Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 26, 2024

Bir Dava ve Davet Adamı: Mevdudi

İslâm dünyası ile çağdaş Batı dünyası arasındaki çatışmadan ortaya çıkan soru(n)lara özel önem verdi. Aynı zamanda modern çağın bazı temel problemlerini incelemeye, bu problemlere İslâmî çözümler sunmaya gayret etti. Bu problemleri ele alması, Batı ve İslâm dünyasının deneyleri bağlamında yeni bir metodoloji de geliştirdi.

Ebu’1-A’lâ, 3 Recep 1321/25 Eylül 1903’te, eskiden Haydarabad eyaletinde, şimdi ise Hindistan sınırları içinde bulunan Andhra Pradeş’te bulunan meşhur bir şehirde, Dekken’de doğdu.1 Asil bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Mevdudi’nin baba tarafından soyu, Hazret-i Peygamber’e (s.a.v.) uzanmaktaydı. Ailesinin uzun bir geçmişe dayanan manevî liderlik geleneği vardı. Atalarından birçoğu meşhur tasavvuf şeyhlerindendi. Bu büyük âlimlerden biri, kendisinin aile sanını aldığı Çiştî tarikatının meşhur şeyhi Havâce Kutbuddîn Mevdud’dur (ö.527 h.). Mevdudi’nin ataları 9./15. yüzyıl sonralarına doğru Çişt’ten, Hindistan/Pakistan alt kıtasına göç ettiler. İlk ulaşan Mevdudi’nin adaşı, Ebu’l-A’lâ Mevdudi’dir (ö.935 h.).

1855’te doğan ve bir hukukçu olan Mevdudi’nin babası Ahmed Hasan, oldukça dindar ve muttaki bir kişiydi. Ebu’1-A’lâ, üç oğlunun en küçüğüydü. Mevdudi, ilk eğitimini evde aldıktan sonra çağdaş Batı eğitimini, geleneksel İslâm eğitimiyle birlikte vermeye çalışan Fevkaniyye Medresesi adlı liseye kaydoldu. Ebu’l-A’lâ, orta öğrenimini başarıyla tamamladı. Önce hastalığı, daha sonra da babasının ölümü nedeniyle resmi eğitimi inkıtaa uğradığında, Dâru’l-Ulûm’da, Haydarabad, üniversite öğrencisi idi. Bu durum Mevdudi’yi okumaktan alı koy(a)madı. Ancak artık örgün eğitim kurumlarının dışında sürdürmek zorundaydı çalışmalarını. l920’lerin başında Ebu’1-A’lâ Mevdudi kendi başına, ilgi alanındaki konuları araştırabilecek kadar anadili Urducanın yanında, yeterli derecede Arapça, Farsça ve İngilizceyi öğrenmişti. Öğrendiklerinin çoğunu kendi kendine öğrenmesine rağmen, kısa bir zaman içinde bazı salahiyetli âlimlerden sistematik ta’lim (icâzet) alma imkânı buldu. Mevdudi’nin entelektüel gelişimi, büyük ölçüde kendi gayretinin ve hocalarından aldığı teşvikin sonucuydu.

Tahrik-i Hicret’in Liderliğini Kızdırdı

Ahlâkı, edebe olan derin düşkünlüğü, büyük ölçüde ebeveyninin dindarlığını, onun terbiyesine gösterdikleri ilgiyi yansıtır. Formel öğrenimi inkıtaa uğradıktan sonra Mevdudi, yaşamını sürdürmek için gazeteciliğe yöneldi. 1918’de zaten önemli bir Urduca gazeteye yazılar yazıyordu. 1920’de, on yedi yaşında iken; Madhya Pradeş’te, Hindistan, Cebelpur’da yayınlanmakta olan Taç’ın editörlüğüne atandı. 1920’lerin sonunda Delhi’ye geldi. Her ikisi de Müslüman âlimlerin bir kuruluşu olan Cemiyet-i Ulema-i Hind’in yayın organları Muslim gazetesi (1921-1923) ve el-Cemiyet’in (1925-1928) editörlüğünü üstlendi. Onun editörlüğü ile el-Cemiyyet, Hindistan Müslümanlarının önemli bir gazetesi haline geldi.

1920’lerde Mevdudi politikayla da ilgilenmeye başladı. Hilafet hareketine katıldı. Gizli bir örgüt ile ilişkisi oldu. Fakat daha sonra bu tür örgütlerin iç yüzünü gördü. Mevdudi’nin, Hindistan’daki İngiliz yönetimine muhalefet hareketi olan ve bu ülke Müslümanlarının kitleler halinde Afganistan’a hicret etmesini isteyen Tahrîk-i Hicret ile de beraberliği oldu. Hareketin amaçlarının ve stratejisinin realistik/makul olması ve çok iyi planlanması konusundaki ısrarından dolayı Mevdudi, hareket liderliğini kızdırdı. Bundan sonra Mevdudi, ilgisini daha fazla akademik çalışmalara ve gazeteciliğe verdi.

Milliyetçiliğe Sert Eleştiri

1920-1928 yılları arasında Mevlana Mevdudi, biri Arapçadan, diğerleri İngilizceden olmak üzere, toplam dört kitap çevirdi. Aynı zamanda, ilk önemli kitabı el-Cihâd fi’1-İslâm’ı yazdı. Bu kitap, alt kıtanın akademik hayatında ona şöhret kazandırdı. Bu, İslâm Hukuku’nun savaş ve barışa yaklaşımını anlatan şaheser bir kitaptır. İlk önce 1927’de el-Cemiyet’te seri olarak yayınlandı, daha sonra 1930’da kitap olarak basıldı. Bu çalışma hem filozof-şair Muhammed İkbal (ö.1938) hem de Hilafet ve Bağımsızlık hareketlerinin meşhur lideri Mevlana Muhammed Ali Cevher (ö.1931) tarafından büyük beğeniyle karşılandı. Eser, Mevdudi’nin yirmilerinde iken yazılmış olmasına rağmen, en önemli ve en değerli çalışmalarından biri olma özelliğini hâlâ korumaktadır.

1928’de el-Cemiyyet’ten istifasından sonra Mevdudi, Haydarabad’a göç etti, kendini araştırma ve yazmaya verdi. İşte bu dönemde, 1933’te aylık Tercümânü’l-Kur’ân’ın editörlüğünü üstlendi. Dergi, Mevdudi’nin görüşlerinin aktarılmasında önemli bir araç oldu. O, her ay birçok yazının altına imzasını atarak, velûd biri olduğunu ispat etti. Başlangıçta, İslâm’ın düşünce, değer ve temel ilkelerinin yayılması konusunda gayretini yoğunlaştırdı. İslâm dünyası ile çağdaş Batı dünyası arasındaki çatışmadan ortaya çıkan soru(n)lara özel önem verdi. Aynı zamanda, modern çağın bazı temel problemlerini incelemeye, bu problemlere İslâmî çözümler sunmaya gayret etti. Bu problemleri ele alması, Batı ve İslâm dünyasının deneyleri bağlamında yeni bir metodoloji de geliştirdi.
Onları, sağlamlıkları, geçerlilikleri ve Kur’ân ile Sünnet’in öğretileri ile uyumluluğunu teorik bir ölçüyle değerlendirdi. Yazdıkları vukufunu, bilgisini, Kur’ân ve Sünnet öğretilerinin önemini derin kavrayışını, Batı düşünce ve tarihine eleştirel yaklaşımını sergiler. Bütün bunlar onun yaklaşımına bir tazelik, bir canlılık getirmiştir, çağrısı geniş bir yankı bulmuştur.

Otuzların ortasında Mevdudi, o günlerde Hindistan’ın içinde bulunduğu önemli politik ve kültürel sorunlar üzerine yazmaya başlamış, sadece kısa vadeli politik ve ekonomik çıkarlar açısından bakmak yerine, bu konuları İslâmî bakış açısından değerlendirmeye çalışmıştır. Müslüman din kardeşlerinin kafalarını ve gönüllerini büyülemeye başlayan yeni türedi ideolojileri acımasızca eleştirmiş, bu ideolojilerin kofluğunu göstermeye gayret etmiştir. Bu bağlamda Mevdudi, milliyetçilik düşüncesinin potansiyel tehlikelerini ve İslâm’ın öğretileriyle uyuşmazlıklarını sert bir şekilde dile getirmiştir. Mevdudi milliyetçiliğin, Hindistan bağlamında, ortak Müslüman kimliğini daha yıkıcı olduğunu vurgulamıştır. O vakitler, filozof-şair Muhammed İkbal’den gelen bir davet, Haydarabad’ı terk edip, Doğu Pencab’ta, Pathankot ilçesinde bir yere yerleşmesine yol açtı. Mevdudi, Dâru’l-İslâm isimli bir akademik ve araştırma merkezi açtı. Burada İkbal ile ortaklaşa, İslâm bilimlerinde, üstün nitelikli çalışmalar yapacak, hepsinden öte, İslâm Hukuku’nun yeniden yapılanmasını gerçekleştirecek salahiyetli bilginler yetiştirmeyi planlamıştı.

Af Dilekçesini Elinin Tersiyle İtti

1940 yılı civarında, Mevdudi, daha kapsayıcı ve daha büyük düşünen bir hareket kurma konusunda düşünceler geliştirdi.

Bu, Cemâat-i İslâmî altında yeni bir organizasyonun kurulmasına yol açtı. Cemâat’i kuran Mevdudi, başkan olarak seçildi, sağlık nedenlerinden dolayı bu görevden ayrıldığı 1972 yılına kadar bu başkanlığı sürdürdü.

1947’de, alt kıtadan iki bağımsız devlet, Pakistan ve Hindistan, ortaya çıktığında; Cemâat, Cemâat-i İslâmî Hindistan ve Cemâat-i İslâmî Pakistan olarak ikiye bölündü. 1947 Ağustosu’ndan, Pa­kistan’a hicret ettiğinden beri Mevdudi, çalışmalarını bu ülkede gerçek bir İslâm Devleti ve İslâm toplumu kurulması konusunda yoğunlaştırmıştır. Bu amaca uygun olarak, İslâmî hayat tarzının değişik, özellikle sosyo-politik yönlerini açıklamak için birçok yazı yazmıştır. İslâmî hayat tarzının uygulanmasına olan bu ilgisi, Mevdudi’nin, Pakistan’da işbaşına gelen hükümetlerin politikalarını eleştirmesine, karşı çıkmasına, gücü ellerinde bulunduranların Pakistan’ı gerçek bir İslâm Devleti’ne dönüştürülmesinde başarısızlığa uğramalarından dolayı suçlamasına yol açmıştır. Yöneticiler buna sert tedbirlerle tepki gösterdiler. Mevdudi sık sık tutuklandı. (Uzun müddet hapiste yattı.)2

Bu mücadele ve zulüm yılları boyunca Mevdudi, kendini eleştiren ve muhalif olanlar dâhil olmak üzere kararlılığı, azmi ve iradesi ile herkesi etkiledi. 1953’te askerî idare tarafından Kadiyanilik problemi hakkında ağır bir risale yazdığı suçlamasıyla ölüm cezasına çarptırılınca, cesurca, af dilekçesi verme fırsatını elinin tersiyle itti. Neşeyle, tercihini kendisini haksız yere asmak isteyenlerden özür dilemekten yana değil, ölümden yana yaptı. Oğluna ve arkadaşlarına, meslektaşlarına sarsılmaz bir imanla, hayat ve ölümün yalnızca Allah’ın elinde olduğunu söyledi:

“Eğer benim ölüm vaktim gelmişse, hiç kimse beni bundan kurtaramaz. Yok, eğer gelmediyse; ne yaparlarsa yapsınlar, beni darağacına gönderemezler.”

Ailesi de aynı şekilde af başvurusunu reddetti. İçeriden ve dışarıdan halkın yoğun baskısı ile karşılaşan ve Mevdudi’nin kararlılığından şaşkına dönen hükümet, ölüm cezasını ömür boyu hapse çevirdi.

Mevlana Mevdudi, yetmiş altı yıllık hayatını tamamlamıştı. Bu yıllar boyunca, sürekli olarak hareketliydi, hep konuşuyordu. Yüz yirmiden fazla kitap ve risale yazdı. En az yedi yüzü kaydedilmiş bulunan, binden fazla konuşma ve basın açıklaması yaptı.

Ebu’l-A’lâ Mevdudi, 22 Eylül 1979’da vefat etti. Mezarı İçra’daki, Lahor, evinin bahçesindedir.

Yüzden fazla eserin sahibi olan Mevdudi’nin eserlerinin3 birçoğu, çeşitli Doğu ve Batı dillerine çevrilmiştir. Türkçeye de çevirisi yapılan eserlerinden bazıları şunlardır:

1. İslâm’da Cihâd. 2. İslâm’ın Anlaşılmasına Doğru. 3. Kur’ân’a Göre Dört Terim. 4. Hilâfet ve Saltanat. 5. Hz. Peygamber’in Hayatı. 6. Fetvalar (Meseleler ve Çözümleri). 7. İslâm’da İhya Hareketleri. 8. Tefhimü’l-Kur’an.

1 Bu yazı büyük ölçüde, Hurşid Ahmed/Zafer İshak Ensârî tarafından hazırlanan (-Mawlânâ Sayyid Abul A’lâ Mawdûdî, An Introduction to His Vision of Islam and Islamic Revival- Islamic Perspectives, Studies in Honour of Sayyid Abul A’la Mawdudi, The Islamic Foundation 1980). adlı çalışmadan yararlanılarak hazırlanmıştır.
2 1948 ve 1967 yılları arasında toplam olarak dört yıl, sekiz ay hapsedildi. İlk olarak 4 Ekim 1948’den 28 Mayıs 1950’ye kadar, ikinci olarak 28 Mart 1953’ten 25 Mayıs 1955’e kadar; üçüncü olarak 5 Ocak 1964’ten 10 Kasım 1964’e kadar; dördüncü olarak 29 Ocak 1967’den 16 Mart 1967’ye kadar
3 Eserlerin geniş bir listesi için bkz.: Islamic Perspectives, Studies in Honour of Sayyid Abul A’la Mawdudi, The Islamic Foundation 1980. Burada, yazılı ürünlerinin yanı sıra Mevdudi üzerine yapılan çalışmalarla ilgili bir liste de bulunmaktadır.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir