Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Mart 28, 2024

Atatürk İçin Doğru Anma Nedir?

DEVRİMLER ÇAĞI HALA DÜNYAYA BİR ŞEYLER SÖYLERKEN

Ocak Medya yazarı Veysi Dündar 10 Kasım için farklı bir konuyu gündeme getirdi. Atatürk’ün ölümü için yas tutmanın manasızlığı giderek toplumdaki yabancılaşmaya zemin yaratırken, diğer taraftan bırakın yası bu ölümü kutlamaya meyledenler de zuhur etti aradan geçen yıllarda diyen Dündar’ın işte o yazısı:

Atatürk’ün Bileği 80 Yıldır Neden Bükülemiyor?

10 Kasımlarda yas görüntülerinin gündemden çıkması son derece hayırlı oldu. 1938, 10 Kasım’ından 80 sene sonra dahi bir ölümü yas mertebesinde idrak etmek çocukça bir saflığa tabiyet manasına gelecekti. 57 yaşında vefat eden bir Ademoğluna hadi azami 40 sene daha yaşasaydı da bizi varlığı ile şenlendirseydi denir de, 40 seneden sonra buna devam etmek aklın ziyanlığı olsa gerekti.

1980 darbesinin Atatürk diye diye, Atatürk’ü bitiren bıktırıcı baskı politikaları tam da bu hesabın yapılamamasının mebzul bir misali olarak tarihte yerini aldı.

80 darbesinin muktediri Netekim Evren Paşa, bir elde Kuran diğerinde Atatürk posteri 1989’a kadar devam eden devri iktidarının, özellikle ağır zulüm içeren ilk kısmının uygulamasında formülü hep aynı tutmuş idi.

Atatürk’ün ölümü için yas tutmanın manasızlığı giderek toplumdaki yabancılaşmaya zemin yaratırken, diğer taraftan bırakın yası bu ölümü kutlamaya meyl edenler de zuhur etti aradan geçen yıllarda.

Ne yas ne de şenlik bugünün zamanının ruhuna sözcülük edemez. Yas tutanların naifliğini anlasak da, şenlik yapanların ruhuna kaçan şeytanı ifşa etmemiz icap eder.

Ölüm yıldönümünde Atatürk için doğru anma nedir öyle ise?

Atatürk’ün, Kenan Evren ve silah arkadaşlarının aşırı tüketimine rağmen ayakta kalması bir başarı idi.

Akabinde Anıtkabir’e bırakın saygı sunmayı, varlığından dahi rahatsız olan marjinalliklerin de aşılması Atatürk’te içkin olan temelin sağlamlığına delalet idi.

Kurtuluş Savaşının muzaffer komutanı sıfatıyla Atatürk’e atfolunan değer alternatif tarih yazımları ile sorgulanmaya gayret edildi. Kut’ul Amare, Çanakkale bunların bilinen misalleri idi. Bu savaşlar Kurtuluş Savaşını ikame edecek birer alternatif hikaye olarak servis edildi.

15 Temmuz’un bir milli gün olarak devlet kanallarında yılda bir değil haftada bir anıldığını da gördük.

Alternatif tarih yaratma gayreti ne denli yoğun olsa da başarısız kaldı. Peki bunun sebebi neydi? Atatürk o büyük propaganda makinasına rağmen nasıl oldu da badireleri atlattı ve 2018’in 10 Kasımında ebedi istirahatgahına kibir abidesi bir iktidarı da sıraya dizebildi?

İstanbul’un belediyesi arkaik bir yas formunda kara bir pankart ile Atatürk’ü yad etti. Peki Atatürk’ü stadlardan, alanlardan, sokaklardan silenleri dahi kendilerini yeniden sorgulamaya iten saik aslında nedir?

Atatürk; ideallerinin eser miktarını geride bıraksa da, kahir ekseriyetinin ölümünden 80 sene sonra dahi geçerliğini korumasını neye borçlu aslında?

Ben bu sorunun yanıtını 19. yüzyılın Devrimler çağının hala dünyaya bir şeyler söyleme kabiliyetinde olduğunda buluyorum.

Bazı fikirler tarihin değirmeninde her zaman değer taşır. Bu fikirler sadece dönüşür. Hiçbir zaman yok olmaz.

Devrimler çağı denilen 19. yüzyılın son çeyreği ve takip eden 20. yüzyılın ilk çeyreği herhalde ideolojilerin de en güçlü biçimde seslerini duyurduğu dönemdi.

Atatürk’ün kendi zamanının ruhunu ve moderniteye giden yolu iyi anladığına şüphe yok.

Medeniyetin 19. yüzyıl biterken o zamana kadar ürettiği bilgi ve birikimi kat be kat aşan bir seviyeye gelmesi buna uygun ve muadil fikri zemini de beraberinde getirmişti.

Pozitivizmin içerdiği tüm olumsuz çağrışımlara karşın 20. yüzyılın modernitesine uyan belki de en sağlam çerçeve olduğuna şahidiz. Atatürk’ün pozitivist dünya görüşü ona belki de bu uzun ömrü sağlayan ve her hal ve şartta göz ardı edilmeme ayrıcalığı veren en ayırıcı yönü olmalı.

Her ne kadar Akparti lideri August Comte’a dair eleştirel kelamlarda bulunsa da, “ayinesi iştir kişinin” atalar sözüne muadil biçimde en koyu pozitivisti bile kıskandıracak düzeyde pragmatik tercihleri ile kendi kendini sorgulamaktadır. (Konuya dair benzer ve detaylı saptama şu yazıda yer almaktadır.)

Sonuç olarak Atatürk, arkasında bıraktığı mirasın devrimler çağı ile mütenasip bakiyesi ile varlığını ve tazeliğini muhafazaya mazhar olabilmiştir.

Orta yolun mümkün olabilmesi onu 1938’den bugüne getirmiştir. Pozitivizmi aşamayan yakın tarih Türkiye’si 1 ileri 2 geri arkaik denenmiş totaliter rejimlere meyleden nihai performansı ile ehveni şer olarak erken dönem Cumhuriyeti dahi özenilir kılmıştır.

Atatürk ancak onun tedrisatını aldığı devrimler çağı ideolojisini aşacak bir düşünsel idealin pratiği ile aşılabilir. Atatürk’ü anmaya atfedilen önem bu durumda dahi azalmayacaktır. Çünkü nasıl ki bir bina için temel herşeydir, Devrimler çağının mirasını temsil eden Atatürk de bu temeldeki rolü ile sonsuza dek önemini muhafaza edecektir.

Denenmiş, tekrar edilmiş ve kökleri habis bir soğuk savaş dönemindeki kamplaşmalara dayanan marjinal ideallerin bunu başarma şansının olmadığı açıktır. Bunu başaracak olan yine köklerini kurucu bir ideal olan bu gelişme ve ilerleme inancına dayayan ortak akıl projeleri olacaktır.

Atatürk’ü aşmak belki de Atatürk’ü gerçek manada anlamakla eşdeğer olarak, tarihte tam da o zaman yerini almış olacaktır.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir