Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Çarşamba, Nisan 24, 2024

Thatcher Neden Başını Örttü?

Kaşıkçı cinayeti gündemin ilk sıralarını işgal etmeye devam ediyor. Usta gazeteci Murat Bardakçı Habertürk’deki köşesinde konuyla ilgili hatırlanması gereken bir ayrıntıyı paylaştı. Bardakçı yazısında muhafazakarlığı ile bilinen eski İngiltere başbakanlarından Margaret Thatcher’ın (nam-ı diğer demir Leydi) neden başörtüsü takmak zorunda kaldığını açıklarken bu olayın Kaşıkçı cinayetini hatırlatan yönünü de ifşa etti.

“Suudiler konsoloslukta bu işi hangi cesaretle yapabildiler?” diye hiç şaşırmayalım, zira kendi torununu bile gözlerini kırpmadan katlettirenler daha neler yapmazlar! diyen Bardakçı’nın işte o yazısı:

“Kaşıkçı cinayetinden hayretteyiz ama torunu olan 19 yaşındaki kızı bile öldürtenlerle karşı karşıyayız! Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki konsoloslukta katledilmesinin tüyler ürperten ayrıntıları yavaş yavaş ortaya çıkıyor ve “Adamlar böyle bir cinayeti işlemeye nasıl cüret edebilirler?” deyip şaşırıyoruz…

Hayrete düşmemizin sebebi, Suudi Arabistan’ın hâkimi Suud Hanedanı’nın geçmişte de bu şekilde küstahça teşebbüslerde bulunduğunu, hatta aile mensubu olan 19 yaşındaki bir kadını bile gözlerini kırpmadan öldürdüklerini bilmememiz…

Size, Suudi prenslerin geçmişte azmettirdikleri bu cinayetlerden birini, Prenses Mişaal binti Fahd bin Muhammed el-Saud’un 1979’da katledilmesini anlatayım…

Mişaal, Suudi Arabistan’ın kurucusu Kral Abdülaziz’in büyük oğlu Muhammed’in oğullarından Fahd’ın kızıydı. Dedesi olan Prens Muhammed, Kral Abdülâziz’in hayattaki en büyük oğullarından olmasına rağmen aile konseyi taht ile bağdaşmayacak bir hayat sürdüğü ve alkole de fazla düşkün olduğu için kral olmasını istememişti ve tahtta küçük kardeşlerden biri, Halid vardı…

1958’de doğan Mişal, ailesine iyi bir eğitim görmek istediğini söyleyince Beyrut’a gönderildi, oradaki Amerikan Üniversitesi’ne kaydettirildi ve kalması için sahilde küçük bir villa kiralandı. Genç prensese Suudiler’in Lübnan Büyükelçisi Ali Hasan el-Şair göz-kulak oluyordu. Sık sık elçiliğe davet ediyor, ihtiyaçlarını soruyor, yemeğe alıkoyuyor, sonra şoförüyle villasına gönderiyordu…

Facia Beyrut’ta başladı…

Büyükelçinin Beyrut’ta yaşayan bir de kuzeni vardı: Halid… Mişaal ile Halid zamanla birbirlerine içten içe, hoş bir şeyler hissetmeye başladılar.

Günün birinde, Mişaal’a Riyad’dan bir telefon geldi. Arayan, büyükbabası Prens Muhammed idi. “Hemen buraya, Riyad’a gel!” buyurdu. Memleketine giden Mişaal babası yaşında zengin bir Suudi ile haberi bile olmadan nişanlandığını, nikâhının da kıyılmak üzere olduğunu öğrendi ama Suudi kadınlarında o senelerde hiç rastlanmayacak bir cesaret gösterip “Hayır!” dedi. Başkasını sevdiğini ve onunla evleneceğini söyledi, sonra da büyükbabasının huzurundan kapıyı vurup çıktı!

O sırada Halid de Riyad’daydı… O gece beraberce Cidde’ye kaçtılar ve Mişaal’in yıllar önce bağlandığı bir şeyhin evine gittiler. Genç prenses yalvardı, yakardı ve şehi Halid ile nikâhını kıymaya ikna etti…

Artık karı-koca olmuşlardı ama büyükbabanın varlığı tepelerinde kılıç gibi sallanıyordu… Gerdeğe bile giremeden kaçış plânı yaptılar. Mişaal saçlarını kestirip erkek kılığına girdi ve Cidde’nin dışındaki bir otele iki yabancı gibi yerleştiler. İki Ermeni hostesle anlaşmışlardı; ertesi bu hosteslerin yardımı ile ve başka kimliklerle havaalanına gidip hürriyete uçacaklardı…

Sabah otelden dışarıya adımlarını attıkları anda, karşılarında büyükbabanın silâhlı adamlarını buldular… Hostesler hemen orada öldürüldü ama Mişaal ile Halid havaalanına gitmeyi başardı; hattâ uçağa da bindiler ve motorlar tam çalışacağı sırada içeriye dedesinin adamları doluştu… Çığlık çığlığa haykıran çifti diğer yolcuların hayretten açılmış gözleri önünde uçaktan sürükleyerek indirdiler.

Mişaal ile Halid, Mişaal’in büyükbabası Prens Muhammed’in o zamana kadar bir dediğini iki etmemiş kadılardan birinin huzuruna götürüldü. Prens de oradaydı ve torununun yüzüne bir defa olsun bakmadı, sadece “Bunlar zina etiler. Şeriata göre ölmeleri gerekir!” dedi.

Kadı, senelerdir bir dediğini iki etmediği Prens Muhammed’e ilk defa o gün karşı çıktı; “Evlenmişler, ortada zina falan yok, dolayısı ile suçlu değiller” cevabını verdi.

Ama büyükbaba inat etmişti ve torunuyla damadının kellelerini istiyordu! Kral olamamasına rağmen Suud hanedanının en büyük prensi ve ailenin de reisi idi. Gözünü bile kırpmadı, aile reisi olarak “Her ikisi de ölecek” buyurdu.

Oysa nikâh aile büyüklerinden izin almadan kıyılmış bile olsa hiçbir hukuk sisteminde suç sayılamazdı ve Suud Ailesi’nin en büyüğünün emrinin yerine getirilmesi de şarttı!

Prens’in verdiği keyfî ceza, 15 Temmuz 1977’de Cidde’de infaz edildi ama infazdan önce gençlerin canlarının ne şekilde alınacağı tartışması çıktı. Mişaal, şeriata göre suçlu olmadığı için taşlanamazdı; üstelik devletin resmi cellâdına da teslim edilmesi mümkün değildi, zira kararı mahkeme değil, ailenin büyüğü vermişti.

Çözümü namluda buldular, Mişaal ile Halid bir otoparka götürüldü ve prensesin ensesine tek bir kurşun sıkıldı!

Sonra sıra Halid’ye geldi…

Karısının gözlerinin önünde katledildiğini görmüştü, artık kendinde değildi ve kılıcın ense köküne indiğinin farkına bile varmadı!

Thatcher başını örtüp gitti!

Derken aradan üç sene geçti ve İngilizler, gazeteci Anthony Thomas’ın bu cinayetler konusunda yaptığı araştırmaları bir TV belgeseli hâline getirdiler. “Prenses’in Ölümü” isimli belgesel 9 Aralık 1980 akşamı bir İngiliz kanalında yayınlanınca Suudiler kıyameti kopardılar, İngiliz Büyükelçisi zamanın hükümdarı Kral Halid’n emri ile hemen sınır dışı edildi. Kral’ın filmin oynatılmaması karşılığında yapımcı şirkete 11 milyon dolar rüşvet teklif ettiğinin duyulması üzerine ortalık daha da karıştı ve Suudi Arabistan, İngiliz mallarını boykot kararı verdi! Ticari anlaşmalar ardarda iptal edildi, ihaleler askıya alındı. Hatta, belgeselin yapımında ortak olan Amerikan şirketi bile özür dilemek zorunda kaldı; Suudi Arabistan’da yatırımları olan petrol devi Mobil bile New York Times Gazetesi’ne tam sayda ilân vererek belgeselin Suudi, Arabistan ile mevcut ilişkileri bozacağını söylemek zorunda kaldı…

Krizi çözmek, birkaç ay sonra İngiliz Başbakanı Margareth Thatcher’e düştü. Thatcher, işadamlarından gelen baskılar üzerine başına ince bir tül sarıp Cidde’ye gitti, Kral’dan bir çeşit özür diledi ve yatırımları bu sayede kurtarabildi.

Prenses Mişaal’in ıstırap dolu hayat işte böyle noktalandı… Dolayısı ile “Suudiler konsoloslukta bu işi hangi cesaretle yapabildiler?” diye hiç şaşırmayalım, zira kendi torununu bile gözlerini kırpmadan katlettirenler daha neler yapmazlar!”

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir