Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cumartesi, Nisan 20, 2024

Kaşıkçı’dan Geriye Kalanlar

MUSTAFA ÖZCAN YAZDI

Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’nda planlı ve önceden tasarlanarak hunharca öldürülmesi, Körfez’deki kötü enerji birikiminin habercisidir. Bu işi kanlarında komitacılık olan Kuveytli düşünür Abdullah Fehd Nefisi’nin ifadesiyle yaşlı ve yorulmuş kuşağın çekilmesinin ardından yerine gelen ‘gılman’ tabir edilen üçüncü kuşak İttihatçıların veya Körfez İttihatçıların marifeti olduğunu söyleyebiliriz. Gerçi Nefisi dünyanın neden bu kadar Kaşıkçı cinayetine dikkat kesildiği, ilgili olduğu halde Myanmar’a ilgisiz olduğunu da soruyor. Yeni dönemde Genç Türklerin yerini genç Araplar (gılman) almış bulunuyor.

Nitekim Muhammed Haseneyn Heykel ‘Öfkenin Sonbaharı’adlı eserinde 1952 yılında Hür Subaylar darbesiyle birlikte Mısır merkezli bu tarz bir İttihatçı zümrenin, Arap kuşağının iktidara geldiğini ifade etmiştir. Hür Subaylar olarak anılan çetenin başına General Necip getirilmişse de gençler onun akil ve dengeli tutumlarından hoşlanmamışlardır. Bu nedenle de 2 yıl sonra (1954) Muhammed Necip’i azlederek ondan ve akil tutumlarından kurtulmuşlar yollarına rehbersiz ve körlemesine bir şekilde devam etmişlerdir. Zira Muhammed Necip, darbeci subayları kışlalarına çekilmeye davet ediyor ve sivillerin seçimlerle yeniden iktidara gelmelerinin önünün açılması için çabalıyordu.

Bu gayret ve çaba, devrim meşruiyeti adına iktidarı ilelebet ellerinde tutmayı tasarlayan genç subayların (Hür Subaylar) hoşuna gitmez ve Muhammed Necip’i başlarından atarlar. Ardından sadece Mısır değil bütün bölge tepetaklak olur, felaketlere maruz kalır. Enver Sedat Muhammed Haseneyn Heykel’in bu tespitini yazdığı otobiyografisi veya hatıratı ‘El Bahsu ani’z zat/Kendimden Bahis’ adlı eserinde teyit ve tevsik eder, belgelendirir. Sedat’ın da belirttiği gibi onları doktrinel anlamda eğiten eski İstanbul İttihatçılarından Aziz Ali Mısri Paşa’dır. Osmanlı saltanatının yıkılmasının ardından soluğu Arap diyarında alan isimlerden birisidir. İkinci kuşak İttihatçılık, Mısır merkezli olarak başlamış ve ABD, bu zümrenin eski rejime yönelik darbeler ve darbeciler kuşağını desteklemiştir.

Körfez’de Genç Arap kuşağın yani gılmanların yükselişiyle birlikte üçüncü İttihatçı kuşağı da zuhur edip, tarih sahnesinde yerini almıştır. Bu yeni kuşak gılmanların veya genç Arapların sahne alması, Arap Baharı ertesine rastlamıştır. 2011 yılında başlayan ve yaşlı Arap kuşağını silkeleyen Arap Baharı’nın ardından 2013 yılı darbelere sahne olmuştur. Bunun akabinde bilhassa Suudi Arabistan’da yaşlı kuşağın irtihali ve köşesine çekilmesi ile genç Araplar öne fırlamış, sahneye çıkmıştır.

“Benim Ülkemde Olanları Yansıtmaktadır”

Sağduyudan yoksun olan bu yeni kuşak, inanılmaz olaylara imza attı. Bunlardan en sonuncusu, Türkiye’nin tarassuduna takılan Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’da hunharca öldürülmesi olmuştur. Bununla birlikte genç Arap kuşağının irtikâp ettiği sakarlık veya hamakatların çetelesi oldukça kabarık bulunuyor. Bu cümleden olmak üzere yeni gılmanların veya kuşağının efendisi Muhammed Bin Selman, 2015 yılında Savunma Bakanı sıfatıyla ve ikinci veliaht olarak Yemen’e askeri müdahale emrini veriyor.

Bu, başlangıçta Husi karşıtı Yemenliler tarafından hoş karşılansa bile akabinde birçok yanlış uygulamanın üst üste gelmesiyle birlikte desteğini kaybetmiş, bu süreçte Yemen meselesi bataklığa dönüşmüş ve İran’dan sonra başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez askeri müdahale gücü de sorunun parçası haline gelmiştir. İşgalci sıfatıyla anılmaya başlanmıştır.

Nitekim Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen’de birçok suikasta imza atmış ve çok sayıda imam, davetçi gibi kritik pozisyondaki insanları veya kanaat önderlerini ortadan kaldırmış, suikastla susturmuştur. BAE’nin bu suretle İhvan yanlısı 38 kişiyi suikastla ortadan kaldırdığı kayıtlara geçmiştir. Bunun üzerine Tevekkül Kerman gibi Yemenliler, bu müdahalenin karşısına geçmişler ve açıktan bunu işgal olarak nitelendirmişlerdir.

Tevekkül Kerman manidar bir biçimde şöyle diyecektir: What happened to Jamal reflects what is happening in my country. Bu cümle kesinlikle anahtar bir cümle ve şu anlama gelmektedir: Cemal Kaşıkçı’nın başına ne geldiyse ve ona ne yapıldıysa benim ülkemde olanları yansıtmaktadır. Cemal Kaşıkçı’nın, civa olarak tasvir ettiği görevden alınan Muhammed Bin Selman’ın danışmanı Suud Kahtani’nin infaz edileceklere dair bir kara liste hazırladığı belirtiliyor. Bununla birlikte attığı bir tweetinde kesinlikle izinsiz ve başına buyruk işlere kalkışmadığını yazmakta idi. Beşşar Esad da geçmişte Lübnan’da birçok siyasetçi ve milletvekilini kara listesine almış ve onları kademeli bir biçimde ortadan kaldırmıştı.

Bu nedenle de Cemal Kaşıkçı bir kan bedeli ödedi ama geride kalan birçok muhalifi de kurtardı. Mısırlı muhaliflerden Kutb el Arabi de esasında Cemal Kaşıkçı suikastının başarısız olmasının benzeri planları suya düşürdüğünü, akamete uğrattığını ifade etmektedir. Mısır, Bahreyn, BAE ile Suudi Arabistan’ın muhalifler konusunda üç aşamalı bir plan güttüklerini ama bu planının Cemal Kaşıkçı suikastıyla birlikte suya düştüğünü ve işlerlik kazanamadığını söylüyor. Bunlardan ilki Cemal Kaşıkçı gibi gönüllü sürgünde olan muhalifleri ikna ederek ülkelerine geri dönmelerini sağlamak. İkinci aşama ise muhaliflerin direnmeleri halinde onları uyuşturarak diplomatik kargo içinde zorla ülkeye dönmelerini temin etmek. Üçüncüsü ise bu iki aşamanın başarısız olması halinde bulundukları ülkelerde infaz edilmeleri, suikastlarla ortadan kaldırılmaları. Cemal Kaşıkçı cinayetinin akisleri ise bu planların rafa kaldırılmasını sağlamıştır. Nitekim Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil Cübeyr dolaylı olarak bu vakadan ders aldıklarını ve benzeri olayların bir daha tekerrür etmeyeceğine dair kendince güvence vermiştir.

Bu pervasızlık ve sorumsuzluk sürecinin sonu Cemal Kaşıkçı cinayetiyle neticelenmiş ve Suudi Arabistan, modern tarihinde en büyük siyasi bir kriz ve vartayla karşı karşıya kalmıştır. Mekke eski Emiri Halit Bin Faysal yine Enerji Bakanı Halit Falih gibilerin itirafıyla bu kriz belki de ülkenin tanıdığı ve yaşadığı en geniş kapsamlı ve en tehlikeli kriz olmaya adaydır. Bunun sonucunda Muhammed Bin Selman’ın yeri sarsılırken Suudi Arabistan’ın geleceği de bahis konusu haline gelmiştir.

Yemen meselesini hazmedemeden ve bataklığa saplanmış halde iken 5 Mayıs 2017 tarihinde dört ülke; BAE, Bahreyn, Mısır ile Suudi Arabistan Katar’a yönelik olarak bir abluka kararı aldılar. Türkiye ile İran gibi ülkelerin arka çıkması ve desteğiyle birlikte Katar, bu ablukayı hafif sıyrık, hasarlarla atlatmış veya atlatma sürecini geçirmektedir.

Başkent Riyad’da Ritz Carlton meselesi ise skandal boyutuna ulaşmış ve Velit Bin Tellal gibi nice prensler burada gözaltına alınarak servetlerinin bir kısmından feragat etmeleri istenmiş ve sağlanmıştır. Burada ağırlananlardan birisi de Lübnan Başbakanı Saad Hariri olmuş ve Cemal Kaşıkçı’yı infaz timine Mahir Abdulaziz Mitrip gibilerini katan Kraliyet Divanı eski Danışmanı ve trol ordusunun başı Suud Kahtani tarafından kötü muameleye maruz kalmıştı.

Bunların dışındaki skandallardan birisi de Kanada ve Almanya ile sürtüşmeleridir. Kanada ile ilişkiler askıya alınmış ve Almanya’dan da Prens Halit Bin Bender geri çekilmiştir. Bir kriz yatışmadan diğerine geçen Suudi Arabistan’ın genç yönetimi, Cemal Kaşıkçı olayıyla birlikte baltayı taşa vurmuş oldu. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Cübeyr örtülü bir mesajla bundan böyle bu tür vakaların tekerrür etmeyeceğine dair güvence veriyor. Bununla birlikte bu güvence post-mortem yani iş işten geçtikten sonra bir güvence olma kabilindendir.

Muhammed Bin Selman ve genç ekibi İstanbul’da suçüstü bir şekilde kriminal radara yakalanmışlardır. Hazreti Ömer’e gelen bir suçlu ona Allah’ın rauf ve rahim ismiyle muamele edilmesini ister. Hazreti Ömer’in buna cevabı şu olur: Sen Allah’ın rauf ve rahim gibi isimlerini aşarak adl ismine dayanmış ve radarına yakalanmışsın. Bundan sonra iflah olmazsın ve cezan neyse çekeceksin.

Belki de Muhammed bin Selman’ın günah galerisine ilave edilmesi gereken hususlardan birisi de İsrail ile birlikte Filistin davasının tasfiyesine giden, amaçlayan ‘Yüzyılın Pazarlığı’ meselesine ortak olmasıdır.

Büyük Hayal Kırıklığı

Arap Baharı’nın ardından uzun süre Batı’da, İngiltere’de göz doktorluğu eğitimi almış kişinin (Beşşar Esad) şiddet olaylarını idare eden kişi ile aynı kişi olup olmadığı çok tartışılmış ve sonuçta Beşşar Esad’ın ‘demevi’ yani kan akıtmaktan zevk alan ve hoşlanan hastalıklı bir tip olduğu ortaya çıkmıştır. Nitekim BBC’nin yayınlamış olduğu bir belgesel de Esat ailesinin bu vahşiliği bütün çıplaklığıyla ortaya serilmektedir.[1]

Başlangıçta hem Beşşar Esad hem de Muhammed Bin Selman, reformcu olarak anılıyor ve saygı görüyorlardı. Kanlı süreç ve karnavallarla birlikte cilaları dökülmüştür. Genç kuşağı temsil eden Muhammed Bin Selman’ın da başlarda bu tür eylemlere kalkışabileceği kimsenin aklına gelmiyordu. Tahminlerin ötesinde bir durumdu. Müstebit yaşlı kuşağın da icraatlarını aşan kanlı bir profil ortaya sermişlerdir.

Muhammed Bin Selman’dan önce de BAE’nin veliahdı olarak Muhammed Bin Zayed bölgede İhvan aleyhtarı yeni bir çığır açmıştır. Bu çığır, BAE ve Körfez ülkelerini Mısır’ın 1952 sonrası yaşadığı ortama sürüklemiş ve götürmüştür. Daha önce refah vahası olarak anılan ve bilinen BAE, genç kuşakla birlikte karanlık yüzünü göstermiş ve gıpta edilen değil korku duyulan bir mekân haline gelmiştir. İhvan fobisi bölgeyi 11 Eylül ve sonrasını hatırlatan olumsuz bir ortama sürüklemiştir.

İki Muhammed’den oluşan ve ‘Muhammedeyn’ diye çağrılan Körfez’in bu ikilisine bir de Trump’ın damadı Jared Kushner katılmış, eklenmiştir. Böylece şeytan üçgeninin sacayağı teşekkül etmiş ve tamamlanmıştır.

Cemal Kaşıkçı’nın Sırrı Ne?

Cemal Kaşıkçı tek kelime ile kaşıkçı elması kıymetinde paha biçilmez bir insandı. Suudi Arabistan eski İstihbarat Başkanı Türki Bin Faysal siyanet, himaye kanatlarını gerdiği ve himayesi altına aldığı eski tabirle himayegerdesi (protégé) Cemal Kaşıkçı’yı ‘demis’ birisi olarak tanımlıyor. Bu anahtar bir değerlendirmedir. Araplar sıcakkanlı, herkesle kaynaşabilen ve ülfet edebilen birisi için ‘demis’ tabirini kullanırlar. Mastar olarak ‘dimasetü’l hulk’ denilir. Bu ifade Cemal Kaşıkçı’nın üstün taraflarından birisini ortaya koymaktadır. Güzel ahlakı ve letafeti önde gelen meziyetleri arasında sayılıyor. Bu ona küresel çapta dost halkaları temin etmiştir. Bir de Batı’da gazetecilik yapması, gazeteci toplumunu onun tabii ortakları ve kader ortakları haline getirmiştir. Azzam Temimi’nin dediği gibi onunla dayanışmalarının nedeni budur. Kaşıkçı dostları vasıtasıyla veya açtıkları imkânlar vasıtasıyla bildiklerini kamuoyuyla paylaşabiliyordu. İşte bu sıfatları, Muhammed Bin Selman nazarında Cemal Kaşıkçı’yı dünyanın en tehlikeli, dahası sakınılması veya gerekirse tasfiye edilmesi gereken adamı yapıyordu.

İstihbarat alanında, konularında yazan Washington Post kıdemli yazarlarından David Ignatius, Kaşıkçı’nın eski velinimeti ve patronu Türki bin Faysal ile konuşmuş ve konuşmasının muhtevasını da gazetesindeki köşesine taşımıştır.[2] Burada Türki Bin Faysal, Kaşıkçı’yı, Arab News günlerinden ve buradaki yazılarından tanıdığını söylüyor. Bu tanımayı da 1988 yani Afgan cihadı yıllarına dayandırıyordu. Ardından Faysal ailesi onu, ailenin gazetesi olan El Vatan gazetesinin yayın yönetmenliğine getiriyor. Sonrasında da Cemal Kaşıkçı’yı basın danışmanı olarak kendisiyle birlikte Londra ve Washington’a taşıyor.

Bununla birlikte Kaşıkçı’nın uzaktan yakından istihbarat dünyasıyla alakası olmadığını ve kesinlikle Suudi Arabistan istihbaratıyla bağlantılı olmadığını temin etmektedir. Bu, Cemal Kaşıkçı’nın sahasını aklamaktır. Bu mühim bir tanıklık, zira Türki ile bağlantısından dolayı kimileri Kaşıkçı’yı istihbarat âlemiyle içli dışlı sanıyordu. İhvan konusunda ters düştüklerini ve bu nedenle de 4 yıl önce yollarını ayırdıklarını belirtiyor. Bazen kişilerin ölümü, hayatlarından daha etkili olabiliyor. Seyyit Kutup veya en son örneği olarak Cemal Kaşıkçı’yı gösterebiliriz. Hallac’ın şöyle dediği mervidir: Ya sikati uktuluni feinne hayati fimemati: Ey dostlarım! Beni öldürün! Zira hayatım, ölümümdedir. David Ignatius ilgili makalesini bitirirken şöyle bir cümle kuruyor:

Ölüm bazen insanları hayattan daha fazla imkânsız sanılan hedeflerine ulaştırabilir. Muhammed Bin Selman’a ne olursa olsun; Kaşıkçı cinayetinden sonra Suudi Arabistan eski Suudi Arabistan olmayacaktır!

Türki Bin Faysal Cemal Kaşıkçı meselesi üzerinden Suudi Arabistan’a açılan aleyhte kampanya ve yüklenme nedeniyle Muhammed Bin Selman’ın ülke içindeki popülerliğinin katlandığını ifade ediyor. Bu olsa olsa sağlıksız bir belirti olur ve trollerin etkisini gösterir. Bilindiği gibi Suud el Kahtani için ‘trol ordusunun başı’ tabiri kullanılıyordu.

Fox News spikerlerinden Harris Faulkner de Müslüman Kardeşler üzerinden Cemal Kaşıkçı’nın geçmişini ve bağlantılarını karalamak isteyenlerden birisiydi. Bu hususta eleştirilmesi üzerine sadece görevi ve mesleği gereği zor sorular sorduğunu ifade etmiş ve merhumun Müslüman Kardeşler’e yakın durduğunu ifade etmiştir. Spiker Harris Faulkner keza 1980’li yıllarda gazeteci sıfatıyla Kaşıkçı’nın, Bin Ladin’le görüştüğünü hatırlatmıştır.[3] Bin Ladin veya Abdullah Azzam ile mülakatları ve değerlendirmeleri Arap âleminde de hâlâ canlı tartışma konularından birisi.

Sözgelimi Abdullah Azzam’ın tekfirci olmadığını, mutedil bir insan olduğuna tanıklığı da sevenleri ile yerenleri arasında tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Yine Trump’ın oğlu Donald Trump JR da Cemal Kaşıkçı’nın Bin Ladin ile bağlantılı olduğunu ima eden tweetleri aktifleştirmiş, retweetlemiştir. Bununla birlikte ABD’de ana akım medya (New York Times, Washington Post) Cemal Kaşıkçı’ya inanılmaz derecede sahip çıkmıştır. Hâlâ da bunda ısrarcıdır. Bu fikirlerinden ziyade sağlam ve dost canlısı kişiliğiyle bu mahfillerde kabul gördüğünün işaretidir.

Esasında Cemal Kaşıkçı’nın, Bin Ladin ile görüşmesini sorgulayanlar, Abdulbari Atvan’ın sözlerine kulak kabartmalılar. Atvan’ın sorguladığı gibi neden Batılılar Robert Fisk’ın onunla ve benzerleriyle görüşmesini hoş görüyorlar da bu, bir Müslüman olunca üzerinde şüphe bulutları dolaşıyor?  Neden? Sadece Fisk, Müslüman olmadığı, ötekiler Müslüman olduğu için mi? Bu durumda Batı hafızasında Müslümanlar, olağan zanlı oluyor. Bu gerçek karşısında Batı, görüşme tekeline erişerek ve bununla Bin Ladin’i dünyadan yalıtarak istediği gibi manipülatif alanda kurgu üretebiliyor ve gerçekleri saptırabiliyor.

Müslüman bir gazeteci bu gibi isimlerle bağlantı kurunca, mülakat yapınca zanlı hale düşerken Batılı birisi aynısını yaptığında sadece gazeteci sıfatıyla anılıyor. Robert Fisk olayı bunun en bariz örnekleri arasında yer almaktadır. Bin Ladin kitabı üzerine Cemal Kaşıkçı ile mülakat yapan Peter Bergen onun, ‘cihadist’ birisi olmadığına veya bu yönde gizli bir eğilim taşımadığına veya ajandasının bulunmadığına sadece gazetecilik yaptığına tanıklık etmektedir. Peter Bergen’in daha önce yaptığı ve olayın akabinde yeniden yayınladığı Cemal Kaşıkçı mülakatında ilginç detaylardan birisi, onun bir sahve/Islamıc awareness yani İslami uyanış çocuğu olmasıdır. Muhammed Bin Selman ise varlığını bu akım ile mücadeleye adamış, hasretmiş ve bu hususta milat olarak Cüheyman Uteybi ve arkadaşlarının kalkıştığı Kabe baskınının yapıldığı 1979 yılını baz almıştır.

Kaderin ilginç cilvelerinden birisi şudur ki Kaşıkçı, Suudi Arabistan’da Vehhabi kurumlarını ve din adamlarının tutum ve yaklaşımlarını eleştirdiği için ilk deneyiminde yönettiği Vatan gazetesinden kovulmuştur. Suudi Arabistan uleması, Kaşıkçı’dan hoşlanmamış ve gazeteyi yönetme biçiminden hazzetmemiş, memnun ve hoşnut kalmamıştır. Kulis faaliyetleri yaparak gazeteden ilişiğinin kesilmesine vesile olmuşlardır. Bu suretle Kaşıkçı da işini kaybetmişti. İlginçtir Kaşıkçı’nın savunduklarından bir kısmını liberalizm dalgası altında Muhammed Bin Selman gerçekleştirmiş ama Vehhabi uleması ses çıkaramamıştı. Yaptıklarının bir kısmını onaylamakla birlikte Kaşıkçı, Muhammed Bin Selman’ın yetkileri elinde toplamasından rahatsız oluyor ve bunun istibdat atmosferini körükleyeceğini düşünüyordu. Dinde reforma giderken siyasette istibdadı kökleştirmiş ve derinleştirmiştir.  Sefer Havali, Selman Avde gibileri hariç, istisna ulema-ı rüsum tabir edilen saray âlimleri, dinin sahasını savunacağı yerde istibdadın kökleşmesine arka çıkmıştır. Kaşıkçı aksine, Bin Selman’ı siyaseten devleşmesine karşı çıkıyor, eleştiriyor ve seçkinlerle diyaloğa geçmesini umut ediyordu. Aksine, Muhammed Bin Selman’ı analiz ve tahlil edenler, onun tek yanlı bir ilişki biçimine yatkın olduğunu ve sadece emir alıp emir verebileceğini düşünüyorlar. Bu açıdan Kaşıkçı’nın tavsiyesi tek yanlı bir tavsiye olarak kalmıştır.

Kaşıkçı’ya yöneltilen suçlamalardan birisi de Şii dailerden Nimr Nimr’in idamına destek vermesidir. Suudi Arabistan’da Şiilerin dışında bu idamı onaylamayan kesim bir elin parmaklarını geçmez. Kışkırtıcı Şii dailerinden birisiydi.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir