Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 19, 2024

İcat Edilmiş “İslam” Sayısı Artacak

MÜSLÜMANLAR YENİ BİR DÜNYA KURMAK İSTİYORLARSA
İCAT EDİLMİŞ “İSLAM” SAYISI ARTACAK

Atilla Fikri Ergun

Geleneği kesintisiz bir süreç, kendi mecrasında durmadan akan bir nehir, dinamik bir olgu, gelen-ek ya da gelene-ek olarak kendini yenileyen bir yapı şeklinde algılayıp, geleneksel İslam’ı öne çıkarmaya çalışan yaklaşımlar ilkesel olarak doğruydu. Hedef doğru belirlenmişti. Böylece hem kendi tarihi, toplumsal, kültürel, ilmi, felsefi birikimimizden istifade ederek -sonradan türedi durumuna düşmeden- bir medeniyet hamlesi yapma hem de radikalizmin, köktenciliğin ve aşırıcılığın önünü alma imkânı doğacaktı. Ancak ne yazık ki gelenekçilikten 18. yüzyıl öncesine dönmeyi ya da 18. yüzyıl öncesi kültür ve yapıları geri getirmeyi anlayan, medeniyet hamlesi yerine siyaset yapmak ve her yere hâkim olup, baskı unsuru haline gelmek isteyen zihniyet, kendi aşırılığını üreterek bu imkânı yok etti.

Siyasetle iç içe geçmiş, ondan kopamayan, 18. yüzyıl öncesine ait ana akım dini söylemin yol açtığı problemler daha da büyüyecek, insanlar alternatif dini anlayışlar geliştirmeye devam edecekler, icat edilmiş “İslam” sayısı artacak.

İnsan onurunu, onurlu bir yaşam sürmenin ilk şartı olan özgürlüğü tehdit eden her şey tehlikeli, zararlı ve sapkındır, insanın ilk vazifesi onuruna, özgürlüğüne sahip çıkmaktır. Cevaplanması gereken sorular var: Bu din -mevcut din anlayışı- ya da siyasi-ideolojik din, insanı özgürleştiriyor mu, yoksa eziyor mu? Bugün her yeri kaplayan dini semboller neyi temsil ediyor, özgürlüğü mü, otoriteyi mi? Baskı unsuru haline gelen her şey -hiçbir durum ilelebet devam etmeyeceği için- önünde sonunda etkisini kaybedecektir, ana akım din, tarih içinde bu sebeple defalarca tahtından indirilmiştir.

Tanrı, tarih boyunca -insanların nazarında- en güçlü şekilde devlet/otorite/iktidar ve para/sermaye olarak tecessüm etmiş, bu ikisini elde etmek ve korumak için kullanılmıştır. Devlet ve para, bu ikisi -insanların nazarında- tıpkı Tanrı gibi her şeyi yapabilir. Meseleyi bu şekilde algılayan ideolojik bir dindarlık -muhalif dahi olsa- statükoyu kutsar, zira muhalefetten iktidara geçtiğinde kendi statükosunu kuracaktır.

Din kurumsallaştığı, siyasi malzeme haline geldiği yahut siyasi iktidarı belirleyen ya da destekleyen bir pozisyonda olduğu müddetçe istismara açık olacaktır, bunun önüne geçilmesi mümkün değildir. Oysa din, tarihi süreçte her alanda insanlığa gereken katkıyı yapmış, süreç içinde ona kendi ayakları üzerinde durabilme yetkinliği kazandırmıştır, günümüz dünyasında kullanılan ahlaki, siyasi, hukuki kavramların neredeyse tamamı dinden/dini öğretiden neş’et etmiştir.

Gelinen noktada, her alanı yönetmek, kontrol altında tutmak isteyen siyasi ve formel/şekilci dindarlıktan herkesin kendi kapısının önünü süpürdüğü, öze, maksada odaklanmış bireysel-ahlaki dindarlığa geçiş zaruridir. Kur’an, Hadis ve Siyer’e ahlaki, akli ilkeleri görmek, bulmak ya da çıkartmak için müracaat etmek gerekmektedir, tarihte kalmış toplumsal yapıları, olayları ve kurumları tekrarlamak için değil.

Din, tarih içinde ana ilkeleri ya da esasları belirlemiştir, bunları hatırlatan pozisyonda olmaya devam etmekle birlikte işlevini bireysel-ahlaki alanda yerine getirecek, hemen her alanda yüksek ahlaki ilkelerin belirlenmesi dışında siyasete etki etmeyeceği gibi siyasetin emrine de girmeyecektir. Bu yaklaşımın din dışılıkla uzaktan yakında alakası yoktur, dine karşı değildir, bilakis onun ilkesel yol göstericiliği ve hatırlatıcılığını kabul etmektedir.

Aydınlanmış, eğitimli bir dindarlık meydana getirmek için sekülerlik tek çıkar yol olarak görünmektedir, aksi halde insan onurunu ve onurlu yaşamın ilk şartı olan özgürlüğü tehdit eden kurumsal, baştan aşağı siyasete bulanmış din anlayışı -özellikle- ideolojik dindarların eliyle sorun yaratmaya devam edecek. Dinin bireysel-ahlaki alanda kalması, toplum ve medeniyet için elzem. İnsan faktörü söz konusu olduğu için neticede dinin amaçtan sap(tırıl)ma potansiyeline sahip olduğunu, bunun da tarih içinde sayısız faciaya yol açtığını ayrıca hatırlamak gerekiyor. Din, tarih içinde birçok kez çözülme ve değişim anları yaşadı, insanlar farklı formülasyon ve kombinasyonlarla amaçlarına uygun farklı dini yaklaşımlar geliştirdiler – insan faktörü!

Türkiye’de kelime ve kavramların ifade ettikleri mânâların hilafına ters yüz edilmesi, içlerinin boşaltılması, anlamlarının çarpıtılması, aynı şekilde tarihi olayların tahrif edilerek aktarılması sıradan bir iş. İdeolojik dindarlar, hakikat süsü verilmiş yalanlarla işlerine gelmeyen kelime ve kavramları öcü haline getirmekte, tarihi vakıaları çarpıtmakta usta. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu İngiliz tipi/İngiltere tarzı sekülerizm isterken “milli” oluyor, Durmuş Hocaoğlu -Allah rahmet eylesin- milli sekülerizm önerisinde bulununca sorun olmuyor, biz bize özgü sekülerlikten bahsedince “din dışı”, hatta “din karşıtı” oluyoruz. “Din karşıtı” – kafalarına nasıl eserse, işlerine nasıl gelirse öyle hüküm veriyorlar.

Kişilere değil de meseleye odaklanıldığı takdirde ufuk açıcı metinlere ulaşmak, tarihi ve güncel entelektüel tartışmalara vakıf olmak mümkün. Sekülerizm isteyen Aydınlanma filozoflarının önemli bir bölümü dindar kimselerdi, birçoğu din adamıydı. Aydınlanma, dinin kendisini değil kurumsal dini hedef aldı, aynı zamanda hurafeleri saf dışı edip, akılcı bir inanç var etmeyi amaçladı. 18. yüzyıldan itibaren geleneksel kurumlar tarih sahnesinden çekilirken sadece biri ayakta kaldı: Katolik Kilisesi. Bütün kurumlar süreç içinde yok olup, yerlerini yeni kurumlara bırakırken sadece Kilise’nin ayakta kalması -ya da etki alanı sınırlanarak sağ bırakılması- dahi meselenin anlaşılması için yeterli.

Dinin gücü, dünyayı açıklamasında değil anlamlandırmasındadır, din varoluşumuza anlam katar. Dinin kalbi ahlaktır, iyilik üzerine kurulu olduğu için merhamet duygusunu geliştirir, doğruluk ve dürüstlüğe teşvik eder, doğru bir yaklaşımla korku, sevgi, öfke, şehvet gibi duygularımızı yönetir ve dengeler, acı ile başa çıkmamızı sağlar, aynı zamanda toplumsal harçtır. Bunlar ideolojik dindarların nazarında önemsiz meseleler, zira siyaset ihtiva etmiyor, dinin siyasete/siyasi alana girmemesi ideolojik dindarları ekmeksiz/aç bırakacağı için sekülerizm karşıtı olmak zorundalar, zira hayatlarını kazandıkları, geçimlerini sağladıkları yer orası. Tahakküm aracı olarak kullanılmayan din, ideolojik dindarların işine yaramaz!

Müslümanlar, güç dağılımının aşağıdan yukarıya doğru seyrettiği yeni bir dünya kurmak istiyorlarsa 21. yüzyılda dini siyasete bulamak yerine -siyaset de dâhil- her alanda onun ilkesel, ahlaki yol göstericiliği ve hatırlatıcılığından istifade etmeliler.

Atilla Fikri Ergun – atillafikriergun.wordpress.com

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir