Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cumartesi, Nisan 20, 2024

Eski Ortakların Post Kavgasında Dejavu Faslı ya da Fasit Daire!

Şah’ın bedeni Mısır’da ölmüş ve toprağa verilmiş ama ruhu Humeyni’de yaşamaya devam etmiştir. Bu nedenle de 
İbrahim Yezdi, fasit dairede dönüp dolaştıklarını söylemektedir. Beni İsrail’in, Tih Çölü’nde yaşadığı deneyim gibi içtimai tezkiyeden geçmeyenlerin akıbeti, yönünü bulamadan, tayin edemeden dar dairede ve fasit dairede dönüp durmaktır.

11 Şubat 1979 tarihinde gerçekleşen ortak devrim, ideolojik çekişme sonrasında Humeyni önderliğinde mollaların elinde kalmıştı. Halkın Mücahitleri Lideri Mesut Recavi kendisini, Ebulhasan Beni Sadr ile birlikte Fransa’da bulmuş, devrim öncesinde başlayan molla zümresiyle ortaklık 1981’de nihai şekilde sona ermiş, ardından da kılıçlar çekilmiş ve iş, birbirinin kuyusunu kazmaya, boğazlamaya kadar varmıştı. Şöyle bir sosyolojik cümle kurulur: En iyi dostlar, düşmanlar arasından çıkar. Bunu tersi de doğru olmalıdır. En şiddetli düşmanlıklar, eski dostlar arasında patlak verir. ‘Eski dostlar düşman olmaz’ denilse de dostluğun anlatılmayan başka halleri de vardır.

Örgütün Farsça orijinal ismi “Sazman-ı Mücahidin-Halkı İran”dır. Türkçesiyle, İran Halkının Mücahitleri Örgütü. Bu örgütün kökleri 1906 yılındaki Anayasal Devrim veya Meşrutiyet Ayaklanması’na kadar geri gidiyor. Veya taraftarları köklerini böyle tanımlıyor. Anayasal Devrim sırasında bu harekete omuz verenlere ‘mücahitler’ denilmişti. Halkın Mücahitleri de ‘mücahit’ sıfatını, bu kutlu olaydan devşirmişlerdi. Elbette burada mücahitten kasıt, sivil mücahitler olmaktadır. İstibdat ve totaliter eğilimlere karşı mücadeleye katılanlara eylemci anlamında mücahit denmiştir. Burada mücahit tabiri akıllara, Kıbrıs Mukavemet Teşkilatı üyelerine de mücahit denmesini getirmektedir. Komitacılık, mücahit olarak adlandırılmıştır. Keza Tunus’ta, Burgiba da kendisine ‘mücahit el ekber’ sıfatı yakıştırmıştır. Mollalarla ortaklık 1906 yılında başlasa bile 1953 yılında Musaddık’ın devrilmesi sırasında mollaların duyarsızlığı, kendi gündemlerine kilitlenmeleri, çatallaşma doğurmuştur. 11 Şubat 1979 Devrimi, tarafları, 1906’daki gibi yeniden devrim çatısı altında buluştursa da devrimin dümenine kim geçecek sorusu yine eski çatallaşmayı hortlatmıştır. 1981 yılından itibaren tarafların yolları tamir olmayacak şekilde birbirinden nihai olarak ayrılmıştır.

100 Yıllık Hesaplaşma!

Köklere atıf yaparken Halkın Mücahitleri Lideri Meryem Recavi de hareketlerinin halkın 100 yıllık söndürülen rüyalarına tercüman olacağını haber vermektedir. Demek ki tarih bagajında önce Şah ile ardından da Mollalar ile inişli çıkışlı bir yüz yıllık mücadele söz konusudur. Taraflar bu mücadelenin final noktasına gelip çatmış bulunuyor. 1906 zaferini veya mücadelesini, Pehlevi hanedanlığı çalmıştır. Bu hanedanlık babadan oğula 54 yıl sürmüştür. Ardından da Şah’a karşı yapılan ve bütün kesimlerin katıldığı devrimi mollalar, mollaların şahsında da Humeyni müsadere etmiştir. Kendisine indirgemiştir. Şah gitmiş, Humeyni gelmiştir. Şah’ın burjuvazisi gitmiş yerine molla burjuvazisi gelmiştir. Şah döneminde İran’ın şişman kedileri 178 iken Humeyni sonrasında bunların sayısı 300’e baliğ olmuştur.

Reformcu kimliğiyle tanınan ve hatta Gorbaçov’a benzetilen eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, ülkesinin son dönemde 100 yılın en dip noktasını gördüğünü söylemektedir. Demokrasi ve adalet noktasında ülkesinin 100 yıl geriye yuvarlandığını ve batma noktasına geldiğini ifade etmiştir. Bu, 1906’nın da gerisini gördük, öncesine düştük anlamına geliyor. Bu da İran’a yeni bir yol haritası sunmaktadır. 100 yıldan beri İran’da neler yaşandı ve ne gibi kırılmalar baş gösterdi? 1906 olayları ilk kez İran’da meşruti bir monarşiye geçişi sağlıyordu. Şahların kayıtsız şartsız (mutlakıyet) idaresinden şartlı ve sınırlı, sorumlu ve mollalarla ve aydınlarla ortak hale geldikleri yeni bir idare tarzına geçiliyordu. Yeni rejime geçişte şahın feragat ettiği alanı, ulema sınıfı dolduracaktı. Buveyhilerden itibaren Şii ulemanın iktidar nezdinde sosyal hatta kısmen siyasi ama daima nüfuzu olmuştur. Lakin bu şekilde ilk kez özerk bir yapı kazanması, resmiyet iktisap etmesi ancak Meşrutiyet idaresi altında gerçekleşmiştir. Ondan önce Nasirüddin Şah ile Cemaleddin Afgani ve Hasan Şirazi arasında çekişmeler ortaya çıkmıştır. 1906 yılında siyasi kırılma yaşanmış, bu da siyasi rejimde yöntem değişikliğini dayatmıştır. Bu süreç mollaların, siyasi olarak yükselişine zemin hazırlamıştır. Şah Muhammed Rıza Pehlevi önce Musaddık gibi sosyal adalet taraftarı aydın zümreyi temsil eden kitlelerle mücadele etmiş ve ABD-İngilizlerin yardımına ilaveten mollaların da nötr hale gelmesiyle tarafsız davranmış ve mücadelenin seyrini lehine döndürmüştür.

Bununla birlikte 1963 yılında Şah’ın, Ak Devrim adını verdiği reformlarla birlikte ülkede gerilim tavan yapmış ve Humeyni, Şah’a başkaldırmaya başlamıştır. 1963 yılında hapse atılan Humeyni, pazarlıklarla dışarı çıkmış ama Şah’a yönelik takiyeyi kaldırdığını ilan etmiştir. Buna sosyal ve entelektüel kıpırdamalar eşlik etmiştir. Ardından da Humeyni önce Türkiye ardından Irak’a sürgün edilmiştir. Akabinde 8 aylık Paris ikametinden sonra ülkesine muzaffer olarak dönmüştür. Humeyni, 1979 ortak devrimini din adamlarına mal edince Halkın Mücahitleri gibi laik boyuta kapalı olmayan ideolojik örgütlenmeler açıkta kalmıştır. Zira devrimin harcında, Halkın Mücahitleri gibi örgütlerin ideolojik rehber olarak tanıdıkları Ali Şeriati gibi isimler vardır. Devrim zamanla temelini atanlara, kitle desteği kazandıranlara sırtını dönmüş, yabancılaşmıştır. Tek kelime ile kuşatıcı olamamıştır. Ardından taraflar arasında keskin bir kopuş yaşanmıştır. Çatallaşma ve ardından gelen dışlama rüzgârları karşısında bu örgütler nezdinde ‘mollalar devrimi kaçırdı’ intibaı oluşmuştur. Sözgelimi Mısır’da 1952 Devrimi ile 25 Ocak-11Şubat 2011 Devrimi Nasır ve zaman aşımlı halefi Sisi tarafından İhvan ve halk kitlelerinin elinden kaçırılmıştır. 1962 yılında da Cezayir’de ‘Hizb-i Fransa’ Devrimi, kitlelerin ve gerçek önderlerinin elinden kaçırmıştır. Bu nedenle de şimdi Halkın Mücahitleri kendileri açısından yarım kalan devrimlerini tamamlamak ve kendi göbeklerini kendileri kesmek istiyor.

Hareketin kökleri, 1906 Anayasa Devrimi’ne kadar dayandığı gibi aynı zamanda Musaddık hareketine de dayanmaktadır. Mollaların pragmatik yaklaşımlarına karşı Halkın Mücahitlerinin öncü kuşağı veya selefleri asli çizgilerini bozmamış ve sürdürmüşlerdir. Bununla birlikte daha sonra Musaddık hareketinin devamı sayılan Mehdi Bazergan, hareketinden kopmuştur. Mehdi Bazergan siyasi çizgiyi sürdürürken Halkın Mücahitleri militan çizgiyi devam ettirmiştir. Benimsediği bu militarist çizgide önce Şah ve askerleriyle ardından da Humeyni ve devrimcileriyle karşı karşıya gelmiştir. Böylece ana akımdan koparak tali bir yola sapmıştır. Kitle hareketi yerine militan ve ideolojik bir anlayışa bürünmüştür. Marksizm ile İslam arasında bir senteze gitmiş, bu da onun gelenekçi kitlelerle etkileşimini sınırlandırmış ve sadece militan ve aydın boyutlu bir harekete dönüşmüştür.

Mühendis Mehdi Bazergan ise Musaddık’ın, CIA kaynaklı bir darbeyle devrilmesinden sonra Milli Direniş Hareketi’ni (Nehzet-e Mokavemet-e Melli) kurmuştur. Bu hareket 1961’de, İran Özgürlük Hareketi’ne dönüştü. 1963 yılında yakalanarak askeri mahkeme tarafından on yıl hapse mahkûm edildi.

Devrimcilerin ayrışmasıyla, çatallaşmasıyla birlikte halkın Mücahitleri ile mollalar adına Humeyni, devrimin iki zıt kutbunu temsil eder hale gelmişlerdir. Sola açık bakan ideolojik kutbu Halkın Mücahitleri, halka veya dini ideolojiye bakan kısmını da Humeyni temsil etmiştir. Bu ayrılıktan da büyük bir çekişme baş göstermiştir. ‘Devrimin çocuklarını yemesi’ tabirinde olduğu gibi devlet erkini ele geçiren mollalar diğerlerine göz açtırmamıştır. Kaçınılmaz olarak ayrılık, çatışmaya dayanmıştır. Dümene geçenler, ötekiler karşısında esnek olamıyor, tahammül gösteremiyor. Nitekim Humeyni de devrimi oturtma bahanesiyle kendisi gibi düşünmeyenlere karşı amansız davranmış ve Irak’la da sürtüşmeye başlamış ve nihayetinde savaşa tutuşmuştur. Humeyni’nin başına buyruk tutumları, devrimciler arasında iç çekişmeye ve ayrışmaya neden olmuştur.

Mehdi Bazergan’ın yardımcısı İbrahim Yezdi, dönüp geriye bakıp bazı analizlerde bulunuyor, iş işten geçse de yanlışlardan, yaşananlardan dersler çıkartıyor. İstibdat anlayışının köklü olduğunu, sadece siyasi ortamla alakalı bir durum olmadığını bilakis kültürden de beslendiğini ifade etmiştir. ‘Şah’ı devirdik, alt ettik ama içimizdeki şahı yıkamadık’ diye yakınmıştır. Şah’ın bedeni Mısır’da ölmüş ve toprağa verilmiş ama ruhu Humeyni’de yaşamaya devam etmiştir. Bu nedenle de İbrahim Yezdi, fasit dairede dönüp dolaştıklarını söylemektedir. Beni İsrail’in, Tih Çölü’nde yaşadığı deneyim gibi içtimai tezkiyeden geçmeyenlerin akıbeti, yönünü bulamadan, tayin edemeden dar dairede ve fasit dairede dönüp durmaktır.

Yezdi, demokrasinin de sadece sandıktan ibaret olmadığını, iktidara geniş katılımı da gerektirdiğini söylemiştir. Bu işte tam da Hatemi’nin yüz yıl öncesine geriledik yakınmasını hatırlatıyor. Bu nedenle de şimdi devrim yapma sırası, turnike gibi, mollalarca ortak devrimden dışlanan Halkın Mücahitlerine gelmiştir! Bu sonuçların yaşanmaması için değişimin derinlerde ve özde yaşanması gerekiyor. Kışırda veya kabukta değişim yarar sağlamayacaktır. Temeli değiştirmeden yüzeyi değiştirmek yanlışı turnike haline getirir! Bu nedenle de Cenab-ı Hak, ‘bir kavim kendini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez’ buyurmaktadır.

Fransız Devrimi ve ardından gelen Bolşevik Devrim gibi İran Devrimi de öfkenin ürünüdür ve acılar doğurmuştur. Sertlik bozar, yumuşaklık ise tamir eder. Bununla birlikte devrime uğrayanlar hak ettiklerini yaşamışlardır. Her düzen, layık olduğu muhalefeti bulur. Bununla birlikte şiddet, devrim çare olmamıştır. Öfkeyi başka güzel hasletlerle bezemek ve tamamlamak gerekir. 27 Aralık 2017 tarihinde başlayan ve maya tutan halk hareketi veya devrim dalgasına şimdi, Halkın Mücahitleri binmeye hazırlanıyor. Hiç olmadığı kadar iç ve dış şartlar buna müsait haldedir, karşılık vermektedir. Mollalar artık sonlarının yaklaştığını görebiliyor.

Halkın Mücahitlerinin Tarihçesi

Tarihi hafızası 1906 ve 1953 tarihi süreçlerden, deneyimlerinden geçen ve İran Özgürlük Hareketinden kopan Hareket-Örgüt kendi yolunu çizmiş ve 1965 yılında bir grup entelektüel ve aydın bir zümre tarafından temelleri atılmıştır. 1963 ertesinde Bazergan ve Humeyni gibilerinin hapse doldurulmasıyla birlikte halk kıpırdamaya başlamış ve devrimin ayak sesleri hissedilmiştir. Humeyni akabinde Türkiye ve Irak’a sınır dışı edilmiş ve Mehdi Bazergan gibiler pasifleştirilmişlerdir. Halkın Mücahitlerini kuran entelektüel zümre bu süreçte hapislere doldurulmuş ve hapishanelerde kılıç artığı haline getirilmiştir.

1979 yılından itibaren Halkın Mücahitleri kısa bir dönem kanuni bir vasıf kazanmış ve bu durum iki buçuk yılı geçmemiş, hareket başladığı gibi yeraltına çekilmiştir. 1981 yılında hareket Şah dönemindeki gibi yasadışı ve terörist ilan edilmiştir. Humeyni’nin, Mesut Recavi’nin cumhurbaşkanlığı adaylığını veto etmesi, hareket ile devrim arasındaki son bağlantıyı da koparmış, yollarının tamamen ayrışmasına neden olmuş, kılıçlar çekilmiştir. Hareket yeraltına çekilmiş ve sembol isimleri ülke dışına kaçmıştır. Humeyni sürgünden avdet ederken içerideki muhaliflerini dışarı sürmüştür. Humeyni, bu sürtüşmenin akabinde hareketi ‘Münafıklar’ olarak yaftalamaya başlamış, rejim de resmi edebiyatında Halkın Mücahitleri yerine örgüt mensuplarını ‘hainler’ olarak damgalamıştır.

Suikastlar Zinciri Üzerinden Hesaplaşma

Halkın Mücahitleri, iplerin kopması üzerine Tahran merkezli olmak üzere ülkenin bütün genelinde sabotaj eylemleri düzenledi. Ülkeyi eylemleriyle muvakkaten de olsa istikrarsızlaştırmayı başardı. İktidar partisi “Hizbi Cumhuri İslami’nin” merkezinin havaya uçurulması, İslam Devrimi’nin önde gelen fikir babalarından Ayetullah Beheşti ile birlikte önemli bir kaymak tabakasının ortadan kaldırılması, Beni Sadr sonrası cumhurbaşkanlığına getirilen Ali Recai ile dönemin başbakanı Cevat Bahuner’in bir suikastla öldürülmesi, Ayetullah Humeyni’den sonra “Devrim Önderliği”ne getirilen Ayetullah Hameney’e suikast girişimi ve daha birçok kanlı eylemle Halkın Mücahitleri, İran rejimini oldukça hırpaladı. Hizb-i İslami’nin kundaklanması sonucunda yaklaşık olarak devrimin önde gelenlerinden 74 kişi ortadan kaldırılmıştır. İran’dan kaçan Halkın Mücahitlerinin önder kadrosu, ileri gelenleri, Fransa’ya sığınmışlardır. 1981 yılında Mesut Recavi ile birlikte Cumhurbaşkanı Beni Sadr postu deldirme korkusuyla kapağı Paris’e atmıştır. Humeyni, Burgiba gibi hareket etmiş ve cumhurbaşkanını gözden çıkarmıştı. Humeyni’nin beklenmedik bir biçimde her ayrıntıya karışması diğer devrimci güçlerin devrim şemsiyesinin altından çıkmalarına neden olmuştur. 1986 yılında bir başka ülkede Tunus’ta piri fani olmuş Burgiba’nın pimpirikli hareketlerinden bıkıp usanan Başbakan Muhammed Mzali de Ebulhasen Beni Sadr gibi soluğu Paris’te almıştır.

Batı ile İlişkiler

Örgütün Batı ile ilişkileri, karşılıklı çıkarlar çerçevesinde inişli çıkışlı olmuştur. Beni Sadr, Şahpur Bahtiyar gibiler, İran rejimine tehlike arz etmediği için Paris’te nispeten asude günler yaşamaya devam etmişlerdir. Lakin vurucu güce sahip olan Halkın Mücahitleri için durum farklıdır. İran’la ilişkileri geliştiren Fransa, karşılığında Halkın Mücahitleri liderlerine yol verecektir. Bu münasebetle Mesut Recavi, Fransa’dan tart edilmişse de kendisine sığınacak başka bir yer bulmuştur. Saddam tarafından sıcak karşılanmış, bağrına basılmıştır. Avrupalılar 2002 yılından itibaren Halkın Mücahitleri örgütünü terör örgütleri listesine katmışlardır. Amerika Birleşik Devletleri, Muhammed Hatemi’nin cumhurbaşkanı olması sonrasında Halkın Mücahitleri örgütünü terör listesine ekledi. Muhammed Hatemi ile birlikte ilişkileri tamir etmek ve münasebetleri geliştirmek istiyordu.

68 kuşağının önde gelen üç ismi Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan gibi İran’da da Halkın Mücahitleri vaktiyle Şah’a ve tali olarak ABD’ye karşı olduklarından, silahlı muhalefet yürüttüklerinden, bazı Amerikalı askerleri ve uzmanları hedef alıp öldürmüşlerdi. Bu nedenle de 1970’li yıllarda ABD ile birlikte Kanada, bu örgütü terörist hareket olarak tanımlamıştı.

Saddam Hüseyin 1980 ile 1988 yılları arasında süren İran ile savaş sırasında Halkın Mücahitlerine kucak açmıştı. Humeyni rejimine karşı ortak cephe kurmuşlardı. 1986 yılından itibaren de Mesut Recavi, Irak’ta ağırlanmıştır. Saddam Hüseyin, İhvan ve bazı Filistinli örgütlerle birlikte Halkın Mücahitlerini de Irak topraklarında barındırıyordu. Onlara askeri üsler veriyordu. Bu baptan olmak üzere Eşref Askeri Üssü, Diyala’nın kazalarından birisi olan Halis şehri yakınlarında faaliyette idi. PKK’nın sığındığı Mahmur Üssü ile benzeri özellikler taşımaktadır. Saddam Hüseyin, örgüt mensuplarından bazılarına vatandaşlık hakkı da tanımıştır. 8 yıl süren savaş sırasında İran askerlerinden ele geçirilen bazı silah ve gereç ganimetleri Halkın Mücahitlerinin tasarrufuna bırakılmıştır. 1988 yılında Humeyni’nin ‘zehir kupa içtim’ diyerek savaşa son vermesinden sonra örgütün silahlı unsurları bazı İran kasaba ve şehirlerini zapt etmişler lakin İran güçleri buraları geri almayı başarmıştır.

2003 yılında Amerikan işgalinden sonra Halkın Mücahitleri sadece silahlarından arındırılmakla kalmamış aynı zamanda sığınakları ve silah ve mühimmatları da imha edilmiştir. Amerikan işgalinden sonra Eşref Askeri Kampı’nda sayım gerçekleştirilmiş ve kampta 4 bin civarında muhalif İranlının barındığı tespit edilmiştir. Eşref Askeri Kampı, 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren Amerikalılar tarafından İran ortağı Irak güçlerine devredilmiştir. Bu tarihten itibaren İran yanlısı Irak güçleri, Halkın Mücahitleriyle sürtüşmeye başlamış ve onlara aman vermemiş, göz açtırmamışlardır. Şubat 2012 tarihinde Halkın Mücahitleri üyeleri Eşref Kampı’nı boşaltarak Bağdat Havaalanı yakınlarındaki Liberty Kampı’na taşınmış, yerleştirilmişlerdir. Eylül 2013 tarihinde Irak kolluk kuvvetleriyle Halkın Mücahitleri üyeleri arasında çıkan sürtüşmelerde 42 mülteci öldürülmüştür. Halkın Mücahitlerinin Eşref Askeri Kampı’ndaki mensupları, Nisan 2013 tarihinde BM gözetiminde Arnavutluk’a taşındı. Muhammed Hatemi ile ilgili beklentiler gerçekleşmeyince Nejad döneminde (2012) ABD yeni bir gözden geçirme, yeni bir yaklaşım ile AB’nin arkasından örgütü terörist listesinden çıkarmıştır. AB ülkelerinin örgütü terörist listesine almasından sonra Recavi ailesi ve arkasındakiler Avrupa mahkemelerinde bir hukuk mücadelesi başlattı. Bu mücadele bir yıl ya da birkaç yılı sürdü. Sonuçta başta İngiltere olmak üzere örgütü terör töhmetinden akladılar. İade-i itibarda bulundular. Bunun üzerine İranlı liderler, AB ülkelerinin terörle mücadele ettiklerine dair iddialarını saçma ve sahte olarak nitelendirdi. Çok geçmeden Amerikalılar da Avrupalıların peşine takılarak Halkın Mücahitleri örgütünün teröre bulaşmadığını ilan etti. ABD bu kararı aldığında tarihler, 2012 yılının Eylül ayı sonlarını gösteriyordu.

Eşref Kampı’nın dışında Irak’ta, Halkın Mücahitlerinin kullandığı başka kamplar da bulunuyordu. Bunlardan birisi İran sınırına 40 km uzaklıktaki Nizali Kampı idi. Bir başkası Kut şehri sınırlarında kalan Fayizi Kampı idi. Keza Yunyad Alafi Kampı da Mikdadiye yakınlarında bulunuyordu. 1987 yılında Halkın Mücahitleri örgütü, askeri kanadı olarak, İran Milli Kurtuluş Ordusu’nu oluşturmuştur. İran Milli Direniş Konseyi 20 Temmuz 1981 tarihinde Mesut Recavi ile Ebulhasen Beni Sadr tarafından birlikte kurulmuştur. Bünyesinde 5 farklı örgüt yer almakta ve 550 üyesi bulunmaktadır. 1993 Ağustos ayında oy birliğiyle başına Meryem Recavi getirilmiştir. Kocası da kalan işleri yürütmektedir. Askeri kanadının komutan yardımcısı Meryem Recavi, konsey tarafından, İran’ın gelecekteki geçici Devlet Başkanı seçildi, görevlerini eşi Mesud Recavi’ye devretti. Halkın Mücahitleri örgütü Ahmedinejad döneminde İran’ın nükleer çalışmalarını tarassut etti ve sırlarını sızdırdı. Böylece Batı nezdinde yararlı ve değerli hale geldiler. Netanyahu’nun zaman zaman BM genel kurullarında kendinden emin bir biçimde yaptığı; İran’ın nükleer faaliyetlerine dair konuşmalarının kaynağı, içeriği de muhtemel olarak MOSSAD faaliyetlerinin bir ürünü değil de Halkın Mücahitlerinin yoluyla tedarik edilmiş bilgiler olmalıdır. Bu nedenle de göze gelen Meryem Recavi özellikle de John Bolton gibi Amerikalı radikallerin ilgili odağı olmuştur.

Humeyni’den Recavi’ye; 
Bağdat-Paris Hattı

Birinci cumhuriyeti Paris şekillendirdi. Paris üzerinden birinci cumhuriyeti Humeyni kurdu. Yine aynı hattı (Bağdat-Paris) izleyerek ikinci cumhuriyeti de Recavi ailesi ya da Halkın Mücahitleri kurmak istiyor. Zemin buna oldukça hatta hiç olmadığı kadar müsait. Rejimin sembol isimleri de yaklaşmakta olan tehlikenin farkında. Tarih Tahran’ın kaderi noktasında Paris ile Bağdat hattında tekerrür eder mi bilinmez ama tehlike elle tutulur hale geliyor!

George W. Bush’tan sonra Trump ile de müttefik olan Rudy Giuliani, İran için ‘açık’ konuştu. ‘Trump zorba Ayetullahları dize getirecek, tarihe geri gönderecek’ dedi. İran para birimi Tümen’in veya paranın pul olması sonucu kızgın kalabalıkların İran rejimini tepe taklak edeceklerini ifade ediyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın avukatı ve eski New York Belediye Başkanı Rudy Giuliani, Fransa’nın başkenti Paris’te İran’daki yönetime muhalif bu grubun düzenlediği toplantıda rejim değişikliği çağrısı yaptı.

Bir dönem ABD ve Avrupa’nın “terör listesi”nde tuttuğu ve Meryem Recavi liderliğindeki İran Ulusal Direniş Konseyi’nin (NCRI) toplantısına katılan yaklaşık 4 bin kişiye hitap eden Giuliani, “Artık gerçekten İran’daki rejimin sonunun yaklaştığını görebiliyoruz. Mollalar gitmeli. Dini lider gitmeli. Yerlerine Recavi’nin temsil ettiği demokratik bir hükümet gelmeli. Özgürlüğe çok az kaldı… Seneye bu toplantının Tahran’da düzenlenmesini istiyorum!” ifadelerini kullandı. Ekonomik tecrit ve izolasyonunun İran hükümetinin düşmesini sağlayacağını savunan Giuliani, “En büyük ekonomik güçler sizinle iş yapmayı bırakırsa çökersiniz… Yaptırımlar daha, daha ve daha fazla artırılacak” ifadelerini kullandı. Anlaşılan ABD, İran’ı yumuşak karnından vuracak. İran bugüne kadar sert tedbirlerle baş etti, dize gelmedi, direndi ama hep ekonomik krizlere yenildi. Bütün kırılmalar ekonomik krizlerle veya yolsuzluklarla başlamıştır. Mollanın kötü yönetimine Amerikan yönetimi, ekonomik müeyyideleri de ekleyerek rejiminin canına od tıkayacak, sırtını yere getirecek. Bolton ve Giuliani gibiler böyle düşünüyor. 2017 yılında yapılan NCRI Konferansı’na katılan Trump’ın bilahare ulusal güvenlik danışmanı olan John Bolton da Meryem Recavi ve arkadaşlarının 2019 öncesinde İran’da rejimin dizginlerini ele alacaklarını söylemiştir. Meryem Recavi de bu çağrılara, beklentilere duyarsız kalmayarak hatta karşılık vererek iktidarla aralarında bir kurşun atımlık mesafe kaldığını söylemiştir. Ellerini uzatsalar rejimi yakalayabilecek güçte olduklarını ifade etmiştir. Bu ifadeyi 2018 yılı, 29 Haziran tarihinde geçmişte Arafat ve Velit Bin Tallal gibilerini bile tersleyen Rudy Giuliani yinelemiş, tekrarlamıştır.

Halkın Mücahitlerinin Nefesi 
Rejimin Ensesinde

Halkın Mücahitleri rejimin bir türlü yakasını bırakmıyor. Her halk hareketinin ön cephesinde onlar var. 2009 yılında Yenilikçilerin kazan kaldırması sırasında da Halkın Mücahitleri de araya sızarak gösterilerin yönünü rejimin kanatları arasında çekişmeden rejimi devirmeye doğru kaydırmak istemişlerdi. Sonrasında Yeşillerin durulmaları, denklem dışına çıkmaları üzerine bu defa halk hareketleri, rejim içi bir protesto hareketi olmaktan çıkmıştı. Rejimi devirmeye odaklandılar. Mücahitler, rejim aleyhinde bir sürek avı başlattı ve mesele amok koşusuna dönüştü. Özellikle de Halkın Mücahitleri ve İran Ulusal Direniş Konseyi’nin (NCRI) yıllık kongreleri İran’daki mevcut rejimi ürkütmeye başlamıştı. Uluslararası katılım ve ilgi giderek artıyor. Bunun açılımı; İran rejimi yalnızlaşıyordu.

İranlı bir diplomat ve bir dizi şüpheli, Fransa’da muhalif Halkın Mücahitleri örgütüne yakınlığıyla bilinen İran Milli Direniş Konseyi’nin 30 Haziran 2018 tarihinde Paris yakınlarında Villepinte kentinde düzenlediği etkinliğe saldırı hazırlığı yapmakla suçlanıyor. Almanya’nın Bavyera Eyaleti’nde gözaltına alınan İranlı diplomatın, Brüksel’de gözaltına alınan İranlı bir çiftle iletişim halinde olduğu belirtiliyor. Brüksel Savcılığı, söz konusu çiftin Villepinte’de yaklaşık 25 bin İranlı’nın katıldığı etkinliğe yönelik saldırı planları yapmakla suçlandığını açıkladı. 38 yaşındaki bir erkek ile 33 yaşındaki eşi, bir kozmetik çantasının içinde 500 gram patlayıcı madde ile patlatıcı düzeneği bulunmasının ardından Belçika’da gözaltına alınmıştı. Her ikisinin de İran kökenli Belçika vatandaşı olduğu açıklanmıştı. Fransız yetkililer bu gelişmenin ardından Villepinte’deki etkinliğe saldırı planladıkları gerekçesiyle üç şüphelinin daha gözaltına alındığını, ikisinin sorgunun ardından serbest bırakıldığını belirtmişti. Halkın Mücahitleri örgütü, kendilerine yönelik saldırı hazırlıklarından Tahran yönetimini sorumlu tutuyor. Halkın Mücahitlerine yakınlığıyla bilinen İran Milli Direniş Konseyi, Almanya’da gözaltına alınan Viyana Büyükelçiliği’ndeki diplomatın Esadullah Esedi olduğunu ve Villepinte’de planlanan saldırının “planlayıcısı” ve “komutanı” olduğunu iddia etti.

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ise “komplo teorisi” olarak nitelendirdiği bu suçlamaların, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Avrupa ziyaretine gölge düşürmek için tasarlandığını savunmuştur. Avrupa turu sırasında Hasan Ruhani, Viyana’da, Avusturya Cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen ve Başbakan Sebastian Kurz’la bir araya gelmiş ve Koreş zamanında Yahudileri kendilerinin kurtardığını söylemişti.

Meryem Recavi’nin Manifestosu!

Meryem Recavi, İran halkına neler vadediyor? 27 Aralık 2017 tarihinde başlayan ve dinmeyen ve 2018 yılına yayılan halk hareketi üzerine Meryem Recavi halka, Paris’ten seslendi, bir mesaj gönderdi. Bu daha önce Humeyni’nin, Paris’ten İran’a gönderdiği ve halkı mobilize ettiği mesajlara ve kasetleri andırıyor. Yaklaşık 40 yıl sonra yine aynı mekân, yine aynı olaylar! Tarihin tekrarı değilse şakası olmalı! Fransa’da, İranlılar bir kez daha dejavu halini yaşıyor. Kendisine dinlemeye gelen halka Halide Edip Adıvar’ın Sultan Ahmet Meydanı’nda 1918 tarihinde yaptığı konuşmaya benzer ‘tarihi’ bir konuşma yapıyor. Önce ‘kalleş kurşunlarıyla’ yere serilmiş şehitlerin ruhuna rahmet okuyor. Ardından 100 yıllık rövanş vaktinin gelip çattığını söylüyor. Kitlelere, velayet-i fakih altında yürütülen dini faşizmden ve dini istibdattan kurtulmaya az kaldığını ve bunun pekâlâ mümkün olduğunu telkin ediyor. Özgürlüğü savunmanın sadece halkın görevi olduğunu ve reformcu denilen asalaklar sürüsünün ancak baskıcı rejimin hizmetkârlığını yapabileceklerini söylüyor. Halk hareketinin amacını da şöyle özetlemiştir: “Özgürlük, eşitlik ve demokrasiye baş koyduk. Amaçlarımızdan birisi de dini devletten ayırmak; molla düzenini yıkmak, diktatörlüğüne son vermektir. Sosyal adalet için kıyam ettik, yollara düştük…”

Meryem Recavi ayrıca komşu halkları da unutmamış, mollaların elinden acı ve eziyet çeken Suriye, Irak ve Lübnan halklarının acılarını paylaştıklarını söylemiştir. Gerçekten de Yenilikçi hareket, Nejad döneminde sempatik baktığı Suriye halkını 2013 yılından sonra çabuk unutmuş ve Suriye halkının bastırılmasında mollaların aleti olmuştur. Suriye’ye yapılan baskı şimdi Irak ve İran’da geri tepiyor. Bu geri tepme Acem Baharı olarak nitelendiriliyor. Halkın Mücahitleri de Acem Baharı dalgasına binerek rejimi yıkmayı tasarlıyorlar. Yenilikçiler veya öteki ifadesiyle Reformcular, Suriye halkına sahip çıkmadıkları gibi İran halkının da haklı taleplerine kulak asmayarak, tercüman olamayarak inisiyatifi Halkın Mücahitlerine kaptırıyor. Bayrak el değiştiriyor.

İran halkının hissiyatına tercüman olan Meryem Recavi, İran’ın çarçur edilen, yağmalanan servetinin Hizbullah, Husiler, Bedir Tugayları gibi kökü dışarı da olan örgütlere aktarıldığını ve paraların Irak, Suriye, Lübnan ile Yemen gergefinde buharlaştığını hatırlatmıştır. Meryem Recavi’nin, İran halkına yönelik vaatleri arasında insan haklarına riayet de var. Keza İran’ın tek bir milletten ibaret olmadığını, etnik çeşitlilik, renklilik bulunduğunu ve bunları gözeteceklerini, işlerlik kazandıracaklarını ifade etmiştir. Bir başka vaadi de başkalarının içişlerine karışmama ve bölgesel huzuru temin noktasında çaba sarf etmek. Yeni İran’ın bölgesel barışı tehdit etmekten özenle sakınacağını ve kaçınacağını söylüyor. Bu çerçevede tamamen nükleer ve balistik füze çalışmalarına veda edeceklerini belirtiyor, bunlardan vazgeçeceklerini taahhüt ediyor. Fakirliği doğuran yolsuzlukla, rüşvetle mücadele edeceklerini ve serveti de adil bölüştüreceklerini ifade ediyor. Ülkeyi ve bölgeyi İran rejiminin pençesinden kurtaracaklarına da söz veriyor. Yargının bağımsızlaşacağını ve iktidar dönüşümünün sağlanacağını sözlerine ekliyor.

Velhasıl, Halkın Mücahitlerine göre İran Devrimi 1979 yılında mollalar tarafından kaçırılmış, çalınmıştı, 2019 arifesinde şimdi onu geri kazanmanın mücadelesi veriliyor, yollarını arıyorlar. Bununla birlikte son sözü ise İran halkı söyleyecek.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir