin sonuçları, insanların lehine midir, yoksa aleyhine midir? Sonuçtan zarar-ziyan, mefsedet, fitne, fücur acı, ıstırap mı doğuyor; yoksa hayır, iyilik, ihsan, menfaat ve maslahat mı? Bir Kur’an ayeti de: “Hakkında bilgin olmayan bir (dini-ahlaki) davanın peşine takılma. Kulak, göz ve kalp/akıl, bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/36) der. Yani samimiyetin cehalet ve kör-inanç/taklit/dogmatizm ile birleşimi her türlü kötülük (küfür, zulüm) doğurabilir. Bu durum, dindarlıkla da iç-içedir.
Biz Sünniler samimiyetin ahlak için yeterli olduğuna inanıyoruz. Oysa bu, ahlaklı olmanın gereği; fakat yeterli olmayan bir ilkedir.
Dindarlık, -ister itikat alanı olsun, isterse ahlak alanı olsun- temelde düşünme, araştırma, inceleme, soru sorma, ilim, hikmet, eleştirme, gerektiğinde reddetme, şüphe etmekten uzak, yani cehalet ile birleşmiş ise, kötülük üretmesi kaçınılmazdır. Dinsizlikte kötülük bilerek (ihanet) yapılır. Dindarlıkta ise, cehaletten dolayı Allah rızası için veya Ahirette cehennemden-cezadan kurtulmak ve mükâfatını artırmak için yapılır. Örneğin, her iki gaye için bu dünyada hemcinslerine veya aynı dinden olan insanlara akıl almaz kötülükler yapılabilir ve yapılmıştır. Hariciler, Allah rızası için terör estirdikleri gibi; Katolik Kilisesi de, hem Hristiyanlara (protestan), hem de Müslümanlara (Haçlı seferleri) ve paganlara (Amerikalılar=Aztekler-Kızılderililer) tarih boyu olmadık zulümler ve işkenceler yapmıştır. Günümüzde de IŞİD ve FETÖ, Müslümanlara ve gayri Müslimlere olmadık kötülükleri Allah rızası ve cennet uğruna “samimiyetle” yapmaktadırlar. Onların, bu kötülükleri samimiyetle değil de, bilerek/haince yaptıkları iddiası, büyük bir yanılsamadır. Dinin özüne kötülüğü yakıştıramayan samimi dindarlar, kendileri gibi samimi olan kardeşlerinin cehalet ile birleşmiş dindarlıklarının kötülük yaratabileceğini kavrayamamaktadırlar.
Samimiyet ve dindarlık, akıl almaz kötülükler de üretebilmektedir. Bunun da iki sebebi vardır.
Kur’an, cehalet ile birleşmiş bu samimi dindarlığın kötülük üretebileceğini teşhis etmiştir: “De ki: Amelce en çok ziyana uğrayanlar, iyi iş yaptıklarını sandıkları halde, dünyada yaptıkları amelleri boşa gitmiş kişilerdir.” (18/103-104). “Onlara (samimi müşrikler-münafık Müslümanlar): “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” dendiğinde; “Ne münasebet, biz, ıslah edicileriz” derler.” (2/11)
Bu kötülük işleme ihtimali/imkânı, en fazla örgütlü dindarlık olan kapalı mezhep-cemaat ve tarikatlarda olmaktadır. Ünlü psikanalizci-filozof Erich Fromm, bu konuda şöyle diyor: “İster ilkel kabilelerde, ister ulusal/milliyetçi, isterse dinsel yapıda olsunlar kümelerin (cemaat) çoğu, kendi varlıklarını sürdürmek ve önderlerinin (şeyh-şef-lider-mehdi…) gücünü yüceltmek isterler. Müntesiplerini, cemaat dışında yer alan ve kendileri ile çatışan başkalarına karşı ayağa kaldırmak için onların tabiatında var olan ahlak duygusunu sömürürler. Ama bir yandan da müntesiplerinin ahlak duygusunu ve ahlaki yargılama yeteneğini boğmak için kişiyi kendi cemaatinin ahlaksal tutsağı durumuna getiren ensest türü bağlardan yararlanırlar. Böylece kişiler, ahlak ilkeleri başkalarınca çiğnendiğinde şiddetle karşı çıkarlarken; aynı ilkelerin, kendi gruplarınca çiğnenmesine ses çıkarmaz hale gelirler. Bütün büyük dinlerin, bir din bürokrasisince (Kilise, Diyanet, Tarikat, Cemaat, Parti…İG) yönetilen kitlesel kurumlar haline gelir gelmez özgürlük ilkelerini çiğnemeleri ve saptırmaları, bu dinlerin bir trajedisidir. Dinsel örgütlenme ve bu örgütlenmeyi temsil eden insanlar (Papaz, Haham, Şeyh, Veli, Kutup, Mehdi, Gavs, İmam, Şeyhülislam…İG) bir ölçüde ailenin, kabilenin, devletin yerini alırlar. İnsanı özgür bırakmak yerine, tutsak ederler. Artık Tanrıya değil, O’nun adına konuştuğunu iddia eden cemaate/topluluğa (veya onun liderine. İG) tapınılmaktadır. Bütün dinlerde bu durum yaşanmıştır.” (E. Fromm, Psikanaliz ve Din. Çev: Ş.Alpagut. İst. 1990.s 82) Guruba/cemaate/kabileye aidiyyetin hakikatle çelişkisini idrâk ettiği halde; itiraf etmemeyi Türkiye’deki şu iki deyim tam olarak ifade etmektedir: “Kol kırılır, yen içinde.” “Kan kusup, kızılcık şerbeti içtim demek.”
Özetle, kişisel çıkar ve kişisel güç istenci (kibir-istiğna) kadar, samimiyet ve cehalet ile birleşmiş kesin-kör inanç ve buna eşlik eden dindarlık da kötülüğün önemli kaynaklarından biridir ve bugün/her gün Türkiye’de de yüzlerce örneğine şahit olmaktayız.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir