Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cumartesi, Nisan 20, 2024

Arabesk ve Anadolu Rock’ın Kısa Öyküsü

Arabesk ve Anadolu rock bin yıllık ses yolculuğumuzun taşıyıcı formu olan türkülerin modern zamanlardaki öyküsüdür bana göre. Ve bu öykü hiç kuşkusuz ait olduğu toplumun hikâyesini de içinde barındırmaktadır. Selçuk Küpçük yazdı.

Arabeskin kendisini varettiği 1970’li yıllar aynı zamanda Anadolu rock formunun da ortaya çıktığı zamanlardır. Senkronik biçimde ikisi de kente ait müzikal arayışlar olarak beliren bu iki türün bazı ortak noktaları söz konusu. Öncelikle iki türün müzikal formunu taşıyan temel enstrüman bağlamadır. Ve bağlama bu iki formun zorlaması neticesinde teknik gelişimini bir anda hızlandırmış, en fazla bir kahvehanede sesini (volümünü) duyurabilecek güce sahipken elektro bağlamaya dönüşerek statlara kendisini dinlettirebilecek ses genişliğine ulaşmıştır. Dolayısı ile ben elektro bağlamın elektrogitara özenilerek ortaya çıkan teknik yapısının aynı zamanda simgesel bir niteliği olduğunu da düşünmüşümdür hep. Bu simgesel taşıyıcılık temsil ettiği toplumsal katmanın da dönüşümünü karşılar adeta.

Anadolu rock ile arabeskin diğer ortak özelliği ikisinin de mekânının kent olmasıdır. Modernleşmeye bağlı biçimde kentin ürettiği yeni müzik türleri halinde beliren bu formlar doğal olarak kent insanının karşılaştığı yeni bireysel ve toplumsal sorunları içeren temalara eğilmiştir. Bir anlamda iki müzik türünün karşılaştığı mekândır kent. Arabeskin kırdan, taşradan akan toplumsal katmana ait hikâyeyi, Anadolu rockın ise kentin seçkin aile çocuklarının gittiği kolejlerden kopup gelen kuşağına ait öyküyü taşıdığını iddia edebiliriz.  Biri merkezden, diğeri çevreden birbirine doğru hareket eden bu iki türün buluştuğu ses evreni ise türküler sayesinde şekillenir. Anadolu rock türküleri, bildiği bir biçim üzerinden, Batı popu ve rock müziğinin teknik altyapısını kullanarak yorumlamaya yöneliyor. Tıpkı Bob Dylan’ın ya da Güney Amerikalı Yeni Türkü hareketinin, Victor Jara’nın, Mercedes Sosa’nın yaptığı gibi.

Bir geleneğin dönüşümü

Arabeski ise geleneksel bellekle kente getirilen türkülerin burada yaşanan yeni durumları tam anlamı ile ifade edememesi üzerine kısıtlı imkanlarını (kültürel, ekonomik, teknik) harekete geçirerek derdini anlatma çabası biçiminde değerlendirmek mümkün. O da türküleri arkasına alarak kendisini yeniden tanımlamaya, yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışmıştır. Arabeskin en simgesel eserlerinden olan Orhan Gencebay’ın “Hatasız Kul Olmaz”ı Ankara havalarının ritmik yürüyüşü olan “kostak” üzerine oturan bir kent türküsüdür mesela. Dolayısı ile Gencebay sayesinde geleneğin dönüşümüne şahitlik ederiz.

Anadolu rock ve arabesk için, geleneksel kalıplara muhafazakâr bir psikolojiyle kapanan klasikçilerin (Türk ve Batı) başaramadığı bir şeyi yapmaya yönelerek adeta donmuş olan ve çağın ruhunu taşıyamayan Türk müziğinin gecikmiş modernleşme sürecinin kapılarını açmışlar ve oradan çok dinamik iki müzik türü halinde eş zamanlı olarak çıkmışlardır değerlendirmesinde bulunmak mümkün. Bu Orhan Gencebay’ın adına “serbest çalışmalar”, Cem Karaca’nın “ulusal Türk müziği” dediği formdur bir bakıma. Türk Beşleridâhil,  devletin bütün imkanlarını arkasına alarak (mekan, maaş, bürokrasi, TRT) zamandan, sosyolojiden, toplumun ihtiyaçlarından ve duygu haritasından kopuk ve ayağı yerlere basmayan işler yapan Batıcısı, yerlisi ile “uğultu koroları”nın ortaya koyamadığı bir süreci işleterek sokaktaki insan ile müziği buluşturmuşlar, dönüp durmakta olan dünyanın sesini yakalamışlardır da diyebiliriz.

Gazinolar yerli müziğin mekânlarıydı

Anadolu rock türünün bir müddet sonra oluşan toplumsal ilgi ile beraber gazinolarda sahne almaya başlamasıda ilginçtir. Oysa gazinolar temelde yerli müziğin mekânları idi. Ancak 70’lerde Cem Karaca’nın mesela gazinolarda kendi türünü icra etmeye başladığını fark ederiz ki, arabeskin belirleyici olduğu o ortamın ruhuna eklemlenmekte hiç zorluk çekmez Anadolu rock. Dolayısı ile meşhur Lalezar Gazinosu’nda Türk müziği söyleyen Zeki Müren, Cem Karaca ve Kardaşlar grubunun aynı sahneyi paylaştığını, aynı dinleyici profiline hatip ettiklerini görürüz.

1970’lerde ayrıca TRT kurumunun kendisine yayınlanmak üzere getirilen müzikleri denetlemek gibi bir görevi(!) vardır. Bununla ilgili türleri kapsayan maaşlı kurulları söz konusu. Günümüzden geriye doğru bakınca çok komik gözüküyor ama öyle. Tabii o yıllarda topluma ve geniş kitlelere ulaşmanın tek yolu TRT, çünkü başka bir kanal yok. Yaptığınız her yeni eseri duyurmak istiyorsanız en etkili yöntem bu. Ancak orada da denetleme kurullarının saçma sapan engelleri ile karşılaşıyorsunuz. “Bu eserde bağlama niye kullandın” gibi garip soruların sorulduğu anakronik bir kurul işte. Hem bütünüyle arabesk hem Anadolu rock (bazı eserleri açısından) 1970’lerde bu kurulun gazabına uğramış iki dinamik müzik türü olarak toplumla buluşma imkanları kısıtlanmıştır. Ancak sosyolojik karşılığı hızla büyüyen bu iki türün devletin bütün görmezden gelme çabalarına karşın milyonlara ulaşan plak ve kaset rakamlarıyla ülkeyi edata avucunun içene aldığını söyleyebiliriz.

Anadolu rock formunun “babası”

Devletin teknik imkânlarının (stüdyo, kayıt, sahne) dışında sivil alanın ürettiği alternatifleri kullanan arabesk ve Anadolu rockUnkapanı’ndaki İMÇ’de kendisine mahsus özel bir mekân elde etti. Unkapanı 1970’lerden 2000’lere kadar Türkiye’de müzik üretiminin kalbinin attığı ana mekân olarak büyük hizmetler vermiş, yeni ve özgürlükçü arayışların adresi olmuştur tartışmasız şekilde. İki müzik türünün bütün yapımcı firmaları burada ortaya çıkan şirketler olarak sadece arabeske ve Anadolu rock’a değil, zamanın ihtiyaçlarına göre poptan, alternatif her türlü çalışmaya kadar müziğin ana arterini meydana getirmiştir.

Anadolu rock formunun “babası” Erkin Koray ve arabeskin “babası” Orhan Gencebay bu iki türün bir aradalığını temsil eden iki etkin figür bana göre. Birbirlerinin plak ve kaset kayıtlarında Gencebay bağlama, Koray elektrogitar çalarak adeta anlatmaya çalıştığımız öykünün ortak fotoğrafını vermişlerdir. 12 Eylül 1980 darbesi sonucu 70’lerdeki politik dili dolayısı ile Anadolu rock’ın yaşama alanı kalmadı maalesef. Ama arabesk, yolculuğunu hiç durmadan ve gelişerek sürdürdü. Her iki müzik türü de birbirinin özgün arayışından epeyce beslenerek dünya müziğinin geldiği teknik imkanları takip etmişler, oradan devraldıkları imkanları kendi formlarına dönüştürmüşler ve stüdyo enstrümanı ihtiyacını karşılayan sayısız önemli icracıyı tetikleyerek müziğimizin gelişimine büyük katkı sunmuşlardır.

Arabesk ve Anadolu rock bin yıllık ses yolculuğumuzun taşıyıcı formu olan türkülerin modern zamanlardaki öyküsüdür bana göre. Ve bu öykü hiç kuşkusuz ait olduğu toplumun hikâyesini de içinde barındırmaktadır.

Selçuk Küpçük

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir