Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Mart 28, 2024

Bir Elitin Ölümü, Şerif Mardin’in Ölümü Olayı

Oryantalist tarzı aşabildi mi? Batılı zihin için raportörlük mü yaptı? Yaptıkları duygudan ve duruştan arındırılmış soğukkanlı bir bilimsellik miydi? Halk İslam’ı ve hetorodoksi kavramlarıyla neyi kastetti?
Türk okur-yazarı onun derinliğini kavrayamadı mı?

Olay, durum, olgu, algı, şahıs, fikir, inanç, din, bilim, ideoloji, karar, bakış, hüküm, duruş …
Aç parantez: Hayat. Ve ölüm: kapa parantez. (……)

Dünya hayatında sayısız olayla karşılaşır insanoğlu. Çok farklı durumlara tanıklık eder. Olgular üzerine değerlendirmeler yapar. Olguları, olayları, şahısları, durumları algılar ve zihin dünyasında çok farklı işlemler yapar. Bilgilere ulaşır ve yeni bilgiler üretir. Bir fikir doğrultusunda kararlar ve hükümler verir. Tercihler yapar. Bu tercihlere göre bir duruş sergiler. Bazen de bu, bir duruşsuzluk şeklinde tecelli eder. Arafta kalır bazı insanlar. Dünyadayken arafta. İnişli-yokuşlu bir hayat sürer ve nihayetinde ölür insan. Garip de olsa elit de olsa bu böyledir.

Ölümlerle birlikte önce şahitlikler söz konusu olur insan için. Kimisi iyi anılır, hayırla yâd edilir, hakkındaki şahitlikler hep güzeldir. Kiminin de hiçbir şekilde arkasından güzel şeyler söylenmez. Yer ve gök ağlamaz böylelerine. Bilakis bunlar ölünce adeta bir kurtulmuşluktan bahsedilir. Bazılarının ölümünde ise hayatındaki duruşuna göre şahitlikler de araftadır bu sefer.
Ve ahiret hayatı. İnanmayanlar için bir sondur ölüm. Bu dünyadaki hayat parantezi kapandığı gibi artık her şey bitmiştir. Birilerine göre ölen insan hayatını kaybetmiştir. İnananlara göre ise şu üç günlük dünya hayatı bitmiştir ama ölüm bir son değildir. Ahiret hayatına bir geçiştir ölüm. Dünyadaki tercihlerine, kararlarına, hükümlerine ve duruşuna göre yeni ve ebedi bir hayat beklemektedir artık insanı. Fani âlemden baki olana bir rıhlettir ölüm. İrtihal-i dar-ı beka eyler inanan insan, âzim-i dar-ı ukba olur.

“Şerif Mardin Olayı”

Metin Karabaşoğlu yıllar önce bu başlıkla bir yazı yazmamış olsaydı benim bu değerlendirmeye koyacağım başlık “Şerif Mardin Olayı” olurdu. Çünkü Şerif Mardin’i tartışmaların odağına çeken şey ne elit oluşuydu aslında ne de diğer çalışmaları. Onu çoğunlukla Bediüzzaman Said Nursi Olayı adlı çalışmasıyla değerlendirdi Türk okur-yazarı. Bu çalışma etrafında koptu fırtınalar. Bazı Nurculara göre neredeyse “Şerif Abi” oldu Şerif Mardin, bu çalışmasından dolayı. Hatta içinde ne dediğine bile bakılmadı çoğunlukla. Anlamaya da çok yanaşılmadı. Said Nursi hakkında az da olsa olumlu birkaç cümle duymak yeterdi de artardı bile. Hem dünya çapında meşhur bir akademisyen, Said Nursi Olayı diye bir kitap yazmıştı. Daha ne yapsındı? Belki de tek anlama ve değerlendirme çalışması Metin Karabaşoğlu’nun“içeriden” okuma gayretiydi.

Çünkü Şerif Mardin kelimenin tam anlamıyla “dışarıdan” okuyordu ve onun için sadece bir olaydı Said Nursi. Bir “case” durumu söz konusuydu yani. Şerif Mardin Olayı başlıklı değerlendirmesinde Metin Karabaşoğlu’nun değerlendirmelerinden ilham alarak şu soruları sormak lazım: Şerif Mardin, Said Nursi Olay’ına nasıl baktı, ne gördü? Gerçekten görebildi mi? Samimi bir anlama çabası söz konusu muydu yoksa çarpıtmalarla dolu üstünkörü bir okuma mı yapmıştı? Şerif Mardin, Risale-i Nur Külliyatı’nda kullanılan dili anlayabilecek bir arka plana sahip miydi? Bakarken niyeti halis miydi? Nazarı salim ve sahih miydi?

Mahkemede bilirkişi olarak olumsuz rapor yazdığı Said Nursi, Kemalizmin açıklarından yararlanan bir fırsatçı mıydı? Nurcular, doktorların halka uzak olmasından istifade eden üfürükçüler miydi? Şerif Mardin, çalışmalarında sırf bir tanıtma mı yapıyordu yoksa oryantalistler gibi önceden çizdiği şablonlara malzeme devşirerek tanımlamayı mı tercih ediyordu? Şerif Mardin, sosyolojiyle sırf bir bilim olarak mı ilgileniyordu yoksa kendisi aynı zamanda bir sosyal mühendis miydi?

Bu mühendisler İslam toplumlarının laikleştirilmesi amacıyla mı hareket ediyordu? Sosyal değişmenin olmazsa olmaz sonucu laikleşme miydi? Said Nursi, gericiliğin değil modernleşmenin öncüsü müydü? Said Nursi, Şerif Mardin’in iddia ettiği gibi modern bilime ve fenne çağıran bilimci bir modernist miydi yoksa “Allah’ı inkâr” edenler için “Binler fünûnu bilse de, cehl-i mürekkeple bir echeldir.” diyen bir İslam âlimi miydi?

Şerif Mardin’in Ölümü Olayı

Şerif Mardin’in kendisi Din ve İdeoloji konusunda nasıl bir duruş sergileyeceğine karar veremediği gibi Türk okur-yazarı da onun hakkında ne diyeceğini bilemedi. Herkes kendi dünya görüşüne göre sağken de öldükten sonra da birbiriyle taban tabana zıt görüşler serdetti Şerif Mardin hakkında.

Kimilerine göre geldiği elit zümreye ihanet eden bir haindi o. Anti-Kemalistti. Türk devrimlerine ve Türk modernleşmesine inanmadığı gibi Said Nursi Olayı gibi bir çalışma yaparak “Kemalizmin amansız düşmanını” meşruiyet zeminine taşımıştı. Bu sebeple kesinlikle affedilmeyecek bir suç işlemişti ve cezalandırılmalıydı. Söylenenlere bakılırsa cezalandırılmış ve Türkiye’deki Tanrılar Panteonu’ndan uzaklaştırılmıştı. Belki de Türkiye’deki küçük panteondan Amerika’daki Büyük Panteon’a terfi ettirilmişti.

Bazılarına göre her ne kadar dar ve inhisarcı bir Kemalizmi eleştirse de Şerif Mardin hem Kemalist idi hem de Türk modernleşmesine gönülden inanan biriydi. Hatta Türk modernleşmesinin ve sekülerleşmesinin İslam dünyasında yaygınlaştırılması çabalarında aktif rol üstlendiği bile iddia ediliyordu.

Marksistler hakkında söylediği sözler de affedilir cinsten değildi. Bu sebeple onlar da öteden beri düşman belledi Şerif Mardin’i. Öldükten sonra da en galiz değerlendirmeler Kemalistlerle birlikte Marksistlerden sadır oldu.

Bir başka görüşe göre Türkiye’yi de aşan bir ilişkiler ağında sadece kendisine verilen vazifeyi yapmıştı Şerif Mardin. Zaten geldiği yere gelebilmesi için üzerine yüklenen görevi yerine getirmesi gerekiyordu. O da hem Said Nursi Olayı’yla hem de diğer çalışmalarıyla sadece efendilerine hizmet etmişti. Elitti ama her elitin üstünde bir başka elit oluyordu işte. Ya da elitlerin elitliklerini borçlu oldukları dünyalar. Bilim dünyası, edebiyat dünyası, sanat dünyası, finans dünyası gibi. Kemal Karpat’ın Şerif Mardin değerlendirmesi bir acı gerçeğe işaret ediyor: “Şerif Mardin, elinde olmayarak içinde doğduğu sınıfa mensup olmanın yarattığı yalnızlıkla aynı sınıfın sağladığı refah, siyasi güç ve normal yaşam ile gerçek halkçılık arasında bir seçim yapmamıştır, belki de yapmak istememiştir. Kanımca Şerif’in hayatı, elinde olmayarak doğduğu sözde yüksek sınıfa bağlılıkla, içinde yaşadığı toplumla kaynaşma mücadelesi içinde geçmiştir. Mensup olduğu devletçi sınıfın eksiklerini görmüş, onları bazen tenkit etmiş fakat kendini bu sınıftan koparamamıştır.” (Kemal Karpat, Bir Ömrün İnsanları, s. 284.)
Onu öyle değil de böyle durmaya ya da net bir duruş sergilemeksizin fluluklarla dolu bir duruş(suzluk) sergilemeye iten ne idi? Bunu bilemiyoruz. Çünkü bir insanı iyiler ve kötüler karşıtlığında saf belirlemeye yönelten, bazı durumlarda safını belirleyemeyecek konumda bırakan bir sâik, bir âmil, bir müessir sebep her zaman olagelmiştir. İnsanı bu dünyada bir duruş sergilemeye ahirette ise bu duruşa göre cennete ya da cehenneme sevk eden de bu sâikler değil midir zaten? Çok ilginç şahitlikler görüldü ölümü üzerine. Yere göğe sığdıramazken bazı bilim insanları kendisini, yerin dibine geçirmeyi tercih etti bazıları da. Kimilerine göre hayatını kaybetti kimilerine göre sanki evliyaullahtan birisiymiş gibi Hakk’a yürüdü. Âlimin ölümünün âlemin ölümü gibi görülmesine kadar vardı iş. Bazıları yine çok acı bir gerçeğe dikkat çekti şu şekilde tweet atarak: “Eski Mardin müftüsü ulemây-ı benâmdan Şirinzâde Merhum Şeyh Ömer Efendi’nin ahfâdından, eski Musul Nâibi ve Nakîbü’l-Eşrâfı, İhyâ Şârihi, Fatih Camii haziresinde medfun, Allâme Merhum Şeyh Yusuf Sıdkı el-Mardini’nin torunu, Prof. Dr. Şerif Mardin 90 yaşında vefat etti.”

Nispetler önemli tabii. Şahitlikler de. Zaten temel sorunlarımızdan birisi de bu nispetler meselesi. Kime ve kimlere nispet ediyoruz kendimizi? Nerede olmak, kimlerle anılmak istiyoruz? Bir elitler zümresine dâhil olmak mı yoksa bütün çabalarımızın arkasında yatan? Kabul görmek mi Tanrılar Panteonu’ndan? Peki, bu kurtarır mı insanı? Falancanın ahfadından olmak, dedenizin müftü olması, filancadan doktora yapmak, falancanın sizi en büyük âlimlerden sayması ve kitabınıza takriz yazması gerçekten çok mu önemli? Sahi sizin elitiniz kim? Bana elitini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Yoksa siz de elitlerce onaylanarak adamdan sayılma sırasını bekleyenlerden misiniz? Adınız yazılmadı mı hala Türk entelijansiyasına? Bir İlber Ortaylı olamadığınıza mı yanıyorsunuz yoksa? O da öldüğünde sosyal medya nasıl da öksüz kalacak değil mi? Popüler tarihçiliğimiz altın çocuğunu kaybetmiş olacak. Kolay mı yetişiyor 12 dil bilen seçkinler? 12 dil biliyormuş ama bu diller ona nerede duracağını söylemiyor, onca malumat ama asıl öğrenmesi gerekenden bihaber. Heyhat!

Hakk’a Yürüdü, Allah Rahmet Etsin, Allah Taksiratını Affetsin

İslamcı kesimden bazılarına göre Türkiye’de ve dünyada müşarunbi’l-benan olan büyük bir alim, yeri hiçbir şekilde doldurulamayacak bir duayen, sosyolojinin ve sosyal bilimlerin piri, terk-i hayat-ı müstear eyleyerek tarabhane-i ukbadabezm-i cuşacuş-ı selef-i salihine iltihak etmiş, gülbank-keş-i sefer-i ukba olarak, semahane-i illiyyineuruc etmişti. Belki de sadece ölmüştü işte. Ama olmuyordu elit ölümleri garip ölümleri gibi. Bir elit ölmüş diyeler, tüm dünyaya duyuralar, Ren sularında yuyalar, şöyle elit bencileyin. Şerif Mardin’in Ölümü Olayı’nı tam bir Türkiye sosyolojisi örneği olarak görmek ve okumak da mümkün tabii. Bazı Marksistler ve Kemalistler sağlığında ağzının payını verdikleri gibi öldükten sonra da pek bir hayırla (!) yâd etti Şerif Mardin’i. Liberaller genel geçer söylemlerle hem öyle hem böyle konuştu ardından. Kasmaya ve germeye gerek yoktu. Hem ne olsa giderdi. Zaten postmodern bir dönem değil miydi yaşadığımız? O da birtakım meta anlatılar söyledi ve gitti. Bilim adamlığına vurgu yaptı çoğu. Çalışmaları üzerinden değerlendirmelere girişti bazıları.
İslamcılara gelince belki de en renkli paylaşımlar İslamcılar arasında oldu. Bizzat yakından tanıyanlar belki de herkes için temenni edilen “güzel son”u ondan da esirgemek istemediler, ölülerin ardından iyi konuşmak lazım gelir fehvasınca. Bir kısmı belki de kendini bir büyüğe nispet edebilmek düşüncesiyle“Hakk’a yürüdü”bile dedi. Ama çoğunlukla biraz da dilek ve temenni boyutuyla ve Allah’ın rahmetinin genişliğine gönderme yaparak Allah rahmet etsin denildi Şerif Mardin’in ardından. Bazıları da yanlarında hiç göremedikleri ve kalbini de bilemedikleri için sessiz kalmayı tercih etti, içlerinden “Allah taksiratını affetsin” sözlerini mırıldanarak. Belki yine az bir kesim de bazı kritik açıklamaları sebebiyle bir yandan muğberliklerini bir yandan da affedemeyişlerini hatırlayıp Fatiha okuyamasa da ardından belki Tebbet okumaya da vardırmadı işi, kimi Kemalistler gibi.

“Türk modernleşmesi, batıcılık, laiklik, din-devlet ve din-toplum ilişkileri gibi alanlarda getirdiği özgün perspektifle, tarihimizi ve bugünümüzü doğru anlamamıza yardımcı olacak pek çok kavram üretti.” dedi Şerif Mardin için bazı büyüklerimiz. Gerçekten öyle miydi? Neyi anladık Şerif Mardin’in özgün perspektifiyle? Tarihimizi ve bugünümüzü doğru anlamamıza nasıl yardımcı oldu? Bazılarının iddia ettiği gibi ezber bozan bir sosyolog ve sosyal bilimci miydi Şerif Mardin? Yoksa yeni ezberler üreten bir ideolog muydu?

“Case” ya da Olay

Din ve özellikle İslam dini üzerine Nurculuk ve Said Nursi Olayı üzerinden gerçekleştirdiği okuma ve “olay”a yaklaşım biçimi dindarların ve Nurcuların ekmeğine yağ mı sürmüştü birilerinin eleştirdiği gibi? Yoksa merkeze alınan bir özneye göre bir nesneleştirme operasyonu muydu gerçekte? Bir anlama çabası mıydı yoksa nasıl yönetilip, yönlendirileceğine ilişkin teşhis ve tanımlama girişimi miydi? Ne yaptı mesela çözümledikten sonra? Hakkın ve hakikatin yanında mı durdu yoksa baştan beri bir türlü karar veremediği ve belki de karar vermek istemediği duruşsuzluğu mu seçti? Ya da tercihini baştan yapıp, tespit ettiği hakikate rağmen karşı saflarda yer almaya devam mı etti? Bunların tamamen dışında farklı dünyaların insanı mıydı yoksa o, fanilerin işlerine çok da takılmayan? Nurculuğun, dindarlığın ve İslam’ın sosyolojik dinamiklerini çözümlemek kendinde amaç mıydı? Onu çözümleyince Şerif Mardin’in görevi bitiyor muydu? Bir entelektüel, bir bilim adamı, bir şair, bir filozof sadece çözümleme yapmakla mı mükellefti? Gerisi onu ilgilendirmez miydi yani?

Social Practice

Dini sadece bir “social practice” olarak görmek, toplumdaki işlevlerine ve faydalı olduğu alanlara indirgeyerek ele almak, din dilini ve bu dildeki lehçeleri çeşitli sosyolojik tespitler ve kavramsallaştırmalar üzerinden açıklamak, sosyolojinin ve sosyal bilimlerin kutsal gramerine göre anlatılar eşliğinde değerlendirmek yetiyor mu bilim adamlarına?

Bilim ondan ötesi için bir şey söyleme ihtiyacı duymuyor mu? Toplumsal değişimin dinamiklerini betimleyince neyi söylemiş oluyor bilim adamı? Hakka ve hakikate tanıklık etmek, hakkın safında yer almak hep köylülerin işi mi olacak? Bilim adamlarına bildikleriyle nasıl amel ettikleri sorulmayacak mı yoksa? Yoksa bazı bilim adamları dini teşrih masasına yatırılan bir kadavra olarak görmekten, sadece toplumsal bir olaya indirgemekten haz duyuyor herhalde deyip, geçip gitmeli miyiz biz de? Ne de olsa neyi nasıl yapacaklarını yine en iyi bilenler onlardır. Neyi önemseyip neye inanacaklarını bize mi soracaklar bir de? İnanmamayı tercih ediyorlarsa mutlaka bir bildikleri vardır değil mi?

Root Paradigms /Kök Paradigmalar

Gelenekten gelen kök paradigmalar yeniden üretilirse toplumlar modernleşmeyi başarıyla gerçekleştirebilirmiş. Said Nursi’nin başarısı, bu kök paradigmaları yeniden üreterek re-democratization sürecine katkıda bulunmasıymış. Şerif Mardin’e göre Said Nursi, İslam dinine mitsel ve şiirsel bir dil kazandırmış. Yani İslam dininin tecdid boyutunu, Batılı gözüyle okuyup Batı diline aktardığınızda bu, rootparadigms denilen kavramların çağdaşlaştırılması oluyormuş.

Cemaat-Cemiyet

Cemaat ve cemiyet çözümlemeleriyle nereye vardı Şerif Mardin? İslam dinini sosyal bilimler diline ve Weber lehçesine aktarınca ne yapmış oldu? Foucault’cu model yerine Weberci model bizi daha mı iyi ele veriyordu? Bilimsellik için Said Nursi ve Nurculuğa “Aziz ve Takipçileri” demek mi gerekiyordu? Tönnies ve Durkheim üzerinden Türkiye sosyolojisi okunabilir miydi? Cemaatler cemiyete mi dönüş(türül)üyordu? Yoksa bizde olmayan yeni yeni bid’atler mi ihdas ediliyordu?

Merkez-Çevre İlişkisi

Çevrenin merkezi kuşatması mıydı bütün yaşadıklarımız? Yoksa merkezin kayıp gitmesini engelleme çabaları mıydı? Neredeydi merkez ve çevreden gelenler kimlerdi? Kendisi ne kadar merkezdeydi ve o merkez kimlere aitti? Merkez Ortodoks, çevre Hetorodoks muydu? Yoksa merkez Protestan çevre Ortodoks muydu? Merkez halk mıydı yoksa vesayet sistemi kuran bir avuç askeri-siyasi-akademik elit miydi?

Dil-Lehçe

İslam dili içinde Nurculuğun bir lehçe olduğu tespitini yaptı ama kendisi hangi dil içinde hangi lehçeyle konuştu? Batı dilinde oryantalist bir lehçeyle mi? Oryantalist dilde Weberyen bir lehçeyle mi? Konuşup yazdığı dil Türkçe miydi Şerif Mardin’in? Türkçenin Kemalist lehçesi miydi yoksa anti-Kemalist lehçesi miydi? Türk modernleşmesi üzerine yaptığı çözümlemeler hangi dilde ve hangi lehçedeydi? Din dilini gerçekten anlamış mıydı? İdeoloji diline gerçekten uzak mıydı?

Mahalle Baskısı

“Türk muhafazakârlığının dini hassasiyetleriyle Kemalist jakobenizmin ilericilik miti” arasında gelgitler yaşayan Türk modernleşmesi nasıl gerçekleşecekti? Laikliği ya da sekülerizmi nasıl benimsetecektik halka? Türkiye, modern dünyaya nasıl varacaktı? Muasır milletler seviyesine nasıl vasıl olacaktık? Çağdaş uluslar düzeyine nasıl ulaşacaktık? Hangi mahalle hangi mahalleye baskı yaptı Türkiye’de? Bu sözü kim söyledi, kime söyledi? Hangi makamda söyledi? Ne maksatla söyledi? Kim kime karşı bir sopa gibi kullandı bu sözü? Zamanlaması gerçekten de çok manidar değil miydi?

Sorular, Sorular

Oryantalist tarzı aşabildi mi? Batılı zihin için raportörlük mü yaptı? Yaptıkları duygudan ve duruştan arındırılmış soğukkanlı bir bilimsellik miydi? Halk İslam’ı ve hetorodoksi kavramlarıyla neyi kastetti? Şerif Mardin gerçekten kendisinde var olan bir “derinliğin faturası”nı mı ödedi? Türk okur-yazarı onun derinliğini kavrayamadı mı? Yaptığı “çok yönlü analizler” ve ulaştığı “disiplinlerarasılık” ona gerçekten sağlam ve sahih bir cihetü’l-vahde sağladı mı? Aydınlanmacı perspektife göre zaten baştan beri “çatlak sesler çıkaran” Şerif Mardin, gerçekten çatlak bir ses miydi? Onu bir “İslamcıdan daha muzır” gören Kemalistler ona karşı niçin çok öfkeliydi? Yoksa Şerif Mardin bir gizli İslamcı mıydı? Şerif Mardin, üzerinden örtüsü kaldırılması gereken liberal görünümlü “örtülü bir ideolog” muydu? Yoksa “dinsel Kemalistler” karşısında yer alan bir “bilimsel Kemalist” miydi? Bir “avare aydın” mıydı? “Said Nursi çalışmasıyla destek verdiği yapı ile taban tabana zıt olan yaşamı ve rafine kişiliği” sebebiyle mutsuz bir insan mıydı? Dünyadaki sosyal bilimler çevrelerinde çok bilinen ve eserlerine çokça atıf yapılan bir sosyal bilimci miydi? Sosyoloji, siyaset bilimi ve tarihe çok önemli katkılar yapan derin bir bilim adamı mıydı? Yoksa ismi etrafında bir kült mü oluşturuldu? Onu bir mühtedi mi saymalıydı yoksa seküler yaşamı tehdit eden bir unsur olarak İslam’ı kendi istedikleri kalıba dökmeye çalışan oryantalistlerden biri mi? Türkiye Malezyalaşırsa ne olurdu? O “kendi ülkesinde çifte sürgün yaşayan bir entelektüel” miydi? Kendi döneminin “Prens Sabahattin”i miydi? Özünde “sol bir kimlik” mi taşıyordu? Liberal miydi? Özgürlükçü müydü? “Amerikancılığın ideoloğu” muydu? “Türkiye’de ılımlı İslam projesini temellendiren ve başarıyla uygulayan kişi” miydi? “Nurculara kanat geren biri” miydi?

Çok şey söylendi Şerif Mardin’in Ölümü Olayı üzerine. Daha çok şey söylenecek. Tabii ki ne söylediği yanında ne söylemediği üzerine de farklı tahliller yapılacak. Yerine göre nereden konuştuğu, kim adına konuştuğu, ne maksatla konuştuğu da sorgulanacak. Hakkında tezler yapılacak, kitaplar yazılacak. Ölümü sonrasında yapılan şahitlikler zamanla yerini derin analizlere, karşıt değerlendirmelere bırakacak ve öyle anlaşılıyor ki onun hakkında hem övgüler hem sövgüler devam edip gidecek. Biz de Şerif Mardin’in ölümü olayına ilişkin sorulması gerektiğini düşündüğümüz bazı soruları dergi sayfalarının sınırlılığı sebebiyle bu kadarla iktifa ederek sonlandıralım ve nihai hükmü de asıl sahibine bırakalım.

Türkiye sosyolojisi açısından son bir acı gerçek: Ecdâdınız arasında meşayihten, ilmiyeden, kalemiyeden, seyfiyeden erkan-ı devlet düzeyinde itibarlı insanlar bulunsun ve bu zatlar âlim-fâzıl kişiler olarak anılagelsin ama siz belki de bu hasletlere mesafeli bir tavırla bu dünyadan göçün gidin. Sonra sizi ne kadar da bilgiliydi, kaç dil biliyordu, Amerikalarda tahsil görmüştü, emeritus ünvanı bile vardı diye yere göğe sığdıramasınlar. İnsan bu acı gerçeğe gerçekten üzülüyor. O ecdâd ile bu ahfâd arasında ne oldu ne bitti de müderrislik ve şeyhlik makamında nam salmış kişilerin torunları, arkalarından bir Fatiha okuyamaz duruma düştü? İşte asıl burası sosyologlar tarafından incelenmeli değil mi? Belki de o zaman Türkiye sosyolojisi yapmış olacak sosyologlarımız ve belki de inancımıza, tarihimize ve ruhumuza uygun, asıl öğrenmemiz gereken dili o zaman öğrenmiş olacağız.

Daha Fazla