Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Mart 28, 2024

Afrin Sahasında Satranç Hamleleri

Zeytin Dalı Harekatı, Suriye’deki dengeleri sarsmaya devam ediyor. PYD-YPG terör örgütünün Suriye’deki hamisi konumundaki ABD, Zeytin Dalı Harekatının başarısı kamuoyuna yansımaya başlayınca eski sert tonunu bırakma adımları attı. Rusya, Suriye yönetimini huzursuz etme adına Türkiye’nin yanında saf tutarken, Astana’da ortak hareket ettiğimiz ülkelerden İran ise Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunun artmasını endişe ile takip ediyor.

Suriye’nin Afrin bölgesine yönelik 20 Ocak 2018 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve TSK yönetimindeki Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurlarınca başlatılan Zeytin Dalı Harekatı bu satırlar yazıldığı sıralarda (22 Şubat 2018) 34’üncü gününü tamamlamıştı. Geride kalan 34 günde terör örgütleri PYD-YPG ve DAEŞ militanlarına büyük darbe indirilirken, 34 günde 1829 terörist etkisiz hale getirildi. Bu 34 gün süresince Afrin bölgesinin Türkiye ile sınırı adım adım PYD-YPG teröristlerinden temizlendi. Kalan çok kısa bir alanın da temizlenmesiyle terör örgütünün bölgede Türkiye ile sınırı hiç kalmamış olacak.

Zeytin Dalı Harekatının Halkaları

Sınır hattındaki üs bölgeleri ve bazı yerleşim yerleri teröristlerden temizlendiği zaman harekatın birinci halkasının tamamlanacağı belirtiliyor. Sonrasında ise diğer halkalar adım adım gelecek.

34 gün boyunca yapılan operasyonlarda PKK/PYD-YPG ile DAEŞ terör örgütlerinin işgalindeki Afrin’deki 5 beldeden biri ile 71’i köy, 6’sı köy altı yerleşim ve 20’si stratejik dağ veya tepe, biri YPG/PKK’ya ait üs olmak üzere 99 nokta kurtarıldı. Afrin’de kent merkezi de dahil olmak üzere toplam 372 tane meskun mahalden yaklaşık yüzde 25’ine yakını temizlenmiş durumda.

Harekatın bundan sonraki halkalarında ise meskun mahal harekatı öne çıkacak gibi görülüyor. Buralarda ilk olarak öne çıkacak iki yerleşim alanı Raco ve Cinderes olacak (NOT: Mart ayı başında belki de bunların teröristlerden kurtarıldığı haberleri basına yansıyabilir). Sonrasında adım adım adım Afrin merkezine yönelen bir harekat planlamasından söz ediliyor. Son olarak Afrin merkezin teröristlerden temizlenmesi hedefleniyor. Böylece Afrin bölgesi terörden tamamen arındırılmış olacak. Harekat boyunca 32 askerimiz şehit olurken 143 askerimiz de yaralandı.

Zeytin Dalı Harekatı, iç kamuoyunda siyasi düşünce ayırt etmeksizin büyük çoğunluk tarafından desteklenirken cılız da olsa harekat karşıtlığını dile getirmeye çalışanlar var. Ancak onlardan daha tehlikeli olan, yine az da olsa harekatın başarısını sorgular görünmekle birlikte tersten psikolojik harekat söylemleri dikkat çekiyor. Bu söylem sahipleri ağırlıklı olarak sosyal medya üzerinden “Harekat neden ağır ilerliyor? Başarısız mıyız?” söylemiyle harekatın moral motivasyonunu kırmaya yönelik bilinçli veya bilinçsiz söylemleri geliştiriyor.

Afrin Bölgesi’nin Önemi

Bu söylemlerin boş olduğunu Afrin bölgesini çok iyi bilenler açıkça dile getiriyor. Harekatın kolay olmadığını şu bilgilerle aktarabiliriz:

1. Afrin coğrafi olarak kolay olmayan bir bölge. Dağlık ve tepelik alanı çok fazla. TSK, önce sınır bölgesindeki bu bölgelerin kontrolünü sağlayıp üs bölgeleri oluşturuyor. Aynı zamanda Afrin merkeze gidecek yolun güvenliğini bu üs bölgeleriyle sağlıyor. Çünkü doğrudan bu düzlük alanlara inilmesi durumunda, dağlık bölgelerindeki teröristlerin saldırısına maruz kalınabilir ve kayıp sayımız artabilirdi. Ayrıca harekatın başarısını da gölgeleyebilirdi. Zaten TSK’nın yüksek bölgelerde bu hakimiyeti kurduktan sonra önünde Afrin kent merkezine kadar uzanan düzlük alanlardan oluşan koridorların açılmasını sağlayacak. Bu nedenlerle önce ağırlıklı olarak Türkiye sınırına yakın dağlık bölgeler teröristlerden arındırılıyor. Bu da Güvenlik uzmanı Abdullah Ağar’ın belirttiği gibi, dünya harp tarihine geçecek bir başarıyla gerçekleştiriliyor.

2. Afrin bölgesinin ikinci önemli özelliği de bu bölgenin PKK ve ondan önceki Kürt örgütlerinin adeta kalesi olması. Kürt nüfusun örgütlü terör örgütlerinin kontrolünde olması, az sayıda olan Arap ve Suriye Türkleri’nin ise örgütsüzlüğü bu bölgeyi PKK terör örgütü açısından yıllardır merkezlerden biri yapıyor. Suriye Türkmen Dernekler Federasyonu Başkanı Tarık Sülo Cevizci, bu bölge için “Adeta 2. Kandil” tanımı yapıyor. Cevizci “Bu bölgenin düşürülmesi demek terör örgütüne ekonomik, psikolojik, siyasi olarak büyük darbe indirir” diyor.

3. Altını çizerek vurgulayalım: Zeytin Dalı Harekatı Kürt kökenli Suriyelileri değil, terör örgütleri PKK/PYD-YPG ile DAEŞ’i hedef alıyor. Afrin’in gerek kent merkezinde gerek diğer meskun mahallerinde çok sayıda sivil bulunuyor. Bunlar arasında terör örgütüne müzahir de olsa silaha bulaşmamış olanlar da var. Çünkü bir önceki maddede aktardığımız gibi bölge yıllardır terör örgütünün kontrolünde bulunuyor. İşte TSK adım adım ilerleyerek sivillerin güvenliğini gözeten, sadece ve sadece teröristleri hedef alan bir harekat yürütüyor. Hava bombardımanlarında bile örgütün karargahları, kampları ve mevzileri hedef alınıyor.

Fetö, Pkk/Pyd-Ypg’nin Yanında Saf Tuttu

İşte bu nedenlerden dolayı Afrin harekatı adım adım ilerliyor. Aktardığımız söylemlerin perde arkasını görmek açısından FETÖ ve PKK’nın da benzer söylem geliştirdiğinin altını çizelim. Örneğin terör örgütü PKK’nın yayın organında yazan Baki Gül’ün 21 Şubat’taki yazısındaki ifadeler ile FETÖ’nün önemli medya isimlerinden olan firari Tarık Toros’un bir FETÖ yayın organında yine 21 Şubat’ta yazdığı ifadelerin hemen hemen aynı olduğunu göreceksiniz. Baki Gül sözünü ettiğimiz yazıda “Türk ordusu ve çetelerin Efrin’i işgal planı 3 gün ile bir hafta arasında gerçekleşecekti” ifadesiyle TSK ve ÖSO’yu hedef alırken, Tarık Toros da yazısında “3 saatte Afrin’e giriyorlardı, manşetler öyleydi” diyerek Baki Gül ile adeta pişti oldu. Oysa gazete manşetleri incelendiğinde böyle bir söyleme rastlamadık. Yetkililer de hiçbir şekilde bu yönde bir açıklama yapmadı.

Harekatın hemen ikinci gününde basın temsilcileriyle bir araya gelen Başbakan Binalı Yıldırım, harekatın safhalarını ve hedefini açıklarken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da harekatın 6’ncı gününde sınır birliklerini ziyaretinde “Netice alana kadar devam edeceğiz” demişti. Aktardığım söylem FETÖ ve PKK’nın ağız birliği etmişçesine psikolojik harekat yürüttüğünü göstermesi bakımından çarpıcıydı.

Yine FETÖ’cülerin özellikle sosyal medya üzerinden, PKK/PYD-YPG terör örgütüne büyük destek verdiğini görüyoruz. Bu da 15 Temmuz’un gerçekleşmesi durumunda nasıl bir politika izleneceğinin işaretlerini bizlere göstermiş oluyor.

ABD’den Türkiye Hamleleri

Gelelim harekatın siyasi dengelerine… Bu ay itibariyle 7’inci yılına girecek olan Suriye iç savaşında Türkiye’nin ilk olarak izlediği ana politika Esad yönetiminin tasfiyesine yönelik olmuştu. Ancak süreç içinde KCK terör örgütüne bağlı PKK’nın Suriye’deki eşdeğeri PYD terör örgütü belli bölgelerde kontrolü sağlayınca Türkiye’nin önceliği yavaş yavaş Şam’dan Suriye’nin kuzeyine yöneldi. Çünkü Türkiye’nin sınır hattında bir terör yapılanması kurulmaya başlanmıştı.

Bu yapılanmanın en önemli hamisi, Türkiye’nin NATO’daki müttefiki ABD olmuştu. Bu ülkenin 2012 yılında gayri resmi olarak terör örgütü PYD ile ilişkileri 2014 yılının Ekim ayında Ayn el-Arap’a yönelik DAEŞ saldırısının başlamasıyla resmiyete döküldü. Ankara için alarm zillerinin çalması da bu döneme denk geldi. O döneme kadar Şam yönetimine karşı bu bölgedeki Kürtlerin haklarını da dile getiren Ankara, PYD terör örgütünün silahlı militanları aracılığıyla sınıra yığılmasını kabul etmedi ve artık geri dönüşü olmayan bir sürece girildi.

Bu iki müttefik, yaklaşık 3,5 yıl içinde önce 15 Temmuz, ardından Fırat Kalkanı Harekatı ve son olarak Zeytin Dalı Harekatı’yla gerilimi yüksek perdeden yaşamaya başladı. Vize krizi, ABD askerlerinin TSK kontrolündeki bölgelere silah doğrultarak pozlar vermesi gibi tansiyonun yükseldiği anlarda bile Türkiye diplomatik hamleleri doğru kullanmayı bildi.

Zeytin Dalı Harekatı öncesinde de Türkiye bir taraftan Astana süreciyle birlikte Suriye’deki iç savaşı sonlandırmak hedefiyle yoğun işbirliğine girdiği Rusya ve İran’ı, diğer taraftan da ABD’yi ve diğer Batılı devletleri bilgilendirdi. Bu girişimler Suriye yönetimi üzerindeki etkisi bilinen Rusya’dan karşılık bulurken, ABD başta olmak üzere müttefik devletlerdeki hasmane söylemi değiştirmedi. Ancak Zeytin Dalı harekatının başlaması ve yazımızın girişinde aktardığımız başarısı, Washington yönetimini harekete geçirdi. Şubat ayının ortasında yoğun bir diplomasi trafiği yürütüldü.

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, ABD Başkanı Trump’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Herbert Raymon (HR) McMaster ile önce 26 Ocak’ta telefon ile 11 Şubat’ta da İstanbul’da yüz yüze görüşmeler yaptı. Yaklaşık 2 ay önce yaptığı bir konuşmada Türkiye ve Katar’ın radikal ideolojilerin “yeni sponsorları” olduğunu ileri süren McMaster’la yapılan görüşmelerde Türkiye ile ABD’nin uzun vadeli stratejik ortaklık ilişkilerine vurgu yapılması dikkat çekiciydi.

Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli de, ABD Savunma Bakanı James Mattis ile NATO Savunma Bakanları Toplantısı kapsamında 15 Şubat’ta Brüksel’de bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmede öne çıkan iki başlık, ABD tarafının YPG’yi PKK’dan ayırabilecekleri ve bu örgütü PKK’ya karşı savaştırabilecekleri şeklinde bir önerisi ile Milli Savunma Bakanı Canikli’nin “aksini ortaya koymadığımız sürece ABD’nin Afrin’deki teröristlere silah vermedikleri beyanına inandıklarını” belirten açıklaması oldu.

Son olarak ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson da aynı gün Ankara’ya geldi ve gelir gelmez Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile 3 saat 15 dakikalık bir görüşme gerçekleştirdi. Tillerson, bir gün sonra da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile bir araya geldi. İki bakan basının karşısına çıktı, açıklamalar yaptılar.

Bu diplomasi trafiğinin ardından esas olarak öne çıkan, oluşturulacak 3’lü mekanizma oldu. Bu mekanizmalarda karşılıklı olarak Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları ile istihbarat birimlerinin yetkilileri bulunacağı açıklandı.

Buna rağmen ABD ile oluşturulacak mekanizmaların, soruna neşter vuracağına çok sıcak bakılmıyor. Örnek olarak da son yıllarda ABD ile oluşturulan mekanizmalar ve koordinatörlüklerin hiçbir şekilde işe yaramamış olması, Türkiye’yi oyalamak dışında bir sonuç ortaya koymaması gösteriliyor. Öne çıkan iki örnek, 2006 yılında PKK terör örgütüne karşı Türkiye, ABD ve Irak arasında oluşturulan Terörle Mücadele Özel Temsilciliği ve Suriye iç savaşı sürerken Türkiye ile ABD arasında 2015 yılı Şubat ayında imzalanan Eğit-Donat protokolü. Terörle Mücadele Özel Temsilciliği, PKK ile mücadeleye fayda sağlamaması, Ankara’nın iyi niyetine karşın Washington yönetiminin oyalama taktiği izlemesi ve süreçten PKK terör örgütünün faydalanması nedeniyle bir yıl sonra sessiz sedasız kaldırılmıştı. Eğit-donat protokolünde de Türkiye yine oyalanarak süreç dışına itilmiş, Türkiye’ye bağlı gruplar bölgede terör örgütlerine ve diğer muhaliflere ezdirilmişti. Ayrıca ABD’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünü hedef alan eylemleri de bu protokolün sessiz sedasız devre dışı kalmasına neden oldu.

Bu nedenle kamuoyunda ve uzmanlarda ABD’nin şimdi de benzer bir oyalama taktiği izlediği algısı hakim. Ancak bu durumu avantaj olarak gören uzmanlar da var. Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, Ankara’nın ABD ile yürüttüğü diplomasiyi değerlendirdiği sohbetimizde şu vurguları yaptı:

“Görülen şu: Afrin harekatı planlandığı gibi sonuçlanacak. Münbiç’te de bir çözüm bulunacağı görülüyor. ABD bu iki alanda Türkiye’nin karşısına sertlikle çıkmayacak.
Esas mesele ise Fırat’ın doğusu olacak. Çünkü ABD bu bölgeyi vermek istemeyecektir. Bunu korumak için de zaman kazanma hamleleri yapacak.
Ancak bu durumda bizim de zamana ihtiyacımız olduğu açık. Çünkü İdlib meselesi başta olmak üzere birçok önemli mücadele alanımız var. Bunların çözülmesi, en azından kontrol edilebilecek seviyeye çekilmesi gerekiyor.”

Pekin, Türkiye’nin Afrin harekatı sonrası mücadele alanlarını ise şu şekilde maddeliyor:
– İdlib’te yürütülecek mücadele ve buralarda kamu düzeninin sağlanması
– YPG terör örgütüyle Afrin ve Münbiç üzerinde yürütülecek mücadele
– PKK terör örgütüyle Türkiye içi ve Irak’ın kuzeyinde yürütülecek mücadele
– Çok sayıda hücresinin bulunduğu belirtilen DAEŞ terör örgütüyle yurt içi ve yurtdışında yürütülecek mücadele
– Kıbrıs ve Ege üzerinden Yunanistan ile yürütülecek mücadele
– ABD’nin olası ekonomik operasyonlarına karşı bu alanda yürütülecek mücadele

Pekin, Fırat’ın doğusunun en az 2 yıl operasyonel anlamda gündeme gelmeyeceğini belirtirken, Ankara’nın ilk aşamada bölgesel iletişimi şimdikinden daha da kuvvetlendirmesi gerektiğinin altını çizdi. İsmail Hakkı Pekin, özellikle İran’la anlaşılması gerektiğini kaydetti.

İran Faktörü

Bu sohbeti yaptığımız günlerde basına yansıyan bazı haberler de Pekin’in uyarısının altının doldurulmasını sağladı. Astana’da ortak hareket ettiğimiz ülkelerden İran, Zeytin Dalı Harekatı sürerken, düşük tonda da olsa itirazlarını dile getirdi.

İlk açıklama harekatın 2’nci günü İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi tarafından yapıldı.

Kasımi, “Ümit ediyoruz bu operasyon bir an önce sona erer ve Suriye ve Türkiye’nin sınırındaki krizin yayılmasının önü alınır” dedi. İlerleyen günlerde İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin, “İsteğimiz bu operasyonun bir an önce son bulmasıdır, çünkü burada hem Türk kardeşlerimiz hayatını kaybetmiş oluyor hem karşı taraftan ve Kürtlerden ölenler oluyor.

Bu operasyonun bir faydası olmayacak. Bu tutumumuz tüm ülkeler için geçerlidir” açıklaması gündeme düştü. Ancak İran’ın PYD-YPG terör örgütüne yönelik tepki açıklamalarının tonuyla Türkiye’ye yönelik açıklamaların tonu arasındaki bariz fark dikkatlerden kaçmadı. İran, ağırlıklı olarak ABD’yi hedef almayı seçmişti. İşte tam da böyle bir dönemde, 18 Şubat günü Batı basınının önemli merkezlerinden Reuters haber ajansı, PYD-YPG terör örgütü ile Suriye ordusunun anlaştığını, Suriye ordusunun Afrin’e gireceğini ileri süren bir haber yaptı. Ardından da PKK terör örgütünün de desteklediği bir haber bombardımanı başladı. Önce Suriye ordusu diye yapılan yayınlar, ardından Afrin’e desteğe giden Suriye ordusu destekli milislere evrildi.

TSK bu gruplara gereken yanıtı, yaptığı hava ve topçu harekatlarıyla verdi. Son olarak 22 Şubat’ta Afrin’e yardıma gelen 30-40 araçtan oluşan ve içinde teröristler ile silah-mühimmat taşıyan konvoy, Afrin kent merkezine 15 km mesafeye geldiğinde vuruldu.

Askeri anlamda TSK’nın karşısında duramayacak bu gruplarla ilgili haberlerin psikolojik etkisi daha fazla oldu. Bu haber üzerine kamuoyu ikiye bölündü. Bir kesim PKK/PYD’nin geçmiş işbirliğini hatırlatarak Esad yönetimini hedef aldı. Diğer kesim ise bunun bir ABD provokasyonu olduğu haberlerini öne çıkardı.

Ancak meselenin altını deşince, 7 yıldır bölgedeki kaostan faydalanan bazı grupların bu konuda öne çıktığı görüldü. Suriye ordusu ile PYD arasındaki görüşmelerin gerçek olduğunun altını çizerek uzmanlara sorduğumuzda öne çıkarılan yanıt “Suriye’nin Afrin’de TSK’nın karşısına çıkacak gücü yok. Ancak bölgede İran’ın desteklediği bazı gruplar var. Afrin’de görülen gruplar bunlar olabilir” oldu. Neden İran sorusuna verilen yanıt ise şöyle:

“İran, Suriye’nin tamamını kendi nüfuz bölgesi olarak görüyor. Türkiye ile işbirliği yürütüyor ama yine de TSK’nın operasyonlarını bu nüfuz alanını elinden almak olarak görüyor. Bu nedenle doğrudan desteklemese bile kontrolündeki grupların bazı hareketlerini engellemek istemeyebilirler.”

Ayrıca Suriye ordusunun gerek PYD terör örgütünün işgalindeki Deyrizor gerek katliam haberleriyle gündeme gelen Doğu Guta’ya yoğunlaşması da Afrin’e yönelik bir Suriye harekatının kolay olmadığına kanıt olarak sunuluyor. Yine Türkiye ile Zeytin Dalı Harekatı konusunda anlaşan Rusya’nın, Suriye yönetimi üzerindeki etkisi de bu iddiayı zayıflatıyor.

İsmail Hakkı Pekin’in uyarısı da bu noktada önem kazanıyor. Bölgedeki dengelerin ne kadar hassas olduğu ortadayken, olası provokasyonların önüne geçmek, Zeytin Dalı Harekatı’nın başarısı için İran ile iletişimin önemli olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Ancak İran’ın da bölgede işi zor. ABD’nin kuzeyden güneye PYD terör örgütü üzerinden, Ürdün sınırından da Şam’a kadar olan bölgede güneyden kuzeye doğru İsrail ve terör örgütleriyle İran’ın oluşturmaya çalıştığı hattı kesmeye çalıştığını hatırlatmak lazım. İran açısından bu hattın savunması, Afrin’den daha çok önem arz ediyor.

Düğüm İdlib

Son olarak kamuoyuna yansıyan haberlerin aksine Zeytin Dalı’ndan sonra Türkiye’nin önceliğinin Münbiç değil, İdlib olacağı belirtiliyor. Bilindiği üzere Astana anlaşmaları çerçevesinde İdlib bölgesinde 12 tane gözlem noktası oluşturulması kararlaştırılmıştı.

Genelkurmay Başkanlığı, 15 Şubat’ta yaptığı açıklamada Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları tarafından Surman bölgesinde gözlem noktalarından 6’ncısı olan 8 No’lu gözlem noktası tesis edildiğini duyurdu. Geriye 6 tane gözlem noktası kalıyor. İdlib’deki sıkıntıyı madde madde aktaracak olursak, bu kentin önemi daha iyi anlaşılacaktır:

– Kentte temelini El Nusra’nın oluşturduğu Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) hakimiyeti bulunuyor. HTŞ, Türkiye’nin bölgedeki en önemli partnerlerinden biri haline gelen Rusya’nın terör örgütleri listesinin başında yer alıyor. Rusya bu örgütün bitirilmesi noktasında kararlı. Kentte ayrıca çok sayıda muhalif örgüt ve son dönemde gücünde gözle görülür bir şekilde artma eğilimi gösteren ÖSO unsurları bulunuyor.

– Uluslararası Kriz Grubu’nun (International Crisis Group) İdlib’le ilgili olarak hazırladığı son rapora göre bu bölgede toplam 2 milyon 650 bin insan yaşıyor ve bu topluluğun yaklaşık yarısı ülke içinde yerlerinden edilmiş Suriyeliler. (Sedat Ergin, “Afrin’den sonra İdlib neden önemli”, Hürriyet, 14 Şubat 2018) Olası bir çatışma durumunda yaklaşık 3 milyona yakın bu insanların gerek can güvenliği gerek Türkiye’ye göçü, süreci geri dönüşü olmayan bir yola sokabilir.

– TSK’nın gözlem noktası kuracağı yerlerden olan İdlib’in güneyi Suriye ordusunun kontrolündeki bölge ile komşu. Burada olası provokasyon Türkiye ile Suriye ordularını karşı karşıya getirebilir.

Uzmanların uyarıları bu noktada TSK’nın yine sabırla işlemesi gereken bir sürece işaret ediyor. Ordumuzun önüne bu grupların teröre başvurmasını engelleme, çatışmayı sonlandırma, kentte yeniden kamu düzenini kurma gibi bir görev çıkacak.

İşte bu noktada yazımızı Güvenlik Bilimleri Uzmanı Mete Yarar’ın önerisiyle noktalayalım. Yarar, sohbetimizde İdlib’deki iç dengeleri hatırlatıyor ve “Burada ÖSO’nun güçlendirilmesi, ilerleyen dönemde Türkiye’nin elini güçlendirebilir. Kentte güçlendirilmiş ÖSO unsurları, aynen Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatlarındaki katkılarını burada da verebilir.”

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir