Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Nisan 25, 2024

Vakit Artık Seçmenin Talebini Doğru Okuma Vakti

Cumhuriyet’in 79. yılında iktidara gelen AK Parti, “adalet ve kalkınma” sloganıyla yola çıkarken “bürokratik oligarşi”yle karşılaştı. Kurumları yeniden dizayn ederken de yeni bir “bürokratik sınıf” oluşturdu. Ancak bu sınıfın bir kısmı, bulunduğu ve kendisine iyi bir gelecek sunacağını düşündüğü mevzii kaybetmemek için aslında farkında olmadan tüm partinin bindiği dalı keser hale geldi.

Türkiye yeni bir döneme uyandı. 16 Nisan referandumunda sistem değişikliğini kabul eden seçmen, 2018 seçimlerinde de toplumun tüm kesimlerini kucaklayacak, sıkıntılara güvenilir çözümler üretecek, güçlü ve istikrarlı bir yönetim için tek parti iktidarı isteğini yineledi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti yine ipi göğüsleyen taraf oldu. AK Parti’nin seçimlerde kullandığı “Vakit Türkiye Vakti” sloganı da seçmen nezdinde artık yeni bir evreye girdi: Vakit artık çalışma ve seçmenin taleplerini önyargısız, doğru okuma vakti. Peki, bu talepler neler?

Toplumun Tüm Kesimleri Kapsanmadan Ekonomik Büyümeyi Başarmak Zordur.

ABD ekonomisindeki toparlanma ile birlikte ABD Merkez Bankası FED’in para politikasını sıkılaştırma beklentisi, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu “gelişmekte olan ülkelerin” para birimleri ve tahvilleri üzerinde satış baskısı oluşturdu. Yatırımcıların yüksek risk karşılığında yüksek getiri sağlayan yatırım araçları olarak gördüğü “gelişen ülkeler” sınırlarından çıkıp ABD’ye dönüşü gelişen ülke ekonomilerinde dolar likiditesi sorununu ortaya çıkardı. Böyle olunca da gelişen ülkelerden olan Türkiye’de, Dolar/TL kurundaki artış rekor üstüne rekor tazeledi. Seçim kararı almadan önce başlayan bu artış, seçim kararıyla daha da hızlandı. Merkez Bankası, TL’nin erimesini engellemek için faiz artırımına gitti. İkinci tedbir ise zorunlu karşılıklarda alındı. Bankaların Merkez Bankası’nda tutmak zorunda oldukları TL cinsi likiditenin döviz olarak tutulmasına imkân tanıyan rezerv opsiyonu mekanizmasında üst sınır yüzde 55’ten yüzde 45’e düşürüldü. Böylece piyasaya bir miktar kaynak sağlandı. Sorun şu an için kısmen çözülmüş gibi dursa da önümüzdeki dönemde TL’deki zayıflamanın devam etmesi, Türkiye’ye açık biçimde dış finansman sorunu yaşatacak görünüyor. ABD dolarının yükselişinin ekonomiye kalıcı hasar vermesini önlemek için bu tedbirler yeterli mi? Asıl soru burada kilitleniyor. Çünkü Türkiye, net ithalatçı bir ülke ve büyümek için uluslararası sermayeye ihtiyaç duyuyor. Uzun vadede getiri sağladığı için “popülist” bakış açısı nedeniyle inşaat dışındaki alanlara yatırım yapılmaması, Türkiye’nin her an ekonomik olarak sıkıntı yaşayacağının da göstergesi.

Dünya Bankası’nın 2014’te yayımladığı raporu da bir anlamda bugünleri işaret ediyor. Raporda, 2002-2011 döneminde Türkiye’deki orta sınıf büyüklüğünün iki kat artışla yüzde 21’den yüzde 41’e yükselişi övülürken şu ifade oldukça dikkat çekici: “Buradaki soru, Türkiye’nin aynı yolda aynı hızla devam edebilmesi için gerekli koşulların mevcut olup olmadığıdır. En yoksul ve kırılgan gruplar da dâhil olmak üzere toplumun kesimleri kapsanmadan adil bir toplumu sağlayacak kapsayıcı ekonomik büyümeyi başarmak zordur.”

TÜİK Anketine Göre Yaşlılar En Mutlu

Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlere bir ay kala Xsights Araştırma’nın “Toplumsal Nabız Anketi”nin 2017 yılını kapsayan son çeyrek anketinde sorunlara ilişkin ilginç tespitler yer aldı. Türkiye’nin 26 ayrı kentinde yapılan araştırmaya göre vatandaş, devletin sunduğu 19 hizmet arasında en çok “savunma”dan en az da “ekonomi”den memnun görünüyordu. Vatandaşın en az memnun olduğu bir başka hizmet ise “yargı” olarak sıralamaya dâhil oluyordu. Türkiye İstatistik Kurumu’nun “Yaşam Memnuniyeti Araştırması, 2017” başlıklı çalışması da “Toplumsal Nabız Anketi”ni doğrular nitelikteydi. TÜİK anketine göre 2017 yılında yüksek memnuniyet oranı yüzde 74,4 ile asayiş hizmetlerinde gerçekleşti. Ancak aynı ankette genel anlamda bireylerin “mutluluğunun” giderek düştüğü tespit ediliyordu. TÜİK anketine göre, “mutlu” olduğunu beyan eden bireylerin oranı 2016 yılında yüzde 61,3 iken 2017 yılında bu oran yüzde 58’e geriledi.

“Mutsuz” olduğunu beyan eden bireylerin oranı ise yüzde 10,4’ten yüzde11,1’e yükseldi. Yaş gruplarına göre mutluluk düzeyine bakıldığında, 2016 yılında en yüksek mutluluk oranı yüzde 65,1 ile 18-24 yaş grubu iken 2017 yılında en yüksek mutluluk oranının yüzde 66,1 ile 65 ve üzeri yaş grubunda gerçekleştiği görüldü. En düşük mutluluk oranı ise 2017 yılında yüzde 53,1 ile 45-54 yaş grubunda oldu. TÜİK verilerine göre ortaya çıkan bir başka gerçek ise “Bir okul bitirmeyen”lerin mutluluk oranının yüzde 62,5 ile en yüksek seviyede olması. Bunu sırasıyla yüzde 57,7 ile ilkokul mezunu, yüzde 57,4 ile lise ve dengi okul mezunu, yüzde 56,9 ile yükseköğretim mezunu takip etti. 2017 yılının son çeyreğinde vatandaş “en az ekonomiden” memnun olsa da Konsensus Araştırma Şirketi’nin yaptığı ankete katılanların yüzde 51’i, 2018 yılına daha iyimser bakıyor. Ancak hemen belirtmek lazım ki bu iyimserliğin yüzde olarak kritik eşikte olması, iyimserliğin pamuk ipliğine bağlı olduğunu ve her an bir dip dalgayı beraberinde getirebileceği şeklinde de okunabilir.

Ülkenin Yüksek Menfaati İçin Liyakat

Peki, geriye kalanları “mutsuz” eden ne? Yanıt kısa ve net: Ülkenin yüksek menfaati için liyakate değer vermemek ve ortak akıl eksikliği. AK Parti, siyasete dâhil olduğu günden beri kendisini, “reformcu” ve “değişimci” olarak sundu ve bu alanlarda konumlandı. Buna uygun olarak da pek çok alanda “değişimler” gerçekleştirdi. Ancak görmezden gelinmeye çalışılsa da insanları ayakta tutan “umut” örselenmeye ve yitirilmeye başladı. Aslında AK Parti iktidara geldiğinde “bürokratik oligarşi”ye bayrak açarken “ötekileştirmeden” en çok etkilenen ve “çeken” parti olduğu için bu argümanı öne çıkarmıştı. Kapatma davaları, darbe girişimleri, e-muhtıralar hep onu sistem dışına itmek için rasyonel akıldan yoksun bürokrasinin kullandığı metotlardı.

Cumhuriyet’in 79. yılında “adalet ve kalkınma” sloganıyla iktidara gelen AK Parti, “bürokratik oligarşi”ye karşı kurumları yeniden dizayn ederken de yeni bir “bürokratik sınıf” oluşturdu. Ancak bu sınıfın bir kısmı, bulunduğu ve kendisine iyi bir gelecek sunacağını düşündüğü mevzii kaybetmemek için aslında farkında olmadan tüm partinin bindiği dalı keser hale geldi.

Kendi zekâsına ve becerisine güvenmeyen, üretim noktasında elini taşın altına sokuyor gibi görünen, parti içindeki güç dengelerini gözetip ona göre konumlanan bu sınıf, en küçük bir eleştiri karşısında liyakat sahibi, başarılı kişilerin hemen sistem dışına itilmesi için kolları sıvıyor. Bilgi ve liyakatten yoksun bu sınıfın aslında partiyle alakası da tartışmalı. İlkel bir güdü ile hareket eden bu sınıfın ortak kaygısı, ellerindeki imkânları başkasına kaptırmamak. Sistem dışına atılacak olanın “geçmişi”ni, tutmazsa mezhebi farkını öne çıkarmak ise bu sınıfın en önemli silahı. Bu da AK Parti’ye oy vermeyen ama problemi de olmayan, iletişim kurulduğunda aynı hedefe koşma potansiyeli olan liyakat sahibi, eğitimli ve bilgili unsurların mutsuzluğunu beraberinde getiriyor. Türkiye, son derece kısıtlı ve az sayıdaki beşeri sermayesini de bu sebeple küstürüyor.

“Pirus Zaferi”

Yeni sistemin tüm riskini üzerine alan lider Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin önünde iki seçenek duruyor: Birinci seçenek, tüm bu “sorunlara” çözüm üretmek için kendisini ötelenmiş hisseden beşeri sermayeyi ve taleplerini anlamak ve öncelikle çuvaldızı kendisine batırmak. Bu da galibiyetin “Pirus Zaferi”ne dönüşmemesi için kendisine yöneltilen her eleştiriyi bir saldırı değil, ortak yaşama kültürü adına bir arayış olarak görmekle olacaktır. İkinci seçenek ise gerek 16 Nisan halkoylaması gerekse 2018 seçim sonuçlarından kısmen de olsa bir panik havası hissetmemek ve sürekli tekrarlandığı gibi, “milli olmayan tüm güçler birleşmesine rağmen” sonuç, AK Parti açısından “tartışmasız bir başarı” oldu demek.

Tercih ikinci seçenekse ve fırtınalar değil de geminin limana sağ salim getirilmesi ise bu durumda çözüm, sorunları gerçekten görmek mi yoksa zaferden zehirlenip halının altına süpürerek günü kurtarmak mı sorusunun cevabında yatmaktadır. Yanıtı çok değil bir sene sonra yerel seçimlerde karşımızda gelecektir.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir