Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Çarşamba, Nisan 24, 2024

Sosyolog Doç. Dr. Ömer Miraç YAMAN Yörünge’ye Konuştu

Sosyolog Doç. Dr. Ömer Miraç YAMAN Yörünge’ye Konuştu…
“Bir Gençlik Sorunu Değil, Bir Ebeveynlik Sorunu Var”

Bir gençlik sorunu var mı diye sorduklarında bana, hayır diyorum, bir ebeveyn sorunu var. Bir anne-baba sorunu var. Bir gençlik sorunundan bahsedemeyiz sadece, en azından bahsetmemiz için önce kesinlikle anne babalık sorununu masaya yatırmamız gerekiyor. Önce bunu konuşmamız gerekiyor.

Son dönemde gündemde olan gençlik tartışmaları üzerine bu alandaki en yetkin isimlerden olan Sosyolog Ömer Miraç Yaman ile görüştük. Doç. Dr. Ömer Miraç Yaman gençliğe yönelik çalışmaları ile tanınıyor. Kıyıda kalan, ötelenen “Apaçi Gençlik” üzerine yaptığı ve kitaplaştırdığı doktora tezi, madde bağımlısı gençler ile yürüttüğü çalışmalar, hazırladığı Türkiye Gençlik Çalışmaları Bibliyografyası (1923-2010) ile gençliği tüm yönleriyle kuşatan ender isimlerden biri.

Türkiye’de gençliğin hep sorunlarla birlikte ele alındığını biliyoruz. Gerçi bu durum sadece Türkiye’ye ve günümüze mahsus bir olgu değil. Çünkü antik dönemlerde de neslin bozulduğundan şikâyet eden, gençlerin sorunlarından bahseden metinler var. Gençlik dönemi öteden beri hep sorunlarla anıla gelen bir dönem mi? Gençliği sürekli sorunlu bir alan olarak ele almamızın nedeni nedir, bu kuşak çatışmasının bir neticesi mi?

Bu soru kapsamında onlarca sebep sıralanabilir onlarca cevap verilebilir. 2500-3000 sene önceki metinlere bakıldığında da gerek Batıda gerek Doğuda, gençlik ve genç denildiğinde aşağı yukarı bugün yetişkinlerin kurduğu cümlelerin benzerleri kuruluyor. Gençler umursamaz, duyarsız, geleneklere saygısız türünden tespitler var. Bugünse gençlere dair yapılan çalışmalara ve düşüncelere genel olarak baktığımızda aslında şöyle bir şey var: Hangi entelektüel zeminden beslenirse beslensin her fikri hareket veya her ideolojik düşünce genci bir misyon taşıyıcısı olarak görüyor. Bu topraklarda yıllarca gerek sağ gerek sol, gerek İslami gerek lâik, Atatürkçü camiada hep böyle görüldü. İdeal yüklenen bir gençlik var. Zaten bu toprakların 1923’te tekrar bir devlet olarak kuruluşunda ilk metinlerden biri Ey Türk Gençliği’dir. Bir misyon, bir ideal yükleme, sürekli kıvamda tutulması beklenen ve istenen bir gençlik algısı var. 100 yıllık modern Türkiye tarihinin de, bütün siyasal iktidarların da birtakım vesilelerle sürekli gündeme getirdiği, şekillendirmeye çalıştığı ya da idealize ettiği bir şey gençlik. En mikro ölçekte, yerelde bir derneğin, vakfın ya da bir gönüllülük çalışmasının merkezinde de yine aynı şekilde bir gençlik “efsanesi” ve bir gençlik olgusu sürekli gündemde. Özellikle kritik olarak gençlerin değiştiği ya da hikâyelerinin biraz garipleştiğini düşünen kanaatlerin ben maalesef gençlerle bu topraklardaki dilin kopmasına bağlıyorum. Son 15-20 yıldan beri çok daha fazla dillendiriliyor bu. Her ideolojik bakış açısının dillendirdiği şey gençlerde bir gariplik olduğu yönünde: evde bir garipler, okulda bir garipler, sokakta bir garipler. Fakat toplamda Türkiye’de gençlerle çalışan, “gençlik için ama gençliğe rağmen” olmayan, doğrudan gençlerle çalışan, onlarla birlikte yol yürüyen ne kadar çalışma var diye dönüp baktığımızda hâlihazırda çok fazla çalışmanın olmadığını görüyoruz. Gençler için yapılan bazı çalışmalar olduğunu kabul ediyoruz ama buradaki hikâyenin büyük oranda bir şekillendirme, bir biçim verme yani genci bir malzeme, bir hamur, bir tuğla gibi görmekten hareketle yapıldığına tanık olunuyor. Ve bu da maalesef bugün tartıştığımız “gençleri anlayamıyoruz, dillerini anlayamıyoruz, onların hikâyesini anlayamıyoruz, hayat felsefelerini çözemiyoruz” gibi bir takım ahlanmaların vahlanmaların ya da eleştirilerin gün yüzüne çıkmasına zemin hazırlıyor. Türkiye’deki gençlik çalışmalarına baktığımızda bunların önemli bir kısmında gençleri anlamaktan ziyade o gençleri tanımlamaya dair bir çabanın olduğunu görüyoruz. Pür olarak genci anlamak, bugünkü durumunu analiz etmek, yönlendirmeden ve bir kalıba koymadan sadece görebilmek, samimi bir görüşle bakabilmek noktasında gençlik çalışmalarının Türkiye’de hala çok zayıf olduğunu söyleyebiliriz.

Aileler artık çocuklarının ne kadar dürüst ve ahlaklı olduğundan çok sınavlardaki başarılarını, yani bir anlamda bu dünyada ne kadar iyi bir yere geleceklerini ön plana çıkarıyorlar. Gençlerin dünyevileştiğini söylerken problemin kaynağını biraz da ailelerde aramamız gerekmez mi?

Çocuklar anne babalarının dualarıdır ve niyetleridir. Allah Teala evladı bir emanet olarak eve gönderir, bir kadın ile bir erkeğe gönderir ve gönderirken amacı da ‘Ben bu kulumu niye yarattığımı bilmiyorum ey anne babası, siz onun rotasını bulun’ değildir. ‘Ben bu kulumu neden yarattığını biliyorum, onun bir hikâyesi var bu dünyada. Size gönderiyorum çünkü bu bir hayvan değil, bitki değil, bir çiçek değil bir insan yani eşref-i mahlukat. Size onu kurcalayın, ayarlarını bozun ya da değiştirin diye de göndermiyorum.’ Lakin anne babalar evlatlarını adeta malları zannediyorlar. Bu aslında dünyanın en büyük imtihanlarından biri. Kuran-ı Kerim’de evlat imtihanı olarak geçen imtihanın ne olduğunu aslında biz anlayamıyoruz. Evlat bizim malımız değil bir emanet. Bu emaneti incitmediğimiz, kırmadığınız, dökmediğimiz, ayarlarını bozmadığımız ve aslına geri teslim edebildiğimiz oranda evlat, anne babanın cenneti oluyor. Tabii aksi takdirde cehennemi de olabilir. Anne babanın duası ve niyeti olan evlat, sadece dünyevi başarılarına odaklanılan bir emanet olmamalı. İyi bir okul okuması, mühendis, doktor, avukat yani toplumun gözle görülür ve başarılı olarak addettiği meslek gruplarından birine sahip olması, bir yuva kurması, mümkünse bir evi ve arabası olması anne babaların bu dünyada evlatları için yeter gördükleri standartlara karşılık geliyor.

Peki toplamda hikaye nedir? Biz hayatı ve çocuğu böyle görüyorsak o çocuk nasıl bizim cennetimiz olacak, nasıl cennet biletimiz haline dönüşecek?

Evladı hakkındaki tasavvuru böyle olan bir anne babadan tabii ki bu ve buna benzer bir evladın çıkması çok normal, abes bir durum yok ortada. Anne babalar bana çok soruyor doğru dua nedir, ben nasıl dua edeyim evladım için diye. Ben hep aynı şeyi söylüyorum onlara; evladınız eğer doktor olsun, mühendis olsun duası yapıyorsanız yanlış dua yapıyorsunuz. Ama doğru dua, bu zor bir dua üstelik; Yarabbi sen bu evladı gönderdin ve ben senin neden gönderdiğini bilmiyorum, hikayesi nedir bilmiyorum, zaten ben kendi hikayemi de, bu dünyadaki karşılığımın ne olduğunu da çözebilmiş değilim. Sen bana nasip et, lütfet ki ben bu evladıma, bu emanetine senin gönderdiğin hedef doğrultusunda katkı sunabileyim, yardımcı olabileyim, destekleyebileyim, istediğim yere çekiştirmeyeyim, kulağını bacağını bir taraflara çekiştirip sürüklemeye çalışmayayım. Sen bana bu konuda yardım et. Şeytan bu konuda beni kışkırttığında da ben onu incitip kırmayayım. İşte bu kritik dua. Biz mal olarak bakmıyorsak evlada, o evlat mal olmadığını gösteriyor zaten hayatı boyunca. Niyetimiz neyse evlat o niyet üzere yürüyor. Ben her hafta çok fazla anne babayla, evlatla konuşuyorum ve evlatların önemli bir kısmının anne babalarının niyetleri tarafından “vurulduğunu” görüyorum maalesef. Anne babalarının niyetlerinin esiri olduğunu, anne babalarının niyetlerinin bedellerini ödediklerini görüyorum. Bu yüzden bir gençlik sorunu var mı diye sorduklarında bana, hayır diyorum, bir ebeveyn sorunu var. Bir anne-baba sorunu var. Bir gençlik sorunundan bahsedemeyiz sadece, en azından bahsetmemiz için önce kesinlikle anne babalık sorununu masaya yatırmamız gerekiyor. Önce bunu konuşmamız gerekiyor.

Toplumda dindarlığın kötü temsili de gençlerin dindarlık algısında olumsuz bir etkiye sahip mi? Geçmişte dindarlık toplumun bir kesiminde özellikle medyada cahillikle ve geri kalmışlıkla ilişkilendiriliyordu. Böyle bir temsil gençlere aksini ispatlama azmi veriyordu. Ama günümüzde dindar kesimlerde görülen bazı yanlış tutumların, gençlerin din algısını olumsuz yönde etkilediği söyleniyor. Gençler bugün neden geçmişteki gibi değerlerini savunmak yerine değerlerinden taviz vermeyi seçiyorlar?

Burada çift taraflı bir yanılsamanın içindeyiz. Güncel gençlik tartışmalarının dinle ilişkilileri tartışırken çift taraflı bir yanılsama yaşıyoruz. Birincisi, özellikle vurgulayarak, altını çizerek ifade ediyorum ki gençler hakkında yorum yapanların gençlik üzerine hiçbir çalışmaları yok. Bir elektrik mühendisi düşünün, inşaat mühendisliği hakkında konuşuyor Bu durumda ne deriz, hangi cümleyi kurarız? Önce edep deriz değil mi? Şu anda medyada gençliği tartışanların, yorum yapanların % 95’i gençlerle çalışmıyor. Genç diye bildiği evde iki tane oğlu var veya bir tane kızı var üç tane de yeğeni var bu, onlarla da zaten görüşmüyor, çok yoğun herkes. Ama utanıp sıkılmadan herkes ahkâm kesiyor; gençler şuraya gidiyor, dinden uzaklaşıyor, oradan oraya savruluyor vs. Genel gidişatın rotasını çizenlerin malzemesi olmaktan başka bir şeye yaramadığını düşünüyorum bu tartışmaların. Bundan 12 sene önce memlekette bir misyonerlik tartışması vardı biliyorsunuz. Ortalık yıkıldı gitti gençler misyoner mi oluyor, Hıristiyanlığa, Yahudiliğe mi geçiyor diye. Kimse Hıristiyan ya da Yahudi olmadı memlekette. Sonrasında şeytana tapanlar konuşuldu, satanizm dendi. Şimdi yine aynı şeyi tartışıyoruz gençler deist mi oluyor, ateist mi oluyor, nereye gidiyor bu gençler niye bunlar dinden kaçıyor? Ben haftada en az 2000 tane liseli ya da üniversiteli gençle oturup kalkıyorum ve bu coğrafyanın her yerinde oturup kalkıyorum. Karşımda deist, dinsiz, garip varlıklar, insanlar görmüyorum. Tıpkı bizim gibi hayata bakan, tıpkı bizim gibi refleksleri farklı çalışan insanlar var karşımızda. Şunu konuşabiliriz; gençlerin dine bakışında endişeli bir hal var mı, olabilir mi? Olabilir ama bu da çok normal bir şey.

Gençlerin bu endişeli bakışlarında FETÖ ihanetinin payı var mı?

Evet, olayın bu yüzü neredeyse hiç tartışılmadı. Şu an 15-20 yaşında olan bir genç açısından bakalım meseleye: Türkiye’de İslam âlimi olarak gördüğü bir kişinin iki yıl önce Türkiye’nin en büyük haini olduğu tescillendi. Bu durumda ne düşünür bir genç? Çok basit bir şey düşünür: bu âlim miydi, hain miydi? Bu dinin göstergeleri nasıl, din adamları nasıl adamlar? Bunu düşünmekte haksız mı, bu soruyu sormakta haksız mı? Kanaatimce hayır değil. Biz doğrusunu anlatabiliriz, yönlendirebiliriz ama bu soruları sorduğu için gençleri kınayamayız. Yaşadığımız travma ufak bir travma değil, çok büyük bir travma yaşıyor bu topraklar dinin görünen yüzleri üzerinden. Bu travma yetmiyor gibi işi dini tartışmak değil dini anlatmak olanlar din tartışması yapıyorlar. Bir İslam âliminin amacı dini tartışmak değildir, dini anlatmaktır hatta bence anlatmak da değildir dini yaşamaktır. Anlatmak bunun çok az bir kısmında vardır aslında. Dini anne babasından gördüğü kadarıyla kandille, Ramazanla sınırlı olan bir genç, dinin hayatımızdan zaten biraz “ötelendiği” ya da –“mış” gibi yapıldığı bir zamanda dini anlatacak kişilerin din tartıştığını gördüğünde dine karşı endişelerinin olması çok anlaşılabilir bir durumdur. Abes bir durum yok fakat bu gençlerin deist olduğu anlamına gelmiyor, ateist olmuyorlar, böyle bir hikâye yok.

Deizm tartışmalarının abartıldığını söyleyebilir miyiz o halde?

Abartı bile değil çünkü bunun bir gerçekliği yok. Gençleri anlamıyorlar. Ergenlik dönemi iniş çıkış dönemidir, rol model arayışı dönemidir. 15 yıl önceki ergenlerde bu dönemin tezahürü başka bir şekilde çıkar, mesela heavy metal olarak çıkar bugün başka bir şekilde çıkar. Bir dönem hatırlarsanız satanizm efsanesi verildi bu topraklarda, 2 tane kedi kesen genç görüldü ve gençler satanist mi oluyor diye veryansın edilmeye başlandı. Tartışmaların farkında mısınız: misyonerlik, satanizm, deizm. Peki bunların gerçeklik payı var mı? Bu sorunun cevabını bulmak çok basit. Ortaokullarda, liselerde öğrencilere değil din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerine sorsak size bir yıl içinde ben deist oldum diye kaç öğrenci geldi diye, bunun cevabını hemen alırız. Bu yöntemle bir cevap alıp gerçeklikleri konuşmak yerine spekülasyonla konuşuyoruz çünkü medyada bir haber malzemesi değeri var. Bir yandan tabii bunun siyasete bakan tarafı da var. 5-6 yıl önce Cumhurbaşkanının dindar bir nesil yetiştireceğiz açıklaması hatırlatılarak deizm meselesini kurcalayan bir siyasal kanal da var. Ben her yıl deist olduğunu söyleyen onlarca öğrenci ile tanışıyorum ama bu yüz binler içinde onlar, daha iyi verisi olan varsa bunu konuşmaya hazırım. Ama tekrar söylüyorum, gençlik adına ahkâm kesenler gençlerle oturup kalkmıyorlar, gençlerle ders yapmıyorlar, ortaokulluyu, liseliyi, üniversiteliyi tanımıyorlar. Ben tespitlerinin yanlış olduğunu ve hatta durumun tam tersi olduğunu söylüyorum: Gençlerin gürül gürül dine aktığı bir dönemden geçiyoruz. Ama aynı zamanda dini temsillerimizin patır patır döküldüğü de bir dönem. Gençler gürül gürül akmak istiyorlar fakat önüne örnek, temsil, model ve onları kendi “çantasına” atmak istemeyen, kendi “elemanı” yapmak istemeyen, kendi “kurşun askeri” yapmak istemeyen cemaat, tarikat, dernek, vakıf bulmakta oldukça zorlanıyorlar.

Peki daha önce misyonerlik, satanizm bugün ise deizm tartışmalarının piyasaya sürülme nedeni nedir?

Türkiye’de gençlik üzerine bazı operasyonlar yürütülüyor. Ben bunu siyasal tarihten bağımsız okumanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Türkiye demografisine baktığımızda yaşlanmaya başlayan bir ülke olmasına rağmen Türkiye hala çok genç ve dinamik bir ülke. Genç akışı da devam ediyor. Suriye’den gelenlerin de %70’i genç. Genç işgücü çok kuvvetli burada. Gençler üzerinde sadece bahsettiğimiz satanizm, deizm gibi fikri operasyonlar düzenlenmiyor. Özellikle son 10 yılda dikkat çeken madde bağımlılığı operasyonu var. Türkiye’de devletin açıkladığı resmi rakama göre uyuşturucu bağımlılığı oranı %3, bu aşağı yukarı 3 milyon bağımlıya karşılık geliyor. Ben madde bağımlıları ile çalışan biri olarak oranın bundan daha yüksek olduğunu birkaç milyon daha fazla olduğunu düşünüyorum. Bahsettiğimiz birkaç milyon bağımlının önemli bir kısmı da genç. Türkiye’deki siyasal kırılmaların, asker ve polis gücünün zayıfladığı dönemlerde madde girişi olmuştur Türkiye’ye. Örneğin bonzai büyük oranda gezi hadiselerinin olduğu zamanda giriş yapmıştır bu topraklara. Benzer şekilde 15 Temmuz 2016’da bir başka madde girişi yapıldı: koreks. Niye, çünkü bir toprak siyasal açıdan ve ekonomik güç olarak zayıfladığında, askeri ve polis gücü zayıfladığında büyük teröristler buraya giriş yapıyorlar. Bu ülkede hala Türkiye’nin kültürel kodlarına hiç de uymayan pek çok vakıf, dernek çok kuvvetli bazı Avrupa devletleri tarafından destekleniyor ve bunlar da çeşitli projeler gerçekleştiriyor gençlik üzerine. Bu entelektüel anlamda da bağımlılık anlamında da kültür alanında da böyle. Bu çok normal, bunu beklememek saflık olur zaten. Çünkü Türkiye, hem İslam dünyası için hem bu coğrafya için kilit bir bölge. Buranın gencinin dokusunu tabii ki bozmak isteyecekler, gereksiz gündemlerle oyalamak isteyecekler. Yürütülen pek çok tartışmanın altında başka bir şey yatıyor. Son örneğe bakalım; geçtiğimiz 6 ayda yapıldığı kadar reklamı hiç yapılmadı ateizm ve deizmin. Bana sorarsanız bu çok zekice bir yöntem. Çünkü genç ne yapıyor? Bu deizm neymiş diyor ve hemen internete girip bakıyor. Deizm gibi çok kavramsal ve felsefi bir şeyi bir gencin gündemine nasıl sokarsınız? Satanizm de aynı şekilde gündemleştirildi, herkes satanizm öğrenmedi mi bu topraklarda? Maalesef biz de buna su taşıyoruz bu konuyu tartışarak, gündemde tutarak. Halbuki bunu tartışmaya gerek yok. Çünkü bence Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar gençlerde dindarlaşma var. Bunu savunmak için söylemiyorum. Fakat biz meseleyi nasıl bakarsak öyle görüyoruz.

Bu meseleye nasıl bakmalı, gençlere nasıl ulaşmalıyız?

Bu topraklarda din adına konuşanların (bu dernek, vakıf ya da hoca olabilir) tebliği ve davet dili, insanlarla iletişim kurma dili maalesef tabirimi mazur görünüz “ter” kokuyor. İnsanlar kaçıyorlar bizim üslubumuzdan, kaçıyorlar ve rahatsız oluyorlar, bizim kurduğumuz cümlelerden rahatsız oluyorlar. Allah’ın ayetlerini ve Peygamber aleyhisselamın hadislerini onları terbiye etmek için bir malzemeymiş, onları dövmek için bir sopaymış gibi lanse etmemizden rahatsız oluyorlar ve haksız da değiller üstüne üstlük. Bana bir genç deistim ya da ateistim diye geldiğinde ben ona kollarımı açıyorum. Hayatında neleri sorguladığını, ne yaşadığını, ebeveyninden neler gördüğünü, nasıl bir travması olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bu noktada yanlış tanımlamalar, yanlış yorumlamalar yapıyor ve maalesef yanlış çözümler sunuyoruz. İslami camia içerisinde gençlerle ilgilenenler kendilerini yenileyemedikleri için 1980-90 model öngörülerle baktıkları için gençler onlara göre dünyevi, garip yerlere savrulmuş durumda. Bu tamamen bir yanılsama. Dışarıda gürül gürül bu toprakların dilinden, dininden, kültüründen gurur duyan, bu topraklarda mutlu olan ve yaşamak isteyen fakat bunu nasıl yapacağını bilmeyen ve yönlendirmeler konusunda eksik olan milyonlarca genç var. Yanlış yerden bakarak yanlış yorumlama yaptığımızı düşünüyorum, eksik ve hatalı baktığımızı düşünüyorum.

Ergenlik/gençlik, insanın inancını arama ve netleştirme/derinleştirme çabası içinde olduğu bir dönem.Bu hassas dönemde gençlerin en çok kafasını karıştıran ne oluyor?

Peygamber aleyhisselam çocuklara din eğitiminin 10 yaşa kadar verilmesi gerektiğini söylüyor. Pedagoji de bunu destekliyor, insanın öngörüsünün, dünyasının, zihninin, kültürel çerçevesinin belirlendiği yaş sınırlarıdır bunlar. Biz ise o yaşa kadar yatırım yapmıyoruz, sonra şekillenmiş bir çocuğa yön vermeye çalışıyoruz. Kızımıza mesela “başını kapatmalısın” diyoruz ama sebebini izah etmiyoruz. Ergenliğe girmiş oğlumuza “namaz kılmalısın” diyoruz ama neden, ne için kimin için namaz kıldığını izah etmiyoruz. Ya da çok yetersiz izahlar yapıyoruz. Peygamber aleyhisselam çocukluktan itibaren adım adım din eğitimi verilmesi gerektiğini söylerken biz çok geç bir dönemde adeta çocuğun şekillenmesi bittikten sonra din adına bir şeyler söylüyoruz ve bu, gençleri dinden soğutmaktan, dinden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Kritik hatamız bu. Bana birçok anne baba geliyor evladım namaz kılmıyor ne yapalım diye. Yapacak hiçbir şey yok diyorum, şaşırıyorlar hiçbir şey yapmayayım mı, uyarmayayım mı, kızmayayım mı diye soruyorlar. Yapacakları tek şey dua etmek. Çocuğu namaz kılsın diye değil ama önce tövbe etmeleri lazım. Sen yedi yaşına kadar çocuğunu eğittin mi, onun sınavına, dersine hazırlanırkenki iştiyakınla, heyecan ve motivasyonla namazını takip ettin mi? Onu incitmeden, kırmadan, bir kere ağzından kem söz çıkmadan bu durumu onunla konuştun mu? Sevdirdin, muhabbet ettirdin mi? Yok. O zaman anne babayı tövbe bekliyor. Çocuğun namaz kılmıyorsa bir anne baba olarak sorumlu sensin. Nuh aleyhisselamın oğlu da kılmadı ama 950 yıl boyunca peşini bırakmadı Nuh Aleyhisselam ve bir kere kem söz söylemedi evladına. Anne babalık böyle bir şey. Biz ise ikinci hatasında, beşinci yanlışında çocuğu defterden siliyoruz, onuncu hatasında evden kovuyoruz ya da evlatlıktan ret ediyoruz. Bu kadar nasipsiz anne babalığa rağmen bence bu gençler çok iyiler.

Gençlik ve bağımlılık denildiğinde eskiden bazı zararlı alışkanlıklar akla gelirdi. Şimdi ise yeni bağımlılık türlerinden bahsediliyor. Özellikle bilgisayar, internet ve sosyal medya bağımlılıkları. Bunlara bağımlılık demek abartılı mı? Sadece gençlere has bir bağımlılık olarak yaklaşmak doğru mu?

Bir şeye bağımlılık demek için uluslararası standartlar var. DSM 5’te kısmen bir bağımlılık olarak tanımlanmaya başlandı internet, sosyal medya bağımlılığı vs. Ama hala bu konuda araştırmalar ve çalışmalar devam ediyor. Bulgular bize şunu gösteriyor; bir madde bağımlısı, bonzai bağımlısı ile internette 8 saat gezen bir gencin bağımlılık göstergelerini ölçerken beynin aynı yerini absorbe ettiği görülüyor. Dolayısıyla bunun bir bağımlılık bileşeni oluşturduğu üzerine bir öngörü belirtiliyor. Bunun adına bağımlılık demesek bile uyuşturucu maddede, sosyal medya ya da kumar bağımlılığı bunların hepsi bu dünyadayken bu dünyanın dışına çıkma arayışının bir kurtarıcısı olarak gençler ya da yetişkinler tarafından kullanılıyor. Burada yetişkinlerin altını ısrarla çiziyorum; çünkü bana sorarsanız en az gençler kadar yetişkinler de bağımlı şu anda. Anne babalar gelip çocuğun elinden telefonu nasıl alacağız diye soruyorlar, ben de asıl sizin elinizden nasıl alacağız diye soruyorum onlara. Bu aslında insanın boşluk sorunu; içimiz boşaldı ve içimizi doldurmaya çalışıyoruz, bunun araçlarını üretiyoruz. Ama bunu çocuk da, genç de yetişkin de hepimiz yapıyoruz. Sokakta oynayacak alanı olmayan, evde annesi ya da babası tarafından ilgilenilmeyen, bir şey yapma imkânı bulamayan bir genç doğal olarak soruyor, internete dalmayayım, dizi izlemeyeyim de ne yapayım? Bana bir şey söyleyin onu yapayım. Bu sorunun cevabını doğru vermemiz gerekiyor. Bu cevabı üretmeden kurduğumuz her cümle ahlamaktan vahlamaktan ya da bana sorarsanız büyük bir zulümden başka bir şey değil. Ebeveyn olarak hikâyeyi önce biz değiştireceğiz.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir