Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 19, 2024

Haberin Sınırı, Sınır Ötesinin Haberi

Haberlerden, özellikle televizyon haberlerinden birçok kesim şikâyetçi; iktidar çevreleri de, muhalefet partileri de, sivil toplum kurtuluşları da, bu işe kafa yoran akademisyenler de. Peki, ne oldu da böyle oldu? Medya, televizyonlar, televizyoncular, haber kanalları, anlı şanlı anchormanlar, sunucular, haber programcıları niye 1990’ların acemilerine döndüler yeniden?

Başbakan Binali Yıldırım, aralık ayında “Ana haber bültenleri reyting ölçümünden çıksın” talebinde bulunmuş; bu talebini de geniş kitlelere ulaşan ana haber bültenlerinin katliam, kaza, cinayet gibi adli olaylara çok fazla yer ayırmasına dayandırmıştı. Yıldırım’a göre, haber bültenlerinin böyle hazırlanmasının sebebi, ‘reyting kaygısı’ idi. Eğer, reyting ölçümlerinden ana haber bültenleri çıkarılırsa rekabet kalkacak ve böylece daha doğru bir içerikle haber yayını yapılabilecekti. Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) bir araya geldiği televizyon kanallarının haber yöneticileri ise Yıldırım’ın tepkisine “Hiçbir şey olmamış gibi davranamayız!” tepkisi vermişti.

Aradan yaklaşık iki ay geçti; bu defa Ak Parti sözcüsü Mahir Ünal, haber bültenlerini eleştirdi. Birilerinin ‘milletin itibarına saldırdığını’ söyledi Ünal ve şöyle devam etti: “Ana haber programlarını 30 dakika izleyin, zannedersiniz ki bu millet, hırsızlıktan, tacizden, çocuk istismarından, çirkin işlerden başka sanki hiçbir şey yapmıyor gibi yarım saat içerisinde ne hale gelirsiniz? Kendinizden ve milletinizden nefret eder hale gelirsiniz. Peki niye yapıyorlar bunu? Uyuyan dev uyandı, şimdi onun özgüvenine saldırıyorlar. Onun erdemlerine, onun ferasetine, onun cesaretine saldırıyorlar. Biz bunun farkındayız. Bunun farkında olacağız.” Haberlerden, özellikle televizyon haberlerinden birçok kesim şikâyetçi; iktidar çevreleri de, muhalefet partileri de, sivil toplum kurtuluşları da, bu işe kafa yoran akademisyenler de. Peki, ne oldu da böyle oldu? Medya, televizyonlar, televizyoncular, haber kanalları, anlı şanlı anchormanlar, sunucular, haber programcıları niye 1990’ların acemilerine döndüler yeniden?

Son Dakika: Haber Bitti!

Bu sorunun cevabını birkaç örnek habercilik vakasından sonra arayalım: Kanal D Haber’deyiz: Ahmet Hakan ‘İşte Türkiye’nin başına yeni bir sorun’ havasında Hollanda hükümetinin Ankara’daki büyükelçisini geri çektiğinin haberini veriyor. (Gün boyunca haber kanallarında da işleniyor konu) Günün akşamında Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ, “Geçen yıl, bakanımıza yaptıkları muamele üzerine, Hollanda Büyükelçimizi geri çağırdık. Hollanda Büyükelçisi’nin de Türkiye’ye gelmemesini istedik. 1 yıldır Ankara’da zaten Hollanda Büyükelçisi yok. Türkiye’ye giremeyen o büyükelçiyi geri çektiler. Bu yeni bir şey değil, malumun ilamıdır. İki ülke arasında diplomatik ilişkiler sürüyor.” açıklamasıyla gerçek durumu açıklıyor. Bu açıklama Ahmet Hakan’ın haberleri sunduğu dakikalarda olmasına rağmen Kanal D Haber’de yer almıyor. Ahmet Hakan yorum olarak, not olarak, ‘yeni gelişme’ olarak, ‘son dakika’ olarak Bozdağ’ın açıklamasını aktarmayıp ‘Başımıza bir bela daha’ izlenimini aktarıyor izleyiciye. Bir anlamda yanıltıyor izleyiciyi.

Aynı bültende “90 araçta yüklü Amerikan silahları ve otobüsler dolusu 400 terörist Afrin yolunda” şeklinde görüntülü bir haber. Görüntünün kaynağı belli değil; karanlıklar içinde giden araçlar görüntüsünün ne zaman çekildiği, araçların geçip gittiği kent ve caddenin neresi olduğu, görüntüyü kanalın nasıl temin ettiği, hangi kaynaktan aldığı belli değil; yani 5 N, 1 K kuralının gözetilmediği bir haber. Hıncal Uluç’u ‘Ahmet Hakan markası’nı harcadığı için isyan ettiren bu görüntüler “Türkiye hava kontrol sahasının altında Afrin’e giden bu koskoca konvoy ve 400 terörist taşıyan otobüsleri göremedi mi? Sen görüntü yayınladın da, TSK 24 saat farkına bile varmadı mı?” sorularını sordurttu. Birkaç gün sonrası yine Kanal D Haber’de HDP’li iki milletvekili hakkında parti kongresindeki konuşmaları dolayısıyla soruşturma açıldığı, muhataplardan biri olan Sırrı Süreyya Önder’in de buna tepkisi veriliyor. Önder, yanında Filiz Kerestecioğlu ile birlikte savcının soruşturma kararına sert tepkisini dile getiriyor. Kanal D Haber, Önder’in isyanına hak verir tarzda aracılık ediyor; ancak bir şeyi atlıyor, hem de en önemli şeyi: Önder’in soruşturmaya sebep olan konuşmasını; hani “Afrin direnişi”ne selam gönderen, Apo’ya, şuna buna selam gönderen konuşmasını. Aslında diğer kanallarda da yakından bakınca buna benzer veya benzemez çok ‘defolu’ yayınlara rastlanıyor. Meşhur ‘son dakika’ spotları mesela… Bazen çok sıradan açıklamalar, bazen üzerinden saatler geçmiş olaylar ve konuşmalar, bazen milleti ilgilendirmeyen ‘şey’ler ‘son dakika’ bandında izleyiciye yutturuluyor. Bir başka sorun ekranda karşımıza çıkan sunucu, yorumcu ve muhabirlerin tavrında. Anchorman’lık icat olunduğu günden bu yana çok değişik tipte haber sunucularıyla karşılaştı televizyon izleyicisi. Kimi çokbilmiş edasındaydı, kimi el kol hareketleriyle, vücut dilleriyle şov yapıyordu karşımızda, canlı yayındaki muhabirleri de hakeza fazlasıyla hareketliydiler; ama bu ilk örneklerin hiçbiri bugünkü kadar işi çığırından çıkarmamıştı.

Fox tv izleyicisi olduğunuzu düşünün; sabah ya da akşam haber izlemek için ekran karşısına geçiyorsunuz: Sabah İsmail Küçükkaya, akşam Fatih Portakal haber sunmak yerine kendilerini, kendi şov becerilerini sergiliyorlar. ‘Yorum’ başlığı/penceresi altında kanaatini bildirmek belki savunulabilir bülten içinde de olsa ama her haberin önünde ve arkasında insanları yönlendirme, birilerini aşağılama, başka birilerini yüceltme hakkı olamaz habercide, olmamalı. TGRT Haber’deki haber dili, sunumu, muhabir ve sunucu davranışı, müzik kullanımı uzun süredir insanları ürküten bir halde; sürekli bir kriz havasında veriliyor haberler. TGRT, Kanal D, Fox ve daha birçoğunda adeta seyircinin suratında patlayan ‘şok’lar, ‘flaş’lar, spotlar, başlıklar, konuşmaların gereksizce bir de ekranda pata küte yazılması; hem görüntü kirliliği oluşturan hem de seyirciyi sersemleten ‘en yeni’ habercilik uygulamaları olarak bu tabloyu tamamlıyor! Akit Tv’deki şu kan donduran ifadeler neyin nesi?: “Tek adam rejimi olsaydı ah keşke olsa. Sizi iki dakikada kapatsa, keşke bir de Şeriat olsa, keşke idam olsa sizi sallandırsa. Açık konuşuyorum hepiniz hainsiniz. Demokrasi kılıfının ardına saklanan sizler bu vatanın başına belasınız. İster alının, ister yırtının, keşke bu ülkede idam olsa. Kellelerin gitmesi lazım. Demokrasi filan hikâye, sizin gibileri savaşta katletmek mubahtır!” “Öfkeme yenik düşüyorum siz hakikaten namus yoksunusunuz. Sizlerin Allah belasını versin! Kansızsınız, namussuzsunuz, şerefsizsiniz, haysiyetsizsiniz, sizde bir dirhem din iman yok. Bir dönemin kalıntılarısınız!” “Bunlar kripto Siyonist. Böyle bir dönemde bu ülkeye operasyon çeken haindir.” Sunucu/haberci bu sözleriyle iktidara yakın olduğunu, onu koruyup kolladığını, ona karşı çıkanlara haddini bildirdiğini kanıtlama derdinde anlaşılan. Maksat hasıl oluyor mu? Orasını düşünmek, ölçülü olmak o anda aklından geçmiyor.

Magazinleştirme

Show Tv ve Kanal D çok izlenen iki ana haber bülteni olmanın getirisini haber kuşağı öncesindeki 20 dakikalık ‘haber önü’yle desteklemeye yöneldiler. Kaza, gasp, cinayet, sapıklık, amatör kamera görüntüleri. Başbakan Yıldırım ve daha birçok kimseyi isyan ettiren ‘Bu memleket batmış!’ duygusu oluşturmaya hizmet eden şeyler. Ve her ‘haber’de abartı, sulandırma, magazinleştirme, tekrarlarla izleyenlerin duygularını istismar etme.

Sınırdan Haberler

Son haftaların en önemli haberleri hiç şüphesiz Türk Silahlı Kuvvetlerinin Afrin’deki PKK/PYD hedeflerine yönelik operasyonundan geliyor. Hain terör örgütü ve onun arkasındaki güçlere haddini bildirecek olan bu operasyonun haberleri nasıl yapılıyor, hangi kriterlere, ne tür ölçütlere göre aktarılıyor? Dikkat çeken iki husus var medyanın ‘Afrin haberleri’nde: Birincisi haber bültenlerinin/programlarının sınırdan sunuluyor olması. İkincisi ise özellikle muhabir takımının askerlerle adeta iç içe olması, olan biten her şeyi göze alarak büyük tehlikelere sebep olma riskiyle habercilik yapması. ‘Hedef Kızıl Elma’ haberi yapmak, askerimizin ağzından o ifadeleri yansıtmak İHA muhabiri için büyük başarıydı ama çok da riskli değil miydi? Habercinin askerleri konuşturması, görüntülemesi, onların coşkusuna, moraline tanıklık etmesi ve bunu ekrana getirmesi gururunu ve gururumuzu okşuyor; buraya kadar iyi, normal ama kanalların/habercilerin operasyonu canlı canlı izleyicilerine aktarmaları olumsuzluklara da sebep olabiliyor.

1990’lı yıllarda TRT’nin canlı yayınladığı maçlarda, futbolcuların sakatlandığı vakitlerde veya duraklama anlarında sahaya fırlayan muhabir, hakeme veya futbolculara mikrofon uzatıp ‘Ne oldu?’, ‘Nasıl oldu?’ tarzı sorular yöneltirdi. Şimdi çok tuhafımıza giden görüntülerdi. ‘Zeytin Dalı Harekâtı’nda da muhabirler neredeyse hainlerin hedefindeki Mehmetçiklere mikrofon uzatıp duygu ve düşüncelerini soracak kadar cephenin/siperin içine girmiş durumdalar. Olanı biteni aktarmak elbette medyanın kamusal görevi. Ancak bu görev yapılarken olayın sıcaklığından olsa gerek bazı hususlar ıskalanıyor. Hatta zaman zaman cephede olanların hayatını riske edebilecek bilgiler dahi sunulabiliyor.

Mesela operasyonu kimin yönettiği, askerlerin hangi koordinatlardan veya bölgelerden giriş yaptığı, ne tür silahların kullanıldığı gibi, operasyonun stratejik kodları, amaçları, hedefleri, neredeyse askerin yediği yemeğe kadar tüm bilgiler an be an aktarılıyor. İletişimin bu kadar yaygın olduğu bir çağda, tüm bu bilgiler elbette düşman tarafından takip ediliyor ve not ediliyor. Bunu tahmin etmek zor değil. Genelkurmay Başkanı’nın, komutanların, sevkiyatların an be an haber verilmesinin habercilik olduğu söylenemez. Ya da televizyonlara çıkarılan uzmanların, akıllarına veya gönüllerine gelen her şeyi aktarmaları da savaşın stratejisi açısından çok tehlikeli, çok riskli, destek olmak isterken köstek olmak çok mümkün.

Çalıntı Görüntü, Yanlış Haber!

Haber kanalları savaşın ve savaş görüntülerinin şehvetine kendini kaptırmış olmalılar ki, başka zamanlarda/zeminlerde çekilmiş görüntüleri, “Operasyondan sıcak görüntüler” olarak sunabiliyorlar, reytingin hatırına. Bu görüntülerin bir kısmının doğru olmadığı, bir kısmının başka olaylarla ilgili olduğu, hatta bazılarının bilgisayar oyunlarından (ç)alındığı ortaya çıkıyor çok geçmeden; doğal olarak medyanın güvenilirliği yeniden tartışılmaya başlıyor ama ne gam; reyting, sansasyon, heyecan, gerilim, televizyonun doğasında var nasılsa! Sonradan yanlışlanacak, yalanlanacak, tekzip edilecek görüntüler, bilgiler, yorumlar kanalın izlenme başarısına engel oluşturmayacak nasılsa. Oysa sosyal medyanın çok yoğun ve yaygın olarak kullanıldığı günümüzde deformasyonun, dezenformasyonun, misenformasyonun, propagandanın fark edilmemesi, gizli kalması, karşılıksız bırakılması mümkün değil. Aktarılan bilgilerin bağımsız kaynaklardan teyit edilememesi de kitleyi ve kamuoyunu spekülasyonlara açık hale getiriyor. Medyanın artık denetleme görevi kalmadı, bağımsız kaynaklardan bilgi paylaşma özgürlüğü bulunmuyor. Örneğin 2 Şubat’ta yayımlanan bir haber buna çok güzel örnek teşkil ediyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın “Uzun dönem silahaltı askerlerin, askerlik süreleri 12 ay, 4 dönem iken 18 ay, 6 dönem süresine çıkarılmış olup ikinci bir emre kadar değiştirilmeyecektir.” açıklaması, basın yayın kuruluşlarında ‘son dakika’ haberi olarak verildi. Fakat çok kısa bir sürede açıklamanın sahte olduğu anlaşıldı. Genelkurmay Başkanlığı, bu haberin doğru olmadığını ve kendilerinin böyle bir açıklama yapmadıklarını duyurdu. Medyanın savaşın sıcaklığıyla gelen her haberi anında servis etmesi, bu tür kazalara sebebiyet verebiliyor.

Haberin Sınırları

Afrin haberlerinin adeta stüdyoların taşınarak Suriye sınırından, Hatay’dan sunulması habercilerin işini iyi yaptığını göstermeye yeter mi? ‘Deli düzün ortası’ denecek bir yerden Veyis Ateş’in Habertürk haberlerini sunması, A Haber programcılarının tamamının Suriye sınırında arkalarındaki ateş fonuyla tartışma programı yapması, diğerlerinden geri kalmış olsa da NTV Haber spikerinin Hatay’dan İstanbul’daki stüdyoda bekleyen konuğuna sorular sorarak harekât ile ilgili gelişmeleri yorumlatması. Özellikle haber kanallarının yıllardır ihmal ettikleri işleri yaptıklarına delalet eder mi? Türkiye’nin etrafı tam bir ateş çemberi; bu, haberciler için hem haber zenginliği demek, hem de milletine, memleketine karşı sorumluluğunun gereği olarak yürütülmesi gereken görev demek.

O kriz noktalarına, çatışma bölgelerine, hain tuzakların kurulduğu dehlizlere habercinin girmesi, olan biteni takip edip haberleştirmesi bir görev, bir sorumluluk olmasına rağmen yıllardır buralardan uzak duruldu; görevleri gereği zaten oraları takip etmesi gerekenler lütfedip gittiklerinde bunu büyük bir iş olarak pazarlamaktan geri durmadılar. Şimdi stüdyoları sınıra taşımak bu açığı kapatmaya yetmez! Muhabirler dikkatli davranmak kaydıyla, hem kendilerini hem askerlerimizi hem harekâtın selametini düşünerek haber yapmak kaydıyla orada olmalı, olayları/haberleri yerinden aktarmalılar. Ancak stüdyoda daha iyi, daha doyurucu, daha bilgilendirici program yapacak/yapabilecek olan programların sınırdan yapılmasının bir mantığı yoktur.

Ne Yapmalı? Nasıl Yapmalı?

Haberciler daha dikkatli olmalı; hem kendileri hem kurumları hem gazetecilik hem de harekâtın amacı açısından. Ekrandaki/stüdyodaki başta sunucular/haberciler/programcılar olmak üzere uzmanlar, yetkililer, ilgililer konuşmalarında, yorumlarında, bilgi aktarımında ölçülü olmalı; hiç olmazsa Zeytin Dalı Harekâtı gibi çok önemli, çok hayati bir meselede haddi aşmamaya, yanlış bilgi vermemeye, işleri zorlaştıracak, insanların zihnini bulandıracak konuşmalardan kaçınmaya dikkat etmeli. Bütün yayıncıların özellikle kayıplardan bahsederken hassasiyet göstermesi şarttır. Ve hiçbir haberin askerlerin güvenliğini tehlikeye atmaması gerekir. Hayatını kaybedenlerin veya yaralananların sayıları veya isimleri, bu kişilerin yakınları yetkililer tarafından bilgilendirilmeden önce duyurulmamalıdır.

Çatışmalarda kaçınılmaz olarak, yakınların haberinin olup olmadığını öğrenemeden aktarılması gereken büyük olaylar da olacaktır. Bu durumlarda olabildiğince net ve hassas olmak gereklidir.
Çatışmalarda insanların çektikleri acılar sakin, serinkanlı ve tarafsız bir şekilde aktarılmalıdır; ölümler, acılar, yakınmalar, haykırışlar, gözyaşları magazine/reytinge malzeme yapılmamalıdır. Ölüm ve yaralanma görüntüleri ıstırap vericidir. Ölü ve yaralıların görüntülerinin veya ölüm anı görüntülerinin büyük bir özenle ele alınması gerekir. Muhabirin görevi savaşın gerçekliklerini sterilize etmek olmasa da düşüncesizce veya ses getirmek için rahatsız edici görüntüler yayınlamak da değildir.

Bizim Kanallar

Bir çift laf da İslamcı kanallara; İslamcı görünme gayretinde olanlara. Televizyon etkili bir kitle iletişim aracı; hâlâ öyle! Televizyon görsellikle, iyi/güzel konuşmayla/sunumla, şık dekor ve şık sunucularla (ve programcılarla) yürüyen bir alan. Abdurrahman Dilipak’ın bunca tecrübesi, şu kadar müktesebatı, şöyle düşünmesi, böyle araştırması televizyon programı yapmasına yetmez; diğerlerinin seyirci kapmak için bin bir takla attıkları bir ortamda yürümez böyle bir şey.

Dilipak ve Hilal Tv tek örnek değil; başkaları da var işinin gereğini yapmayan, yapmayı çok gerekli görmeyen. Seyirci sizinle yetinmek zorunda niye olsun, niye diğer kanallarda canlı, renkli, hareketli, konuklu, konuşkan ortam varken monoton, tek düze, monolog yayınlara razı olsun?

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir