Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Mart 28, 2024

Türkiye-Almanya İlişkileri: İşbirliği ve Derinlik Arayışı

Son demlerde diplomatik ilişki ve temaslarda olumlu bir ivme yakalanmışken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in davetine icabetle Eylül ayı sonunda bu ülkeye gerçekleştirdiği ziyareti büyük bir önem teşkil ediyor. Her iki ülke için son zamanlarda küresel ve bölgesel ölçekte yaşanan gelişmelerin sunduğu işbirliği ve ilişkileri, tarihsel dinamiğin ruhuna uygun olarak yeniden düzenleme fırsatı doğurduğu açık.

Türkiye-Almanya ilişkilerinin tarihsel bir derinlik barındırdığı gerçeğinden hareketle bu tarihsel derinliği 18. yüzyıla kadar, Osmanlı Devleti ile Prusya Krallığı arasında imzalanan barış ve dostluk anlaşmasına kadar götürmek mümkün. Bu tarihten sonra seyreden süreçte de iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişerek ve hatta zaman zaman da müttefiklik bağları doğurarak devam ettiği; askeri, sanayi, ekonomi, eğitim ve ulaşım gibi çok çeşitli ve geniş bir yelpazeye yayılarak sürdüğü görülmüştür. Dolayısıyla Almanya ile köklü bir geçmişe sahip olduğunu gördüğümüz Türkiye’nin, söz konusu ülke ile ilişkilerinin çok yönlü bir yönelim muhteva ettiğini söylemek hatalı bir yorum olmayacaktır. Buna rağmen yakın dönemde iki ülke ilişkilerinde görülen gerilimlerin varlığı da göz ardı edilemeyecek bir boyut kazanmıştır. Zira söz konusu gerilime yol açan faktörler iki ülke ilişkilerini yoğun bir şekilde zehirleyebilme potansiyeli doğurmuştur.

FETÖ, PKK, PYD…

İki ülke ilişkilerini zehirleyerek, gerilimlere yol açan unsurların başında, terörle mücadele konusu gelmektedir. Almanya’nın bu konudaki tavır ve yaklaşımının, Türkiye’nin beklentilerini karşılamaktan öte, bu beklentilerinin altında kaldığını belirtmek mümkündür. Almanya, 15 Temmuz 2016’da Türkiye’nin seçilmiş, meşru cumhurbaşkanını, hükümetini ve demokrasisini hedef alarak; yüzlerce vatandaşının canına kast eden, binlercesini yaralayan; demokrasinin kalbi, millet iradesinin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bombalayan hain örgütü, FETÖ’yü, bir terör örgütü olarak kabul etmemekte; resmi belgelerde bu eli kanlı örgüt, “Gülen Hareketi” olarak adlandırılmaktadır.

Ayrıca Almanya’nın, 15 Temmuz’daki hain girişimi kınamanın ötesinde bir adım atmadığı; Türkiye’nin, FETÖ elebaşlarına yönelik malvarlıklarının dondurulması ve iade taleplerine de olumlu bir yanıt vermediği görülmektedir. Darbenin suç olduğu, Almanya Anayasası’na göre son derece net olmasına rağmen bu suça iştirak edenlerin Almanya’ya yaptıkları iltica başvurularının kabul edilmesi, Almanya’yı adeta darbeciler nezdinde bir sığınak haline getirirken; Türk insanının ve Türkiye’nin, Almanya’ya duyduğu güveni de ziyadesiyle zedelemiştir. Türkiye ve Almanya ilişkilerinde benzer bir durum, PKK konusunda da yaşanmaktadır. 1993 yılından beri Almanya’da terör örgütü olarak yasaklanan ve faaliyet yasağı kapsamına alınmasına rağmen PKK terör örgütü; propagandadan eleman devşirmeye, lojistikten maliyeye kadar birçok faaliyetini Almanya’da sürdürme olanağı bulabilmektedir. Bu doğrultuda Almanya, bu terör örgütünün Avrupa’daki en büyük finans merkezi konumunda olurken; PKK 2017-2018 döneminde Almanya’da, 15 milyon Euro’luk bir meblağ toplayabilmiştir. Örgüte müzahir sivil toplum kuruluşu görünümünde olan çeşitli adlardaki yapıların da Almanya’da varlığını sürdürdüğü gerçeği söz konusudur. Oysa terör örgütünün, Almanya’daki varlığının hem buradaki Türk vatandaşlarını hem de Almanya’nın barış ve huzur ortamını hedef aldığı ve bu doğrultuda önemli güvenlik sorunsallarını doğurduğu görülmektedir. Bu bağlamda sadece Zeytin Dalı Harekâtı sürecinde terör örgütü destekçilerince Almanya’da yapılan 98 saldırının 46’sı Türk vatandaş, kurum, işletme ve camilerini hedef alırken; 52’si de Alman şirketlerini, hükümet partilerinin bürolarını ve kurumlarını hedef almıştır.

Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın İstihbarat Raporu

Terör örgütünün Almanya için oluşturduğu tehlikenin boyutu bizzat Alman makamlarınca hazırlanan raporlara da yansımış durumda. Bu kapsamda Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın (BfV) 2017 yılı istihbarat raporuna göre, 2016 yılında 14 bin olan PKK terör örgütü yandaş sayısının, geçen yıl 500 kişi aratarak 14 bin 500’e yükseldiği ifade edilirken PKK’nın,  Almanya’daki üye sayısı ve güç anlamında en büyük yabancı terör örgütü olmaya devam ettiği de özellikle vurgulanmıştır.

Keza Terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD/YPG’nin Berlin’de 2016 yılı Mayıs ayında açılan ofisi de çalışmalarını hâlâ devam ettirirken; 2017 yılı Nisan ayında Almanya basınında çıkan bir röportajda PYD’nin, Almanya temsilcisi ile yapılan görüşmeye yer verilerek, sözde temsilciden “de facto büyükelçi” olarak bahsedilmesi de gözlerden kaçmamıştır. Üstelik tüm bunlar büyük bir çelişkiyle yaşanmıştır ki; Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın 8 Şubat 2018 tarihli bir değerlendirmesinde PYD/YPG, PKK’nın kardeş örgütü olarak nitelendirilmiştir.

Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan Karşıtlığı

İki ülke ilişkilerinde gerilimlere yol açan bir başka unsur da doğrudan insan unsuru ile alakalı olmuştur. Yaklaşık 1,5 milyonu Almanya vatandaşlığı almış toplamda 3,5 milyona yakın Almanya’daki Türk toplumu, bu ülkedeki uzunca süreli varlığına rağmen ırkçı, ayrımcı ve İslam düşmanı eylemlere giderek artar bir şekilde maruz kalmıştır.

Dahası Avrupa’nın ve AB’nin üzerinde yükseldiği tüm ortak iyi ve evrensel değerleri çiğnercesine yükselen aşırı sağ ve yabancı karşıtlığı, çeşitli oluşumlarını da hızla ortaya çıkartmış, PEGİDA gibi yapılar toplumda karşılık bulurken; sadece Almanya’da değil birçok Avrupa parlamentosunda aşırı sağcı partiler dikkat çeker bir oranda temsil oranı yakalamıştır.

Kaldı ki Almanya İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan bir açıklamada sadece 2017 yılında kayıtlara geçen en az 950 İslam karşıtı saldırı vuku bulmuştur. Almanya’daki ırkçı ve ayrımcı yaklaşımların Türk toplumu söz konusu olduğunda Türkiye ve daha da ilerisinde Recep Tayyip Erdoğan karşıtı bir hal aldığı görülmektedir.

Son olarak Mesut Özil’in Londra’da İlkay Gündoğan ve Cenk Tosun ile birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edildiği sırada çekilmiş olduğu bir fotoğraf karesi üzerinden hedef tahtasına konması bu durumun son örneği olmuştur.

Mesut Özil’in bu süreçte dile getirdiği, “Kazandığımız zaman Alman’ım fakat kaybettiğimizdeyse göçmen oluyorum” ifadesinin, Almanya’nın bazı realiteleri yeniden kritik edip anlamlandırması ve bu kapsamda da sağlıklı bir yaklaşım edinmesi açısından önemli olduğunu belirtmek gerekiyor.

Çifte Standart

Terörist gruplara eylem yapma hakkı sağlanırken, Türk bakanların Almanya’da miting yapmalarının engellenmesi, Haziran 2016’da Alman Meclisi’nce sözde Ermeni Soykırımı’na dair kararın alınması, Almanya’dan Türkiye’nin AB üyeliğine karşı son derece sert söylemlerin gelmesi, Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’nin (DİTİB) ve burada görevli din görevlilerimizin 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında Almanya’daki FETÖ unsurlarının dezenformasyon ve asılsız iddiaları ile hedef haline getirtilmesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açıkça hakaret eden karikatür ve çizimlerin ifade özgürlüğü iddiasıyla savunulması ve sonrasında bu suçların anayasadan çıkarılması ile Türkiye’de casusluk suçu kapsamında bazı Alman vatandaşlarının tutuklanması gibi durumlar da iki ülke ilişkilerinin gerilmesine yol açmıştır.

Türkiye-Almanya İlişkilerinde Medya Faktörü

Yaşanan tüm bu olumsuz gelişmelerin Alman medyasında katı bir Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden ele alınıp çarpıtılarak değerlendirilmesi ve kitlelere bu şekilde sunulması da gerek ülkeler gerekse toplumlar nezdinde gerginliğe yol açmış ve en başta iki ülke ilişkilerinin en çok ihtiyaç duyduğu şeyi “karşılıklı güveni” baltalayarak, ilişkileri daha da zehirlemiştir. Bu tutum zaman zaman bazı Alman medya organlarınca bir adım daha öteye götürülerek Türkiye’deki siyasete müdahil olma, Türkiye’deki iç siyaseti yönlendirme noktasına kadar da ulaşmıştır.
Nitekim bu doğrultuda Türkiye’deki 16 Nisan Referandumu için kimi Alman siyasiler açıktan ‘HAYIR’ çağrısı yaparken; bazı Alman yayın organları da açıkça ‘HAYIR’ propagandası yapmıştır. Dahası bu tablo karşısında aşırı uç olarak nitelendirilen Türkiye’deki bazı medya organları da basın dilini Almanya’da sunulan bu içerikler üzerinden kurgulayarak; alenen bir iktidar düşmanlığına evrilmiş ve Almanya’da bu tarz radikal ve uç unsurların/yayınların dayanağı haline getirilmiştir.

Bu süreçte Türkiye cenahından Alman ve Avrupalı muhataplarına ilişkileri Türkiye karşıtı ve aşırıcı unsurların zehirlemesine izin vermemeleri noktasında uyarılar gelirken; zaman zaman sert ifade ve açıklamalarda olmuştur. Ancak belirtmek gerekir ki bu açıklama ve ifadeler Almanya’dan gelen arzu edilmeyen tutum, açıklama ve yayınlara karşı doğal bir savunma ve bir bakıma kısas amaçlı olmuştur.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya Ziyareti

Bugün yaşanan ve gelinen nokta itibarıyla ABD’nin vergi kararları ve ticaret uygulamalarından Suriye konusuna; küresel ve bölgesel çapta yaşanan gelişmeler, krizler ve meydan okumalar açıktır ki Türkiye ve Almanya’yı ikili ilişkileri sorunlara boğdurmak yerine iş birlikleri geliştirme ve diyaloğu arttırma bakımından cesaretlendirmekte; taraflara bu minvalde önemli fırsatlar sunmaktadır.

Bu kapsamda son demlerde diplomatik ilişki ve temaslarda olumlu bir ivme yakalanmışken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in davetine icabetle Eylül ayı sonunda bu ülkeye gerçekleştirdiği ziyareti büyük bir önem teşkil ediyor. Her iki ülke için son zamanlarda küresel ve bölgesel ölçekte yaşanan gelişmelerin sunduğu işbirliği ve ilişkileri, tarihsel dinamiğin ruhuna uygun olarak yeniden düzenleme fırsatı doğurduğu açık. Ancak bunun için bölgesel istikrarın iki temel ülkesi olan her iki devletin de tüm samimiyetini ve iradesini ortaya koyması gerektiğinin hatırlatmakta fayda var.

Gelecek Nesillere Örnek Görünür Adımlar Atılmalı

Bu doğrultuda diplomatik ve siyasal alanda atılan/atılacak adımların medyada ve medya dilinde de sorumlu bir anlayış kapsamında kendisine yer etmesinin hem toplumlar nezdinde büyük yara alan ilişkilere dair kamuoyu algısının düzeltilmesi hem de Almanya ve Türkiye’nin gelecek nesillere değerli bir dostluk ve işbirliği örneği bırakmak amacıyla attığı/atacağı adımların görünürlüğü açısından önemli olacağı değerlendirmesini yapmak mümkündür. Bunun için de Almanya ve Türkiye’den gelen tüm iyi niyetli çaba ve açıklamaları göz ardı edip, anlamsızlaştıran ve bir nefret dili ve söyleminin türlü çarpıtmalarla hâkim olduğu bazı Alman medya organlarının bir an önce sorumlu bir medya anlayışına bürünmesinin yanında Türkiye ile herhangi bir bağı ya da alakası olmayan veyahut Türkiye karşıtlığı herkesçe malum olan isimlerin Alman TV ve yayın organlarında tartışma programları adı altında Türkiye’yi karalamalarına izin verilmesinin önüne geçilmesi kayda değer bir gelişme olacaktır.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir