Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Mart 29, 2024

Bir Kuşak Bir Yol Girişimi: Çin’in Yeni Dünya Düzeni

Bir Kuşak Bir Yol Girişimi Asya Pasifik bölgesinin Marshall Yardımı olarak görülmektedir. Hatırlanacağı üzere Marshall yardımı tek başına yürürlüğe girmemiştir. ABD, üç aşamalı bir strateji izlemiştir. Evvela 1947’de Truman Doktrini’nin ilan edilmesiyle siyasi altyapısı hazırlanmıştır. Daha sonrada Marshall yardımı yapılmıştır. Hem Truman Doktrini, hem de Marshall yardımları aslında yeni bir dünya düzeninin inşasıydı ve bu düzenin başını ABD çekiyordu. Bu düzeni koruma adına ABD, 1949’da bir askeri savunma paktı olan NATO’yu kurarak üçüncü aşamayı tamamlıyordu.

Yaklaşık kırk yıldan beri Çin, ekonomik odaklı bir büyüme stratejisi benimsemiş, tüm politikalarını da bu çerçevede şekillendirmiştir. 1980’lerde Çinli lider Deng Xiaoping, Sovyetler Birliği’nin gidişatını ve geleceğini çok iyi analiz ederek, Sovyetler Birliği’nin sonunun ekonomik nedenlerden olacağını tespit etmiştir. Bu tespit ve analizini Sovyet liderlerle paylaşmasına rağmen Sovyetler Birliği Çin’i dikkate almadığı gibi Çin’i Sovyetler Birliği’ni yıkmak için bir takım komplolara alet olmakla suçlamışlardır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Çin yönetimi Sovyet sistemindeki özellikle ekonomik aksaklıkların Çin sistemindeki benzerlerine müdahale ederek, Çin’de sistemi ve rejimi rehabilite etmiştir. Böylece, Çin, Doğu Bloku yıkılırken hasar almadan bu badireyi atlatmıştır. Soğuk Savaş sonrası döneme karma pazar ekonomisiyle devam etmiştir. Çin, gözden düşen siyasi sistemini, ideolojisini ve rejimini geri plana çekerken, ekonomik atılımını ön plana itmiştir.

Deng’in tüm bu süreç içerisinde uygulamış olduğu stratejisinin tek cümlede özeti, bizzat kendi deyimiyle “kedinin rengi önemli değildir, önemli olan kedinin fareyi tutup tutamamasıdır” sözüdür.

Bu benzetme aslında Deng’in önderlik ettiği Çin’in pragmatik dünya algısını göstermesi açısından önemlidir. Deng’in 1990 yılında “24 Karakter Stratejisi” olarak ortaya koyduğu ilkeler, kendisinden sonra gelecek lider kadro tarafından siyasi vasiyeti olarak görüldü. Deng, 24 Karakter Stratejisinde kendisinden sonra gelecek liderlere şu uyarılarda bulunuyordu:

– Sakin bir şekilde gözlemleyin,
– Konumumuzu sağlama alın,
– Sorunlarla sakin bir şekilde başa çıkın,
– Gücünüzü gizleyin,
– Uygun zamanı bekleyin,
– Düşük bir profili muhafaza etmede iyi olun
– Asla liderlik iddiasında bulunmayın.

Özetle Deng, kendisinden sonra gelecek lider kadroya maceraya girmekten kaçınmalarını ve ekonomik kalkınmayı temel hedef yapmalarını tavsiye ediyordu.

Gerçekten de Deng’ten sonra gelen liderler Jiang Zemin ve Hu Jintao da aynı yolu izleyerek Çin’in ekonomik büyümesi konusunda çaba sarf ettiler. Hiçbir zaman dünya ve bölge politikasında liderlik iddiasında bulunmadılar ya da ideolojik tartışmalara, gerginliklere veya kamplaşmalara girmediler.

Bir başka deyişle ekonomik odaklı büyüme ve buna bağlı strateji geliştirme süreci devam etti. Ancak 21. yüzyıl, yeni bir takım tehditleri ve zorlukları da beraberinde getirdi. Çin, küreselleşme, dünyanın dijitalleşmesi, teknoloji devrimi, asimetrik tehditler, etnik çatışmalar ve uluslararası terörizm gibi meydan okumalarla yüz yüze geldi. Özellikle 11 Eylül 2001’de ABD’ye yapılan terör saldırısı uluslararası politikada yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

2000’li yıllara kadar ekonomide açık kapı politikasını sonuna kadar uygulayan Çin, benzer bir açık kapı politikasını siyasi anlamda uygulamadığı gibi siyasi açıdan kendisini dış dünyadan da soyutlamıştır. Kendisini doğrudan ilgilendirmeyen siyasi konulara taraf olmamış, daha bölgesel ve yerel bir tavır takınmıştır. Küreselleşmenin ekonomik boyutuna sıcak bakarken, siyasi boyutuna ise kapılarını kapatmıştır. Kuşkusuz bu tutumun arkasında rejimini muhafaza etme kaygısı yatmaktadır. 1989’da yaşamış olduğu Tiananmen öğrenci olayları gibi bir tecrübenden sonra Çin’in dış dünyaya bakışının biraz şüpheci olması da aslında anlaşılabilir bir durumdur.

2000’lerin başında Çin, artık siyaseten kendisini dünyadan izole etmekte zorlanmaya başlamıştır. Zira ekonomisi dünya politikasında ortaya çıkan gelişmelerden etkilenmeye başlamıştır. Çin, her ne kadar açık kapı politikasını takip etse de ekonomisini dünya ekonomisine entegre edememiştir. Burada büyük bir çelişki yaşanmıştır. Bu çelişkinin orta vadede Çin ekonomisi için bir zaaf noktası oluşturacağı öngörüsü aslında 1990’larda tartışılmaya başlanmış ve çözüm olarak da 1990’ların ikinci yarısından itibaren Dünya Ticaret Örgütü’ne üyelik için hazırlıklara başlanmıştır.

11 Eylül saldırısının hemen ardından da Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne üyeliği gerçekleşmiştir. Çin’in belki de bu dönemde attığı en önemli siyasi adım Şanghay Beşlisini, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne dönüştürmek olmuştur.

2002’de Çin Komünist Partisi’nin 16. Kongresinde göreve gelen Hu Jintao, hem yeni kuşak lider olarak öne çıkmış hem de ılımlı duruşuyla iç ve dış politikada belli bir denge sağlamıştır. Dünya politikasıyla ilgili önemli gelişmelerde ve karar aşamalarında hep ortada durmuştur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin riskli kararlarında çekimser oy kullanmıştır. Rusya ile geliştirilen sıkı işbirliğine rağmen zaman zaman Rusya’nın karşılaşmış olduğu zorluklarda Moskova’nın yanında yer almak yerine tarafsız durmayı tercih etmiştir.

İdeolojik olarak ABD’nin tam karşısında olan bir söyleme sahip olmasına rağmen pratikte ABD ile ilişkiler daha da geliştirilmiş ve özellikle ekonomik ve ticari ilişkilere önem verilmiştir. Doğrudan ulusal güvenliğini tehdit etmediği sürece ABD ile siyasi polemik konularına girmekten kaçınılmıştır. Çin’in dünya politikasına bu kadar ilgisiz olması yanında Rusya’nın yanında yer almamasının siyasi bir nedeni ya da siyasi bir tercih ile ilgisi bulunmamaktadır. Daha önce de belirtildiği üzere bu duruş tamamen ekonomik büyümeyi öncelemesi nedeniyledir.

Çin, her ne kadar ideolojik bir çatışmadan, bloklaşmadan kaçsa da Soğuk Savaş sonrası dönemde ideolojik çatışmaların yerini medeniyetler çatışması alacak diyen Samuel Huntington’a göre, Çin, Batı medeniyetinin karşısındaki öteki olarak tasvir edilmiştir. Batı dünyası Çin ile ekonomik ilişkileri geliştirirken siyasi ilişkilerinde Çin’in mevcut siyasal sistemini de sert bir şekilde eleştirmekten kaçınmamıştır. Çin’in devletçi ekonomik modelini yerden yere vurmuşlardır. Ama bu devletçi ekonomik model 2008’de dünyada yaşanan ve özellikle ABD’de yıkıcı etkileri görülen ekonomik krizden Çin’i kurtarmıştır.

Hu Jintao döneminde (2002-2012) Çin’in devletçi ekonomisi muazzam büyüyerek, ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük ekonomisi oldu. Fakat bu ekonomik büyüme siyasi alana yansımadı. Örneğin 2003 yılında Irak’ın işgalinde veya Arap Baharı sürecinde Çin, siyasi gücünü göstermeyerek geri planda kalmayı tercih etti. Bu tercih, yukarıda da belirtilen Deng’in 24 Karakter Stratejisiyle ilgili olabilir. Çin yönetimi oradaki tavsiyelere uymuş olabilir ancak 24 Karakter Stratejisinin de bir kullanım ömrü bulunmaktaydı. Nihayetinde Deng Xiaoping, sonsuza kadar bu stratejinin kullanılmasını istememiş, sadece hazır olana kadar beklenilmesini istemişti.

Çin Rüyası

2012’de Çin Komünist Partisi’nin 18. Kongresinde Xi Jinping göreve geldi. Xi Jinping, Mao’nun yakın arkadaşlarından ve Kızıl Ordu’nun önemli komutanlarından birisi olan eski bir devrimcinin oğluydu. Hayatı komünist partiye hizmetle geçti. Uzun yıllar köylerde çalıştı, tarımla ilgilendi. Partinin her kademesinde bulundu. Partiyi, ülkesini ve halkını oldukça iyi tanıyordu. Aralık 1978’de Çin Komünist Partisi 11. Merkez Komitesi 3. Genel toplantısında Deng Xiaoping tarafından ilan edilen Reform ve Dışa Açılım Politikasından 2012’de Xi Jinping’ün göreve gelmesine kadar olan dönemde Çin, oyunu başkasının (ABD) koyduğu kurallara göre oynadı. Özellikle Soğuk Savaş sonrası ABD tarafından ilan edilen Yeni Dünya Düzeni’ne her ne kadar Çin itibar etmese de zorunlu olarak bu yeni düzenin çizmiş olduğu ekonomik sınırları aşmadı. Çoğu zaman ABD’nin küresel ve bölgesel politikalarını tasvip etmese de sessiz kalmayı tercih etmek zorunda kaldı!

2013 Mart’ında devlet başkanlığı görevine getirilen Xi Jinping, Çin parlamentosunun kapanış oturumunda yaptığı konuşmada Çin Rüyası’ndan bahsetti. Bu rüyayı gerçekleştirebilmek için Çin halkını yeniden ayağa kaldıracaklarını söyledi.

Pekin, artık ABD’nin küresel hükümranlığında yaşamak ya da kazanmak için siyasi taviz vermeyi 1840-1949 yılları arasında yaşanan ve Çin’in neredeyse yarı sömürge bir hale geldiği Utanç Asrına benzetmeye başladı. Bu nedenle Xi Jinping, artık Çin’in başkasının oyununda başkasının kurallarına göre değil, kendi oyununda, kendi koyduğu kurallara göre oynaması gerektiğini düşünerek Çin’in kendi dünyasını inşa etme yoluna gidiyordu.

Bu yeni Çin Rüyası çok uzun zamandan beri Çinli jeopolitikçiler tarafından tartışılan bir meseleydi. Hâlihazırda binlerce yıldan beri Çin’in dünya olarak gördüğü şey bizzat kendisine ait olan coğrafyaydı. Çin, kendisini bir ülkeden, bir imparatorluktan çok bir dünya, bir medeniyet olarak görüyordu. Zaten kendisini bugün dahi Çince “Zhongguo” yani “Orta Krallık” diye adlandırıyor. Orta Krallık sadece kendisini tanımladığı bir sıfat veya isimden çok anlam derinliği olan bir dünya görüşünü yansıtmaktadır. Geleneksel ve tarihsel anlamına göre Orta Krallık her şeyin ortasında ve üstünde olan üstün bir medeniyeti tasvir ediyordu.

Çin kendisini medeniyetin merkezi olarak görüyor, kendisinin dışındakilerini ise barbarlar olarak adlandırıyordu. Çin’in bu kültürel üstünlük duygusu o kadar ileri gitmişti ki 19. yüzyılda kendisini yarı sömürge haline getirmiş olan dönemin en büyük askeri ve ekonomik gücü İngiliz imparatorluğuna karşı bile kendisini medeni, İngilizleri ise barbarlar olarak görmekten çekinmemiştir.

Çin’in inşa edeceği dünyadan maksat denizlerden dağlardan oluşan somut bir coğrafya değil aksine kültürel olarak birçok coğrafyayı ve halkı kapsayacak bir soyut alandır. Xi Jinping, bu durumu Çin Rüyasının sadece Çin halkına değil öteki halklara da mutluluk getireceğini söyleyerek tespit etmişti. Xi Jinping’e göre Çin Rüyasını gerçekleştirmek için Çin yolunu izlemek gerekiyor.
Çin yolu ise Çin’e özgü sosyalizm düşüncesidir. Bir nevi bu rüyayı gerçekleştirmek için mevcut rejimin bir anahtar olduğunu halkına söylüyordu. Böylece rejime, ideolojiye ve partiye yapılacak bir başkaldırının Çin’in aydınlık ve müreffeh geleceğine yapılacağını ima ediyordu. Çin Rüyasının temelini 2021’de Çin’in orta düzeyli refah devleti haline gelmesi oluşturuyordu.

Çin’in Yeni İpek Yolu Projesi

Xi Jinping’in 2013 yılında Kazakistan ziyareti sırasında Nazarbayev Üniversitesinde yaptığı konuşma Çin’in kendi dünya düzenini kurması adına önemli bir başlangıç noktası oldu. Xi Jinping, konuşmasında İpek Yolu Ekonomik Kuşağını tüm Avrasya halkları olarak birlikte inşa etme çağrısında bulundu. Xi Jinping, bu projenin kapsamını Avrasya bölgesindeki bütün ülkeler arasındaki ekonomik ilişkileri daha da yoğunlaştırmak, karşılıklı işbirliğini daha da derinleştirmek ve gelişme için daha geniş bir ufuk açmak için yaratıcı bir ruhla yeni bir işbirliği mode­lini geliştirerek “İpek Yolu Ekonomik Kuşağı”nı ortaklaşa oluşturmak olarak özetliyordu. İpek Yolu Ekonomik kuşağı güzergâhında yer alan bütün ülkelerin mutluluğuna hizmet edecek muhteşem bir proje olacağının da altını çiziyordu.

Xi Jinping konuşmasında İpek yolu Ekonomik Kuşağı projesi için oluşturulan vizyonun beş adımda gerçekleştirileceğini söyleyerek bu adımları şöyle sıralamıştır:

-İlgili ülkelerle ekonomik gelişme stratejileri ve politikaları hakkında geniş kapsamlı istişarelerde bulunarak politik eşgüdümün sağlanması.
-Pasifik Okyanusu’ndan Baltık Denizi’ne kadar uzanacak büyük bir taşımacılık hattı açılması. Bu nedenle taşımacılık için kullanılan yol bağlantıları güçlendirilecek. Bu bağlamda Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye ülkeler arasında taşımacılığın kolaylaştırılmasıyla ilgili bir anlaşma metni üzerinde istişare yapılmaktadır.
– Karşılıklı yarar ve ortak kazancı gerçekleştirilmesi. İpek Yolu Ekonomik Kuşağı’nda yer alan ülkeler 3 milyara yakın bir toplam nüfusa sahiptir. Bu da dünyanın en büyük pazarı demektir. Bölge ülkeleri arasında ticaret ve yatırım alanlarındaki işbirliğinde son derece büyük bir potansiyel bulunmaktadır.
– Para sirkülasyonunu yoğunlaştırarak, ticarette tarafların kendi yerel paralarını kullanılması.
– Halklar arasındaki yakınlık ve ül­keler arasındaki dostane ilişkilerin geliştirilmesi. İşbirliğinin gerçekleştirilmesi, ilgili bütün ülkelerin halklarının desteğine bağlıdır. Bölgesel işbirliğine güçlü kamuoyu desteği ve sağlam sosyal zemin sağlamak için halkla­r arasındaki dostça temaslar yoğunlaştırılmalı, karşılıklı anlayış ve gelenek­sel dostluk pekiştirilmeli.

Xi Jinping, bu konuşmasında aslında çok önemli bir başkaya ayrıntıyı da paylaşmıştı. İlk defa Çinli bir lider, Çin’i ve Çin halkını Avrasya halklarının bir parçası olarak görüyor, Çin’i Avrasya’nın bir parçası olarak gösteriyordu. Oysa geleneksel olarak Çin kendisini her zaman Asya-Pasifik bölgesinin bir parçası olarak görmüştü. Soğuk Savaşı döneminde Avrasya, Çin için Sovyet coğrafyası anlamına gelmekteydi.

Soğuk Savaş sonrası ise Avrasya eski Sovyet coğrafyası ve yeni Rusya nüfuz alanı olarak görülmüştü. Ardından yine aynı yıl Endonezya ziyaretinde Xi Jinping, Deniz İpek Yolunu ASEAN (Güneydoğu Asya Uluslar Birliği) ülkeleri ile birlikle kurmayı teklif ederek, İpek Yolu’nun diğer bir ayağını ilan etmiş oldu. Çin, vakit kaybetmeden İpek Yolu fonunu kurdu ve bu fona 160 milyar dolar kredi verdi. Bir yıl içinde 900 milyar dolar daha vereceği konusunda taahhütte bulundu. 2014’te ise Putin ile bir araya gelen Xi Jinping, Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’ne Rusya’dan destek aldı.

Çin, bu yeni girişim için jeopolitik olarak kendisi için önemli olan altı alan belirledi. Her bir alan için kendine özel bir planlama stratejisi takip ederek, temel parametreler belirledi. Bu altı jeopolitik alan, Çin’deki altı eyaletin sorumluğuna verildi. Çin’in belirlediği jeopolitik alanlar şunlar:

Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru

Nisan 2015’te Xi Jinping’in Pakistan’ı ziyareti sırasında açıklanan Çin -Pakistan Ekonomik Koridoru projesi, Çin’in en batısındaki Uygur Özerk Bölgesinde Kaşgar şehrinden başlayan Umman Denizi’nin Pakistan sahilindeki Gwadar Limanı’na giden bir kara yolunun genişletilmesini ve modernleştirilmesini amaçlıyordu. Bu koridorda Çin ve Pakistan’ı birleştiren 2897 kilometrelik bir karayolu, demiryolu hatları ve petrol ve doğalgaz boru hatları bulunacak. Böylece bu proje Çin’i Gwadar limanı ile Karaçi’ye bağlayacak. Çin’de öteden beri az gelişmiş olan ve denize uzak olan Batı bölgesini bir şekilde Hint Okyanusuna açma fikri gündemdedir ancak Batı bölgesinin ekonomik kalkınmasının yavaş olması ve Pakistan’ın istikrarsızlığı gibi nedenlerden dolayı bu fikir hiçbir zaman gerçekleşemedi.

2017’de Gwadar limanı işletmeye açıldı. Yapımında Çin aktif rol oynadı ve işletmesinde pay sahibi oldu. Gwadar limanı, Basra Körfezi’nin hemen girişindeki Hürmüz Boğazına yakın bir yerde olması nedeniyle Çin’in Deniz İpek Yolu adını verdiği ve ticari mallarını taşıdığı, özellikle Basra Körfezinden gelen petrolün sevkiyatında kullandığı deniz yollarının güvenliği açısından önemli bir noktadır. Bu stratejik konum, Çin’in batı eyaletlerinden doğrudan ihracat yapma imkânı verecek. Orta Doğu’dan Çin’e sevk edilen petrolün 12070 kilometre olan mesafesini 2414 kilometre kısaltacak.

Fakat Gwadar’ın Pakistan’ın ayrılıkçı bölgesi olan Belucistan’da olması, buranın güvenliğini tehlikeye atmaktadır. 2000’li yılların ortalarından itibaren ABD’nin bu bölgedeki stratejisi Belucistan’ın bağımsızlığı yönünde. Zaten Trump göreve gelmez Pakistan’ı Çin’in İpek Yolu projesine destek vermesinden dolayı cezalandırarak tüm yardımları durdurmuştur. Oysa Soğuk Savaş sırasında Pakistan, ABD’nin Yeşil Kuşak politikasının en önemli merkeziydi. Çin-ABD ilişkilerinin 1970’lerde normalleşmesinde Pakistan önemli rol oynamıştır. Bu projede diğer sıkıntılardan birisi de Hindistan ile Pakistan arasında ihtilafa neden olan Keşmir bölgesinin Gılgıt-Baltistan bölümü. Bu bölgedeki anlaşmazlık projenin geleceği için oldukça önemlidir. Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru projesinin maliyeti 75 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Eğer tüm projeler tamamlanırsa Pakistan’a 1970’den bugüne kadar yapılan doğrudan yabancı yatırımlarından daha fazla bir miktar olacak. Halihazırda Çin, Pakistan’a 46 milyar dolar vermiş durumda.

Bangladeş-Çin-Hindistan-Myanmar Ekonomik Koridoru

“Güney Asya’ya açılan uluslararası bir geçit” olarak adlandırılan bu proje Çin’in Yunnan Eyaleti’nin başkenti olan Kunming’i Hindistan’a, Myanmar’a ve Bangladeş’e otoyol ve hızlı tren ile bağlayacak. Kara köprüsüne ek olarak, dört ülkeyi de birbirine bağlayacak hava alanları ve su yollarının yanı sıra enerji nakil hatları ve petrol boru hatları inşa edilecek. Koridor, Hindistan’ın dördüncü en kalabalık eyaleti Batı Bengal de dahil olmak üzere dört yüz milyondan fazla insanın pazarını birleştirerek ortak bir pazar haline getirecek. Bu bağlamda 2016’da Xi Jinping, Bangladeş’i ziyaret etmiş ve bu ziyareti esnasında da 24 milyar dolar kredi vermiştir.

Çin-Hindiçin Ekonomik Koridoru

Bu proje de Çin’in güney bölgesini Singapur’a, Endonezya’ya, Malezya’ya, Tayland’a, Vietnam’a, Laos’a ve Kamboçya’ya bağlayacak. Özellikle bu projede önemli bir deniz yolu olan Malakka Boğazında Çin, Malezya ile ortak liman projeleri geliştirme üzerinde çalışıyor. Bu proje ile Çin’in aynı zamanda güney bölgesi Güney Çin denizine bağlanacak. Ayrıca Güney Çin denizi sorununa taraf olan ülkelerin çoğu da bu projenin kapsamı içinde.

Çin-Orta Asya-Batı Asya Ekonomik Koridoru

Bu Koridor, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan, İran ve Türkiye gibi Orta Asya ülkelerini kapsayacaktır. Bu hat, Azerbaycan, Gürcistan ve Rusya üzerinden Ukrayna’ya uzanacak. Koridorun bazı bileşenleri zaten uygulanmıştır. Örneğin, Orta Asya’daki en uzun demiryolu tüneli ve Özbekistan’daki demiryolu hattı tamamlandı. Ayrıca Çin-Kırgızistan-Özbekistan karayolu tamamlandı. Eylül 2016’da Çin ve Afganistan arasında bir demiryolu bağlantısı da açıldı.

Bakü-Tiflis-Kars demiryolunun tamamlanmasıyla Azerbaycan ve Gürcistan Kars’a bağlanacak ve Çin-Orta Asya-Batı Asya Ekonomik Koridoru Güney Kafkasya’ya bir bağlantı sağlayacaktır. Çin, bu bölgeyle, Azerbaycan ve Gürcistan ile ticaretin genişlemesine büyük ilgi göstermiş, Çin Enerji Fonu Komitesi, Çin Enerji Şirketi’nin, Gürcistan’ın Karadeniz kıyısındaki Poti Sanayi Bölgesi’nin yüzde 75’ini satın alacağı duyurusu da dâhil olmak üzere çok sayıda yatırım yapmış durumdadır. Bu projede önemli hatlardan birisi de Çin-İran demiryolu projesi. Özellikle Çin, İran’ın Orta Doğu bölgesine girişte anahtar olduğuna inanıyor. Hu Jintao döneminde İran, Orta Doğu ve Avrupa’ya Çin’i bağlayan en önemli bağlantı noktası olarak görülmüştü. Bu bağlamda iki ülke arasında stratejik ortaklık ilan edilmişti. Halihazırda İran, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne tam üyelik için beklemektedir. Xi Jinping’in, İran’ın Orta Doğu’da istikrar ve barış için önemli bir ülke olduğunun altını çizmesi, Çin’in Orta Doğu politikasını İran üzerinden yönetme eğilimi olduğunu göstermektedir. Özellikle önemli bir petrol üreticisi olan Irak yönetiminin İran’a yakın olması Çin için oldukça önemlidir.

İran ve Irak gibi iki önemli petrol üreticisiyle yakın ilişkiler, Çin’in enerji politikası açısından da önemli yansımaları olacak ilişkilerdir. Ayrıca Suriye’de Esad yönetimiyle İran’ın stratejik ilişkileri bulunmakta hem Irak’ta, hem Suriye’de hem de Lübnan’da İran kontrolündeki devlet dışı aktörler özellikle Amerikan varlığına karşı bir güvence olarak görülmektedir. Örneğin Hizbullah örgütü İsrail’e karşı İran üzerinden edindiği Çin menşeli birçok silah kullanmaktadır.

Çin-Orta Asya-Batı Asya Ekonomik Koridoru projesinde Ermenistan dışlanmış durumdadır. Her ne kadar Çin, prensip olarak Ermenistan’ı da bu projede görmek istediğini söylese de Ermenistan tarafı Pekin yönetiminin bu proje için Ermenistan’a resmi katılım davetinde bulunmadığını söylemiştir. Kuşkusuz, Ermenistan’ın projeden dışlanmasında Türkiye ve Azerbaycan’ın rolü büyüktür. Zira Ermenistan’ın aslında oynayabileceği jeopolitik rolü zaten Azerbaycan ve Gürcistan yeterince oynamaktadır. Ermenistan’ın Azerbaycan’ın topraklarını işgal altında tutması ve Türkiye’ye karşı sözde soykırım iddiaları nedeniyle her iki ülke ile yaşadığı ihtilaf ve bu iki ülke ile diplomatik ilişkilerinin olmaması tercih dışı bırakılmasında önemli etkendir. Çin geleneksel olarak iki ve daha fazla ülke arasındaki ihtilaflardan uzak kalmayı tercih eder, sorunlu bölgelere ve ülkelere pek yaklaşmaz. Çin’in Ermenistan ile iyi ilişkileri olsa da zaman zaman silah satsa da Ermenistan, Çin ile belli bir mesafede durmak zorundadır. Bu duruşun arkasında Çin’in Kafkaslarda etkin olmasını istemeyen Rusya bulunmaktadır. Rusya bu bölgeyi kendi arka bahçesi olarak görmektedir. Her ne kadar 2016’da Ermenistan’ı ziyaret eden üst düzey Çinli yetkililer Bir Kuşak Bir Yol Projesinde Ermenistan’ı da görmek istediklerini söyleseler de Pekin yönetimi resmen harekete geçmemiştir.

Yeni Avrasya Kara Köprüsü

Çin’in üretim üssü batıya doğru kaymaya başladığı için, Çin mallarının Avrupa’ya gönderilmesinde Çin’in doğu bölgelerindeki limanlar yerine Çin’in batı bölgesinden demiryolu üzerinden gönderilmesi tercih edilmektedir. Deniz üzerinden Avrupa’ya gönderilen Çin malları süre açısından uzun olsa da maliyet açısından demiryolu üzerinden karadan gönderilmesinden daha ucuza geliyor. Bu güzergâh eski Sovyet coğrafyasının üzerinden Avrupa’ya, oradan Atlantik kıyılarına kadar uzanıyor. Bu hat eski Sovyet hattı üzerinden Kazakistan’a, oradan da Rusya’nın Yekaterinburg şehrine oradan da Kazan’a, Moskova’ya, Beyaz Rusya’ya, Polonya’ya, Almanya’ya Fransa’ya ve son durak olarak Londra’ya ulaşıyor. Şu anda bu hat Çin için favori bir hat. Bu hattın denemesi de geçen aylarda yapıldı.

Aslında bu hattın alternatifi belki de daha kısa olan Türkiye’nin orta koridor olarak adlandırdığı Çin’in Çin-Orta Asya-Batı Asya Ekonomik Koridoru olarak adlandırdığı koridordur. Türkiye, hızla altyapısını tamamlamaya çalıştığı orta koridorda ısrarını sürdürüyor. Çin, bu koridoru önemsediğini ve aktif şekilde kullanacağını her fırsatta söylüyor; ancak uygulamada Çin’in tercihi Rusya hattı olmuştur. Kuşkusuz bu tercihin altında birçok neden yatıyor. Her şeyden önce Çin, İran’a önem verse de ABD ile yaşanan gerginlikten dolayı olası bir savaş tehlikesi görüyor. Özellikle son dönemde İran’ın ABD ile ve

Türkiye’nin Avrupa ile yaşadığı sorunlar nedeniyle Çin’in orta koridoru yedeğe aldığı iddia ediliyor. Oysa 14-15 Mayıs 2017’de Pekin’de düzenlenen Bir Kuşak Bir Yol forumunda Xi Jinping açılış konuşmasını yaptıktan sonra Rusya devlet başkanı Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birer konuşma yapmaları aslında Çin’in bu yeni İpek Yolu projesinin üç önemli sacayağını göstermesi bakımından önemliydi.

Türkiye’nin bu önemine rağmen Avrupa’da Almanya, Fransa gibi ülkelerin başını çektiği Avrupa Birliği’nin Çin nezdinde Türkiye’nin aleyhine yürüttüğü üstü kapalı bir lobicilik faaliyeti var. Bu projede Türkiye hattının kullanılmasını istemiyorlar. Öyle ki Türkiye’nin yerine savaşın eşiğine geldikleri, kanlı bıçaklı oldukları Rusya’nın hattının kullanılmasını tercih ediyorlar. Avrupa’da bu lobicilik faaliyeti bir karalama kampanyası şeklinde devam ediyor. Türkiye’nin ekonomisinden siyasi yapısına, güvenlikten teröre kadar geniş bir alanda manipülasyon amaçlı bilinç altı mesajlar verilmeye çalışılarak, Çin’in aklı bulandırılmaya çalışılıyor.

İlginç olan nokta ise ABD’nin pozisyonudur. ABD, Bir Kuşak Bir Yol girişimini dünya ticaretine büyük katkılarda bulunacağı nedeniyle memnuniyetle karşılamıştır. Trump, bu projeye ekonomik nedenlerden dolayı sempati ile bakarken, Pentagon kanadı ise bu projenin Çin’in dünya düzeninin inşası olarak görüyor ve buna karşı hamlelere hazırlanıyor. ABD’nin jeopolitik hamlesi muhtemelen Asya-Pasifik bölgesinde olacak. Ancak ABD, Avrupa ile bir noktada ayrılıyor. ABD, Çin’in Avrupa’ya Rusya üzerinden değil, Türkiye üzerinden bağlanmasını destekliyor. Çünkü Washington yönetimi, Rusya üzerinden Avrupa’ya bağlanan bir Çin’in her şeyden önce Rusya ile safları daha da sıklaştıracağı hatta bu birlikteliğe Avrupa’dan ortaklar dahi bulabileceği endişesi içerisinde. Oysa NATO müttefiki Türkiye hattında ayrıca Azerbaycan ve Gürcistan var.

Her ikisi de ABD’nin bölgede iyi ilişkilere sahip olduğu ülkeler. Fakat bu projenin önemli ayağını oluşturan İran ile ABD’nin sorunları var. Aslında bu sorunu Obama yönetimi İran’la nükleer programı konusunda anlaşmaya vararak kısmen çözmüştü ancak şimdiki Trump yönetiminin İran politikasını değiştirmesi ve İran’ı bir numaralı düşman olarak görmesi orta koridorun geleceğini de tehlikeye atıyor. Çin tarafından İran’ın Orta Doğu’ya geçiş için önemli bir anahtar olarak görülmesi, Washington yönetimini pek memnun etmemiş durumdadır. ABD’nin ekonomik durumu Çin’in bu projesini altı bölgede göğüsleyecek veya ona meydan okuyacak imkâna izin vermemektedir. Aslında ABD’nin arayışı içinde olduğu şey jeopolitik olarak bu projeyi kendi çıkarları için nasıl kullanabileceğidir. Özellikle proje içindeki önemli Amerikan müttefiki ülkeler üzerinden ABD jeopolitik bir kumar oynamak üzere ya da bir başka deyişle bu ülkeler üzerinden jeopolitik asalak olmaya hazırlanmaktadır.

Türkiye, Çin İçin Siyasi Bir Tercih Değil Jeopolitik Bir Zorunluluktur

Tüm bu tartışmalara rağmen Çin’in bakışı oldukça berrak. Her şeyden önce Çin, Türkiye’yi bir siyasi tercih olarak görmüyor aksine Türkiye’yi jeopolitik bir zorunluluk olarak görüyor. Bir başka deyişle Türkiye, Çin’den uzaklaşmayı veya araya mesafe koymayı seçse bile Xi Jinping yönetiminin Türkiye’yi bırakacağı düşünülemez. Daha devlet başkanı yardımcılığı görevindeyken Türkiye’yi soğuk bir kış günü ziyaret eden Xi Jinping, Ankara’da oldukça sıcak mesajlar vererek, Türkiye ile ortak bir gelecek kurma niyetini belli etmişti. Zaten devlet başkanlığı görevine gelir gelmez Türkiye’yi stratejik ortak olarak ilan etti. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan da Xi Jinping’in bu adımına ilgisiz kalmadı ve defalarca Çin’i ziyaret ederek, Xi Jinping ile özel bir dostluk geliştirdi. İki lider arasındaki bu yakın dostluk Türk-Çin ilişkileri tarihinin hiçbir döneminde görülmemiştir.

Önceki Hu Jintao yönetimi, Çin’in bölgedeki stratejik ortakları olarak Batı’da Yunanistan, Doğu da ise İran’ı seçmişti. Yunanistan’ın Pire limanını halen Çinliler işletmektedir. Akdeniz’de ise Güney Kıbrıs Rum kesimi tercih edilmişti. Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi Çin’in Avrupa Birliği içindeki en önemli destekçileri, bir nevi Truva atlarıydı.

Özellikle, Avrupa Birliği’nin uygulamakta olduğu silah ambargosunu kaldırtmak için Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesimi yoğun lobi yaptılar. Bugün gelinen noktada Yunanistan devre dışı bırakıldı. Tamamıyla Avrupa Birliği’nin kontrolü altına giren Yunanistan’ın Hu Jintao dönemindeki o eski önemi Çin için kalmamıştır ama stratejik önemi hala Çin için kıymetlidir.

Aslında son dönemde özellikle Mayıs 2017’deki Bir Kuşak Bir Yol Forumunda Çin tarafından Türkiye’ye atfedilen önemi gördükten sonra Yunanistan’ın Türkiye’yi sürekli tahrik etmesi ve Avrupa Birliği’ni Türkiye’ye karşı kışkırtmasının nedeni anlaşılmış oluyordu. Çin’in Bir Kuşak Bir Yol girişimi sayesinde Yunanistan ekonomik sıkıntılarından kurtulacağını ümit etmişti ama gelinen noktada Türkiye bu ümidi elinden almışa benziyor. Pekin yönetiminin Yunanistan’ın sitemine verdiği cevap gayet açık: Türkiye ile anlaşın Ankara size de payınızı versin.

Riskler Fırsatlar

Sonuç olarak Bir Kuşak Bir Yol Girişimi Asya Pasifik bölgesinin Marshall Yardımı olarak görülmektedir. Hatırlanacağı üzere Marshall yardımı tek başına yürürlüğe girmemiştir. ABD, üç aşamalı bir strateji izlemiştir. Evvela 1947’de Truman Doktrini’nin ilan edilmesiyle siyasi altyapısı hazırlanmıştır. Daha sonrada Marshall yardımı yapılmıştır. Hem Truman Doktrini, hem de Marshall yardımları aslında yeni bir dünya düzeninin inşasıydı ve bu düzenin başını ABD çekiyordu. Bu düzeni koruma adına ABD, 1949’da bir askeri savunma paktı olan NATO’yu kurarak üçüncü aşamayı tamamlıyordu.

Xi Jinping de benzer bir strateji izliyor gibi görünüyor. Önce Bir Kuşak Bir Yol girişimini ilan ederek finansal alt yapısını oluşturdu. Ardından da stratejinin siyasi ayağını, Çin’in kendi Truman Doktrini’ni Ekim 2017’de Çin Komünist Partisi’nin 19. Kongresinde ilan ederek belirledi. Çin’in yeni dünyasının fikirsel altyapısı ya da bir başka deyişle doktrini “Yeni Dönem İçin Çin’e Özgü Sosyalizm üzerine Xi Jinping Düşüncesi” olarak belirlendi. Xi Jinping düşüncesi hem parti tüzüğüne, hem de Çin anayasasına yazıldı.

Çin’in kendi dünya düzenini kurma girişiminde ilk iki aşama tamamlanmıştı. Şimdi sıra üçüncü aşama olan bu düzeni koruyacak olan güvenlik şemsiyesine geldi. Çin NATO benzeri İpek Yolu coğrafyasındaki ülkelerle yeni bir askerî savunma paktı mı oluşturacak, yoksa mevcut Şanghay İşbirliği Örgütü’ne askeri savunma paktı kimliği mi kazandıracak bu henüz belli değil. Ancak belli olan şey şu ki, Çin geleneksel olarak askeri paktlara çok olumlu bakmıyor, bu nedenle daha çok güvenlik meselelerini ikili ilişkiler üzerinden düzenlemeyi tercih ediyor. Önümüzdeki günlerde farklı gelişmeler olabilir.

Çin’in bu yeni ipek yolu projesiyle ilgili riskler de oldukça yüksek. Her şeyden önce bu proje altı bölge üzerine kurulmuş durumdadır. Fakat bölgelerin her biri kendi başına aslında ayrı birer dünya. Dolayısıyla Çin’in aynı anda bu altı önemli jeopolitik bölgede ekonomik temelli bir projeyi yürütmesi için kaynaklarının ne kadar yeterli olduğu, bu projeleri destekleyebilecek ve sürdürebilecek güçte olup olmadığı merak konusu. Sadece ekonomik kaynaklar değil bunu uygulayacak bürokratik yapı ve uzmanların durumu da ayrı bir merak konusu.

Çin’in daha önce düzen kurma veya dünyayı yönetme gibi bir deneyimi olmadığı için bu projenin yürütülmesinde Rusya, ABD veya Batılı bir ülkeden yardım alması gerekebilir. Çin, Rusya’yı bu projede bir ortak olarak görmeyi istiyor, ama projenin sahibi olmasını istemiyor. Benzer şekilde ABD ile de işbirliği yapmak istiyor ama projeyi ABD’ye kaptırmak istemiyor. O zaman son seçenek Avrupa kalıyor. Çin için Avrupa’da en iyi seçenek İngiltere’dir. Yüzyıllardan beri inişli çıkışlı ilişkilere sahip olsalar da birbirlerini iyi tanıyorlar. Özellikle son dönemde İngiltere, Avrupa Birliğinden çıkmış olmasından dolayı daha bağımsız hareket edebilme yeteneğine kavuşmuştur.

İngiltere’nin Çin ile ilişkileri daha da geliştirmesi ve Bir Kuşak Bir Yol girişimine sıkı bir destek vermesi, Çin’e bu projenin gerçekleştirilmesinde yardım edeceği şeklinde düşünülebilir. İngiltere de Türkiye hattının kullanılmasından yana. Rusya hattına soğuk bakıyor. Özellikle son dönemde İngiltere’nin Rusya ile casus krizi nedeniyle yaşadığı zor günler de bunun kanıtlar nitelikte. Brexit nedeniyle İngiltere’nin ekonomik kaybı da oldukça büyük. Dolayısıyla Çin ile birlikte bu kaybı da telafi edebilir.

Çin’in İpek Yolu projesine karşı en büyük risk, projenin geçiş güzergâhlarındaki güvenlik sorunları. Her şeyden önce bu projenin ana kalbi durumunda olan Uygur Özerk Bölgesi’nin kendine özgü durumu, bunun yanında Tibet Özerk Bölgesinin durumu ve İç Moğolistan bölgesinin durumu bu projenin geleceği için oldukça önemlidir. Bu üç bölgede ayrılıkçı hareketler mevcut ve Çin’den ayrılmak istiyorlar.

Bu, Çin’in kendi içinde yaşadığı sorunlardır. Bir de dış sorunlar var. Örneğin Keşmir nedeniyle Hindistan-Pakistan arasındaki sorunlar, ASEAN ülkeleri ile yaşanan Güney Çin denizindeki egemenliği tartışmalı adalar üzerindeki anlaşmazlık, Pakistan’daki Gwadar limanının bulunduğu Belucistan’da yaşayan Belucilerin bağımsızlık istekleri ve ABD’nin bunu desteklemesi, ABD-İran sürtüşmesi, Afganistan’da son dönemde ortaya çıkan ve Uygur militanlarının yoğun olarak içinde yer aldığı DAEŞ tehdidi, aynı tehdit Suriye’de de mevcut. Ayrıca ABD, Suriye’de PKK terör örgütünün uzantıları olan grupları destekliyor ve son olarak ABD, Orta Doğu’da yeni bir düzen inşa etmek istiyor. İsrail, Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri ve Lübnan bu yeni düzen inşasında ABD’nin yanında duruyorlar. Özetlemek gerekirse, Çin eğer bu projesini gerçekleştirmek istiyorsa, ekonomik gücünü muhafaza ederken, dünya siyasetinde de daha fazla sorumluluk alarak, özellikle önemli konularda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde çekimser kalmak yerine rengini ve tavrını belli eden bir duruş sergilemelidir.

Projenin karşılaşacağı tehditlerin üstesinden gelebilmek için güvenlik alanında kollektif savunma işbirliği mekanizmaları geliştirmelidir. Bu bağlamda, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne mutlaka askeri bir kimlik kazandırılmalıdır. Ancak bu askeri kimliğin belli ülkeler tarafından suiistimal edilmemesi sağlanmalıdır.

Türkiye’nin daha etkin bir şekilde Şanghay İşbirliği Örgütü içerisinde yer almasına olanak sağlanmalıdır. Bu bağlamda Şanghay İşbirliği Örgütü içerisinde İpek Yolu projesi ile ilgili yeni bir birim kurularak, bu yeni birimin merkezi İstanbul yapılmalıdır. Bir dönem yoğun bir şekilde takip ettiği hem Rusya hem ABD ile ilişkileri iyi ve sıkı tutma stratejisi artık bugün geçerliliğini yitirmiştir.

Çin’in hem Rusya’yı hem de ABD’yi idare edemeyeceği gerçeğini bir an önce kabul etmesi gerekmektedir. Bu iki ülkeden herhangi birisinin yanında durmayacaksa kendisi üçüncü bir alternatif haline gelmek zorundadır.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir